Ticaret Ahlakına Dair

Ticaret Ahlakına Dair

Aziz Aquinas, izleyen pasajlarda diğer insani uğraşlar gibi ticaretin de dini ahlaka tabi olduğunu gösterir.

Yahudilerin yabancılardan faiz alınmasına izin verip aynı kabileden gelen kan kardeşlerinden faiz alınmasını yasaklayan yasaya (Tevrat, Yasanın Tekrarı Kitabı, 23:19-20) ilişkin yorumu özellikle dikkate değerdir. Aquinas ile ilgili bu son bölümü siz değerli Mepanews okuyucularımızın istifadesine sunuyoruz.

Ticaret Ahlakına Dair

Aziz Thomas Aquinas

    Alışveriş sırasında aldatma: Şimdi gönüllü değiş tokuş ile ilişkili günahları incelemeliyiz. İlk önce alışveriş sırasında aldatmayı incelemeliyiz; ikinci olarak ise borçlardan doğan faizi gözden geçirmeliyiz. (...)

    Böylece ilk bahse geçelim:

    1. İtiraz: Bir şeyi değerinden daha yüksek bir fiyata satmak yasa dışı görünebilir. Dünyevi hayatın değiş tokuşlarında neyin adil olduğunu sivil yasalar belirler. Bu yasalara göre (Cod., IV, XLIV, De Rescind. Vend. 8, 15) satıcının ve alıcının birbirini kandırması adildir; yani satıcı sattığı şeyi değerinden yükseğe satabilir ve alıcı bir şeyi değerinin altında satın alabilir. Bu nedenle bir şeyi değerinden yüksek fiyata satmak yasa dışı değildir. (...)

    Buna karşın şöyle yazılmıştır (Matta, 7:12): “İnsanların size nasıl davranmasını istiyorsanız, siz de onlara öyle davranın.” Ama hiç kimse bir şeyi değerinden pahalıya satın almak istemez. Bu yüzden hiç kimse bir şeyi değerinden pahalıya satmamalıdır.

    Benim buna cevabım şudur: Bir şeyi adil fiyatından daha pahalıya satmak için hile yapmaya çalışmak açıkça günahtır çünkü bu komşunu yaralayacak biçimde aldatmak demektir. Bu yüzden Marcus Tullius Cicero şöyle der (De Officiis, III:15): “Sözleşmelerin hilekârlıktan tamamen uzak olması gerekir: Satıcı teklif sahibinin iyiliğini kötüye kullanmamalıdır, alıcı da diğer teklif verenleri kandırmamalıdır.”

    Ancak sahtekârlık dışında iki tür alışverişten sözedebiliriz. Öncelikle alıcı ve satıcının bakış açısıyla incelersek alışveriş her iki tarafın da ortak faydası için oluşturulmuştur; Filozof’un dediği gibi (Politika, I:3) biri diğerinde olana, diğeri de öbüründe olana ihtiyaç duyar. Bu durumda ortak fayda için oluşturulmuş bir şey bir tarafa diğerine olduğundan daha büyük bir yük getirmemelidir ve bunun sonucunda iki taraf arasındaki tüm sözleşmeler eşitliği gözetmelidir. İnsanların kullanımına sunulan bir şeyin kalitesi onun için belirlenen fiyat ile ölçülür, Etik V:5’te de ifade edildiği gibi para bu amaçla icat edilmiştir. Bu yüzden bir şeyin fiyatı o şeyin kalitesinden yüksekse ya da şeyin kalitesi fiyatı aşıyorsa artık adil bir eşitlik mevcut değildir: Bir şeyi değerinden pahalıya satmak veya değerinden ucuza almak adil olmadığı gibi yasal da değildir. (...)

    1. İtiraza cevap: Yukarıda açıklandığı gibi (I-II, Soru 96, Cevap 2) dünyevi yasalar erdem açısından fakir olan insanlara verilmiştir, erdemlilere değil. Dünyevi yasalar erdemlerle çelişen her şeyi yasaklayamaz ve sadece insani ilişkilerde yıkıcı olan hususları yasaklar; onaylandıkları için değil cezalandırılmadıkları için diğer hususlar yasal olarak kabul edilir. Buna göre satıcı hile yapmadan mallarını değerlerinden yüksek fiyata satarsa ya da alıcı değerlerinin altında satın alırsa, yasa bu durumu meşru görür ve aradaki fark çok fazla olmadığı sürece böylesi davranışları cezalandırmaz; ancak fark çoksa, örneğin bir insan bir şeyin adil fiyatının yarısından fazla zarar görürse dünyevi yasalar bile zararın tazmin edilmesini ister.

    Diğer yandan ilahi yasa erdemlerle çelişen hiçbir şeyi cezasız bırakmaz. Bu yüzden ilahi yasaya göre alışverişte adil bir eşitlik yoksa bu durum yasal değildir; hak ettiğinden fazlasını alan, ortada büyük bir zarar varsa zarar görenin kaybını telafi etmelidir. Ben şu koşulu ekliyorum, malların adil fiyatları matematiksel bir kesinlikle belirlenemediğinden tahmine dayanır, bu yüzden ufak bir artma veya azalma adaleti ve eşitliği bozmayacaktır. (...)

    Böylece dördüncü bahse geçelim:

    1. İtiraz: Bir şeyi, onu almak için verdiğimiz fiyattan daha fazlasına satmak ticarette yasal görünmemektedir.

    Tersine, Augustine, Psalter IXX:15’e ilişkin yorumunda “Bilmiyordum ki” der “Açgözlü tüccar ettiği zarara sövüp sayar, mallarının değeri konusunda yalan söyler ve yalan yere yemin eder. Ancak bunlar ahlaksız insanlardır, bu ahlaksızlıklar olmadan işlerini yürütebilecek zanaatkârlar değillerdir. Bu yüzden ticaret yapmanın kendisi yasa dışı değildir.”

    Benim buna cevabım şudur: Tüccarın işi şeylerin değiş tokuşudur. Filozof’a göre (Politika, I: 3) şeylerin değiş tokuşu iki türlüdür; biri doğal ve gerekli olan değiş tokuştur ve hayati ihtiyaçları doyurmak için yapılır; ya bir mala karşılık diğeri verilir ya da mala karşılık para verilir. Doğru konuşmak gerekirse böylesi bir ticaret tüccarların değil evine gerekli şeyleri almak ya da hayati gereksinimleri tedarik etmek zorunda olan uşakların ve memurların işidir. Diğer türü ise parayla paranın, malla paranın değiş tokuşudur ve hayati gereksinimler için değil kâr amacıyla yapılır; Filozof’a göre (Politika, I: 3) bu tür bir değiş tokuş tüccarların işidir. İlk tür değiş tokuş övülmeye değerdir çünkü doğal ihtiyaçları karşılar; ikincisi ise adil biçimde söylemek gerekirse suçlanmayı hak eder, çünkü sınır tanımayan ve sonsuza kadar sürmeye eğilimli olan kazanç hırsını tatmin etmeye yöneliktir. Bu yüzden ticaret, erdemli veya gerekli bir amaç için yapılmadığı sürece, doğası gereği paranın değerini de düşürür. Ancak ticaretin amacı olan kazanç, doğası gereği erdemli veya gerekli görünmese de, günahkâr veya erdemlere zıt bir anlam da ifade etmez: Kazancın gerekli hatta erdemli bir amaç için yönlendirilmesini ve böylece ticaretin yasal olmasını engelleyen hiçbir şey yoktur. Bu yüzden bir insan evini geçindirmek ya da ihtiyaç sahiplerine yardım etmek için ortalama bir gelir kazanmak amacıyla ticarete niyetlenebilir ya da bir kişi kamunun faydası için, örneğin ülkesinin hayati gereksinimlerini sağlamak için ticaret yapabilir ve bir amaç olarak değil çalışmasının karşılığı olarak gelir elde edebilir.

   

Faizin Günahlarına Dair: İlk bahisle başlayalım:

    1. İtiraz: Borç verilen para için faiz almak bir günah değilmiş gibi görünmektedir. Çünkü Hz. İsa’nın izinden giden kişi günah işlemiş olmaz. Efendimiz verilen borç hakkında konuşurken (Luka, 19:23): “Ben de geldiğimde onu faiziyle geri alırdım” demiştir. Bu yüzden borç verilen para için faiz almak günah değildir.

    2. İtiraz: Ayrıca Mezmurlar, 19:7 ayeti der ki: “Tanrı’nın yasası yetkindir” yani günahları yasaklar. İlahi yasada faizin bir türüne izin verilmiştir, Yasanın Tekrarı, 23:19-20 ayetleri der ki: “Kardeşinize para, yiyecek ya da faiz getiren başka bir şey ödünç verdiğinizde ondan faiz almayacaksınız. Yabancıdan faiz alabilirsiniz ama kardeşinizden almayacaksınız” hatta Yasanın Tekrarı, 28:12 ayetinde “Birçok ulusa ödünç vereceksiniz, siz ödünç almayacaksınız” denir. Yasaya uyumun ödülü olarak gelir vaat edilmiştir. Bu yüzden faiz almak günah değildir.

    3. İtiraz: Ayrıca insan ilişkilerinde adalet sivil yasalar tarafından düzenlenir. Sivil yasalar faiz alınmasına izin verir. Bu yüzden yasal görünmektedir.

    Aksine, şöyle söylenmiştir (Mısır’dan Çıkış, 22:25): “Halkıma, aranızda yaşayan bir yoksula ödünç para verirseniz, ona tefeci gibi davranmayacaksınız. Üzerine faiz eklemeyeceksiniz.”

    Benim buna cevabım şudur: Borç para için alınan faizin kendisi adil değildir, çünkü bu mevcut olmayan bir şeyi satmaktır ve bu adalete uygun olmayan bir eşitsizliğe neden olur. (...)

    2. İtiraza cevap: Yahudilerin kardeşlerinden, yani diğer Yahudilerden faiz alması yasaktır. Buradan şunu açıkça anlıyoruz, herhangi bir insandan faiz almak kötüdür, çünkü herkese kendi komşumuz ve kardeşimizmiş gibi davranmamız gerekir, en azından İncil’in hâkim olduğu topraklarda herkes kardeşimizdir. Herhangi bir ayrım gözetmeden herkes için Mezmurlar, 15:5 ayetinde “Parasını faize vermez” ve Hezekiel, 18:8 ayetinde “Faizle para vermez” denmiştir. Ancak yabancılardan faiz alınmasına izin verilmiştir ama bunun sebebi yasal olması değil daha büyük bir kötülüğü engellemektir; yani Is. LVI:11 uyarınca yabancıların Tanrı’ya tapan Yahudilerden, açgözlülüğe eğilimleri nedeniyle faiz almalarını engellemektir. (...)

    Borç veren kişi borç alan kişiyle bir anlaşma yaparak sahip olması gereken bir şey nedeniyle ortaya çıkan zararın günaha girmeden telafi edilmesini isteyebilir, çünkü burada paranın kullanım hakkı satılmış olmaz, amaç bir zararı engellemektir. Ayrıca borç alanın borç verenin içine düşeceğinden daha büyük bir zarardan kurtuluyor olması da mümkündür, bu durumda borç alan borç verene kazandıklarını verebilir. Ancak borç veren, parasından kâr edemeyeceğini öne sürerek bir tazmin anlaşması yapamaz: Çünkü henüz sahip olmadığı ve birçok nedenle belki de sahip olamayacağı bir şeyi satamaz. (...)

    Borç veren kişi paranın mülkiyetini borç alana devretmiş olur. Bu yüzden borç alan parayı alırken riski de üstlenmiş olur ve geri ödemesi gerekir: Bu nedenle borç veren daha fazlasını zorla isteyemez. Diğer yandan bir tür şirket kurmak amacıyla parasını bir tüccara veya zanaatkâra veren kişi paranın mülkiyetini devretmiş olmaz; tüccarın bu parayla yapacağı spekülasyonların veya zanaatkârın işlerinin riskine dahil olur ve neticede yasal olarak parasından kazanılan kârın kendisine ait olan kısmını isteyebilir.

dusuncetarihi.com'dan iktibas edilmiştir.

HABERE YORUM KAT
UYARI: Yorumların her türlü cezai ve hukuki sorumluluğu yazan kişiye aittir. Mepa News, yapılan yorumlardan sorumlu değildir. Her bir yorum 600 karakterle (boşluklu) sınırlıdır.