Analiz | İsrail'in nükleer silahları ve bölgesel savaş ihtimali
"Farklı bir senaryo yaşanması halinde fevri ve tecrübesiz bakanların aklıselimden uzak anlık kararlar alabileceği durumlar hâsıl olabilir."
Filistin'de yaşanan çatışmaların ardından İsrail'in sahip olduğu nükleer silahlar ve bölgesel bir savaş ihtimali de gündeme geldi.
Özellikle Binyamin Netanyahu yönetiminin nükleer silahlar konusundaki olası tavrı endişelere yol açtı.
Uri Bar-Joseph ve Avner Cohen, Foreign Policy'de yayınlanan analizlerinin ikinci kısmında, İsrail'in sahip olduğu nükleer silahları ve bölgesel bir savaş olasılığını değerlendirdi. Analiz Mepa News okurları için Türkçeleştirildi. Analizde yer alan ifadeler yazarların kendi görüşleridir ve Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Hamas'ın gerçekleştirdiği katliamın devasa bir boyutta olması nedeniyle İsrail hükümeti ve halkı, bu örgütün askeri ve sivil gücünün kökünün kazınmasından başka bir hedef belirlenmesini istememektedir. Hem içeride hem de dışarıda Hamas'ın bir yapılanma olarak tamamen ortadan kaldırılması fikrine verilen destek bu güne kadar görülmemiş türden olmasına rağmen eski İsrail Başbakanı Ehud Barak ve bazı diğer isimlerin de altını çizdiği üzere bunu başarmak büyük ihtimalle mümkün değildir.
Bu tür bir vaat, fevkalade riskler doğurur. Bu makalenin kaleme aldığı tarih itibariyle İsrail ordusu, Gazze'yi İsrail'den ayıran 65 kilometrelik hat boyunca bir savaş vermektedir. İsrail'in dikkat etmesi gereken tek cephe burası değildir zira yaklaşık 130 kilometrelik Lübnan yani Hizbullah sınırı ile neredeyse 70 kilometrelik Golan Tepeleri hattı da tahkimata muhtaçtır. Kuzey cephesi şu anda sadece önemsiz birkaç hadise dışında sessiz durmasına rağmen bu hadiselerin her an hızlı bir şekilde topyekûn savaşa dönüşme ihtimali bulunmaktadır.
İsrail Savunma Bakanının 18 Ekim tarihinde yaptığı açıklamada belirttiği üzere Hizbullah Hamas'tan on kat güçlü bir yapılanmadır. 100 bin savaşçısı olduğunu iddia eden örgütün elinde bazıları son derece hassas isabet kabiliyetlerine sahip olmak üzere on binlerce roket ve füze bulunmakta olup bu çapta bir ateş gücü İsrail'in her karış toprağının vurularak büyük şehirlere ve askeri tesislere ağır zarar verilmesi için yeterlidir. Unutulmaması gereken bir diğer hayalet de Hizbullah'ın hamisi İran'dır. İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan 14 Ekim tarihinde Beyrut'a gerçekleştirdiği bir ziyaret sırasında yaptığı açıklamada İsrail'i Gazze'ye yönelik bombardımanı durdurmasını aksi takdirde "devasa bir depremin" kendilerini beklediğini söyledi.
İsrail'in Hamas'ı bitirmek için Gazze'ye yönelik uzun vadeli bir operasyon başlatması halinde Hizbullah'ın (ve İran'ın) müdahale edip etmeyeceğini kimse bilmemektedir. Bu arada, Hamas saldırısı öncesinde gösterdikleri büyük zafiyetin şokunu atlatamayan İsrailli istihbarat kurumları o günden beri karşılarına çıkan benzer nitelikteki saldırı emarelerini haddinden fazla ciddiye aldığı için son birkaç gün içinde bir dizi yanlış alarm verdi.
1973 savaşı ile benzerlik
73'te de aynı durum yaşanmıştı. Savaş sonrası İsrail Kuzey Orduları Komutanlığı görevini yürüten Tümgeneral Motta Gur'un İbranice kaleme aldığı anılarında anlatıldığı üzere o dönem Mısır veya Suriyelilerin saldırıya geçtiğine dair birçok kez yanlış alarm verildi. Bu alarmlar belki şimdilik ‘yanlışlıkla' veriliyor olabilir ancak (İran dâhil olsun veya olmasın) Hizbullah ile İsrail arasında yanlışlıkla veya kasten bir tansiyon artışı olması halinde bölgede bugüne kadar tanık olmadığımız derecede vahşi ve barbar türden bir savaş çıkması işten bile değildir.
İşte bu büyük nedeniyle hâlihazırdaki dengeler içindeki Amerikan faktörünün ehemmiyeti bir kat daha artmaktadır. Unutmuş olanlar için hatırlayalım. Bundan tam 50 yıl önce 73'teki Arap-İsrail Savaşının en kötü günü olan ikinci gününde o dönemli İsrail Savunma Bakanı Moşe Dayan, Başbakan Golda Meir'den devletin elindeki nükleer silahların bir güç gösterisi amacıyla hazır hale getirilmesini (büyük ihtimalle ayrı duran parçaların birleştirilmesini) istedi. Aralarında meşhur "Samson Seçeneği" kitabının yazarı Seymour Hersh'ün de olduğu bazılarına göre o dönemki ABD Başkanı Richard Nixon, 12 Ekim 1973 tarihinde kendisine İsrail'deki nükleer alarm hasebiyle brifing verilmesinin ardından derhal bir hava ikmali hattı oluşturması emri verdi.
ABD Başkanı Joe Biden, vaziyeti olduğu gibi okudu ve derhal USS Gerald R. Ford uçak gemisi saldırı grubuna İsrail kıyılarına doğru intikal etmesi emrini verdi. Buna ilaveten İsrail'e askeri malzeme temin ederek üzere bir hava ikmal hattı da tesis edildi. Bu ilk emirlerin üzerinden yaklaşık bir hafta kadar sonra da USS Eisenhower'a Doğu Akdeniz'e intikal emri verildi.
İsrail'in parçası olduğu savaşların hiçbirinde ABD hükümeti daha önce hiç bu kadar hızlı ve kararlı bir şekilde olaya müdahale etmemişti. Biden'ın İsrail'e verdiği destek gerçekten de eşi benzeri görülmemiş bir seviyede olup bu kararın arkasında değerler, çıkarlar, duygusal yakınlık ve stratejik gereksinimlerden müteşekkil bir kombinasyon vardır. Stratejik açıdan bakıldığında buradaki amaç aşikârdır. İran ve Hizbullah'a karşı caydırıcılık yani Biden'ın kendi ifadesiyle "sakın, sakın, sakın, sakın."
Nükleer silahlar
Fakat işin arkasında başka bir stratejik endişe de olabilir. Washington şu gerçeği pek dile getirmek istemese de İsrail nükleer silahlara sahip bir devlettir. Fakat İsrail bugüne kadar elinde ne tür ve kaç tane nükleer silah olduğuna dair resmi bir beyanda bulunmadığı gibi daha önce açık bir nükleer silah denemesi de yapmamıştır. İsrail devleti yarım yüzyıldan uzun bir süredir türünün tek örneği yarı görünür bir nükleer tavır inşa etmiş ve kendisine yönelik varoluşsal tehditleri savuşturmak amacıyla bölgedeki nükleer silah tekelini bu tavır üzerinden kullanmıştır. Tarihteki tüm İsrailli liderler ellerindeki bu stratejik aracı "kutsal" olarak görürken ABD ise Nixon döneminden beridir İsrail'in kendine has bu durumunu "sorumluluk sahibi oldukları sürece bizim açımızdan bir sorun olmaz" düsturu üzerinden değerlendirmektedir.
Netanyahu ise özellikle son on aydır İsrail devletinin elindeki bu koz hususunda gösterdiği sorumlu yaklaşım düsturunu yırtıp attı ve hatta sorumsuzca davranmaya başladı. Netanyahu'nun emri ile nükleer konusunda kalifiye olmadığı aşikâr ancak kendisine bağlı bir isim olan David Amsalem, İsrail Atom Enerjisi Komisyonunun günlük işlerinden sorumlu bakan olarak atandı.
Netanyahu bu hamleye ilaveten, nükleer enerji konusunda uzman isimlerin aksi istikametteki telkinlerine rağmen İsrail ile ilişkilerini normalleştirmesi karşılığında Suudi Arabistan'a uranyum zenginleştirme teknolojisi (bu teknoloji hangi devletin elinde olursa olsun nükleer silah üretilmesi riskini beraberinde getirir) verilmesini gündemine almıştı. Netanyahu'nun nükleer silahlar hususunda takındığı gevşek tavır geçmişte birçok kez eleştirilmiş hatta Netanyahu'ya bu hususta kefil olan isimler 90'lı yılların sonlarına doğru başbakan hakkında "devletin nükleer silah anahtarlarını tutmaya layık birisi değil" dahi demişti.
İsrail Gazze'de bir savaş verirken Hizbullah'ın on binlerce roket ve füze ile büyük şehirleri hedef alma ihtimali son derece gerçektir. Böyle bir senaryo yaşanması halinde fevri ve tecrübesiz bakanların aklıselimden uzak anlık kararlar alabileceği durumlar hâsıl olabilir. Bundan sadece birkaç gün önce aşırı sağcı Likud üyesi siyasetçi Tally Gotliv yaptığı açıklamada hükümete "kıyamet silahları dahi cephaneliğinde ne varsa" Hamas'a karşı kullanması çağrısı yaptı.
İçinde bulunduğumuz hassas süreçte İsrail'in kendine has nükleer vaziyeti asla unutulmamalıdır. Hâlihazırda Ukrayna'daki savaşla da meşgul olan Joe Biden belki de seleflerinden çok daha sert bir şekilde küresel nükleer tabuların ne derece kırılgan ve ciddiyet isteyen bir mesele olduğunu hissetmektedir. Biden'ın geçmişte daha önce yapılmamış bir hızla bölgeye deniz birliklerini sevk etmesi ve kısa süre içinde İsrail'e bizzat gidip desteğini açıklayarak sürece dâhil olmasının altında acaba bu tabuların yıkılmadığından emin olma isteği mi var diye merak etmeden duramıyor insan.