Avrupa Birliği 'hayati kriz' ile karşı karşıya
"Avrupa'daki ilişkiler bir süredir yıpranmakta ... AB'nin en yetkili ismi Jean-Claude Juncker birliğin "hayatî bir kriz" ile karşı karşıya olduğunu ifade etti."
Son 70 yılın büyük kısmı, Amerika Birleşik Devletleri, Kanada ve Avrupa'nın çoğunluğu bir barış, refah ve demokrasi sahası hüviyetinde oldu. Transatlantik toplumu/topluluğu 30'dan fazla ülkede 900 milyonu aşan bir nüfusa erişti. Coğrafi işbirliği hususunda Afrika, Latin Amerika ve Güneydoğu Asya için bir örnek teşkil eden bu topluluk liberal dünya nizamı için de bir kaide hizmeti gördü.
Bu başarı bugün tehlike altında. Avrupa'daki münasebetler bir süredir yıpranmakta fakat en kötüsü bu yıl oldu. Geçen ay, Avrupa Birliği'nin en yetkili ismi Jean-Claude Juncker birliğin "hayatî bir kriz" ile karşı karşıya olduğunu ifade etti.
Bu esnada Amerika'nın başlıca iki partisi Avrupa ve Asya ile olan ticaret antlaşmalarına dil uzattı. Donald J. Trump Britanya'nın AB'den ayrılma kararını müspet karşılarken, Amerika'nın müttefiklerini alaya aldı ve Batı dayanışmasından korkup altını oymaya uğraşan otoriter bir lidere, yani Rusya cumhurbaşkanı Vladimir Putin'e ise methiyeler düzdü.
Bu sıkıntılar göz önüne alındığında, Batı'nın mevcut meselelerini çözüp çözemeyeceği konusunda önümüzdeki sene belirleyici olabilir. Modern zamanların öğretti mühim bir ders şu ki beynelmilelcilik dünyayı stabilize ederken savaşkan ulusalcılığa olan kaymalar yıkımlara sebep oldu.
Birinci Dünya Savaşı'nın neticesi bir dizi aptallık ve fiyaskoydu: Kartaca barışı kıvamındaki Versay Barış Antlaşması [Carthaginian peace: karşı tarafı çökertmek suretiyle dayatılan barış], Milletler Cemiyeti'nin yetersizliği, Büyük Buhran ve totalitarizmin zuhur etmesi. Tüm bunlar birlikte büyük bir felaketi neredeyse kaçınılmaz kıldı.
İkinci Dünya Savaşı'nın galipleri, seleflerinin hatalarını tekrarlamamakta kararlıydı. Batı medeniyeti tarihinde, bir milletler topluluğunu mümkün kılan umdeler buldular: Buna göre bu topluluk, sadece müşterek değerler, menfaatler ve kurumlarla değil, aynı zamanda dünyanın en kuvvetli askerî ittifakı ile idame edilecekti. Mezkur tarihten faydalanacakları çokça umde vardı: Perikles'in ideal hükümet şekli ("azınlık değil, çoğunluk hükmeder"), Hansa Birliği (Orta Çağ'daki bir ticaret ve savunma paktı), Akıl Çağı, Adam Smith'in açık piyasa ve milletlerin zenginliğini arttırmak için gereken iş bölümü tarafgirliği ve Immanuel Kant'ın "ebedi barış"ın demokratik ulusların hırslı bir ticaret gütmesiyle kaim olduğu inancı.
Müttehit bir Avrupa doğrultusunda ilk adım kömür ve çelik için ortak pazardı. Her iki dünya savaşında da düşman olan Fransa ve Almanya sulh dönemi endüstri ve ticaretinde partner oldular. Avrupa Projesi'nin mimarları Atlantikçi dünya görüşüyle mutabık kalarak Amerika'nın, 13 koloniden nev-hür olmuş devletleri "daha mükemmel bir birliğe" tahvil etme başarısından esinlendiler. Avrupa'nın da bu istikametteki ilerleyişi, Kıta'nın savaş sonrası mali iyileşmesini hızlıca başlatan Marshall Planı ve 42 yıl boyunca Sovyetler Birliği'ne karşı bir kalkan vazifesi gören NATO olmadan asla mümkün olmazdı.
Yalpalamakta olan Sovyet Devleti'nin 1991'deki çöküşü Avrupa Ekonomik Topluluğu'nun Avrupa Birliği'ne dönüşmesini de tetikledi. NATO'nun evvelden Sovyet uydusu olan devletleri ve cumhuriyetleri üyeliğe kabul etmesi AB'nin aynı şeyi yapmasını mümkün kıldı.
Vetirenin vecizesi de entegrasyondu: müstakil ulus devletlerin politikalarını ortak Avrupa politikaları haline getirip teşrikimesaiyi daha kolay, dayanışmayı da herkes için faydalı kılacak istikrarlı bir gidişat.
1970'lerde, tabir aşağılayıcı bir mahiyet kazanmadan önce, Brüksel'deki "Avrokratlar" [Eurocrats] cihanşümul bir trendin öncüsü olmakla ve bu trend için cilaladıkları az kullanılan bir kelimeyle iftihar ederlerdi: globalleşme. Söylenenlere göre, pazarların açılması dünyanın zengin ve fakir bölgeleri arasındaki eşitsizliği mühim seviyede daralttı, yüz milyonlarca insanı, özellikle Asya'da, sefaletten kurtardı. Globalleşmenin gelişmiş bölgelerdeki dezavantajı ise, bilhassa Kuzey Amerika ve Avrupa'da (yabancı rekabete maruz kalan sanayilerde ücretlerin ve istihdamın tehlikeye girmesi), dünya ekonomisi tıkırında olduğu müddetçe idare edilebilir gözüktü.
1990'lar boyunca, ekseriya ekonomiler büyümeye devam etti, orta sınıfın kazancı arttı. İş mebzul miktardaydı, piyasalar da parlak bir gelecek vaat ediyordu. 2007'de Dow Jones Borsası Endüstri Endeksi rekor bir yükseliş kaydetti. Bir sene sonra, euro dolar karşısında azami değerine ulaştı. Lakin birkaç ay içinde, Amerika'nın banka ve emlak sektörleri iflas etti ve 1930'lardan sonraki en feci mali krize sebebiyet verdi. Takribî dokuz milyon Amerikalı işini kaybetti, bir o kadar ev sahibinin de ipotek, evlerinden feragat yahut hacze maruz kaldı. Milli servetteki düşüş en çok da yoksul ve orta sınıfı vurmuştu.
2008 Ekonomik Krizi Avrupa için daha da kötüydü. Dünyanın geri kalanıyla olan ticaret keskin bir düşüş kaydetmiş ve hassaten Akdeniz havalisinde, işsizlik artmıştı. Ekonomik kriz AB'nin kendi içindeki strüktürel kusurları ifşa etti ve daha da şiddetlendirdi. Nispeten iyi dönemlerde bile, borçlu ve alacaklı üyeler arasında gerilimler yaşanıyordu. Ortak para birimi euro, ülkeler arasında mali bir entegrasyon olmaksızın, yine ortak bir para politikası ile döviz kuru dayatıyor. Bu noksan, devlet borcu krizine gösterdiği reaksiyonda Avrupa'ya köstek oldu ve istihdamda keskin düşüşlere neden oldu.
Geçtiğimiz yıl ise peşi sıra felaketlere şahitlik etti. Zincirleme terör saldırılarıyla güvenlik endişelerini ayyuka çıktı, Britanya'nın birliği terk etme kararı alması bulaşıcı olup diğer "ayrılık"ları tetikleyeceği şeklindeki kaygıları arttırdı. Orta Doğu ile Kuzey Afrika menşeili göçmen ve mülteci akını işgücü piyasasına fazladan yük bindirdi, sosyal hizmetleri zorladı ve efkarıumumiyedeki kaygıları alevlendirdi.
ABD'deki seçim kampanyası da benzer bir rahatsızlığı açık etti. Bilhassa taşrada ve işçilerin yoğun olduğu bölgelerde, epeyce Amerikan gelecekten yana karamsar ve zahiren daha iyi bir geçmişe hasretle bakıyorlar. Avrupa'da olduğu gibi, elitlere ve uzmanlara karşı yaygın bir itimatsızlık, düzen karşıtı popülistlere yönelik ise ateşli bir teveccüh var.
Bu ters tepki ile beraber ekonomide himayecilik, dış politikada izole olma, iç politikada hortlayan nativizm ve yabancı düşmanlığı gibi tehditler de geliyor ki bunlar Kuzey Amerikalı ve Avrupalı hayalperestlerin Atlantikçilik fikrinin temellerini attıklarında mani olmaya çalıştıkları zehirli terkiplerdi.
Neyse ki, o mirasın hizmetkarı olanlar halihazırda çoğu Batı başkentinde iktidarda. Ve AB ülkelerinin ekseri vatandaşları, özellikle genç nesiller, uyrukları ne olursa olsun, kendilerini Avrupalı olarak tanımlamaya meyilliler. Brexit'e rağmen, birçok Britanyalı için de aynı durum söz konusu.
Yine de Avrupa'nın seçilmiş siyasetçileri zahmetli bir işle karşı karşıyalar. Vatandaşlarının ekseriyetini, 27 üye devletin AB içinde onları daha iyi koruyabileceğine ikna etmek zorundalar.
Bunun için, birliğin kurumları karar alma mekanizmalarını ıslah edip işbirliğini güçlendirmeliler. Hassaten, Orta Doğu menşeili yahut yerli olsun olmasın, teröristlerle mücadelede rüştlerini ispat etmeye mecburlar. Bu sene Avrupa ülkelerinin vatandaşları tarafından tertiplenen saldırılar, Avrupalı Müslüman topluluklar içindeki yabancılaşma ve radikalleşmeyle mücadele için uzun vadeli bir strateji ihtiyacına işaret ediyor.
O tılsımlı "entegrasyon" sözü yeni uygulamalarda karşımıza çıkıyor: Göçmenleri ve sığınmacıları Brüksel'de olduğu gibi şehir içindeki gettolarda veya Paris banliyölerinde tecrit etmek yerine, kimi Avrupalı belediyeler düşük maliyetli konut, eğitim ve meslek kursu gibi imkanlar sunmak suretiyle asimilasyonu hızlandırma yollarını keşfediyorlar. Normal şartlar altında böylesi programları başlatmak ve fonlamak zorlayıcı olurdu ancak hemen hemen tüm Batı Avrupa hükümetleri müdafaa durumundayken ve bu hükümetlerden de bazılar, önümüzdeki yıl seçimlerde ulusalcı rakiplerinden ürkütücü hamleler beklerken, mevcut zorluklar ileri bir safhada.
Putin Batı'daki tehlike ve iflas etme korkularını bir güzel körükledi. Kremlin Avrupa'daki Euroskeptik partileri desteklerken, komşularına kabadayılık ediyor ve Kırım'ın illegal işgali ile doğu Ukrayna'ya yapılan müdahalenin akabinde maruz kaldığı yaptırımları telafi etmeye çalışıyor. Bu kaos karşısında NATO'nun Avrupa'daki politik çözülmeyi engellemek için harekete geçmesi lazım. Bir sonraki Amerikan yönetimi için de bu konu öncelik arz etmeli.
Müstakbel Amerikan başkanı, yasama ve yürütme organları arasındaki tıkanıklık ve de toplumun haletiruhiyesi de göz önünde bulundurulursa, ülke içi meselelerle de uğraşacak. Şu anda sürmekte olan kutuplaştırıcı ve kekremsi başkanlık kampanyası da ayrıca geleceğe gölge düşürebilir.
Bu handikaplar Batı hükümetlerinin, vatandaşlarının globalleşmenin sonuçlarına dair meşru endişelerini çözmelerini daha da mühim hale getiriyor. Serbest ve adil uluslararası ticarete verilecek kamu desteğini iyileştirecek yeni bir politik konsensüsü sağlamak için gayret göstermeleri gerekiyor. Daha iyi çalışma şartları ve çevre politikaları benimsemek ve insan haklarına saygıyı tesisi için yeni sanayileşmiş devletleri ihracata dayalı ekonomilerle ikna etmek yeterli değil. Ülkelerin kendi içinde tedavi edici adımlar atmaları gerekecek. Gelişmiş ülkelerdeki savunmasız işçiler daha iyi sosyal güvenlik hakları ve ekonominin büyüyen sektörlerinde etkin mesleki eğitim imkanlarını hak ediyorlar.
Vatandaşların sistemin insafsız olduğu yönündeki duygusunun da halli gerekiyor. Büyük işletmeler [big business] reform için hazır. Piyasaya yeni girenler mega tekelcilerin hakim olduğu pazarlarda daha iyi fırsatlara sahip olmalı. Amerika merkezli şirketlerin vergi hükümlerini istismar etmesine müsaade edilmemeli.
Globalleşmenin politik olarak sürdürülebilir olması için ekonomik olarak adaletli olması lazım. Bunun gibi tedbirler global, bölgesel ve ulusal düzeyde kitleleri kendilerinin de pastadan pay alabileceği yönünde ikna etmeye başlayacaktır.
Sosyal kalkınmanın bu ölçekte iyileştirilmesi ancak ve ancak toplumun tüm kesimlerinden destek görürse başarıya ulaşacaktır. Velakin yenilik ve yönlendirme yukarıdan gelmelidir. Atlantikçilik konusunda yenilenmiş bir taahhüt için seçmenlerinin desteğini bekleyen bu Batılı liderler nesli, 70 yılın en büyük ve en mühim sınavıyla karşı karşıya.
Kaynak: New York Times
Mustafa Doğan Dünya Bülteni için tercüme etti