Miles Maochun Yu

Miles Maochun Yu

Çin’in Doğu Türkistan’daki nihai çözümü

Çin’in Doğu Türkistan’daki nihai çözümü

Pekin merkezli Çin komünist rejimi 1949 yılında kurulduğundan beridir çok geniş siyasi bir haritaya sahip ülkenin kuzeybatı bölgesini her zaman ana “sorunlu nokta” olarak görmüş ve bu önemli bölgede mutlak kontrolünü dikte etmek için sistematik olarak bazı önlemleri uygulamaya almıştır. Dört gayri-Çin bölgenin üç tanesi; Mançurya, Moğolistan ve Tibet’in Çin ile çok geriye dayanan karmaşık bağlantıları vardır.

Adı Çin devleti tarafından resmi olarak "Xinjiang" olarak değiştirilen ve yerel nüfusun büyük bir kısmını Müslüman Uygur Türklerinin oluşturduğu Doğu Türkistan, dört gayri-Çin bölgeden sonuncusu olup Çin ile tarihi, etnik, kültürel ve dini hususlarda birbirine hiç benzemez ve Çin ile arasındaki bağlar tarihi manada neredeyse namevcut olduğu için bugün Çin sınırları içinde kalan en patlamaya hazır ve gergin bölgedir.

Bu sebepten dolayı Doğu Türkistan son yetmiş yıldır Pekin rejiminin uzun soluklu “etnik Çinlileştirme”, zorunlu tehcir uygulamaları ve yoğun ölçekli Komünist Parti kurumsallaşması ile büyük bir ordu ve polis varlığı politikalarına maruz kalmaktadır.

Ancak, Komünist rejimin kuruluşundan bu yana devam eden bu politikalar son on beş yılda hem yoğunluk hem de acımasızlık noktalarında devasa boyutlarda genişletildi. Bu kudurmuş aciliyet hali Çin liderliğinin “Doğu Türkistan Meselesini” nihai olarak sonlandırmak için son derece kararlı olduğunu göstermektedir.

Uygurların bir topluluk olarak sonlandırılmasını öngören bu ivedi çözümün emareleri artık şüphe götürmeyecek şekilde ortadadır: Bir yıldan kısa bir süre içinde hızlı bir biçimde bir milyon Uygur’un tıkıldığı sözde “yeniden eğitim” kampları; 1.4 milyar nüfusa sahip Çin’in 10 milyon ile sadece %1.5’ine tekabül eden Uygurların ülke sınırları içinde gerçekleşen “resmi” tutuklamaların %20’sine maruz kalması; tüm Doğu Türkistan coğrafyasını baştan aşağı saran yüksek teknolojili, gaddar elektronik izleme ağının insanları 24 saat boyunca gözetlemesi; çok sayıda tam teçhizatlı Çin Halk Silahlı Polisi ve nizami Çin ordusu birliklerinin bölgede konuşlandırılması; Doğu Türkistan’ın adının dahi uluslararası medyada ve internet ortamında zikredilmesinin engellenmesi; Uygurların, seyahat, ev sahibi olma, eğitim ve dini ibadet özgürlüklerinin ciddi derecede kısıtlanması ve hatta erkeklerin sakal bırakması ile kadınların yöresel kıyafetlerini giymesinin dahi yasaklanması; Çin Komünist Partisine bağlılık yemini ederek canını kurtaracak kadar şanslı olan birkaç Müslümana dahi Mekke’de hac vazifesini ifa etmeden önce boyunlarına elektronik bir izleme aygıtı takma mecburiyeti getirilmesi Pekin rejiminin ne kadar ileri gidebileceğini gösteren sadece birkaç misaldir.

Çin, Doğu Türkistan’da neden ivedi ve ani bir şekilde nihai bir çözüm istemektedir?

Çin’in Doğu Türkistan’da son dönemde artan zulmünün en büyük tetikleyicisi, yirmi sene evvel önce Çinlilerin yeni bir güvenlik tehdidi algısına karşı reaksiyon göstermesidir.

Bu güvenlik tehdidi, ABD liderliğindeki küresel bir ittifakın Çin karşıtı bir harekata girişerek yükselişte olan sosyalist Çin’in etrafının çevrilmesi ve nüfuzunun kısıtlanması merkezli olup, Çin’in kuzeyde ve doğuda Moğolistan, Güney Kore, Japonya, Guam ve Tayvan güneyde ve batıda ise Vietnam, Hindistan ve Afganistan üzerinden yani ABD’nin neredeyse sıfıra yakın etkisinin olduğu Doğu Türkistan hariç tüm noktalardan muhasara altına alınması olasılığına dayanmaktadır.

Bu yüzden diğer tüm taraflardan çevrilse dahi Çin’in bir açık kapıya sahip olması adına Doğu Türkistan Çin için ana üst ehemmiyetindedir. Çin’in bu üsse kavuşabilmesi içinse öncelikle “Uygur Meselesinin” çözülmesi gereklidir zira Soğuk Savaş modeline benzer bu senaryonun gerçek olması halinde komünist rejimin hayatta kalmasını sağlayacak bu bölgede olası bir ayaklanma veya sorun kabul edilemez.

Çin’in son üç lideri Jiang Zemin, Hu Jintao ve Xi Jinping bu amaç doğrultusunda yeni bir güvenlik politikasını uyguladı. Bu politika çerçevesinde Doğu Türkistan adeta kudurmuş bir tavırla etnik olarak yok edilmeye ilaveten de bölgede geniş çaplı yeni askeri yerleşkeler inşa edilmeye başlandı. Son üç lider bu politika çerçevesinde bölgede kendi şahsi izlerini bıraktı. Jiang 2001 yılında Şangay İşbirliği Organizasyonu’nu (SCO) kurarak, ABD’nin Rusya ve Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan ve Özbekistan gibi eski Sovyet Cumhuriyetleri ile olası bir ittifak tesis edip Çin’in “etrafının sarması ve nüfuzunun sınırlandırmasını” engellemek amacıyla bu teşkilat üzerinden Çin’in stratejik kaynaklarını Doğu Türkistan’a akıttı.

Jiang’ın SCO projesi Doğu Türkistan’ın hızlı bir şekilde bir topyekûn bir askeri üsse çevrilmesini ve bölge insanının Çinlileştirilmesini öngördüğü için Müslüman Uygurlar bir anda komünist rejimin zulüm ve kısıtlamalarına maruz kaldı. Çin’in bu tavrı 2009 yılında bölgede etnik kökene dayalı şiddet olaylarına mahal verdi. O dönemki Çinli lider Hu Jintao bu olayları en ufak merhamet göstermeden çok kanlı bir şekilde bastırırken bütün dünya olanları sadece şaşkınlık içinde seyretti. 2009 yılında cereyan eden bu olaylar bugünkü Çinli lider Xi Jinping tarafından Doğu Türkistan’daki “Uygur sorununu” çözmek için başlattığı yeni zulüm dalgasının bir bahanesi olarak kullanıldı.

Xi Jinping’in şaheseri olan devasa Kemer ve Yol İnsiyatifi (BRI) (bu projesinin maliyetinin 4-8 trilyon dolar olduğu tahmin edilmektedir) de Doğu Türkistan’daki Uygurların “etkisiz hale getirilmesini” elzem kılan bir başka neden oldu zira Doğu Türkistan bu projenin lojistik merkezi ve ana istasyonu olarak belirlenmişti. BRI kapsamındaki tüm anahtar projelerin başlangıç noktaları Doğu Türkistan sınırları içinde inşa edildi. Bu projelerden birisi olan Yeni Avrasya Kara Köprüsü, Doğu Türkistan’dan başlayıp Kazakistan, Rusya, Belarus ve Polonya’dan geçerek Almanya’da son bulmaktadır. Çin-Türkiye koridoru ve keza Çin-Pakistan Ekonomik Koridorunun da ilk durağı Doğu Türkistan topraklarıdır.

ABD liderliğindeki bir Batı ittifakına karşı Çin’in Rusya ile her geçen kuvvetlenen stratejik ortaklığı da Çin’in Doğu Türkistan’daki zulmünü tetikleyici bir başka nedendir zira Moskova-Pekin ittifakının salahiyeti için Uygur sorununun ortadan kaldırılması elzemdir.

Yakın tarih incelendiğinde Uygur bağımsızlık hareketlerinin en büyük destekçisinin Moskova olduğu görülür. Ruslar, Doğu Türkistan toprakları için Uygurların Kuomintang (Çin milliyetçileri) ile olan mücadelesinde hem Lenin hem Stalin dönemlerinde Uygurlara destek vermiştir.

Sovyetler Birliği 1921 yılında aldığı resmi bir karar ile Uygurları “gayri-Çin olup Türk soyundan gelen bir halk” olarak tanımıştır.

Stalin, 1933 yılında kurulan Kaşgar merkezli bağımsız Birinci Doğu Türkistan Cumhuriyeti devletinin (FETR) kurulmasına destek olmuştur. Bu oluşumun, Çinli savaş ağası Sheng Shicai’ın askeri başarıları neticesinde yıkılmasının ardından Sovyetler Birliği 1944 yılında Doğu Türkistan’ın Ili şehri merkezli İkinci Doğu Türkistan Cumhuriyeti’nin (SETR) kurulması için yine destek vermiştir.

1949 yılına gelindiğinde ise Stalin Uygurlara ihanet ederek, yeni hayata getirilen Moskova destekli Çin Halk Cumhuriyeti’nin lideri Mao Zedong’un Doğu Türkistan’ın Çin’e dahil edilmesi talebini kabul etmiş ve daha sonra Uygur liderler ile Mao Zedong arasında 1950 yılında yapılması planlanan barış görüşmelerinde arabuluculuk yapacağını ilan etmiştir. Ancak, tüm Uygur lider kadrosunu taşıyan ve Pekin’e doğru havalanan uçak Sovyetler Birliği sınırları içinde düşünce bütün Uygur liderliği hayatını kaybetmiş ve böylece hem Moskova hem de Pekin yönetimleri uzun yıllar başlarına bela olacak bağımsızlık yanlısı Uygurlardan tek bir seferde kurtulmuştu.

Stalin’in ölümünün ardından ise inişli çıkışlı bir görünüm sergileyen Pekin-Moskova ilişkileri sürecinde Khrushchev’den Brezhnev’e tüm liderler Doğu Türkistan bağımsızlık hareketini ve Sovyet Türkoloji çalışmalarını Çinli komünist kafirlere (Ruslara göre kafir) birer “ideolojik savaş” silahı olarak kullanarak Pekin’in kâbus dolu günler geçirmesine neden olmuştur.

Sovyetler Birliği sonrası dönemde de benzer şekilde Rusya istihbarat kurumları bünyesindeki Uygurlarla alakalı çalışmalar yeniden başlatılıp, Uygurların yaşadığı mezalim ve bağımsızlık hırsları ile ilgili Türkoloji sahasındaki neşriyatın sayısı da arttırılmıştır.

Çin için her geçen daha da hayati bir vaziyet alan Pekin-Moskova ilişkileri çerçevesinde Rusların Uygur meselesini bir koz olarak kullandığı dönemleri hala çok iyi hatırlayan Çinli liderler yine benzer bir senaryonun hayata geçmemesi adına en yeni Uygur bağımsızlık hareketi olan Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti’nin başlamadan bitirilmesi için kesinlikle beklemeyecektir.

Doğu Türkistan’da başlatılan “Uygurların etkisiz hale getirilmesi” politikası son yıllarda Çin’de zuhur eden ultra milliyetçi şovenizm akımı ile de paralel devam etmektedir. 2012 yılında iktidara gelmesiyle birlikte Xi Jinping, Han Çinlilerinin “etnik gurur ve saf ırk” söylemleri üzerinden bir Çin hakimiyeti anlayışını da beraberinde getirdi.

ABD Başkanı Donald Trump ve eşi Melania’nın 8 Kasım tarihinde Yasak Şehir bölgesine yaptığı ziyaret sırasında Xi, Bay Trump’a bir “Çinlinin” nasıl anlaşılacağını şu ifadelerle anlattı: Xi’ye göre her Çinli “siyah saçlı, sarı tenlidir ve ejderhaların soyundan gelir.” Son derece tehlikeli bir kültürel önyargı içeren bu söylem tüm Çin toprakları içinde son derece popülerdir.

Belki siyah saça sarı tene sahip olmayan ve Çinlilerden çok farklı yüz hatlarına sahip Uygurlar işte bu söylemler ve ilaveten tüm idari kurumlara gayri resmi olarak yerleşmiş Uygur nefreti yüzünden Çin sınırları içinde ne bir otele kayıt yaptırabilir ne bir tren veya uçak bileti alabilir. Bir Uygur’un Çin içinde başka bir şehre gidip yerleşmesi ve özgür bir birey olarak yeni bir hayat kurması için söz konusu dahi olamaz. Biraz daha açıkça izah etmek gerekirse, her bir Uygur, Çin’in çoğunluğunu oluşturan Han Çinlileri tarafından her yerde her an dikkatle takip edilmekte ve yaptıkları rapor edilmektedir.

Çin, Doğu Türkistan’daki Uygurları bastırmakta ne derecede başarılıdır?

Çin’in böylesine büyük bir ölçekte ve yoğunlukta devam ettiği etnik sindirme faaliyetlerinin küresel çapta çok az miktarda tepki görmesi gerçekten inanılması güç bir vaziyet olup aşağıda sıralayacağımız nedenler göz önüne alındığında bu duruma aslında şaşılmaması gerektiği anlaşılmaktadır:

İlk olarak, 11 Eylül saldırılarının hemen ardından harekete geçen Çinli rejim ABD liderliğindeki küresel “Teröre Karşı Savaş” söylemini çok ustaca kullanarak Washington’u gayet zayıf bir girişim olan Doğu Türkistan Bağımsızlık Hareketini terörist bir grup olarak ilan etmesi için bir anda oyuna getirdi. Çin’den gelecek siyasi destek beklentisi doğrultusunda Washington, Pekin’in bu talebini gönülsüz de olsa kabul ederken bir yandan da Çinlileri bağımsızlık isteyen bu “Uygur teröristleri” ezerken(!) dini özgürlüklere hassasiyet göstermesini ve çok fazla ileriye gitmemesini(!) öğütledi.

Pekin yönetimi Amerikalıların bu telkinlerini sadece görmezden gelmemekle kalmadı aynı zamanda diğer milletlerin taraflarına bu tür uyarılar yapıldığını bilmesini de ustaca engelledi. Böylelikle, özgür dünyanın lideri tarafından kendilerine bizzat tanınan “terör karşıtı” operasyon imtiyazı çerçevesinde Çin tüm gücüyle hiçbir müdahale olmaksızın küçük bir azınlığı yok etme fırsatına nail olmuş oldu.

İkinci olarak, Uygurların dünyadaki diğer Müslümanlarla dini açıdan bağları son derece zayıf olduğu için Pekin mezalimine karşı Pan-İslamik bir tepki doğmadı. Neredeyse tamamı Sünnilerden müteşekkil Uygurların, Orta Doğu’da bugün cereyan eden siyasi ve mezhep kökenli savaşlarla boğuşan Müslümanlarla sembiyotik bir bağlantısı namevcuttur. Vatikan’da merkezi bir siyasi ve dini otoriteye sahip Katolik Kilisesinin aksine Uygurların maruz kaldığı zulmü dillendirip onlara destek olabilecek İslami bir merkezi otorite yoktur.

Üçüncü olarak, Çin, Arap dünyasından ve diğer Müslüman memleketlerden gelmesi muhtemel desteği mali hamleler kullanarak susturma hususunda son derece ustaca bir süreç yürütmektedir. Ortadaki mezalime rağmen tek bir Arap veya İslami yönetim Çin’i Doğu Türkistan’daki son derece gaddar uygulamaları nedeniyle çıkıp açıkça eleştirmemiştir. Hali hazırdaki sözde “yeniden eğitim” kamplarına her geçen gün yenilerinin eklenmesi, Uygur entelektüellerinin üniversite kampüslerinden, okul bahçelerinden sistematik bir şekilde alınıp kaçırılması, avukatların, iş adamlarının ve kanaat önderlerinin göz altına alınıp tutuklanması ile Doğu Türkistan’da yeni inşa edilen çok sayıda krematoryum (ölülerin yakıldığı dev fırınlar) Nazi Almanya’sındaki Yahudi Soykırımına benzer bir sürecin yaklaştığını gösteren alarm sesleridir. Başta Birleşmiş Milletler olmak üzere neredeyse tüm uluslararası insan hakları örgütleri Çin Halk Cumhuriyeti sınırları içinde bu senaryonun artık ihtimal olmaktan öteye geçtiğine dair açık uyarılarda bulunmuştur.

20. yüzyılın toplu katliamları 21. yüzyıldaki şeytani ikizini bulacak mı? Umarız ki bu asla yaşanmaz…

Miles M. Yu, Annapolis, Maryland’deki ABD Donanma Akademisi bünyesinde 1994 yılından beridir Doğu Asya tarihi ve askeri tarih üzerine çalışmalar üreten bir profesördür.

Bu yazı toplam 50607 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
Miles Maochun Yu Arşivi