Kuzey Kore’nin nükleer silahları var, artık buna alışın

Kuzey Kore’nin nükleer silahları var, artık buna alışın

Eğer ABD, Kuzey Kore’nin nükleer programını ilerletmeyi yavaşlatmasını istiyorsa karşılığında Kuzey Kore’ye bir şeyler önermesi gerekiyor.

Mark S. Bell* | War On The Rocks

Genellikle nükleer silahların caydırıcı bir güç olmaktan öte gidemediği söylenir. Ancak, eğer bu silahların caydırıcı özelliği olması aynı zamanda ülkenin hedef durumunda kalmasının önüne geçilmesinin ötesinde, saldırgan bir kapasiteye sahip olduğu anlamına gelir. Kuzey Kore bugün bu kapasiteye sahip olma adına yürüttüğü çalışmaların hasadına başladı ve bu durum Amerika’nın bölgedeki dış politikasını kısıtlayacak. Amerikan politikalarından sorumlu kurumlar her ne kadar durumun bu haddeye varmayacağını umut etse de, rüzgarın kesilmesini beklemektense yelkenleri rüzgara göre ayarlamak her zaman daha isabetli bir davranıştır. Kuzey Kore ile aktif bir savaş senaryosu artık masada olmamalıdır. Ülkenin nükleer silahlardan arındırılması da bu çerçevede gerçekçi bir yaklaşım değildir. Eğer Amerika Birleşik Devletleri halen devam eden krizi kontrol altına almak istiyorsa, Kuzey Kore’nin nükleer silahları olduğu gerçeğine ve bu gerçeğin ABD dış politikası üzerinde oluşturduğu kısıtlayıcı etkilere alışmak zorundadır. 

Nükleer silahlar düşmanı caydırır, evet. Ancak karşı taraf üzerinde caydırıcı rol oynadığı için aynı zamanda izlenen dış politikaların risklerini ve maliyetlerini azaltıcı bir kalkan görevi de görür. Araştırmalarım, nükleer silahların dünya görüşü ne olursa olsun bütün devletlerin arzuladıkları geniş yelpazeli bir “çıkar” listesi yarattığını göstermektedir. Nükleer silahlara sahip olmak bir ülkenin müttefiklerine daha az bağımlı bir şekilde hareket etmesini, saldırgan operasyonlara girişmesini, konum ve etki alanlarını genişletmesini, hali hazırdaki müttefikliklerin sağlamlaştırılıp güçlendirilmesini ve statükonun korunması adına daha net bir şekilde savunma yapmasını mümkün hale getirir. Bu durum bir devlet ister demokratik, ister diktatörlük isterse de revizyonist olsun, eğer statükoyu sarsmak istemiyorsa kabul etmesi gereken bir gerçekliktir. 

Örnek olarak İngiltere’yi inceleyelim. 1950’li yıllarda nükleer güce ilk sahip olduğu zamanlardan önce, gerilemekte olan klasik bir statüko devleti olan İngiltere güvenliği için ABD’ye her geçen gün artan bir biçimde bağımlı haldeydi. Orta Doğu’daki en önde gelen güç olma sıfatını kaybetmesine yol açabilecek şiddeti sürekli artan zorluklarla karşı karşıyaydı ve müttefiklerine verdiği sözleri tutmakta güçlük çekiyordu. Peki, İngiltere nükleer silahlar elde ettiğinde neler oldu? 2015 yılında kaleme aldığım bir makalemde bahsettiğim üzere, İngiltere kendisinin yardım etmek üzere çağrıldığında cevap vereceğinden kuşku duymaya başlayan müttefiklerine verdiği konvansiyonel askeri yardım sözünün yerine (ki artık buna ekonomik olarak gücü kalmamıştı), gerektiğinde nükleer olarak arkalarında olduğu sözünü verdi. Benzer şekilde, İngiltere’nin nükleer silahları ABD’den daha bağımsız bir şekilde hareket etmesinin doğuracağı riskleri azalttı ve ülkenin Orta Doğu’daki konumunu bozmaya yönelik zorluklara karşı askeri güç kullanılmasından kaynaklanacak risklerin de önüne geçildi. 

Veyahut ABD’nin nükleer silahlarla alakalı kendi tecrübesini inceleyelim. 2. Dünya Savaşı sonrasında, taze nükleer güç Amerika, tüm dünya üzerinde askeri üsler ve müttefiklerden oluşan bir ağ kurdu. Daha önce takip ettiği, Avrupa kıtasındaki anlaşmazlıklara taraf olmama ve herhangi bir müttefik edinmeme politikasını arkasında bırakarak çok daha aktif bir duruş sergilemeye başladı. Dean Acheson’un sözleriyle, bu durum ABD’nin dış politika anlayışında bir “devrim” niteliği taşımaktaydı. Üstüne üstlük bütün bunlar ABD, 2. Dünya Savaşı bitiminde silahlı kuvvetlerinin büyük bir kısmını artık dağıtmaya başladığı bir dönemde gerçekleşti. 

Nükleer silahlar sayesinde Amerika etki alanını genişletirken, normal koşullar altında bu etki alanını savunmakla görevli olması gereken konvansiyonel askeri kapasitesini de düşürme imkanını yakaladı. Cephanesindeki nükleer silahlar sayesinde ABD, dünyanın herhangi bir yerinde müttefiklikler kurabilir veya kendisine karşı girişilecek bir harekete müdahale edebilir ve normal şartlar altında büyük konvansiyonel askeri bir kuvvet gerektiren bu hamleleri söz konusu bölgeye tek bir asker dahi göndermeden yapabilir. Benzer şekilde, nükleer silah konusunda tekel olması ABD’nin, Sovyet Rusya tarafından ortaya konulan saldırgan tavır ve ihmallere karşılık olarak Sovyetlerin Avrupa kıtasındaki konvansiyonel askeri varlığının çokluğuna rağmen hiçbir şekilde savaştan kaçınmak adına bağlayıcı bir dezavantajla karşılaşmamasını sağladı. 1948 tarihindeki Ulusal Güvenlik Konseyi raporundaki sözler durumun bir özetidir:

“Eğer günümüzde Batı Avrupa güvende olduğunu hissedebiliyorsa, bu büyük oranda ABD himayesindeki atom bombasının, Sovyetlerin elinde bulundurduğu askeri gücü dengeleyici bir rol oynamasından dolayıdır.”

Bugün ise Kuzey Kore tıpkı daha önceki nükleer devletlerin yaptığı gibi, sahip oldukları nükleer silahların yarattığı gücü kullanıyor. “Dişi kaza yarayan erkek kaza da yarar.” Peki, eğer Kuzey Kore’nin nükleer silahları hiç kullanılmasa dahi faydalıysa, Kim Jong Un’un rejimi bu silahları ne için kullanmak isteyebilir?

Kuzey Kore, hem Güney Kore’den hem de ABD’den kaynaklanan askeri tehditlerle karşı karşıyadır. Güney Kore ekonomik olarak çok daha güçlü ve dünya tarihinin şahit olduğu en kudretli devletin desteğine sahip durumdadır. Soğuk Savaş’ın bitiminden itibaren ABD (herhangi bir rakibi olmaksızın) dünyanın her yerinde örnekleri çok fazla olan rejim değişiklikleri yaptı, bu çerçevede Kuzey Kore’yi “Kötülük Ekseni” olarak yaftaladı, ülke üzerine çok ağır ambargolar uygulattı ve bölgede sayıları on binlere varan askerini hazır olarak bekletiyor. 

Bu derecede hayati tehditler ile karşı karşıya olan ülkelerin siyasi öncelikleri neler olur? Bu durumdaki ülkeler genellikle düşmanlarının müttefikleriyle olan bağlarını zayıflatmaya çalışır, düşmanlarından gelen tehdit ve tacizlere karşı koyar, onları çekirdek topraklarından olabildiğince uzak tutmak için uğraşır, düşmanına tehdit oluşturma kapasitesini canlı tutar ve kriz dönemlerinde yaşanması muhtemel gerilimlerin arttığı durumlarda esnek davranma yetisini korur. Görece olarak daha az saldırgan olan bir çevredeki devletler daha az zorluklarla uğraştığından daha geniş yelpazeli bir çıkar listesine sahiptir ancak ciddi manada tehdit altında olan ülkeler, karşı karşıya oldukları düşmana karşı konumunu güçlendirecek arayışlar içerisinde olmak zorundadır. Nükleer silahlar da tam olarak bu işe yarar. 

Örnek olarak Pakistan, kendisinden hem askeri hem de ekonomik olarak çok daha üstün olan Hindistan tarafından ciddi bir tehdit altındadır. Pakistan geçmişte gerek otoritesi sorgulandığında daha sert bir tavır koyarken gerekse uzun vadeli çıkarlarının gerektirdiği şekilde değişiklikler yaparken nükleer gücünü kendisine daha iyi bir konum yaratmak adına kullandı. Benzer şekilde, Kuzey Kore de ABD’nin sınırlarına yakın bölgelerde askeri hava araçları (özellikle Guam’dan havalanan B-1B Lancer jetleri) uçurmasının önüne geçmeyi ve ABD-Güney Kore müttefikliğini zayıflatmak istemektedir. ABD’nin Kore yarımadasına askeri müdahale tehditlerinin veya Washington’dan yapılan rejim değişikliği tehditlerinin sadece boş laflar olduğunu ispatlamak ve ABD’nin ülkeden ateşlenen füzeleri vurma konusunda aciz olduğunu göstermek istiyor. Ek olarak Kuzey Kore, Güney Kore’ye karşı askeri bir harekat tehdidinin altını sağlamlaştırmak istiyor da olabilir. Bütün bunlar, Kuzey Kore açısından bakıldığında, Kore yarımadasındaki muazzam ABD askeri varlığının tehdidini azaltmak ve kendi pozisyonunu güçlendirmek adına gayet mantıklı stratejik hamlelerdir. 

Kuzey Kore’nin sahip olduğu nükleer silahlar ülkenin bu amaçlara ulaşmasında ne tür bir rol oynuyor? Çatışma riskini artırarak Kuzey Kore, ABD ile Güney Kore arasında çatlaklar oluşturmanın ve “ayrılma” korkularını artırmanın peşindedir. Ek olarak, ABD’nin ülkenin hava sahasına yakın bölgelerde askeri uçuşlar yapmasını veya Kore yarımadasında askeri olarak manevralarda bulunmasını daha riskli bir hale getirmek isteniyor. Kuzey Kore, ABD’yi fırlattığı füzeleri havada vurması için açık bir şekilde meydana davet ediyor (ABD bunu yapabilecek kapasiteye sahip değil), tehditler karşısında geri adım atmayı reddediyor ve daha fazla kışkırtıcı nükleer denemeler ihtimalini yükseltiyor. 

Bu hamleler önceden tahmin edilen hamleler çünkü Kuzey Kore’nin ulusal çıkarlarına hizmet ediyorlar. Ancak aynı zamanda tehlikeliler de zira çatışma riski her geçen gün artıyor. Kuzey Kore’nin bu şekilde davranması kesinlikle oyunun bozuk olduğu anlamına gelmez onlar sadece oyunu kurallarına göre oynuyor. Çatışma riskini artırma hamlesi tam olarak Kuzey Kore’nin ABD’ye geri adım attırması ve böylece bölgedeki konumunu güçlendirmesi adına atılmış stratejik bir adım. Bu şekilde bir gerilim sürecinde, eğer işler yeterince ters giderse Kuzey Kore’nin her şeyden önce nükleer silahlarını kullanmasını beklemek en mantıklı şey olacaktır. 

ABD ne yapmalı?

Bütün ciddi politikalar oluşturulurken belirli miktarda gerçeklik göz önünde bulundurulması lazım gelir. Kuzey Kore’nin nükleer silahlardan arındırılması ve rejiminin değiştirilmesi gelinen noktada on (hatta yüz) binlerce Amerikalının hayatını riske atmadan başarılamaz. Kuzey Kore’nin nükleer silahları var, nükleer silahlara sahip olmanın beraberinde getirdiği avantajları kullanıyorlar ve bu hiç silahlardan vazgeçmek gibi bir niyetleri de yok. Bu gerçekliği inkar etmek hayal dünyasında yaşamak demektir aynı zamanda da Kuzey Kore’ye daha saldırgan hareket etme, nükleer programının daha da ileriye taşıma ve gerilimi çok daha üst daha seviyelere artırma fırsatı verir. 

Kuzey Kore’nin vereceği tavizlere karşılık olarak ABD’nin de bazı tavizler verdiği bir yaklaşım daha iyidir. Örnek olarak, James Acton’un ortaya koyduğu öneri üzere, Eğer ABD B1-B bombardıman uçaklarının Kuzey Kore topraklarına yakın bölgelerde olan uçuşlarını azaltması karşılığında Kuzey Kore, Japonya ve Güney Kore toprakları üzerinden geçip giden füze denemeleri yapmaktan kaçınmaya ikna edilebilir. Bu türde bir anlaşma, Kuzey Kore’nin nükleer kapasitesinin ABD’nin bölgedeki dış politikası üzerinde kısıtlayıcı bir etki olarak tanınması anlamına gelir ve bu durumdan Kuzey Kore avantaj elde eder. Aynı zamanda, yanlış hesaplamalardan veya kazara yaşanabilecek çatışma riski azaltılmış olur. Kuzey Kore’nin ABD tarafından sürpriz bir şekilde saldırıya uğrama korkuları giderilir ve ABD-Kuzey Kore ilişkilerine bir nebze olsun istikrar getirir. Kuzey Kore’nin anlaşmayı ihlal etmesi halinde ise ABD uçuşlarına kolay bir şekilde yeniden başlayabilir. 

Kuzey Kore’nin nükleer silahları ABD’nin bölgedeki dış politikasını kısıtlamaktadır. Ancak bu, ABD’nin Kuzey Kore’nin her kışkırtıcı hareketi sonrasında geri adım atacağı anlamına gelmez. Nükleer silahlar bir noktaya kadar faydalı olabilir ancak bu silahlar sahipleri için “hapisten çıkma hakkı kartı” yaratmaz. Soğuk Savaş döneminde ABD, Sovyet Rusya’yı nükleer silahlarından vazgeçmesi için ikna etmenin üretken olmadığı gerçeğini kabullendi ancak bu ABD’nin ulusal çıkarlarını tehdit eden her Sovyet hamlesini kabul etmesi manasına gelmedi. Bunun yerine ABD, Sovyetlerin nükleer silahları olduğundan ve bu silahlara sahip olmanın getirdiği avantajları kullandığından yapabileceği hamleleri kısıtlamak zorunda kaldı. Bugün Kore yarım adasının nükleer silahlardan arındırılması erişilmesi mümkün olmayan bir amaçtır. Ancak ABD ne olursa olsun, Kuzey Kore’yi aralarında Güney Kore’nin işgal edilmesi de bulunan bazı endişelerini hayata geçirmemesi için caydırabilecek pozisyondadır. 

Uluslararası siyaset arenasında hiçbir şey bedava değildir. Eğer ABD, Kuzey Kore’nin nükleer programını ilerletmeyi yavaşlatmasını istiyorsa karşılığında Kuzey Kore’ye bir şeyler önermesi gerekiyor. Ve eğer, ABD, Kuzey Kore’yi güç kullanarak nükleer silahlardan arındırmak ve rejimi değiştirmek istiyorsa, Kuzey Kore’nin sahip olduğu nükleer kapasitenin bu amaç karşılığında kendilerine çok ağır bedeller ödetebilecek güçte olduğu gerçeğini kabul etmek zorundadır. 

Çeviri: Mepa News

* Minnesota Üniversitesi, Siyasi Bilimler Fakültesinde Yardımcı Profesör.

HABERE YORUM KAT
UYARI: Yorumların her türlü cezai ve hukuki sorumluluğu yazan kişiye aittir. Mepa News, yapılan yorumlardan sorumlu değildir. Her bir yorum 600 karakterle (boşluklu) sınırlıdır.