Kabil yönetimi Afganistan'da neden barış istemiyor?
Afganistan, 2001 yılında Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve müttefikleri tarafından başlatılan işgal sonrası dönemde geniş ölçekli bir çatışma sarmalının içine girmiş durumda. İşgalin ilk başladığı dönemlerde iktidardan düşürülen Taliban’a bağlı silahlı güçler başkent Kabil dahil olmak üzere ülkedeki birçok büyük şehirden çatışmasız bir şekilde geri çekildi ve sonrasında organize olup, bugüne kadar uzanan süreçteki direnişi teşkil ettiler.
Bugün gelinen süreçte ise ABD ve müttefikleri Afganistan’daki savaşın daha fazla para ve asker olmadan kazanılamayacağını, durumun bir çıkmaza, kısır bir döngüye girdiğini düşünüp, her ne kadar bu duruma karşı çıkanlar olsa da Afganistan’ı yenilmiş bir şekilde terk etme yolunu seçti. ABD Afganistan’ı terk etme sürecini, zaten ülkenin geniş bir bölümünü kontrol eden Taliban ile anlaşma yaparak başlatmak istedi. Afganistan savaşının ABD ekonomisi üzerindeki yükü oldukça büyüktü ve savaşın sürdürülmesi demek daha fazla para ve daha fazla askere olan ihtiyacı artıracaktı. Dolayısıyla ABD boynu büyük bir çekilme imajı vermemek adına barış süreci ismi altında Taliban ile bir anlaşma imzalayarak Afganistan’ı terk etme sürecini resmen başlatmış oldu.
Şubat 2020’de Katar’ın başkenti Doha’da ABD ile Taliban tarafları arasında imzalanan anlaşma Afganistan için tarihi bir andı. Yirmi yıldır devam eden çatışma ortamının sona ereceğine dair hayaller dahi Afgan halkı için bir umuttu. Ancak Afganistan içerisinde bu anlaşmadan memnun olmayan taraflar da vardı. Bu memnuniyetsizler tarafının başını, ABD’nin destekleyip başa getirdiği Kabil yönetimi çekiyordu.
Eşref Gani liderliğindeki Kabil yönetimi ABD ile Taliban arasındaki anlaşmanın imzalanmadan önceki sürecinde dahi bu süreci baltalayabilmek için farklı hamleler arayışına giriştiler. Süreç çoğu kez uzatıldı, oturumlar gerçekleştirilemedi, Kabil yönetimi birçok faili meçhul saldırıdan Taliban’ın suçladı. Kabil yönetiminin Afganistan’daki barış ortamının tesis edilmesi konusunda bu kadar ‘saldırgan’ yapan, Taliban tarafından muhatap olarak alınmamaları ve bu konuda ABD’nin Taliban’ın şartlarını kabul etmesiydi.
Kabil yönetimine göre ülkede gerçekleşecek bir barış anlaşmasında kendileri de muhatap olarak alınmalı, müzakerelere dahil edilmeli ve anlaşmaya imza atan taraflar arasında ismi geçmeliydi. Bu Kabil yönetiminin meşruiyetini ‘sağlamlaştıracak’ bir yöntemdi. Ancak böyle olmadı.
Taliban, ABD ile yürüttüğü müzakerelerde Kabil yönetimini hiçbir şekilde muhatap olarak almadığını yineledi. Görüşmeler ABD’nin temsilcisi Zalmay Halilzad ve heyeti ile Taliban siyasi heyeti arasında gerçekleşti. Taliban görüşmeler esnasında da Kabil yönetiminin ‘kukla bir yönetim’ olduğunu ifade edip kendileriyle görüşecek bir konu olmadığında diretti. Nitekim sonraki süreçte Kabil yönetimi sürece dahil edilmedi ve anlaşma ABD ile Taliban tarafları arasında imzalandı.
Kabil yönetimi anlaşma sonrası ilk memnuniyetini esir takası sürecinde gösterdi. ABD ile Taliban tarafları arasında imzalanan anlaşmanın en önemli maddeleri arasındaki esir takası, Taliban tarafının 1000 Kabil hükümeti güvenlik personelini serbest bırakması karşılığında Afganistan’da hapishanelerde tutulan 5000 Taliban mahkumunun serbest bırakılmasını kapsıyordu. Hapishaneler de Kabil yönetiminin kontrolünde olduğundan bu süreç sürekli olarak baltalandı.
Kabil yönetiminin süreci sürekli ağırdan alması nedeniyle on gün gibi kısa bir sürede gerçekleşmesi planlanan esir takası, altı ay sürdü. Taliban bu süreç içerisinde Kabil yönetiminin anlaşmayı hiçe sayan tutumuna, sahada gerçekleştirdiği saldırılarla karşılık verdi. Ki ABD ile imzalanan anlaşmada Taliban tarafının yerel güçlere yönelik saldırılarını durduracağı yönünde bir madde de bulunmuyordu.
Kabil hükümetinin barış sürecini tıkama girişimleri öyle bir boyuta gelmiştir ki artık ABD tarafı Taliban ile yapılan anlaşmaya uyulması konusunda Kabil yönetimini tehdit dahi etti. ABD’nin verdiği ültimatomlar neticesinde Kabil yönetimi istemeyerek de olsa ABD ile Taliban arasındaki anlaşmanın şartlarına uymak zorunda kaldı. Esir takası süreci uzun bir gecikmeyle de olsa tamamlandı.
Kabil yönetiminin Taliban ile ABD arasında imzalanan anlaşmaya karşı durması aslında kendileri açısından anlaşılabilir bir durumdu. Çünkü anlaşmanın maddeleri okunduğunda bunun bir anlaşmadan daha çok devir-teslim mutabakatı gibi anlaşılıyor olması Kabil yönetimini de paniğe sevk etti.
Çünkü Afganistan’a barışın gelmesi Taliban olmadan mümkün görünmüyor ve Taliban’ın dahil olduğu bir barış süreci ülkede ABD’nin kurduğu, Kabil yönetiminin de dahil olduğu statükonun sonu demekti. Kabil yönetimi bunu erteleyebilmek, hatta önüne geçebilmek için sürecin başından bu yana sürekli olarak hamleler yaptı. ABD seçimlerinin yaklaştığı bir dönemde bu hamlelerinin CIA gibi aktörlerce de desteklendiği düşünülüyor.
Bugüne gelecek olursak, dün ülkenin başkentindeki Kabil Üniversitesi merkez kampüsüne yönelik silahlı bir saldırı gerçekleştirildi. Güvenlik kaynakları tarafından açıklanan rakamlara göre saldırıda en az 50 kişi hayatını kaybetti, çok sayıda kişi de yaralandı. Hayatını kaybedenlerin büyük bir kısmını öğrenciler oluştururken, öğretim görevlileri ve güvenlik güçlerinden de ölenlerin olduğu aktarıldı.
Kabil yönetimindeki üst düzey isimlerden biri olan Emrullah Salih, saldırının ilk anlarında sosyal medya hesabından paylaştığı mesajda, saldırının arkasında Taliban’ın olduğuna işaret etti. Taliban ile ABD arasındaki görüşmelerin devam ettiği, ABD’nin Afganistan’daki güçlerini kademeli olarak çekmeye başladığı bu dönemde Salih’in bu mesajı oldukça dikkat çekiciydi.
Emrullah Salih’in mesajı
Ancak Taliban’ın askeri sözcüsü Zebihullah Mücahid tarafından kısa süre içinde paylaşılan uzunca bir açıklamada, Taliban’ın saldırıyı kınadığı, öğrencilerin hedef olarak seçilemeyeceği ifade edildi.
Nitekim akşam saatlerinde de DAEŞ’e bağlı Amak Ajansı tarafından yapılan bir açıklamada saldırının sorumluluğu üstlenildi ve detaylara dair görüntü ve açıklamalar paylaşıldı.
Kabil kenti Afganistan’ın en fazla korunan bölgelerinden biri konumunda. Kent merkezi, barındırdığı askeri güç, kontrol noktaları ve güvenlik önlemleriyle adeta büyük bir askeri garnizona benzemekte. Böyle sıkı güvenlik önlemlerinin alındığı bir ortamda ülke içerisinde bu denli spesifik bir saldırı gerçekleştirme potansiyeline sahip olmayan DAEŞ’in Kabil Üniversitesi ana kampüsüne silahlı ve tam teçhizatlı olarak girebilmesi şaşırtıcı bir durum. Bu konu özelinde istihbarat zafiyetini iyi sorgulamak gerekiyor. Bununla birlikte DAEŞ’lilerin saldırısından Kabil yönetimi ve ABD istihbaratının haberinin olması, ancak buna rağmen müdahaleyi geciktirmiş olma ihtimalleri de mevcut.
Taliban’ın saldırıyı kınamış, DAEŞ’in de üstlenmiş olması aslında bir anlamda Kabil yönetimince oluşturulmaya çalışılan algının önüne geçiyordu. Belki de saldırıya dair planlar böyle değildi. Nitekim saldırının gerçekleştirildiği dersliklerin içerisine girildiğinde bazı şeyler daha da netleşmeye başladı.
DAEŞ’in sorumluluğu üstlendiği bir saldırı noktasına bırakılmış beyaz tevhid bayrağı oldukça dikkat çekici. Çünkü bu bayrağın Afganistan’da Taliban tarafından kullanıldığı biliniyor. Saldırganların öldürüldüğü kısımda duvarlara yazılmış yazılar ise saldırının sorumluluğunun Taliban’a yıkılmak istendiğini akla getiriyor.
Dersliğin içinde bırakılmış beyaz bayrak
Duvardaki “Yaşasın İmarat (Taliban)” yazısı
Saldırıdan sonraki gün Kabil yönetiminin üniversite saldırısına tepki için tertiplediği gösteride duvarlara asılmış bazı pankartlar da dikkat çekiciydi. Pankartlarda doğrudan bir şekilde Taliban ile yapılan görüşmelerin boykot edilmesi isteniyordu.
Kabil’deki gösterilerden
Saldırının gerçekleştirildiği mekanda ‘bulunan’ beyaz bayraklar, duvardaki yazılar ve Kabil’deki duvara asılan pankartlarla oluşturulmak istenen algı oldukça açıktı; Kabil Üniversitesi’ne yönelik saldırıyı Taliban gerçekleştirdi ve bu yüzden Doha’da devam eden Afganistan barış görüşmelerine son verilmeliydi.
Aslında bunu doğrulamak Kabil yönetimi için oldukça kolay. DAEŞ’in üstlendiği saldırıyı gerçekleştiren iki kişinin cesedi şu an Kabil yönetimine bağlı güvenlik güçlerinin elinde. Ve DAEŞ kaynakları saldırganlara ait görüntüleri de propaganda kaynakları üzerinden servis etmişti. Buradaki fotoğraflardan kolay bir şekilde karşılaştırma yapılabilir. Tabi ki olay esnasında vücut bütünlükleri korunmuş bir şekilde ele geçirilen saldırganların bu bütünlüğü korunabilmişse.
Sonuç olarak tüm bunlar, Kabil yönetiminin savaş ve kanla da olsa ülkedeki mevcut statükoyu korumak için belli hamlelere girişmiş olabileceğinin bir göstergesi. ABD ile Taliban arasındaki anlaşmanın tamamen yürürlüğe girmesi ve ABD ile diğer yabancı güçlerinin bu anlaşma çerçevesinde ülkeyi terk etmesi zaten Kabil yönetiminin sonu anlamına geliyor. Nitekim “Devlet Başkanı” statüsündeki Eşref Gani tarafından geçtiğimiz dönemde yapılan bir açıklamada, ABD’nin desteği olmadan en fazla 6 ay dayanabilecekleri ifade edilmişti.
Taliban ile ABD arasındaki anlaşma kapsamında Katar’ın başkenti Doha’daki görüşmeler halen devam ediyor. Gelecek dönemde Afganistan barış sürecinin nasıl yürütüleceği, ABD seçimleriyle de bağlantılı olmakla birlikte, bu süreçte zaman kazanmaya çalışan ve farklı partner arayışına girmesi muhtemel Kabil yönetimiyle de doğrudan ilgili.