Analiz | ABD İran'a yönelik misilleme saldırısına neden "açıktan" hazırlanıyor?
ABD'nin Ürdün'deki üs saldırısının ardından İran'a yönelik misilleme saldırısına hazırlandığı ifade ediliyor.
Halid Abdurrahman, Muhammed Enes Öztürk | Mepa News
ABD'nin Ürdün-Suriye-Irak sınır hattında bulunan askeri üssü olan "Tower 22" 28 Ocak gecesi bir saldırıyla hedef alındı.
Bölgede varlık gösteren İran destekli Şii milis gruplar tarafından düzenlendiği belirtilen saldırıda 3 ABD askeri öldü.
Saldırının ardından ABD yönetimi, Tahran'ı ve Tahran tarafından desteklenen Iraklı Şii milis grupları işaret etti.
İran saldırıda dahli olmadığını ifade ederken Iraklı Şii milis grupların en büyüğü olarak gösterilen Ketaib Hizbullah da ABD güçlerine karşı saldırılarını durdurduğunu açıkladı.
İran destekli Ketaib Hizbullah, ABD güçlerine saldırıları durdurduğunu açıkladı
İran destekli gruplar Irak ve Suriye'deki ABD üslerini bir süredir benzer saldırılarla hedef alıyor ancak bu saldırılarda hiçbir can kaybı yaşanmamıştı.
Ürdün'de gerçekleştirilen saldırıda üç ABD askerinin ölmesi ve saldırı sonrasında Şii milislerden gelen açıklamalar, kayıpların bir "hesap hatası" sebebiyle gerçekleşmiş olabileceği ihtimalini akla getirdi.
Bölge genelindeki karşılıklı saldırılarda ABD de İran ve milis gruplar da genel olarak belirli bir dengeyi korumaya çalışıyordu. Taraflar ağır can ve mal kayıplarına yol açmadan karşılıklı olarak birbirlerini yokluyor ve taciz saldırılarına devam ediyordu.
Yemen'deki ABD ve İngiliz saldırıları da bu benzer süreci takip etti. Bu saldırılarda da çeşitli Husi merkezleri hedef alınırken can kayıpları oldukça düşük bir seviyede kaldı. Tarafların birbirleri arasında gerilimi yükseltme niyetinde olmadıkları oldukça açıktı.
Yemen'deki ABD-İngiliz ortak saldırısında Husilerden 5 kişi öldü
ABD misillemeye hazırlanıyor
Öte yandan ABD, Ürdün'de yaşadığı kayıplara karşılık olarak İran'a misillemede bulunmaya hazırlanıyor.
Bu misillemenin ne şekilde olacağı ise ABD'de ciddi bir tartışma konusu oldu.
Başta Cumhuriyetçiler olmak üzere "şahin kanat" doğrudan İran'ın vurulması konusunda ısrar ederken Joe Biden yönetimi ve Demokratlar ise karşılığın sınırlı kalması gerektiği görüşünde. Bu aslında sadece siyasi görüşle ilgili bir durum da değil. Cumhuriyetçiler yönetimde olsaydı muhtemelen onlar da daha sınırlı bir karşılık verme taraftarı olacaklardı.
Bu doğrultuda, ABD'nin gerçekleştireceği misillemenin yüksek olasılıkla Suriye ve Irak'tan ibaret kalacağı söylenebilir. Buradaki saldırılar tek bir seferde birden fazla hedefe yönelik olabileceği gibi, zamana yayılan çeşitli saldırılar da olabilir. Tıpkı Yemen'de olduğu gibi. Yemen'de de Husilere yönelik Ocak ayı ortalarında başlayan saldırılar halen aralıklarla devam ediyor.
ABD kaynaklarının aktardığı bilgilere göre ABD'nin İran'a vereceği yanıt için saldırılarına bu hafta sonu başlaması bekleniyor.
Burada dikkat çeken bir diğer husus ise ABD'nin yapacağı misillemeyi neredeyse herkese duyuracak şekilde, adeta "yaygara kopararak" ilan etmesi. Ve de misillemeyi uzun bir müddet ertelemesi. Hal böyle olunca da İran, Suriye ile Irak'taki varlığını korumaya aldı, bazı askeri güçler bölgeden çekildi. Suriye ve Irak'taki Şii milis gruplar askeri merkezlerin bir bölümünü boşalttı ki muhtemelen bunlar hakkında ABD'nin istihbaratı bulunan, yani ifşa olmuş, vurulma ihtimali olan merkezlerdi.
Şii milis liderlerin çoğu sığınaklara gitti, bazıları Irak'tan ayrıldı.
"İran Devrim Muhafızları subaylarını Suriye'den çekiyor"
Tarafların bu şekilde hareket etmesinin birincil nedeni, çatışmanın daha fazla tırmanmaması ve her iki tarafın da sürdürülebilir bir askeri çatışma içerisinde kalması. Böylece gerilim kontrollü olarak yaşanacak ve taraflar istemedikleri bir savaşın içerisine çekilmeyecek. Ki her iki taraf da birbirleriyle savaş istemediklerini birçok kez açıkça ifade ettiler.
ABD'nin gerçekleştireceği misilleme saldırıları yüksek olasılıkla Amerikan kamuoyunu -özellikle yaklaşan seçimler öncesinde- tatmin edecek boyutlara ulaşacaktır. Ancak bunlar İran ile bir çatışmaya yol açacak düzeyde tehlikeli bir seviyeye ise erişmeyecek. Saldırılar muhtemelen Suriye ve Irak'taki Şii milis gruplara ait hedeflerle sınırlı kalacak ve yaşanacak kayıplar ise İranlı değil, sınırlı sayıda Suriyeli ve Iraklı olacaktır.
Elbette yaşanan gelişmelerin tahmin edilmesi zor ve çok bilinmeyenli bir denklem olduğu unutulmamalı. Taraflar her ne kadar gerilimi tırmandırmamak istiyor da olsa saldırılar esnasında planlanmayan ve kendiliğinden gelişen olaylar tansiyonu yükseltebilir. Benzer şekilde İran'da bir noktanın vurulması halinde de gerilim artabilir, ancak bu pek olası değil.
Bu noktada şunu da hatırlatmakta fayda var. İran'ın en önemli generallerinden olan ve ülke dışındaki savaşlarını yöneten Kasım Süleymani Irak'ta öldürülmüş ve İran buna karşı ABD'ye neredeyse hiçbir misilleme yapmamıştı. Yani İran'ın kırmızı çizgileri generallerinin öldürülmesinden ziyade kendi topraklarının hedef alınmaması yönünde. Bu açıdan Suriye ve Irak'tan ibaret kalan, İran'ı ve desteklediği milisleri hedef alan bir saldırının tansiyonu beklenmedik şekilde yükseltmesi de zor bir ihtimal.
Kısa bir hatırlatma
Son olarak, özellikle sosyal medyada ABD-İran arasındaki çatışmalar hususunda bir noktaya temas etmek gerekli.
Bu da ABD ile İran arasındaki çatışmalara dair söylenenlere dair olacak. Burada iki ayrı uç olduğu dikkat çekiyor. Bir kesim, ABD ile İran'ın can düşmanı olduğunu ve birbirleriyle kıyasıya savaştığını savunuyor. Diğer bir görüş ise ABD ile İran arasında cereyan edenlerin tamamen bir tiyatro olduğu yönünde.
Ancak tüm bu yaşananları aynı küresel sistem içerisinde olmaktan rahatsızlık duymadan hakimiyet konusunda rekabet eden iki devlet arasındaki bir güç mücadelesi olarak okumak daha doğru.
Bu iki güç yaklaşık 5 sene önce Musul'da aynı safta da savaşmıştı. Bugün birbirlerine karşı da saldırılar düzenliyorlar. Bu, sahadaki güç dengelerini kendi lehlerine çevirme konusundaki bir rekabetten dolayı oluyor. Yani yeri gelince karşı karşıya gelen ancak yeri gelince de ittifak yapabilen iki devletten söz ediyoruz.
Bu devletler mevcut küresel sistemin içerisinde yer almaktan ve modern birer ulus devlet olmaktan rahatsız değiller. Rekabet özel olarak Basra Körfezi ve çevresindeki güç dengelerinden, genel olarak da Ortadoğu'daki güç mücadelesinden ileri geliyor. 1979 Devrimi öncesinde küresel sistemin Amerikan tarafında yer alan İran, devrimin ardından küresel sistemin farklı bir kutbuna, Çin-Rusya tarafına kaydı. Bu da bölgedeki güç dengelerinin yeniden şekillenmesine ve rekabet ortamının yeniden değerlendirilmesine yol açtı.
Bu açıdan İran'ın ABD ile yürüttüğü kontrollü çatışma ortamı bir süre daha canlı kalacaktır. Özellikle ABD'nin Irak ve Suriye'den çekilme sürecinde bu saldırının yaşanması ve tansiyonun yükselmesi dikkat çekici. ABD'nin bölgeden çekilmesi halinde İran'ın oluşacak boşluğu tek başına dolduramayacağı ve sorunlar yaşayabileceği açık. Bu açıdan İran'ın ABD'nin Irak ve Suriye'den çekilmesini isteyip istemediğini detaylıca düşünmek gerekiyor. Aynı İran'ın 2003 Irak işgali sürecinde ABD ile nasıl bir ittifak yaptığı da düşünülmeli.
Nihayetinde İran, ABD ile bir rekabet içerisinde. Ancak ABD ile İran arasındaki bölgesel stratejik rekabeti varoluşsal bir düşmanlık gibi algılamak kritik bir hata.
Eğer iki taraf varoluşsal düşmanlar olsaydı Amerikan ve İran politikalarının çok daha farklı bir düzlemde şekillendiğine şahitlik ederdik. Oysa bu iki taraf aynı sistem içerisinde, çıkarları zaman zaman kesişen zaman zaman ise farklılaşan iki aktörden ibaret. Tıpkı diğer tüm modern ulus devletler gibi.
Bu analizde yer alan ifadeler yazarların kendi görüşleridir ve Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.