ABD'nin ulusal güvenlik stratejisi ve Çin
Trump'ın açıkladığı ulusal güvenlik strateji belgesinde Çin,ABD’nin güvenlik ve refahının tam karşısında konumlanmış asıl düşman kategorisinde değerlendiriliyor
Teorik açıdan değerlendirildiğinde Trump'ın bu hafta ilan ettiği ABD ulusal güvenlik strateji belgesinin realist bir manifesto olduğu iddia edilebilir. Nitekim belge başından sonuna kadar devlet, güç, egemenlik ve ulusal çıkar gibi realizmin temel kavram ağları ile örülmüş. Bu teorik çerçevede, her ne kadar yeni bir kavram olan "ilkeli gerçeklik (principled realism)" ortaya atılsa da özellikle son on yıldır yoğunlukla tartışılan Çin tehdidi, Çin’in uluslararası liberal kurumlarla entegrasyonu ve Çin’in yükselişi gibi konularda mevcut tartışmaların ötesinde bir argüman ortaya koymuyor.
Belki de strateji belgesinin bu çerçevede en önemli özelliği, ilk defa Çin’in örtülü veya açık olarak meydan okuyucu, revizyonist güç, rakip ve hasım kategorisine yerleştirilmesidir. Ancak bu iç içe geçmiş kavramlar aynı zamanda strateji belgesinin de çelişkili yönlerini ortaya çıkarıyor. Bazı bölümlerde ABD’nin Çin ile işbirliği arayışında olduğu vurgulanırken bir paragraf sonra stratejik rakip olarak tanımlanabiliyor.
Siyasi rekabet ve yeni tarz büyük güç ilişkisi
Aslında strateji belgesinin bu dili siyasi anlamda dost-düşman ikiliği üzerinden bir taraf belirleyip, düşmanları öteki kategorisinde tasnif ederken, mevcut ittifakları da tahkim etme işine yarıyor. Mesela Çin en güçlü meydan okuyucu aktör olarak tanımlandıktan sonra, “Bu meydan okuma, temelde insan onuruna ve özgürlüğe değer verenlerle, zalimler ve tek tipçiliği dayatanlar arasındaki bir mücadeledir” ifadesine yer veriliyor. Böylece rekabetin siyasi ve ideolojik boyutu da kurgulanmış oluyor. Soğuk Savaş söylemlerini andıran bu kategorizasyona göre yine bir “özgür dünya” ve karşısında “baskıcı, zalim rejimler” var. Ancak Soğuk Savaş söyleminin bu versiyonu ilki kadar kolay anlatılamayacak olduğundan, belge, üzerine basa basa nasıl zalim bir öteki ile yüz yüze olduğumuzu sürekli tekrar ediyor. Bu tekrar bir müddet sonra belgenin söylem ve ifade gücünü zayıflatıyor.
Strateji belgesinin ele aldığı neredeyse her konu açık veya örtülü bir şekilde Çin’e atıfta bulunarak, onu ABD’nin güvenlik ve refahının tam karşısında konumlanmış asıl düşman kategorisinde değerlendiriyor. Belgede Çin kelimesi 33 kez, Rusya kelimesi ise 25 kez geçiyor. Aslında Trump’ın seçim kampanyası boyunca vurguladığı konulardan birini oluşturan “Çin tehdidi”, bu belge ile hem iç politikayı hem de dış politikayı tahkim etme işlevi görüyor. Trump öncesi döneme atıfla son yirmi yıldan beri rakiplerinin uluslararası kurumlar ve ticaretle entegrasyonunun onları daha mülayim ve güvenilir partnerler haline getirmediği vurgulandıktan sonra yeni dönemde düşmanla her alanda güç yoluyla mücadele stratejisi öneriliyor.
Strateji belgesinin ABD-Çin siyasi ilişkileri çerçevesindeki en önemli vurgularından biri de Çin’i ilk defa dört başı mamur bir büyük güç olarak tanımlayarak, mevcut uluslararası dönemi de büyük güçler rekabeti ile şekillenen yeni bir dönem olarak tanımlamasıdır. Bu durum bir bakıma Çin’in uzun süreden beri vurguladığı “yeni bir tür büyük güçler ilişkisi ” talebine ABD’den gelen sert bir cevap olarak da okunabilir. Zira Çin bu talebi, küresel entegrasyonunu ve kalkınmasını tamamlamış bir büyük güç olarak daha eşit ve adil bir ilişki biçimi arzusuyla dile getiriyordu. Ancak belgedeki retorik, Çin’i tam tersi bir konuma yerleştirmiş durumda.
Ekonomik rekabet ve yeni korumacılık
Strateji belgesinin ekonomi konusunda en önemli vurgusu, yeni korumacılığın ABD için artık bir güvenlik stratejisi olduğudur. Siyasi ve ideolojik öteki olarak kategorilendirilen Çin'in ekonomik kalkınma modelinden ticari ilişkilerinin niteliğine kadar net bir şekilde “ekonomik saldırgan” olarak tanımlandığı belgede, ABD’nin Çin’in 'saldırgan' ve 'adaletsiz' ilişki biçimine karşı “Önce Amerika” sloganı ile uyumlu ekonomik öncelikler belirlemesi gerektiği vurgulanıyor.
Bu durum da ikili ticaret hacminin 550 milyar doların üstüne çıktığı ilişki biçiminde radikal bir kırılma teşkil edebilir. Belgede, Çin ekonomisinden bahsedilirken, kalkınma modelinin nasıl özgürlükleri sınırladığı, adaleti zedelediği ve mevcut büyümesinin askeri harcamaları artırırken, bilgi ve veriler üzerindeki kontrolünün de baskıcı bir rejim ortaya çıkardığını net ifadelerle ortaya koyuyor. Ayrıca, Çin’i uluslararası kurumları suistimal etmekle suçluyor. Çin’in bu yollarla kendi sanayiini sübvanse ettiği, zorla teknoloji transferi yaptığı ve böylece piyasaları bozucu etkilerde bulunduğunu iddia ediyor. Ayrıca Çin’i ABD’nin güçlükle elde ettiği fikri mülkiyeti çalarak veya yasa dışı yollardan elde ederek, kendi sisteminin zayıf yönlerini kapatmakla suçluyor.
Belgenin ekonomi ile ilgili bölümlerinde en dikkat çeken konulardan biri de yine siyasi rekabetle uyumlu olarak, Çin’i açık bir rakip olarak tanımlamasıdır. Mesela ABD’nin dış yatırımları değerlendirilirken, isim vermeden otoriter devletlerin önerdiği düşük kaliteli, istismara açık, anlaşılması güç ve yasa dışı yatırımlara karşı, ABD’nin yatırımları ise sürdürülebilir ve sorumlu bir kalkınmayı teşvik eden yatırımlar olarak tanımlanıyor.
Strateji belgesinin hedef aldığı konulardan birisi de Çin’in son yıllarda en önemli uluslararası ekonomik kalkınma projesi olan "Tek Kuşak Tek Yol" projesi. Belgede, Çin’in milyarlarca dolar harcayarak gerçekleştirdiği altyapı yatırımlarının nihai amacının, ABD’nin ilgili bölgelerden tasfiyesi ve o bölgelerde Çin’in nüfuz alanını arttırması olduğu vurgulanırken, ABD'nin eşit ve adil olmayan ve ulusal çıkarlarını ihlal eden bu duruma karşı önlem alması gerektiği belirtiliyor. Bu yönleri ile ABD ulusal güvenlik strateji belgesi, sanki Trump’ın seçim meydanlarında daha fazla oy kazanmak için dile getirdiği Çin karşıtı politik söyleme dönüşmüş oluyor.
Askeri güvenlik ve bölgesel rekabet
Strateji belgesi, Çin’i açık bir şekilde öteki kampa yerleştirerek siyasi ve ekonomik düşman kategorisinde sınıflandırdıktan sonra Çin’e karşı askeri güvenlik konusunda daha somut ve net suçlamalarda bulunuyor. Mesela belgeye göre “Çin topladığı veriler yoluyla kendi otoriter sistemini yaymakta, diğer ülkelerin egemenliğinin hilafına, gücünü genişletmektedir. Çin’in askeri modernleşmesinin bir parçası da ABD’nin yaratıcı ekonomisine ve dünya standartlarındaki üniversitelerine erişiminin olmasıdır.”
Belgede, Çin’in askeri güvenlik açısından oluşturduğu tehdit, şu şekilde tanımlanıyor: “ABD, Çin ile işbirliği imkanlarını aramasına rağmen Çin, ekonomik araçlarla ve askeri tehditlerle, diğer devletleri ikna ediyor ve onlara siyasi ve güvenlik gündemini kabul ettiriyor. Çin altyapı yatırımları ve ticaret stratejisi ile jeopolitik hedeflerini diğer devletlere dikte ediyor. Mesela Güney Çin Denizi'nde askeri üsler inşa etmesi, orada serbest ticaretin işleyişini, diğer devletlerin egemenliğini ve bölgesel istikrarı tehdit ediyor. Bölgede Çin’in artan ve hızla gelişen askeri modernleşmesinin amacı, ABD’nin bölgeye ulaşımını engellemek ve Çin’in orada daha serbest hareket etmesini sağlamaktır.”
Belge boyunca sürekli işaret edilen ama bazı konularda ayan beyan ortaya konan 'ABD’nin mağduriyeti' konusu, belgenin sürekli iç siyasi mesajlar vermeye çalıştığı izlenimini uyandırıyor.
ABD-Çin arasındaki en önemli güvenlik tartışmalarından biri de Çin’in askeri harcamaları ve deniz aşırı ekonomik ve siyasi faaliyetlerini fazla göze batmadan, ABD’yi tahrik etmeden yapıyor oluşuydu. Bu durum da belgede açıkça ifade edildikten sonra özellikle nükleer güç, uzay, siber ve istihbarat faaliyetleri gibi alanlarda, ABD’nin Çin ile baş edebilmesi için yeni yatırım alanları ortaya çıkarması gerektiği vurgulanıyor. Belgeye göre bu rekabetçi güçler stratejik kazanımlarını oldukça yavaş ve emin adımlarla elde ediyorlar. Özellikle ABD’yi askeri olarak provoke etmeden direkt askeri hamlelerden kaçınarak yeni statükoyu oluşturmaya çalışıyorlar.
Strateji belgesinin en dikkat çekici noktalarından birisi de ABD-Çin arasındaki en önemli rekabet alanlarından biri olan Asya Pasifik bölgesini yeniden tanımlaması. Aslında bölgenin tanımlanması konusunda uluslararası ilişkiler literatüründe de bir uzlaşma yok. Ancak Hindistan, Avustralya ve Japonya’yı da içine alacak dörtlü bir ittifak oluşturma amacı yeni bir tanımlamadan çok Çin’i çevreleme politikasının tezahürü olarak görülebilir. Ancak pratikte gittikçe güçlenen Çin-Hindistan ilişkileri düşünüldüğünde, bunun çok da gerçekçi bir strateji olmadığı söylenebilir. Zira Hindistan, Avustralya ve Japonya gibi birbirinden siyasi, ekonomik ve coğrafi olarak uzak ülkelerin ortak bir çıkarda buluşmaları için Çin tehdidi makul bir ortak çıkar olarak görünmemektedir.
Strateji belgesinde Indo-Pasifik bölgesi Hindistan’ın batı sahillerinden ABD’nin batı kıyılarına kadar olan bölge olarak tanımlanıyor. Ayrıca siyasi ayrımlar burada da geçerli. Yani kavga, özgür dünya ve baskıcı vizyon arasında. Belgeye göre Çin’in bu bölgedeki amacı, ABD’yi Indo-Pasifik bölgesinden dışarı atmak, devlet merkezli ekonomik modelini ihraç etmek ve bölgesel düzeni kendi lehine kurmak şeklinde tarif ediliyor.
Indo-Pasifik bölgesinde özellikle Çin’in yükselişi, Kuzey Kore nükleer krizi ve Güney Çin Denizi en önemli güvenlik sorunları olarak tanımlanıyor. Bu tanım çerçevesinde de bölgesel güç dengesi yeniden ele alınıyor. Japonya ve Güney Kore, bölgedeki en sadık dostlar ve müttefikler olarak belirlendikten sonra, Filipinler ve Tayland da önemli müttefikler arasında zikrediliyor. Gelişmekte olan ülkeler kategorisinde ABD’nin partner olarak tanımladığı ülkeler ise Vietnam, Endonezya, Malezya ve Singapur. Yine belgede Çin ve ABD arasındaki en önemli ihtilaf konularından biri olan Tayvan sorununda Tayvan ile güçlü bağların korunacağı açıklandıktan sonra bunun ABD’nin “Tek Çin” politikası ile uyumlu olacağı vurgulanıyor. Ancak belgedeki boşluk ve kopukluk, burada da devam ediyor zira bu iki farklı politikanın nasıl uygulanacağı ile ilgili herhangi bir stratejik öngörüde bulunulmuyor.
Çin'in belgeye tepkisi
Çin’in bu stratejik belgeye net ve açık cevabı henüz gelmedi ancak bu belge ABD-Çin ilişkileri tarihindeki en sert ve somut rekabet unsurlarının art arda sıralandığı bir belge olarak tarihe geçecek. Diğer yandan seleflerinden farklı olarak Trump’ın bu keskin çıkışının, gerçekten ABD’nin yeni dönemdeki ulusal güvenlik stratejisi olup olmayacağı çok açık değil. Zira metinde mevcut risk ve tehditlere karşı somut bir siyasi eylem planı sunulmuyor.
Strateji belgesinin erişime açılmasının ardından Çin’den gelen ilk tepkiler çok sert olmamakla beraber açıklamalara endişeli bir dilin hakim olduğu gözden kaçmadı. Çin’in güvenlik ve askeri konuları ele alan popüler yayım organlarından biri olan Global Times, iki uzman görüşü ile ABD’den ziyade Trump’ın ekibine yüklendi. Ertesi gün Dışişleri Bakanlığı sözcüsü ise strateji belgesinin tam tersi bir söylem ile entegrasyon, barış ve kazan-kazan stratejisi gibi kavramların yoğun olarak kullanıldığı bir açıklama yaptı.
Ayrıca strateji belgesindeki Çin karşıtı söyleme rağmen Çinliler gelecek yıl ABD ile olan toplam ticaret hacminin 600 milyar dolar seviyesine çıkmasını bekliyor. Çin’in ilerleyen günlerde daha üst düzey bir açıklama ya da somut eylem ortaya koyup koymayacağı belli değil. Ancak ABD’nin yeni ulusal güvenlik stratejisinin soğuk savaş dönemini andıran söylem ve strateji önerileri, günümüz şartlarında Çin’i ne kendi bölgesinde ne de uzak coğrafyalarda sınırlandırabilir.
Bu analiz, Çin dış politikası, modern Çin tarihi, Çin-Türkiye ilişkileri ve Asya-Pasifik’te bölgesel güvenlik mekanizmaları konusunda araştırmalar yapan Kadir Temiz tarafından kaleme alınmıştır. Analizde yer alan görüşler yazara aittir ve Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.