Aaron Stein

Aaron Stein

ABD-Türkiye-Yunanistan üçgeninde son durum

ABD-Türkiye-Yunanistan üçgeninde son durum

Başkan Harry Truman, Soğuk Savaşın henüz daha ilk yıllarında bölgesel güvenliğe yapılacak her türlü yatırımın Amerikan güvenliğine getirisi olacağını söyleyerek Türkiye ve Yunanistan’da geniş çaplı güvenlik yatırımları yapılmasını savundu. Bu ilk adımdan 75 yıl sonra dahi Yunanistan’daki ABD varlığından rahatsız olan Amerikan karşıtı komünistler hala varlığını sürdürmesine rağmen son beş yılda hem Atina hem de Washington yönetimleri askeri ilişkilerin derinleştirilmesi için çalıştı. Bu yakınlaşma, son dönemde zorlu bir müttefik çizgisinde yürüyen Türkiye’deki vaziyet ile taban tabana zıttır.

Rusların Ukrayna’yı işgalinin Biden hükümetini büyük miktarda zaman ve kaynak ayırarak Avrupa güvenliği konusunda yeniden düşünmeye zorlamasını bu çerçevede değerlendirmek lazımdır. Yunanistan ile yaşanan yakınlaşma, İran ile nükleer programının geleceği üzerine yürütülen pazarlıkların kötüye giderek bir anlaşma ihtimalinin çökmek üzere olduğu ve bu nedenle tüm Orta Doğu’da birbiri ardına yeni askeri zorluklar zuhur etmesi ihtimalinin doğduğu döneme de denk geldi. Washington yönetiminin artık Çin ile rekabete öncelik vermeye başlaması ve Amerikan ordusunun, ABD’nin tüm küresel garantileri ve çıkarlarını korumak için elinde sınırlı sayıda platform ve personel olması nedeniyle bu vaziyetin içinden çıkılması için bazı başlıklardan ödünler verilmesi gerekmektedir. Bu nedenle sorulması gereken soru şudur; Washington’un Hint-Pasifik bölgesine odaklanmaktan vazgeçmeden Avrupa ve Orta Doğu’daki güvenlik çıkarlarını dengeleyebilmesinin yolu nedir?

Bu sorunun cevabı, Washington’un en sıkıntılı müttefiklerinden Yunanistan ve Kıbrıs Cumhuriyeti ile askeri ortaklığı derinleştirmesinde yatıyor olabilir. Washington yönetimi her iki ülke ile halihazırda geçerli olan üs ve erişim anlaşmalarından faydalanmalı ve Doğu Avrupa, Orta Doğu ve Afrika’da daha fazla istikrar sağlamak için gerek Amerikan gerek de müttefik kuvvetlerin bu bölgelerden nasıl sevk ve idare edileceğine dair daha yaratıcı şekilde düşünmelidir.

Bu süreç aslında zaten çoktan başladı fakat ABD, Yunanistan’da konuşlu kuvvetlerinin yelpazesini genişletmek için gerekli temelleri atmaya da başlamalı ve Atina yönetimi ile birlikte çalışarak Karadeniz’deki Rus donanması varlığının hem Amerikan hem de NATO faaliyetleri ile bütünleşik bir şekilde nasıl köreltilebileceğine dair ortak bir anlayış üretmelidir. İlaveten, Yunanistan’ın Arap dünyası ile sahip olduğu sağlam ilişkiler kozu kullanılıp Yunanistan’da konuşlu Amerikan kuvvetlerinin Orta Doğu ve Kuzey Afrika’daki krizlerin çözümü için kullanılmasının önü açılarak Avrupa operasyon sahası dışındaki Amerikan çıkarları açısından Atina yönetiminin sahip olduğu stratejik konumun getirdiği avantajlar değerlendirilmelidir.

Amerikan çıkarları arasında denge

Zikredilen hamlelerin arkasındaki mantık belki ilk bakışta belli olmayabilir o yüzden meseleyi coğrafya ve jeopolitik başlıklarında ele alarak giriş yapalım: Doğu Akdeniz, Rusya ve İran gibi iki Amerika rakibinin birbiri ile buluştuğu noktalardan bir tanesidir. Yunanistan ile Arap dünyasının çoğunun arası iyidir. Atina ayrıca İsrail ile de yakın çalışmaktadır. Yunanistan ve Kıbrıs’taki üsler, Rusların Doğu Akdeniz’deki donanma hareketleri ile Suriye’deki operasyonlarının takip edilmesi için kullanılmaktadır. Amerikan-Yunan ortaklığı Washington yönetimine bir yandan Suriye’deki Rus varlığını köreltmek diğer yandan da Orta Doğu ve Afrika’da güç gösterisi yapmak için gerekli bölgesel esnekliği sağlamaktadır.

ABD ile Yunanistan arasında geçtiğimiz yıl imzalanan anlaşma ile ABD’nin ülkedeki varlığının hem süresi hem de boyutu arttırıldı. Yunanistan’da daha fazla üs inşa edilmesi, daha önce kaleme aldığım yazılarımda da bahsettiğim Ankara yönetiminin Rus malı S-400 hava sisteminin satın alma kararının ardından sallanmaya başlayan Amerikan-Türk ilişkilerinin geleceğine dair tezlerimle örtüşmektedir. S-400 meselesinin ABD ile Türkiye arasındaki ilişkilere büyük bir darbe vuracağını iki ayrı makalede zikrettim ki dediğim gibi de oldu. Buna ilaveten bozulan ilişkiler nedeniyle bölgede avantaj sağlayacak üs anlaşmaları hususunda kafa yorulması gerektiği uyarısını da yapmıştım ki ABD bu başlıkta son dönemde bazı adımlar attı. Becca Wasser ile birlikte yayımladığımız üçüncü bir makalede ise ABD’nin Orta Doğu’daki üs altyapısının artık çoktan kapanmış bir devre göre inşa edildiği ve İran’ın sahip olduğu hassas füze kabiliyetleri nedeniyle bu ülkeden belirli uzaklıkta dağınık konumlarda ve daha küçük ölçekli yeni bir üs (ağı) altyapısı inşa edilmesi gerektiğini savundum.

ABD, yakın bölgelerdeki çıkarlarını büyütme faaliyetleri çerçevesinde Yunanistan ile yapılan erişim anlaşmalarını genişletme hususunda neler yapılabileceğini masaya yatırmalıdır. Washington yönetimi bölgedeki ortaklarıyla sahip olduğu üs ve hava sahası kullanma seçeneklerini garanti altına almalı ve iki ayrı kuvvet komutanlığının birlikte çalışmak zorunda olduğu durumlarda cereyan eden tipik zorlukları bu şekilde hafifletmelidir. Bu çerçeveden bakıldığında Washington’un önündeki tipik zorluklar nitelik açısından bürokratik olup yurtdışındaki Amerikan ordusunun konuşlanma şekli ile farklı coğrafi bölgelerin farklı komuta yapılarının sorumluluğunda olmasından kaynaklanmaktadır. Yunanlılar ile Araplar arasındaki bağlarda son dönemde yaşanan iyileşme kullanılarak bölgeler arası bir ‘safları sıklaştırma’ ve ittifak faaliyetlerinin Amerika’nın avantajına kullanılması için fırsat yaratılabilir. Atina yönetimi son yıllarda yaptığı hamleler ile Türkiye ve bu devletin agresif dış politikası ile alakalı ortak endişeleri dengelemek amacıyla Amerika’nın Orta Doğu’daki en önemli üç müttefiki olan Suudi Arabistan, BAE ve İsrail ile olan bağlarını derinleştirdi.

ABD geçmişte geleneksel olarak Yunanistan’a sağladığı askeri desteğin aynısını Türkiye’ye de vererek bu iki devlet arasında dengeyi korumayı amaçlamıştır. Washington yönetimi her ne kadar bölgesel gerilimleri derinleştirmek istemese de Türk tarafının son yıllardaki karar alma tarzı, ABD’nin bu iki devlet arasında bir denge gözetme politikasına yönelik tarihi tercihini değiştirdi. Ankara yönetimi askeri güç gösterileri ile Ege’deki deniz sınırları hususunda Yunanistan’ın elini zorlamaya çalıştı ve son birkaç aydır da sürekli Yunan adaları üzerinde hak iddia edebileceğini gündeme taşıdı. Türk kıyıları ve yakınlarındaki Yunan adalarının sahipliği konusunda iki devletin farklı görüşleri bulunmaktadır. Tansiyonun düşürülmesine giden yol zor ve iki tarafın bir araya gelerek konuşmasını gerektirmekte ancak Ankara’nın sert milliyetçi sağ cenaha dönmesi nedeniyle bu çözüm seçeneği hiç olmadığı kadar zorlaştı. Yunan tarafındaki yetkililerin çoğu Atina yönetiminin bu konuda Türkiye aleyhinde bazı ödünler vermesi gerektiğinin son derece farkında ancak Türk liderlerin “Mavi Vatan” olarak adlandırdığı irredantist (bir devletin geçmişte kaybettiği toprakları geri almak istemesi) söylemler ve taviz vermeyen politikası nedeniyle anlamlı bir diyalog kurulması seçeneği siyasi açıdan imkânsız hale geldi.

Oturup konuşmak yerine Türkiye ile Yunanistan başta Ankara’nın denizlerde yaptığı doğalgaz arama faaliyetleri ve Türk kıyılarına yakın Yunan adaları ile alakalı olmak üzere sürekli bir krizden diğerine atlamaktadır. Türk-Batı ilişkilerinin Rus politikasından IŞİD’e karşı verilen savaşa kadar geniş yelpazeli sorunlar nedeniyle büyük zarar gördüğü bir dönemde Ankara yönetiminin davranış tarzı ABD ve Avrupa ile olan ilişkileri daha da ekşitti. Suriye’deki savaşın başından bu yana ABD ile Türkiye nasıl bir cevap verilmesi hususunda bir türlü fikir birliği yakalayamadı ve IŞİD’e karşı nasıl savaşılması gerektiği meselesi yüzünden ikilinin arası iyice açıldı. Ankara’ya göre IŞİD’e karşı verilen savaş, Esed rejiminin devrilmesinin de dahil olduğu daha geniş ölçekli problem yığınının bir parçasıydı. Direkt müdahale seviyesini en alt düzeyde tutmak isteyen Washington yönetimi, batı dünyasının neredeyse tamamı tarafından terörist bir örgüt olarak tanınan PKK’nın Suriye kolu ile ortaklık kurarak savaşı bu grup üzerinden yürütmeye karar verdi. Bu dönemde kırılan kalpler hiç iyileşmedi ve Amerika’nın Suriyeli Kürtler ile ortaklık kurması, Ankara’nın bölgedeki yeri ile alakalı paranoyayı daha da derinleştirdi.

Ankara, ABD’nin Yunanistan ile imzaladığı anlaşmayı kendisine yönelik bir tehdit olarak algıladı. Türkiye’ye göre ABD ve Yunanistan birlikte harekete ederek Washington yönetiminin daha fazla erişim hakkı elde ettiği üsler üzerinden kendisine askeri baskı yapmak istemektedir. Ankara bu söylemi, Mavi Vatan olgusunun altını doldurmak ve Türkiye’nin etrafındaki ülkelerin neredeyse hepsiyle ilişkilerinin kötüye gitmesine neden olan güce dayalı politikaları haklı göstermek için kullanmaktadır.

Ankara’nın bu politika tercihleri ülkenin askeri modernizasyon planlarının bazı başlıklarının durmasına da neden oldu. S-400 sisteminin satın alınması kararının ardından Türkiye F-35 programından çıkartıldı. S-400 hamlesinin ardından Ankara’nın Suriye’deki faaliyetleri ile ABD’ye yönelik saldırgan tavırları ve irredantist söylemleri nedeniyle ABD Kongresi tarafından Türkiye’ye silah ambargosu uygulanması nedeniyle yeni F-16 anlaşması da zora girdi. Yunanistan ise bu sırada Washington ile sahip olduğu bağlantılarını derinleştirerek F-35'lerin dahil olduğu ve Ankara’nın istediği F-16'ların modernizasyonunu da içeren bir silahlanma programını uygulamaya koyarak ordusunun Atina’daki gelişmelerin arkasında kalmamasını garanti altına aldı.

Doğal denge kayması

Genel olarak bakıldığında ABD bu iki komşu ile yürüttüğü ilişkiler arasında belirli bir denge gözetilmesini kendi çıkarına görmektedir. Özellikle yakın bölgedeki Rus kuvvetlerinin varlığı ve NATO’nun Moskova yönetiminin bölgedeki niyetleri ile alakalı endişeleri göz önüne alındığında bu tavrın önemi daha iyi anlaşılmaktadır. Ancak Ankara’nın kendi dış politikasındaki değişimler oldu ve Türk liderler, Ukrayna’nın işgalinden sonra dahi Moskova ile yakın ilişkileri devam ettirmeyi tercih etti. Türkiye, NATO ve Ukrayna’ya verdiği destek ile Kremlin ile sahip olduğu ekonomik ve siyasi bağların dengelenmesi üzerine kurulu bağımsız bir dış politika izlemektedir. ABD ve AB’nin Ukrayna işgali sonrası Moskova yönetimini cezalandırmak için yürürlüğe aldığı yaptırımlara iştirak etme hususunda direnen Ankara, Rusların Ukrayna’dan çaldığı tahılı Türk limanları üzerinden kanuna aykırı bir şekilde ihraç edişini de tolere etmektedir. Türkiye bu politikasına yönelik eleştirilerden kaçmak için TB2 satışını gündeme getirmektedir ancak bu SİHA, ülkelerini savunması için Ukrayna yönetime yardım gönderilmesi amacıyla başlatılan Amerikan ve Avrupalı faaliyetlerin bir parçası olarak teslim edilmek yerine Kiev yönetimine parası ile satılmaktadır.

Türk-Rus ilişkilerinin karmaşık olduğu bir gerçek ancak bu ilişkiler ABD’nin Moskova yönetiminin Doğu Akdeniz’deki donanma faaliyetlerini engellemek amacıyla sahip olması gereken gelecekteki üs ve erişim seçeneklerini nasıl değerlendirmesi gerektiği sorusunu etkilemektedir. Bölgedeki Rus varlığı, Arap Baharının ardından cereyan eden geniş çaplı bölgesel sorunların yaşandığı dönemde (2010 sonrası) genişledi. Moskova yönetimi 2013 yılında aldığı bir karar ile Karadeniz filosuna bağlı bir birim olarak Akdeniz görev gücünü bölgeye sevk etti. Bu görev gücü Suriye’deki iç savaş sürecinde önce 2011-2015 arasında dolaylı daha sonra da direkt Rus operasyonlarını mümkün kılma hususunda rol oynadı.

Ruslar Akdeniz’deki faaliyetleri çerçevesinde daha çok kıyı bölgelerine yakın noktalarda ve kapalı denizlerde donanma gücü elde etmek amacıyla tasarlanan “yeşil su” kapasitesini geliştirmeye odaklanmaktadır. Sovyetler Birliği döneminde ise Rus kıyılarından uzak bölgelerde Batılıların donanmaları ile kafa tutacak seviyede kapasiteye sahip olunmasını gerektiren ‘mavi su’ politikası yürütülmekteydi. Bu küçülme yaklaşımı Moskova yönetiminin düşünce tarzındaki bir değişimi temsil etmekte olup Rusya’nın silahlı kuvvetlerini modernize ederken aynı zamanda harcamaları kontrol altında tutma ve Sovyetlerin sonunu getiren idame ettirilmesi imkânsız savunma harcamaları tipinde bir politikadan uzak durmak istemesi ile bağlantılıdır. Rus Hava Kuvvetleri de Suriye savaşını Akdeniz’deki varlığını güçlendirmek için bir bahane olarak kullandı ve buna ilaveten Suriye topraklarındaki üs altyapısını kullanarak hem bu ülkede ucu açık nitelikte bir hava harekâtı operasyonunu idame ettirip hem de Kuzey Afrika’daki hava faaliyetlerine destek sağladı.

Ukrayna’daki savaşın patlak vermesinden hemen önceki günlerde Moskova yönetimi Suriye’deki bu varlığını sahaya sürerek NATO’ya bağlı donanma unsurlarının Türk boğazlarından geçerek işgale müdahale etmemesi hususunda ABD’ye mesaj verdi. Rus bombardıman ve savaş uçaklarına Amerikan uçak gemilerine füze saldırıları simülasyonları yapmaları emri verildi ve bu hamle siyasi liderlerin dış güçlerin müdahalesi halinde gerilimin daha da tırmanacağına dair açıklamaları ile desteklendi. ‘Tansiyon yükselme’ riski bugün her ne kadar yatışmış olsa da aradan geçen süreçte ABD, Kiev yönetimine destek sağlayan NATO tesislerinin hedef alınmaması ve Rusya da Ukrayna’daki savaşa doğrudan müdahale edilmemesi için nükleer savaş tehdidini gündeme getirdi.

Ankara yönetimi Ukrayna krizinin ilk günlerinden beri Moskova ile ilişkilerini dengeye tutmaya çalıştı.  Türkler bir yandan Ukrayna’ya silah satmaya hazır bir yandan da Rusya ve Ukrayna’nın tahıl ve gübre ithal etmesine yardım eden tarafsız bir aktör olarak pozisyon aldı. Türkiye’nin bu politikayı izlemesi kendi çıkarınadır ancak bu çıkarlar ABD’nin Doğu Akdeniz’deki gelecekte gözeteceği çıkarlardan farklıdır. Türkiye ve Rusya müttefik değildir ancak her iki devletin politikalarını belirleyen siyasi elit kesim de (farklı nedenlerden dolayı da olsa) ABD’nin Suriye’deki rolünün azaltılmasının elzem olduğu hususunda mutabıktır. Rusya, İdlib’deki Türk kuvvetlerini bombalayarak 34 askeri öldürdü. Buna ilaveten Suriye’deki iç savaşın ne şekilde sona erdirilmesi gerektiğine dair iki tarafın görüşleri birbirinden çok farklıdır. Tüm bu fikir ayrılıklarına rağmen Ankara yönetimi kendi politikasını Ruslara göre değiştirmeyi uygun görmekte olup Moskova’nın uyuşmaz ve aldatmaya yönelik hareketlerini Suriye’deki Kürtlere verilen Amerikan desteğinden çok daha fazla sineye çekmeye hazır bir tutum sergilemektedir.

Türkiye açık bir şekilde görece daha tarafsız bir dış politika izleme yolunu tercih etmektedir. Türk yetkililere göre bunun sebepleri Amerika’nın gerileyişinin denkleme girmesi, Türklerin yurtdışındaki hedeflerin Batıdan bağımsız bir şekilde belirlenmek istenmesi ve ortak çıkar tespit edilen alanlarda Rusya ve Çin ile çalışma isteğidir. Bu nedenle, sırf Washington’un bugüne kadar takip ettiği ‘denge siyaseti’ yüzünden daha fazla Amerikan askerine ev sahipliği yapmak için can atan ve Amerika’nın bölgedeki tüm müttefikleri ile iyi ilişkileri olan bir ortak ile sahip olunan ittifakın derinleştirilmesinden cayılmamalıdır. Görece daha çevik bir Amerikan politikası bu gerçeği koz olarak kullanıp Yunanistan’daki varlığını bölgesel çıkarlarının hizmetinde kullanmalıdır. Bu çıkarlar, Suriye’de devam eden Rus varlığını tehdit etmeye yönelik kuvvet sevki faaliyetlerinden İran’ın füzelerinin menzilinin çok dışında görece daha esnek üs seçenekleri ihtiyacına kadar geniş bir yelpazeye sahiptir.

Çeviklik ve esneklik

Doğu Akdeniz’deki Amerikan varlığının bir diğer avantajı da Ankara yönetiminin Ukrayna savaşının patlak vermesinin ardından hem Rus hem de Amerikan savaş gemilerine kapadığı Türk boğazlarından geçilmesine gerek kalmadan Karadeniz’de güç gösterisi yapılması fırsatıdır. Amerikan donanmasına bağlı hava birlikleri, Ukrayna savaşının ilk günlerinde Doğu Akdeniz’de konuşlu Harry S. Truman uçak gemisinden kalkarak Romanya’da hava operasyonları icra etmiş ve bu ülkedeki bir hava üssüne iniş yapmıştı. Halihazırda Souda Körfezi’nde konuşlu olan bir Amerikan uçak gemisine ilaveten ABD ile Yunanistan arasında yeni imzalanan anlaşma çerçevesinde Karadeniz’e daha yakın bir nokta olan Alexandroupolis limanına erişimin arttırılması hususunda da mutabık kalındı.

Kesişme noktasında varlık

Bu esneklik önemli bir başlıktır zira 2019’da kaleme aldığım yazılarımda bahsettiğim üzere Ankara yönetiminin Moskova ile girdiği bu itilaf halinin bölgedeki ABD çıkarları üzerinde bir dizi ikincil etkisi var olup Washington yönetimi Rusya’nın tüm sınır hattına kuvvet sevk edebilme hususundaki esnekliğini arttırmak amacıyla Romanya ve Yunanistan’da yeni üsler için yatırım yapmalıdır. Ukrayna’daki savaşa yönelik Amerikan cevap( -ın zayıflığı), Rusya’ya yakınlıkları ile Romanya ve Polonya’daki hava polisliği misyonlarına destek verme kararlılığı da hesaba katılırsa bu üslere daha fazla yatırım yapılmasının öneminin altını çizmiştir.

ABD’nin Doğu Akdeniz’deki çıkarları uzun yıllardır devam eden yerleşik başlıklardan müteşekkildir. Bu bölgedeki Amerikan kuvvetleri Avrupa’daki son derece farklı noktalara birlik sevk edebilme esnekliğine sahiptir. Yunanistan ile yürütülen iş birliğinin derinleştirilmesi ve üs anlaşmalarını kullanarak Amerika’nın Avrupa, Orta Doğu ve Afrika’daki güvenlik garantilerinin idame ettirilmesi stratejik açıdan mantıklıdır. ABD böylelikle Suriye’deki Rus varlığı ve Doğu Akdeniz’deki Rus güçleri ile kafa kafaya mücadele de edebilecektir

Yunanistan’daki bir Amerikan varlığının, çiçekler açan Yunan-Arap ilişkilerinin meyveleri de dahil olmak üzere birçok getirisi vardır. ABD ile Yunanistan arasındaki savunma bağlarının genişlemesi Türklerin paranoyasını arttırdı ancak Türkiye, Amerika ne yaparsa yapsın veya söylerse söylesin genelde paranoyaklık yapmaya yatkındır. Amerika Birleşik Devletleri’ne ise hamlelerini Türkiye’ye açıklaması ve Ankara yönetimi ile diğer ortak çıkar başlıklarında iş birliğine devam etmesi yakışır. Ancak gerçek şu ki bir taraf (Yunanistan) bölgedeki Amerikan rolünü genişletmek için can atarken diğer taraf (Türkiye) ABD’nin bölgedeki ayak izlerini azaltmak için çalışmaktadır. Bu durum ‘öyle değildir’ diyerek düzeltilemeyeceği gibi Türk iç siyasetindeki gündem maddeleri de gelecekteki bir hükümetin bölgedeki Amerikan çıkarlarına daha bağlı olacağına işaret etmemektedir. ABD’nin bölgede bir sürü seçeneği mevcut olup eğer bu seçenekler doğru kullanılırsa aynı anda Akdeniz, Şam diyarı ve Kuzey Afrika’da güç gösterme kapasitesini elde etmek amacıyla ‘ayak izini’ yaratıcı bir şekilde kullanma fırsatı yakalanacaktır.


Aaron Stein tarafından kaleme alınan ve War on the Rocks'ta yayınlanan bu değerlendirme Mepa News okurları için Türkçeleştirilmiştir. Değerlendirmede yer alan ifadeler yazarın kendi görüşleridir ve Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Bu yazı toplam 3890 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Yorumların her türlü cezai ve hukuki sorumluluğu yazan kişiye aittir. Mepa News, yapılan yorumlardan sorumlu değildir. Her bir yorum 600 karakterle (boşluklu) sınırlıdır.
1 Yorum
Aaron Stein Arşivi