Demir çubuklar, sahte infazlar, sigara yanıkları: İsrail askerleri Filistinlilere nasıl işkence etti?

Demir çubuklar, sahte infazlar, sigara yanıkları: İsrail askerleri Filistinlilere nasıl işkence etti?

Savaşın başlangıcından bu yana İsrail güçleri tarafından alıkonulan erkekler Gazze'ye döndüklerinde sahte infazlar, sürekli dayak ve aşağılayıcı kötü muameleye dair üzücü hikayeler anlatıyorlar

Ahmed Aziz, Lubna Masarwa ve Simon Hooper tarafından Middle East Eye için hazırlanan bu içerik Mepa News okurları için Türkçeleştirildi.


Gazze'de savaşın başlamasından bu yana İsrail güçleri tarafından gözaltına alınan Filistinli erkekler Middle East Eye’a (MEE) köpeklerle ve elektrikle fiziksel işkence gördüklerini, sahte infazlara maruz kaldıklarını ve aşağılayıcı ve onur kırıcı koşullarda tutulduklarını anlattı.

MEE'ye verdiği ifadelerde, ailesiyle birlikte sığındığı Gazze'deki bir okuldan İsrail güçleri tarafından kaçırılan bir adam, ellerinin kelepçelendiğini, gözlerinin bağlandığını ve 42 gün boyunca metal bir kafeste tutulduğunu anlattı.

Sorgulamalar sırasında kendisine elektrik şoku verildiğini, ayrıca ordu köpekleri tarafından tırmalandığını ve ısırıldığını söyledi.

Diğer erkekler de elektrik verildiğini, köpeklerin saldırısına uğradıklarını, soğuk suyla ıslatıldıklarını, yiyecek ve su verilmediğini, uykusuz bırakıldıklarını ve sürekli yüksek sesli müziğe maruz bırakıldıklarını anlattı.

"Kimseyi ayırmadılar. Aralarında 14 yaşında çocuklar da vardı, 80 yaşında adamlar da" diyen Muaz Muhammed Hamis Mikdad, Aralık ayında Gazze'de esir alındığını ve 30 günden fazla bir süre tutulduğunu söyledi.

Gazze'de esir alınan üç kişinin yanı sıra, MEE Batı Şeria'nın Kalkilya kentindeki bir baskında gözaltına alınan bir adamla da görüştü ve gözlerinin bağlandığını, çırılçıplak soyulduğunu ve defalarca dövüldüğü ve sigarayla yakıldığı sorgular sırasında kollarından asıldığını söyledi.

Ayrıca, uyumasına izin verilmeyen dondurucu koşullarda günlerce tutulduğunu ve su istedikten sonra bir askerin bir şişeye işeyip kendisine verdiğini anlattı.

Dört adam da haftalar süren gözaltı süreleri boyunca çırılçıplak soyulmaya zorlandıklarını ve İsrail askerleri tarafından sürekli dövüldüklerini ve taciz edildiklerini anlattı.

MEE ayrıca, bu hikayedeki adamlarınkine benzer deneyimleri anlatan bir dizi başka eski tutuklu ile de konuştu.

Bu kişilerin işkence ve kötü muameleye ilişkin anlatımları, insan hakları gözlemcileri tarafından dile getirilen benzer iddialarla örtüşmektedir.

İsrail'in Gazze'de Hamas'a karşı yürüttüğü savaş halihazırda Uluslararası Adalet Divanı'nda soykırımla suçlandığı bir davaya ve Uluslararası Ceza Mahkemesi'nde devam eden bir savaş suçları soruşturmasına konu olmaktadır.

Geçtiğimiz hafta BM'nin Filistinli mültecilere yardım kuruluşu UNRWA tarafından yürütülen ve Gazze'deki savaş sırasında alıkonulan yüzlerce Filistinli tutuklunun kötü muameleye maruz kaldığını iddia eden yayınlanmamış bir soruşturmanın ayrıntıları New York Times tarafından haberleştirildi.

Bu ayrıntıların birçoğu MEE'ye konuşan eski tutukluların ifadeleriyle tutarlılık gösteriyor.

Perşembe günü Haaretz, savaşın başlamasından bu yana Gazze'den en az 27 tutuklunun İsrail askeri tesislerinde hayatını kaybettiğini bildirdi. Haberde ölümlerin bir kısmının İsrail'in güneyindeki Sde Teiman askeri üssünde ve Batı Şeria'daki Anatot üssünde meydana geldiği belirtildi.

Cuma günü BM'nin işkence konusundaki özel raportörü Alice Jill Edwards, İsrail'in Filistinli tutuklulara yönelik işkence ve kötü muamele iddialarını araştırdığını ve bir bilgi toplama misyonu çerçevesinde ülkeyi ziyaret etmek üzere İsrailli yetkililerle görüştüğünü söyledi.

Gözaltında işkence raporlarını da derleyen Euro-Med İnsan Hakları Gözlemevi Başkanı Ramy Abdu, İsrail gözaltısından serbest bırakılan Filistinlilerin ifadelerinin "son derece rahatsız edici" olduğunu söyledi.

Abdu MEE'ye şunları söyledi: "Bu ifadeler, zorla çıplak arama, cinsel taciz, tecavüz tehditleri, şiddetli dayak, köpek saldırıları ve yiyecek, su ve tuvalet imkanlarına erişim gibi ihtiyaçların reddedilmesi de dahil olmak üzere sistematik bir istismar düzenini ortaya koyuyor. Bu eylemler sadece fiziksel acı vermekle kalmıyor, aynı zamanda mağdurlar üzerinde kalıcı psikolojik yaralar da bırakıyor.

"Özellikle kadınlar, çocuklar ve yaşlılar gibi savunmasız gruplara karşı bu tür acımasız taktiklerin kullanılması kınanması gereken bir durumdur ve insan onurunun ve uluslararası hukukun ağır bir ihlalini teşkil etmektedir."

Filistinli bir insan hakları örgütü olan Adalah'ın savunucularından Meryem Azim, İsrail'in gözaltındaki Filistinli tutuklulara uyguladığı "yaygın işkence ve kötü muamele" raporlarının acil bir uluslararası müdahale gerektirdiğini söyledi.

Azim, "Gazze'den yüzlerce Filistinli, nerede oldukları bilinmeden, gözaltında tutulmaya devam ediliyor. İçinde bulunduğumuz durumun aciliyeti, uluslararası toplumun sadece dikkatini değil, derhal ve kararlı bir şekilde müdahalesini gerektirmektedir. Müdahale edilmemesi Filistinlilerin yaşamları için ciddi bir tehdit oluşturmaktadır” dedi.

İsrail ordusu haberin yayınlandığı sırada MEE'nin yorum talebine yanıt vermemişti. Gözaltındaki kişilere kötü muamele yapıldığına dair iddialara cevaben ise ordu, bu tür davranışların "İsrail ordusunun değerlerini ihlal ettiğini, ordunun emirlerine aykırı olduğunu ve bu nedenle kesinlikle yasak olduğunu" söyledi.

Askerlerinin "tutukluların haklarını korumak için İsrail ve uluslararası hukuka uygun olarak" hareket ettiğini söyledi. İsrail askeri gözetimindeki her ölümün soruşturulduğunu ve ölenlerden bazılarının önceden var olan tıbbi durumları veya yaralanmaları olduğunu söyledi.

"Beni dizlerimin üzerinde duvara bakacak şekilde oturttular"

Gazze'nin kuzeyindeki Cebaliye'den 19 yaşındaki Naim Yusuf Salim Ebu’l Hasan, MEE'ye yaptığı açıklamada, 27 Aralık 2023 tarihinde İsrail güçleri tarafından kalan sakinlere şehri terk etmeleri emredildikten sonra 18 ila 25 yaşlarındaki diğer genç erkeklerle birlikte gözaltına alındığını söyledi.

O zamana kadar kendisi ve kalabalık ailesinin haftalarca süren hava saldırılarına, tank saldırılarına ve keskin nişancı ateşine maruz kaldığını, bunun da mahallenin büyük bölümünü yok ettiğini ve bazı akrabalarını kaybetmesine neden olduğunu söyledi.

Kısa bir süre sonra Hasan, İsrail askerlerinin kendisinden sokakta bulunan ve savaşçı olduklarını söyledikleri iki cesedi teşhis etmesini istediklerini söyledi.

Hassan cesetlerin kimliklerini bilmediğini ve savaşçılarla hiçbir bağlantısı olmadığını söyledi.

"Bana inanmadılar ve onları tanımam için ısrar ettiler, aksi takdirde beni vurup cesetlerin yanına atacaklardı. Ne diyeceğimi bilemedim. Sonra beni dizlerimin üzerinde duvara doğru oturttular."

Hasan askerlerin daha sonra kendisini tekmelediğini ve yalancı dediğini söyledi. Elleri kelepçelendi, gözleri bağlandı ve diğer tutukluların da tutulduğu yakındaki bir eve sürüklendi.

"Bir asker sigara içiyordu ve -sigarasıyla- yüzümü yakmaya çalışıyordu. Ona buna dayanamayacağımı söyledim, o da bana vurmaya ve tekmelemeye başladı" dedi.

Hasan, o gece erkeklerin toplanıp sokağa çıkarıldığını, etraflarının askerler ve tanklarla çevrildiğini söyledi. Sokakta derin çukurlar kazılmıştı ve bir asker onu çukurlardan birine doğru itmeye başladı.

"'İşte bu, şimdi beni kesinlikle öldürecek' diye düşündüm. Bu muhtemelen son nefesim olacak" dedi.

Bunun yerine adamlar kamyonlara yüklendi. Birkaç saat boyunca dolaştırıldılar, bu sırada onları koruyan askerler tarafından küfür edildi, tekmelendi ve dövüldüler. Daha sonra başka bir araca bindirildiler ve yine dayak yiyerek bir süre daha dolaştırdılar.

Sonunda bilinmeyen bir yere bırakıldılar. Beş asker tutuldukları odaya geldi ve onları dövmeye devam etti.

Araçlarla farklı yerler arasında dolaştırılma ve bu sırada dayağa maruz kalma birkaç gün boyunca devam etti.

Sonunda, erkekler bir yere vardılar ve burada hala kelepçeli ve gözleri bağlı bir şekilde yerde diz çökmeye zorlandılar.

"Hepimiz 37 gün boyunca bu şekilde kaldık... kavurucu soğukta neredeyse çıplak, bedenlerimiz bitkin, ruhlarımız sürüklenip gidiyordu. Yiyecekler insanı hayatta tutmaya ancak yetiyordu." diyor Hassan.

Erkekler gözaltı koşullarından şikayet etmeye çalıştıklarında, onları kaçıranlar köpekli askerler getirdiler.

"Onları üzerimize saldılar. Köpekler bize saldırıp tırmalarken komutan da bizi acımasızca dövmeye devam ediyordu."

Adamlar birkaç günde bir sorgulanmak üzere götürülüyordu. Hasan kendisine tünellerin resimlerinin gösterildiğini ve sorgucuların tüneller hakkında ne bildiğini sorduklarını söyledi.

"Ne zaman [bir şey bilmediğimi] söylesem, vücudumun her yerine vuruyor, tokatlıyor, yumrukluyor ve tekmeliyorlardı." diyor Hasan.

"Askerler komutanlarıyla birlikte çok gürültü yaparlardı... bu yüzden uyuyamazdık ve yorgunluktan, açlıktan ve işkenceden tamamen bitkin ve gergin kalırdık."

Bir gece erken saatlerde dinlenmeye çalışırken, Hasan bir asker tarafından tekmelenerek uyandırıldı ve diğer dört adamla birlikte bir otobüse sürüklendi. Otobüs onları İsrail ile güney Gazze arasındaki ana geçiş noktası olan Kerem Ebu Salem'e götürdü ve orada serbest bırakıldılar.

"Komutan bize hızlı yürümemiz gerektiğini haykırdı ama dayak, diz çökme, açlık ve uykusuzluk yüzünden zar zor yürüyebiliyordum. Askerler bizi korkutmak için peşimizden koşmaya başladı."

Hasan, kendilerini almak için bekleyen BM otobüslerinin yanına kadar sürüklemeyi başardıklarını söyledi.

"Ölümle yaşam arasında kalmamızı istediler"

26 yaşındaki Muaz Muhammed Hamis Mikdad, MEE'ye 21 Aralık'ta Gazze Şehri'nin Şeyh Radvan mahallesinde ailesiyle birlikte bir okula sığınırken İsrail askerleri tarafından silah zoruyla götürüldüğünü söyledi.

Diğer erkeklerle birlikte iç çamaşırlarına kadar soyunmaya zorlandı. Daha sonra yakındaki bir camiye götürüldüler ve burada elleri arkadan bağlanarak diz çöktürüldüler.

Mikdad, "Sonra bizi bir kamyona attılar ve burada daha fazla asker ve güvenlik gücü bize ağır dayak ve küfürlerle saldırdı" diye hatırlıyor.

Kamyon onları dayakların acımasızca devam ettiği bir gözaltı merkezine götürdü.

"Bize saatlerce işkence ettiler, çıplakken üzerimize soğuk su sıktılar. Bize işkence etmeye ve bizi kırmaya kararlıydılar."

Sonunda adamlar teker teker sorgu odasına götürüldü ve Mikdad burada işkencenin daha da kötüleştiğini söyledi.

"Askerler 7 Ekim'de nerede olduğumu ve ne yaptığımı sordular. Onlara 7 Ekim olaylarıyla hiçbir ilgim olmadığını söyledim ama umursamadılar. Bana daha da aşırı yumruk ve tekmelerle ve bu kez silahlarıyla saldırdılar."

Morarmış ve kanlar içindeki Filistinliler başka bir kamyona bindirilerek karanlık ve soğuk bir odaya götürüldü.

"Çıplaktım, üşüyordum, dayak yiyordum, açlıktan ölüyordum, bitkin düşmüştüm ve tamamen tükenmiştim. Herhangi bir mahkum uyuyakalırsa askerler onu uyanık tutmak için acımasızca kafasına ya da göğsüne vuruyorlardı. Ölümle yaşam arasında kalmamızı istiyorlardı."

Birkaç gün sonra, adamlar bu kez yaklaşık 50 başka mahkumla birlikte bir otobüse bindirildi. Otobüs onları başka bir bölgedeki gözaltı merkezine götürürken, bu kez demir çubuklarla silahlanmış askerler tarafından dövüldüler.

Mikdad, "eğer biri acı içinde çığlık atarsa, onu daha da sert dövüyorlardı" diyor.

İki hafta gözaltında kaldıktan sonra Mikdad duş almasına izin verildiğini söyledi. Ancak bu bile aşağılayıcı bir dayağa maruz kalma riski taşıyordu.

"Duş süresi dört dakika ile sınırlıydı. İç çamaşırımı çıkarmaktan ve bir daha asla geri alamamaktan korkuyordum. Duşta bir saniye gecikirseniz askerler sizi metal çubuklara bağlar ve dört saat boyunca döverdi. Askerler ve komutanlar gelip silahlarıyla, metal çubuklarla ve botlarıyla size vuruyorlardı."

Geceleri, tutuklular Mikdad'ın ordu kışlasına benzettiğini söylediği yerde, üzerlerinde örtü olmadan çıplak uyumaya zorlanıyorlardı ve yüksek sesle müzik çalınıyordu.

Bir sorgulama sırasında Mikdad, İsrail'in bölge sakinlerine söylediği gibi güneye gitmek yerine neden Gazze Şehri'nde kaldığının sorulduğunu söyledi. Onlara bu yolculuğu yapacak parası olmadığını söylediğini belirtti.

"Cevabımı beğenmediler. Beni karanlık hapishane odasına gözlerim bağlı olarak geri gönderdiler. Herhangi bir hareket ya da işaret yapmamız yasaktı. Gözyaşlarımızı ve kanımızı silmek için göz bağını düzeltmeye çalıştığımızda askerler çılgına dönüyor, bize bağırıyor ve delicesine dövüyorlardı."

Sorgulamanın ardından Mikdad bir sandalyeye oturtulduğunu söyledi.

"Vücudumun her tarafına elektrik kabloları yapıştırdılar ve başıma kadar kuvvetli elektrik şokları verdiler.”

Birkaç gün daha bu muameleyi gördükten sonra Mikdad'a nakledileceği söylendi. Gözleri bağlandı ve bir otobüse bindirildi. Otobüsteki diğer adamların çoğunun hasta ve yaşlı olduğunu söyledi.

Otobüs bir süre gittikten sonra durmuş.

"Hepimizi dışarı attılar ve sıradan ayrılan, arkasına bakan ya da birbirine yardım etmeye çalışan herkesi vurmak ve öldürmekle tehdit ettiler.

Genç bir adam zorlu koşullar nedeniyle tamamen felç olmuştu, ben de kendimi zor taşımama rağmen onu taşıdım. Askerler beni görünce bağırmaya ve ateş etmeye başladılar ama umursamadım, yürümeye devam ettim ve arkama bakmadım."

"Binlerce kez öleceğinizi düşünüyorsunuz"

Ömer Mahmud Abdülkadir Samud da 14 Kasım'da evlerinin bir hava saldırısı sonucu yıkılmasının ardından aile üyeleriyle birlikte bir okula sığınmak zorunda kalmıştı.

Birkaç hafta sonra İsrail askerleri okula gelerek Samud, eşi ve aralarında iki yaşındaki oğullarının da bulunduğu çocuklarını gözaltına aldı.

Samud, "Bizi kelepçelediler, gözlerimizi bağladılar ve yakındaki bir tepeye götürdüler" dedi.

"Tanklar etrafımızda dolaşıyor, ölümcül bir dehşet ve korku sahnesi oluşturuyordu. O anlarda binlerce kez öleceğinizi düşünüyorsunuz."

Samud, gözaltında tutulduğu 42 gün boyunca gözlerinin bağlı ve ellerinin kelepçeli olduğunu, hayatta kalmasına yetecek kadar yiyecek bile verilmediğini söyledi.

"Askerler bizi 24 saat boyunca diz çökmeye zorladı. Rehine olarak tutulduğumuz koğuşlara giriyorlar, demir çubuklarla çok gürültü yapıyorlar, her şeyi tekmeliyor ve kırıyorlardı.

Hava dondurucuydu, çünkü [hücre] hayvanlar için kullanılan kafeslere çok benzeyen demirden yapılmıştı... Askerlerin amacı bize işkence etmek, bizi kırmak, patronun kim olduğunu ve hayatlarımızın onlara bağlı olduğunu göstermekti."

Samud, başını kaldıran mahkumların "hayalet odaya" gönderilme riskiyle karşı karşıya kaldığını söyledi.

"Görülmeyen ve duyulmayan bir hayalet oluyorsunuz" dedi.

"Ellerinizi ve bacaklarınızı bağlıyorlar, tuvalete gitmenizi yasaklıyorlar. Su ve yemek vermiyorlar ve sizi birkaç gün bu şekilde bırakıyorlar."

Başka bir oda "disko" olarak biliniyordu.

Samud, "Bir asker beni çıplak ve kelepçeli halde yerde sürükledi ve bir kilim parçasının üzerine yatırdı" diye anlatıyor.

"Askerler üzerime dondurucu soğuk su püskürttü ve önüme bir vantilatör yerleştirdi. Beni birkaç gün boyunca aç, susuz ya da kalkıp tuvalete gitme imkanı olmadan bırakıyorlardı. Üzerime idrarımı yaptım ve bana merhamet etmeleri için yalvardım ama umursamadılar.

Askerler vücudumun her yerini tekmelerdi. Kendinizi çıplak, yerde kelepçeli ve beş ya da altı askerin size botlarıyla tekme attığını, silahlarla ve sopalarla vurduğunu hayal edin.

Sonra benden oturmamı istediler. Nasıl oturabilirdim ki? Emirlerini yerine getiremediğimde beni daha da sert dövüyorlardı. Beni tamamen ezdiler. Bu kâbusun hiç bitmeyeceğini düşündüm."

Bazen askerler, elleri kelepçeli ve gözleri bağlı halde yüzükoyun yere yatırdıkları tutsakların üzerine köpekleri salıyordu.

Samud, "Askerler kapıyı kapatır ve köpeklerin sonraki iki ya da üç saat boyunca bize işkence etmesine izin verirdi" dedi.

Kendisinin de elektrik şokuna maruz kaldığını söyledi.

Sorgulamalar sırasında tutuklular kollarından ve bacaklarından kelepçelenerek sandalyelerinde tutulurdu. Bazen bu seanslar sabah 9'dan gece yarısına kadar sürüyordu ve bunlardan birinde Samoud ayak parmaklarının kırıldığını söyledi.

"İşkence tekniğinin bir parçası da kelepçeleri hala bacaklarınızdayken kırmaktı. [Sorgucu] kelepçeleri çıkarmak için geldi ama o kadar şiddetli vurmaya başladı ki acı içinde bağırdım. Ayak parmaklarım kırılıyordu ama o vurmaya devam etti. Acı dayanılmazdı.

Beni öylece bıraktılar, ayak parmaklarım kırık ve kan içinde 20 gün boyunca bir halı gibi ortalıkta yattım. Rehin tutulduğum süre boyunca 25 kilodan fazla kaybettim ve işkence yüzünden yürüyemez hale geldim."

"Herkes vahşileştirildi, işkence gördü ve aşağılandı"

34 yaşındaki Ali Nayif Muhammad el Masri, Ocak ayında Batı Şeria'nın kuzeyindeki Kalkilya kentinde İsrail güçleri tarafından düzenlenen bir gece baskını sırasında gözaltına alınan bir grup erkek arasındaydı.

Gazzeli olan Masri ve diğer erkekler daha önce İsrail'de çalışıyorlardı ancak savaşın başında çalışma izinleri iptal edilince Kalkilya'ya göç etmek zorunda kalmışlardı.

Kaldıkları binaya yapılan bir ordu baskınının ardından, Filistinlilerin gözleri bağlandı, elleri kelepçelendi ve Batı Şeria'yı İsrail'den ayıran çitin yanındaki bir alana sürüklendiler.

"Bizi yaklaşık bir ay boyunca orada tuttular. Biz işçiydik ama orada hasta insanlar da vardı, kanserli insanlar, bazıları yaşlıydı. Hepsi acımasızca dövüldü, işkence gördü ve aşağılandı. İnsan hayatına hiç saygı yoktu" dedi.

Bir gün Masri, askerler tarafından diğer tutuklulardan ayrılan 10 adam arasındaydı. Adamlar çırılçıplak soyularak çitlerin yanında diz çöktürüldü.

"Bir ordu komutanı geldi ve bize karşı psikolojik bir savaş başlattı. Birliğine 'Hepsini öldürün, her birini' diye bağırdı. Sonra askerler ateş etmeye başladı ve etrafımızda gerçek mermi sesleri duyduk. Ölü ya da diri olduğuma dair hiçbir fikrim yoktu."

Filistinliler daha sonra sorgulanmak üzere bir odaya götürüldü.

"İlk soru şuydu: 'Kimi tanıyorsun? Ve bana mahallemden fotoğraflar gösterdi. Eğer cevaplarım hoşuna gitmezse beni kollarımdan asıyordu, hala kelepçeliydim. Sorgum 10 gün sürdü. Tüm bu süre boyunca ne zaman gündüz ne zaman gece olduğunu bilmiyordum. Her zaman üşüyordum. Çıplaktım, donuyordum ve kelepçeliydim."

Masri diğer zamanlarda sorgucusunun derisinde sigara söndürdüğünü ve onu tekmelediğini söyledi. Elektrik şoku veren bir sandalyede oturmaya zorlanmış ve uyuması engellenmiş.

"Askerler ve komutanları birer canavardı. Su istediğimde asker gülerek köşeye gider, plastik bir şişeye işer ve içmem için bana getirirdi. Reddettiğimde ise hepsini üzerime boşaltıyordu."

Birkaç hafta sonra Masri ve diğer adamlar kelepçelenip gözleri bağlanarak bir askeri kamyona bindirildi ve altı saat süren bir yolculukla Kerem Ebu Salem'e götürüldü.

"Bizi serbest bırakmadan önce tekrar soydular ve kıyafetlerimizi aldılar. Bizi bıraktıklarında 55 erkek tutuklu ve altı kadın tutuklu vardı. Bizi kuzeye doğru yürüttüler ve uzun bir mesafe yürüdükten sonra askerler bize ateş etmeye başladı.

Daha sonra altı kadının Gazze'nin içinden kaçırıldığını ve üç ay boyunca rehin tutulduklarını öğrendik. Onlar hakkında hiçbir şey bilmiyorduk."

Kaynak: Mepa News

uyg.gif

HABERE YORUM KAT
UYARI: Yorumların her türlü cezai ve hukuki sorumluluğu yazan kişiye aittir. Mepa News, yapılan yorumlardan sorumlu değildir. Her bir yorum 600 karakterle (boşluklu) sınırlıdır.
3 Yorum