Amerika’nın hegemonya projesi: Neoliberalizm ve savaşın küreselleşmesi
Amerika’nın hegemonya projesinin amacı, savaşlar, terörist örgütleri desteklemeye dönük gizli operasyonlar, rejim değişikliği ve ekonomik savaş yoluyla ülkelerde istikrarı bozup yıkıma uğratmaktır.
Dünya tehlikeli bir yol ayrımında. ABD ve müttefikleri, insanlığın geleceğini tehdit eden askeri bir maceraya giriştiler. Büyük çaplı askeri ve gizli istihbarat operasyonları, eş zamanlı olarak Orta Doğu, Doğu Avrupa, Sahraaltı Afrika’sı, Orta Asya ve Uzak Doğu’da gerçekleştiriliyor. ABD-NATO askeri ajandası, hem büyük çaplı operasyonları, hem de egemen devletlerin istikrarını bozmaya dönük gizli eylemleri bir araya getiriyor.
Amerika’nın hegemonya projesinin amacı, savaşlar, terörist örgütleri desteklemeye dönük gizli operasyonlar, rejim değişikliği ve ekonomik savaş yoluyla ülkelerde istikrarı bozup yıkıma uğratmaktır. Ekonomik savaş ile kast edilen ise, borçlu ülkelere ölümcül nitelikte makro-ekonomik reformlar dayatmak, mali piyasaları manipüle etmek, ulusal para birimlerinin çökmesini sağlamak, devlet mallarını özelleştirmek, ekonomik yaptırımlar getirmek, enflasyon ve kara borsayı tetiklemektir.
Bu askeri ajandanın ekonomik boyutlarının net bir şekilde anlaşılması gerekiyor. Savaş ve Küreselleşme birbirlerine sıkı sıkıya bağlıdırlar. Bu askeri ve istihbari operasyonlar, dünyanın tüm büyük bölgelerinde spesifik ülkeleri hedef alan ekonomik ve siyasi istikrar bozma süreci bağlamında uygulanmaktadır.
Neoliberalizm ise, bu dış politika gündeminin ayrılmaz bir parçasıdır. Ekonomik istikrar bozmanın tüm toplumu kapsayan mekanizmasını teşkil eder. 1997 yılındaki Asya krizinden bu yana, IMF-Dünya Bankası’nın yapısal uyum programı (SAP), son kertede ulusal hükümetlerin ulusal düzeyde ekonomik ve sosyal politikalar belirleyip uygulama yeteneklerini bozmaya dönük daha geniş bir çerçeveye doğru evrilmektedir. Ulusal egemenlikten feragat edilmesi, aynı zamanda 1995 yılında Dünya Ticaret Örgütü’nün kurulması ve (eğer kabul edilirse) devlet politikasını tamamen şirketlerin eline geçirecek olan küresel ticaret anlaşmalarına (TTIP ve TPP) evrilmesiyle kolaylaştı. Son yıllarda neoliberalizm, etkisini kalkınmakta olan ülkelerden Batı ve Doğu Avrupa’nın kalkınmış _ ülkelerine doğru kaydırdı. İflas programları uygulamaya geçirildi. İzlanda, Portekiz, Yunanistan, İrlanda, vs. ulusal ekonominin kilit sektörlerinin özelleştirilmesiyle birlikte, çok kapsamlı kemer sıkma tedbirlerinin hedefi oldu.
Küresel ekonomik kriz, Amerika’nın hegemonya gündemiyle yakından bağlantılıdır. ABD ve AB’de, sarmal etkisiyle artan savunma bütçesi, ekonomik faaliyetin sivil alanları üzerinde ters tepiyor. “Savaş, Ticaret için İyidir”: Rutin olarak borsaları, para birimlerini ve emtia piyasalarını manipüle eden güçlü mali gruplar aynı zamanda Orta Doğu’daki savaşın devam etmesini ve tırmanmasını da teşvik ediyorlar. Yoksullaşmaya dönük dünya çapında bir süreç, Yeni Dünya Düzeni’nin gündeminin de ayrılmaz bir parçasıdır.
Tarihsel olarak, dünya nüfusunun önemli bir kısmının yoksullaşması, IMF tarzı makroekonomik reformların dayatılmasıyla sağlandı. Bununla birlikte, son 15 sene boyunca yıkıcı türden yeni bir aşama başladı. Dünya, “yoksulluğun küreselleşmesinin” ötesine geçti; ülkeler müdahaleye açık topraklara dönüştü. Devlet kurumları çöküyor; okul ve hastaneler kapatılıyor; yasal sistem çözülüyor; sınırlar yeniden tanımlanıyor; tarım ve imalat dahil ekonomik faaliyetin geniş alanları hızla iflasa sürükleniyor ve tüm bunlar da son kertede toplumsal çöküş sürecine, dışlanmaya ve açlıkların patlak vermesi, insan topluluklarının yer değiştirmesi (mülteci krizi) dahil olmak üzere insan yaşamının yıkımına yol açıyor. BU “ikinci aşama”, 1980’li yılların başında, kreditörler ve uluslararası mali kurumlar tarafından teşvik edilen bir yoksullaşma sürecinin ötesine geçiyor. Bu bağlamda, makro ekonomik reformdan kaynaklanan kitlesel yoksulluk, insan yaşantısının tamamen tahribat sürecine girmesine yol açıyor. Bunun karşılığında, yaygın işsizlik koşulları altında, kalkınmakta olan ülkelerdeki işgücü maliyeti dikine düşüyor. Küresel ekonominin yönlendirici gücü, lüks tüketim ve silah endüstrisidir.
Geniş anlamda konuşulduğunda, Yeni Dünya Düzeni’nin başlıca kurumsal aktörleri şunlardır: “Wall Street ve Batılı büyük bankalar - offshore - para aklama kolaylıkları, vergi cennetleri, serbest yatırım fonları ve gizli hesaplar dahil. Büyük “savunma taşeronlarını”, güvenlik ve paralı asker şirketlerini, istihbarat teçhizatını, Pentagon ile sözleşme dahilinde bir araya getiren Askeri Endüstriyel Kompleks. İngiliz-Amerikan petrol ve enerji devleri, Giderek tarım ve gıda zincirini kontrol altına alan biyoteknoloji holdingleri, Büyük İlaç Şirketleri, Yeni dünya düzeninin propaganda ayağını oluşturan iletişim devleri ve medya holdingleri.” Elbette Büyük İlaç Şirketleri ile Silah endüstrisi, petrol holdingleri ve Wall Street arasında bir örtüşme var. Bu farklı kurumsal birimler, hükümet kurumları, uluslararası mali kurumlar, ABD istihbaratıyla etkileşim halinde. Devlet yapısı, Peter Da le Scott’un “derin devlet” olarak adlandırdığı noktaya evrildi, gizli istihbarat kuramlarıyla, düşünce kuruluşlarıyla, Yeni Dünya Düzeni’ne ait önemli kararlara son kertede güçlü kurumsal çıkarlar adına varıldığı gizli heyetlerle ve istişare kurumlarıyla entegre oldu. Bunun karşılığında, istihbarat operatörleri giderek Birleşmiş Milletler’in, ihtisaslaşmış ajansların, hükümet-dışı kuramların, sendikaların ve siyasi partilerin içine sızıyor. Bunun anlamı ise; yürütme ve yasamanın, kapalı kapılar ardında kurumsal yapı tarafından alınan kararlara siyasi meşruiyet sağlamaya dönük bir mekanizma, bir duman perdesi oluşturduğu.
Medya propagandası
Yeni Dünya Düzeni’nin propaganda kolunu oluşturan kurumsal medyanın uzun bir geçmişi vardır ve bu sayede istihbarat operasyonları, haber zincirini denetler. Bunun karşılığında ise, kurumsal medya, savaş suçlarını örtbas etmek, yüksek mevkilerdeki politikacıların meşruiyetini koruyan insani bir söylem sunmak gibi görünürde yararlı bir amaca hizmet etmektedir. Savaş eylemleri ve ekonomik istikrarın bozulmasına meşruiyet sağlanmaktadır. Savaş, barışı devam ettirme girişimi olarak takdim edilmektedir. Hem küresel ekonomi hem de Batı kapitalizminin siyasi dokusunun yasadışı olduğu beyan edildi. Ulusal düzeydeki yargı aygıtı ve birçok uluslararası insan hakları mahkemesi ve ceza mahkemesi, ABD-NATO’nun öncülüğündeki savaşların ve insan hakları ihlallerinin meşruiyetini sürdürmek gibi yararlı bir işleve hizmet etmektedir.
Kapitalist Gelişimin Rakip Kutuplarının İstikrarının Bozulması
Elbette kurumsal yapı içerisinde önemli bölünmeler ve kapitalist rekabet yaşanıyor. Soğuk Savaş sonrası dönemde, ABD’nin hegemonya projesi, Çin, Rusya ve İran gibi kapitalist kalkınma konusundaki rakip kutupların ve Hindistan, Brezilya ve Arjantin gibi ülkelerin istikrarını bozmaya dönüktür. Son gelişmeler dahilinde, ABD, Avrupa Birliği’nin üye ülkelerinin kapitalist yapıları üzerinde baskı kurdu. Washington, giderek kendisiyle müttefik olan Almanya ve Fransa dahil devlet başkanlarının seçiminde etkisini gösteriyor. Parasal boyutlar da önemli. Bretton Woods çerçevesinde inşa edilen uluslararası mali sistem üstün geliyor. Küresel mali aygıt, dolar üzerinden işliyor. Para yaratma güçleri, reel ekonominin varlıklarını sahiplenmeye dönük bir mekanizma gibi işliyor. Spekülatif finansal ticaret, reel ekonomi aleyhine bir zenginleşme aracı haline geldi. Aşırı kurumsal karlar ve milyarlarca dolarlık spekülatif kazançlar (vergiden muaf kurumsal hayır işlerine yatırılıyor) ise, politikacıların, sivil toplum kuruluşlarının ve elbette bilim adamları ve entelektüellerin kurumsal denetimine dönük olarak “geri dönüştürülüyor.” Buna yolsuzluk, kendi saflarına kazanma ve sahtekarlık deniyor.
Latin Amerika: “Demokratik Diktatörlüğe” Geçiş
Latin Amerika’da, 1960’lı ve 1970’li yılların askeri diktatörlükleri büyük oranda yerlerini ABD’nin vekalet rejimlerine bıraktı - yani, devamlılığı sağlayan demokratik bir diktatörlük kuruldu. Aynı zamanda Latin Amerika’daki yönetici elitler yeniden biçimlendirildi. Küresel kapitalizmin mantığına giderek daha fazla entegre oldular ki bu da ABD’nin hegemonya projesinin kabul edilmesini gerektiriyor.
Makroekonomik reform da, Latin Amerika bölgesinin tümünün yoksullaşmasına yol açtı. Son 40 yıl boyunca, yoksullaşma, hiperenflasyonla tetiklendi. 1973 yılında Şili’de gerçekleşen askeri darbeyle başlayıp, 1980’li yıllarda ve 1990’lı yılların başındaki yıkıcı reformlarla devam etti. Çok kapsamlı özelleştirme, ticarette deregülasyon dahil olmak üzere bu ölümcül ekonomik reformların uygulanması, ABD’nin istihbarat operasyonlarıyla -“Kirli Savaş” ve Kondor Operasyonu, Nikaragua’daki Kontra isyanı dahil olmak üzere- bağlantılı olarak koordine ediliyor. Yeni ve ayrıcalıklı bir elit kesimin Batılı yatırım ve tüketim yapılarına entegre bir şekilde geliştirilmesi de söz konusu oldu. Bir dizi Latin Amerika ülkesine karşı-rejim değişimi başlatıldı. Neoliberal uzlaşıdan ayrışan reformları gündeme getirmeye dönük herhangi bir çaba, içeri sızma girişimleri, lekeleme kampanyaları, siyasi cinayetler, ulusal seçimlere müdahale ve toplumsal bölünmeleri tetiklemeye dönük gizli operasyonlar dahil olmak üzere “kirli ayak oyunlarının” konusu oldu. Bu süreç kaçınılmaz olarak hükümetin olduğu kadar kurumsal ve mali yapının en üst düzeylerinde yolsuzluk ve kendi saflarına kazanmayı gerektiriyor. Bölgedeki bazı ülkelerde, devletin kriminalize edilmesine, kara para aklamanın meşruiyet kazanmasına ve uyuşturucu ticaretinin korunmasına dayanıyor.
Kanada merkezli düşünce kuruluşu Globalresearch'de Prof. Michel Chossudovsky imzasıyla kaleme alınan "Neoliberalism and The Globalization of War. America’s Hegemonic Project" başlıklı makalenin tercümesidir.
Turquie Diplomatique / Mepa News