Fener Rum Patrikhanesi’nin Lozan sonrası statüsü

Fener Rum Patrikhanesi’nin Lozan sonrası statüsü

Patrikhane’nin statüsü konusu, ekümeniklik iddiaları, Heybeliada Ruhban Okulu’nun yeniden açılması, Türkiye'yi uzun süredir meşgul eden bir sorundur.

Patrikhane, Osmanlı Devleti içerisinde "ekümenik" bir statüye sahipti. Yani, dünya Ortodokslarının liderliğini üstlenen evrensel bir kurum niteliğinde idi. Ayrıca, Osmanlı Devleti'nin son 60 yılında 1861-1865 Nizamnâmesine göre idare edildi. Sultan Abdülaziz tarafından onaylanan bu Nizamnâmeye göre Patrikhane, Patriğin nezaretinde olup, sivil işler için dört metropolit ve sekiz kişiden meydana gelen karma bir meclisin de yardımını temin eden, 12 kişilik St. Synode Meclisi tarafından idare ediliyordu. Ancak, Patrik ve Patrikhane görevlilerinin 1453 yılı ile Lozan Antlaşması'na kadar geçen süre zarfında yürüttüğü faaliyetler, devleti parçalama, asıl unsur olan Türk unsurunu yok etme ve dinsel hâkimiyet kurma çalışmaları, Patrikhane’nin statüsünün değiştirilmesini ve siyasi faaliyetlerden uzak tutacak önlemlerin alınmasını zorunlu kılmıştır.

On binlerce Müslüman/Türk’ün kılıçtan geçirildiği 1820-1821 Mora isyanında rolü olduğu tespit edilen Patrik V. Gregorius, halkı isyana teşvik ve ihanet etmek suçlamasıyla yargılanmış ve suçu sabit görülerek, Fener Rum Patrikhanesi’nin kapısı önünde 21 Nisan 1821 ’de idam edilmiştir. Patrikhanenin bu idamın gerçekleştirildiği kapısının o günden beri kullanılmadığı ve patriğin eşiti bir Türk büyüğü burada asılana kadar da kullanılmayacağı ve bu kapıya “intikam kapısı” adı verildiği yolundaki bilgiler, Patrikhane tarafından hiçbir zaman yalanlanmamıştır. Lozan görüşmeleri sırasında Türk heyeti Patrikhane’nin yurt dışına çıkarılması kararındaydı. Nitekim 20 Ocak 1923 tarihinde Mustafa Kemal Hâkimiyeti Milliye gazetesinde yayımlanan bir mülakatında; “Bir fesat ve hıyanet ocağı olan ve memleketimize nifak tohumları eken, uyuşmazlıklar yaratan, Hıristiyan hemşerilerimizin huzur ve refahı için de uğursuzluğa ve felakete sebep olan Rum Patrikhanesini artık topraklarımız üzerinde bırakamayız. Bu tehlikeli teşkilatı memleketimizde muhafazaya bizi mecbur etmek için ne gibi vesile ve sebepler gösterilebilir? Türkiye’nin Rum Patrikhanesi için arazi üzerinde bir sığınılacak yer göstermeye ne mecburiyeti var? Bu fesat ocağının hakiki yeri Yunanistan değil midir?” demiştir.

Nitekim TBMM’nin 03 Ocak 1923 tarihli gizli oturumunda kararlaştırılmış olan ana hükümlerden biri de, Patrikhane’nin milli sınırlar dışına çıkarılmasıydı. Lozan görüşmelerindeki İngiliz ve Yunan heyetleri başta olmak üzere, öteki heyetlerin de çoğunluğu Patrikhane’nin manevi önemi üzerinde durarak, Patrikhane İstanbul’u terk ederse Rum Ortodoks cemaatinin dini reislerini kaybedeceğini ileri sürdüler. Onlara göre Kilise hukuku Patrikliğin görevlerini yalnız dini konularla sınırlamaya uygundu.

Lord Curzon “Eğer Patrikhane’nin bir tahrik odağı olduğu doğru ise bu, Patrikhane’nin siyasi imtiyazlarını değiştirmek ve kaldırmak için sebep olabilir. Ama patriğin ruhani ve kiliseye ait imtiyazlarını kaldırmaya sebep olamaz. Eğer din ve kilise salahiyetleri yok olursa, medeniyet dünyasının vicdanı kanar. Sonuç olarak Patrikhane İstanbul’da dini bir kurum olarak kalsın” demiştir. Bu tartışmalar yüzünden müzakerelerin kesilmesi tehlikesi baş göstermiştir. Müzakereler sonunda Patrikhane’nin, yalnızca dini konular çevresinde kalacağı yolundaki sözler senet kabul edilerek, Osmanlı Devleti zamanında verilen bütün imtiyazları kaldırılarak, siyasi ve idari mahiyette olan işlerle uğraşmamak, sadece dini ibadetlere ait hizmetleri yerine getirmek şartıyla İstanbul’da kalması kabul edilmiştir. Lozan Antlaşması Birinci Büyük Millet Meclisi tarafından onaylanmamış ve Meclis’in büyük çoğunluğunca “Üç sene dökülen kanların ve varılan muhteşem zaferin asla karşılığı ve layığı olmayan tevazunun altındaki başarısız netice” olarak nitelendirilmiştir.

Lozan Antlaşması hükümlerinde Birinci Meclis’in en çok tepki gösterdiği hususlar, Batı Trakya Türklerinin Yunanlıların eline bırakılması ve antlaşma hükümleri arasında olmamasına rağmen, Patrikhane’nin İstanbul’da kalmasının kabul edilmesi olmuştur. Antlaşmayı Birinci Meclis’in onaylamayacağı anlaşıldığından bu Meclis feshedilmiş ve Lozan Antlaşması, muhaliflerden arındırılan İkinci Meclis tarafından onaylanmıştır. Lozan Antlaşmasının “Azınlıkların Korunması” başlığı altında bu konudaki hükümleri şöyledir.

“Madde 40- Müslüman olmayan azınlıklara mensup Türk vatandaşları hukuken ve fiilen diğer Türk vatandaşlarına uygulanan aynı muamele ve güvenceden yararlanacaklar ve özellikle, masrafları kendilerine ait olmak üzere her türlü hayrî, dinî ve içtimai kurumlar, her türlü okul ve diğer eğitim ve yetiştirme kurumu kurmak, yönetmek ve denetlemek ve buralarda kendi dillerini serbestçe kullanmak ve dini törenlerini serbestçe yürütmek hususlarında eşit haklara sahip olacaklardır.”

“Madde 42- Türkiye Hükümeti söz konusu azınlıklara ait kiliselere, havralara, mezarlıklara ve diğer dinsel kurumlara her türlü korunmayı sağlamayı yükümlenir. Aynı azınlıkların bugünkü durumda Türkiye’de mevcut olan vakıflarına dini ve hayrî kurumlarına her türlü kolaylık ve müsaade gösterilecek ve Türkiye hükümeti yeni din ve hayır kurumlarının kurulması için bu gibi özel kurumlara sağlanmış olan gerekli kolaylıklardan hiçbirini esirgemeyecektir.”

“Madde 45- İşbu kesim hükümleri ile Türkiye’nin Müslüman olmayan azınlıkları halkına tanınan haklar, Yunanistan tarafından da kendi topraklarında bulunan Müslüman azınlıklar halkına da tanınmıştır.”

Lozan’ın ilgili maddelerinde görüldüğü gibi, Rum Patrikhanesi Lozan Antlaşmasında ne ismen, ne de özel bir şekilde zikredilerek yer almıştır. Bu hükümler ancak, Müslüman olmayan Türk vatandaşlarının din ve ibadet hürriyetleri, din ve ibadet yerleri vs. ile ilgilidir. Buna göre Ortodoks Patrikliğinin bir dini kurum olarak Lozan Antlaşmasında adı anılarak herhangi bir teminat ve koruma altına sokulmamış olduğu anlaşılmaktadır. Lozan Antlaşması din, mezhep ve inanç hürriyetlerinden söz ederken bu hürriyetlerin kullanılmasını “kamu düzeni” şartına bağlamıştır. İstanbul Valiliği’nce hazırlanan 06 Aralık 1923 tarihli tezkereye göre, St. Synode meclisi Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olup, makamları Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yer alan metropolitler arasından seçtiği, patrik adayları listesini İstanbul Valiliği’ne sunar. İstanbul Valiliği, gerekçe göstermeden seçilmesini istemediği adayları listeden çıkarabilir. Valilik tarafından uygun bulunan listedeki adaylar, St. Synode'da oylanır ve onlardan biri patrik olarak seçilir.

Fener patrikleri, Türkiye Cumhuriyeti yasaları çerçevesinde, idarî açıdan Eyüp Kaymakamlığı'na, Fatih Savcılığı'na ve İstanbul Valiliği'ne bağlıdırlar. Çoğu cemaatsiz 18 metropolit tarafından yapılan seçimin onayını İstanbul Valiliği verir. Buna göre patriğin  Türkiye Cumhuriyeti Devleti içindeki en yüksek dereceli muhatabı İstanbul Valisi'dir.

Sonuç olarak Lozan Antlaşması ile birlikte Patrikhane’nin idarî, siyasî ve yargısal yetkilerine son verilmiş ve sadece dini bir kurum olarak kalması sağlanmıştır. Lozan'da yapılan müzakerelere ve antlaşma hükümlerine göre Patrikhane'nin hukukî durumu şu şekilde özetlenebilir: Patrikhane'nin İstanbul'da kalması bir anlaşma hükmü ile değil Türkiye'nin tek taraflı bir tasarrufu ile olmuştur. Patrikhane, Türkiye kanunlarına tâbi bir kuruluştur. Patrik ve Patrikhane memurları Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıdır. Türk Hükümetinin muvafakatiyle tayin edilirler ve Türk Hükümetinin denetimine tabidirler. Başka ülkelerden, özellikle Yunanistan'dan rahip getirilmesi yasal olarak mümkün değildir. Patrik ve Patrikhane'nin 1453'ten 1923'e kadar sahip olduğu siyasî ve idarî, hak ve imtiyazlar kaldırılmıştır. Patrikhane ancak dinî ve ruhanî işlerle uğraşabilir. Patrikhane İstanbul'daki Rum cemaatinin resmi temsilcisi olmadığı gibi, bu cemaat ile Türk resmi makamları arasında sözcülük, aracılık gibi işleri de yapamaz. Patrikhane ile Patrik ve Patrikhane görevlileri, Türkiye'deki gayrimüslim azınlıklara ait herhangi bir kilise veya sinagog gibi Lozan Antlaşmasının 40. ve 42. maddelerinde ifade edilmiş olan serbestlik ve himayeden faydalanır. Bu kişiler, Anayasadaki temel hak ve hürriyetler hususunda Türk vatandaşı Müslümanlardan farklı hükümlere tabi tutulmazlar.

Antlaşmanın 45. maddesi gereğince aynı haklardan Yunanistan'daki Türk azınlığa ait dinî kuruluşlar da istifade ederler. Yani, Lozan Antlaşmasında İstanbul’daki Rumların 40 ve 42. maddelerdeki hak ve özgürlüklerden yararlanması, ancak, Batı Trakya’da yaşayan Türklere Yunanistan tarafından aynı hak ve özgürlüklerin tanınması şartına, bir başka deyişle “mütekabiliyet” esasına bağlanmıştır. Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi, Ortodokslar arasında teolojik konular, kurallar ve ibadet şekli açısından birlik sağlamak amacıyla Heybeliada’da 01 Ekim 1844 tarihinde Patrikhane’ye bağlı olarak Heybeliada Ruhban Okulu’nu(HRO) öğretime açmıştır. Ruhban Okulu, Atina Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden sonra kurulan akademi düzeyindeki ilkokul olma özelliğini taşıyordu. Ruhban Okulu açılışından itibaren aşağıda belirtilen dört ana aşamadan geçmiştir;

1844 - 1919 dönemi: Dört yıl ortaokul, üç yıl teoloji eğitimi

1919 - 1923 dönemi: Orta öğretimsiz beş yıllık teoloji eğitimi

1923 - 1951 dönemi: Dört yıl ortaokul, üç yıl teoloji eğitimi

1951 - 1971 dönemi: Dört yıl lise ve üç yıl teoloji eğitimi

1950 - 1964 yılları arası hem Fener Rum Patrikhanesi’nin hem de HRO’nun, Lozan’da oluşturulan hukuki statünün aksine bazı faaliyetlere giriştiği bir dönem olmuştur. HRO bu dönemde başta Balkan ülkeleri olmak üzere, Mısır, Etiyopya, Suriye ve Britanya’dan gelen yabancı öğrencileri kabul etmiştir. Ancak 1964’te milli güvenlik gerekçesiyle, yabancı öğrenci alımı yasaklanmıştır. Anayasa Mahkemesi tarafından 12 Ocak 1971 ’de, bütün özel yükseköğretim kurumlarının bir devlet üniversitesine bağlanması yönünde verilen karar çerçevesinde, HRO da, “Özel Yüksekokul” statüsünde değerlendirildiğinden, ancak, bir Türkiye üniversitesine (ilahiyat fakültesi) bağlı olarak eğitimine devam edebileceği belirtilmiştir.

Patrikhane’nin, söz konusu okulun Türk üniversitelerine bağlanmasını istememesi üzerine HRO, St. Synod kararıyla kapatılmıştır. HRO’nun (Teoloji Yüksek Kısmı) 1971 yılında kapanmasından sonra Rum azınlığın eğitim yapmasını sağlamak amacıyla okul, özel Rum Erkek Lisesi olarak faaliyetini sürdürmektedir. HRO’nun öğrencilerinin büyük bir kısmı, Patrikhane’nin yetki alanındaki bölgelerden gelmiştir. Kapatıldığı tarihe kadar geçen 127 yılda 930 kişi okuldan mezun olmuştur. Mezunlardan 12’si sonradan İstanbul Ortodoks Patriği, ikisi İskenderiye Patriği, üçü Antakya Patriği, dördü Otosefal Atina Başpiskoposu, biri ise Otosefal Arnavutluk Başpiskoposu seçilmiştir. Okul, din adamı yetiştirmek amacıyla kurulmuş olmasına rağmen, mezunlarının sadece din adamı olacağı yönünde kesin bir sınırlama yoktur. Mezunları arasından öğretmen, akademisyen, diş hekimi gibi meslekleri tercih eden çok kişi olmuştur.

Rum Patrikhanesi’nin bu konudaki isteği, 1971 ’de kapatılmış olan HRO’nun eski statüsüyle aynen açılmasıdır. Bundan kastedilen statü, Okulun yönetiminin Rum Patrikhanesi’ne, denetiminin ise Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı olduğu “özel okul” statüsüdür.

Patrikhane, okulun ruhani papaz yetiştirmek üzere yatılı bir okul olarak kurulduğunu, herhangi bir üniversiteye bağlı normal bir öğretimde öğrencilerin, derslerin bitiminde okuldan ayrılmaları durumunda Ruhban Okulu’nun amacına ulaşamayacağını belirtmektedir. Bu nedenle, eskiden olduğu gibi, okulun Milli Eğitim Bakanlığı denetiminde, okula yabancı öğrenci ve öğretmen alımını da sağlayacak şekilde açılmasını talep etmektedir.

Öte yandan, Anayasa Mahkemesinin konuya ilişkin kararını müteakip HRO’na önerilen “bir devlet üniversitesine bağlanma” seçeneği halen geçerli olup, sonradan yapılan düzenlemelerle kuruluşuna olanak tanınan “vakıf üniversitesi” modeli de ikinci bir seçeneği oluşturmaktadır. HRO yeni kurulacak bir vakıf üniversitesinin fakültesi olarak açılabileceği gibi, mevcut vakıf üniversitelerinden birinin bünyesine katılabilmesinin önünde de herhangi bir yasal engel yoktur. Burada asıl kritik konu, Fener Rum Patrikhanesi neden Heybeliada Ruhban Okulu’nun bir devlet veya vakıf üniversitesine bağlı olması yerine, eskisi gibi, Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı özel okul statüsü istemektedir? İşin püf noktası budur.

Bunun cevabını ise Milli Eğitim Bakanlığı’nın geçmişte ve hâlihazırda azınlık okullarının denetimi konusundaki yetersizliğinde aramak gerekir. Milli Eğitim Bakanlığı’nın azınlık okullarının denetimi için görevlendirdiği personel umumiyetle görevlendirildiği okulda eğitim yapılan azınlık dilini, o azınlığın kültürünü, geçmişini bilmez ve yapacağı denetimin milli güvenlik ve toplumsal barış açısından ne denli önemli olduğunun bilincinde olmaz. Dolayısıyla azınlık okulları adeta Türk eğitim sisteminin dışında, özerk, istediği nitelikte eleman yetiştirir.

İşte bu yüzden Patrikhane, Heybeliada Ruhban Okulu’nun, Osmanlı dönemindeki gibi devletin kontrolünün nerdeyse hiç olmadığı eski statüsünde açılmasını istemektedir.

Öte yandan Patrikhane, Patriğin ve kendine bağlı 12 metropolitin Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olma şartının kaldırılmasını da istemektedir. Bu isteğin, Rum azınlığın din adamı ihtiyacının karşılanmasından ziyade, Patrikhanenin ekümenik statüsünün geri kazanılması amacına yönelik olduğu anlaşılmaktadır.

Fener Rum Patrikhanesi’nin, ekümenik statüye yeniden kavuşma ve HRO’nun yeniden açılması yönündeki yoğun çalışmaları halen devam etmektedir. Bu kapsamda Patrikhane, başta Yunanistan olmak üzere, çeşitli Avrupa ülkeleri, ABD, AB ve BM’nin Ruhban Okulu’nun açılmasına yönelik Türk makamları nezdinde girişimlerde bulunmasını sağlamaktadır. Türkiye - AB üyelik müzakereleri çerçevesinde her yıl düzenli olarak yayımlanan ilerleme raporlarında bu konuya yer verilmekte ve Fener Rum Patrikhanesi’nin talepleri doğrultusunda görüşler ifade edilmektedir. Meselenin, Türkiye’nin özellikle ABD ve AB ile katıldığı her uluslararası toplantıda, AP’nin hazırladığı her Türkiye raporunda gündeme getirilmesi, baskı girişimlerinin belirli bir noktaya geldiğini göstermektedir. Bu baskı girişimleriyle Fener Rum Patrikhanesinin; ekümenik statüye yeniden kavuşarak dış seyahatlerinde Bizans bayrak ve sembollerini taşımak, Batılı ülkeler tarafından devlet başkanıymış gibi kabul edilmek, Heybeliada Ruhban Okulunu yeniden eski statüsünde açmak, AB’de temsilcilik açmak; böylece Vatikan tipi bağımsız, “ekümenik” bir site devleti sıfatı kazanmak amacını gerçekleştirmeye çalıştığı değerlendirilmektedir.

Türkiye, Patrikhane’nin isteklerini yerine getirme konusunda oldukça pozitif bir tutum takınırken, Yunanistan, Batı Trakya Türk azınlığının en temel haklarını bile kısıtlamaktadır. Dolayısıyla Patrikhane’nin talepleri değerlendirilirken, Batı Trakya’da yaşayan Türk azınlığın antlaşma maddelerine dayanan ve Yunanistan tarafından kısıtlanan eğitim-öğretim, vakıf mallarının yönetimi ve müftü seçimi gibi haklarının verilmesi için Türkiye’nin “mütekabiliyet” ilkesini göz önünde bulundurması dışında herhangi bir güvencesinin olmadığı da unutulmamalıdır.

Emekli Kurmay Albay Baki Kaya

 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Yorumların her türlü cezai ve hukuki sorumluluğu yazan kişiye aittir. Mepa News, yapılan yorumlardan sorumlu değildir. Her bir yorum 600 karakterle (boşluklu) sınırlıdır.