İrancılık ile İran'a tapmak arasındaki ince çizgi
Her insanın belirli bir siyasi tavrı olması normaldir. Bu siyasi tavırların şekillenmesi ekseninde insanlar arasında da çeşitli ihtilaflar meydana gelir. Tüm bunlar insanla beraber var olması tabii şeylerdir.
Üstelik bilgiye, ilmi birikime ve ideolojinin sağlamasını yapabileceğiniz diğer türden argümanlara erişimin kısıtlı olduğu 80 ve 90'lı yıllarda çok çeşitli fikir akımları yayılma alanı buldu. Bunlardan biri de İrancılık akımıydı. 1979'daki devrimin rüzgarıyla Türkiye'deki İslami kesimden önemli bir bölümde bu akımın etkileri görüldü. Ancak zamanla İran'daki rejimin yapısı anlaşılmaya başlandıkça, birçok kesim bu akımı terk etti, bu yöndeki tavırlarından nedamet getirdi. Bilhassa 2011 yılında başlayan Suriye meselesi İran'a dair müsbet tutumu bütün bütün yok olmaya itti.
Bu şekilde, halihazırda Türkiye'de İrancı akıma mensup olan kişilerin genel bir özelliliği mevcut. Bu da gerek çevrelerini, gerek kurdukları ilişkileri, kısacası hayatının mühim bir kısmını İrancılık üzerinden inşa etmiş olmaları. Bu inşa durumu söz konusu kişilerin İran'a dair tavırlarından dönmesini, hatta bu tavrı sorgulamalarını daha zor kılıyor. Öyle ki bugün İran'a dair birçok tartışma nihayete ermesine, birçok menfi yön açığa kavuşmasına rağmen, İrancılık hususundaki ısrar kimilerinde devam ediyor.
Maalesef gelinen noktada İran'a dair tüm konularda gösterilen refleks değerlendirildiğinde, İrancılık ile İran'a tapmak arasında çok ince bir çizgi kaldığı dikkat çekiyor. Bunun sebebi İran rejiminin sorgulanmaz, her yaptığında bir hikmet ve hayr olan, her işinde isabetli bir noktaya oturtulması.
İran'ın ABD tarafından gerçekten rakip olarak görüldüğü, aralarında ciddi ihtilaf ve yer yer çatışmaların yaşandığı elbette gözle görülür bir gerçek. ABD'nin liderlik ettiği Batılı kutbun İran'da rejim değişikliği istediği düşüncesi de kabul edilebilir bir düşünce. Ki bir süre önce kaleme aldığımız yazıda Batı'nın İran'daki protestolar üzerinden tesettür ve İslam konusundaki düşmanlığını izhar ettiğine biz de değinmiştik.
Görüş | Kadını özgürleştirmek yahut Batı'nın tesettür düşmanlığı
Fakat tüm bunlar hak ve hakikatin merkezine İran'ın oturtulması gerektiği anlamına mı geliyor? Elbette hayır. Bir insan duruşunu, görüşünü, hayatını sadece bir "anti" üzerine bina edemez. Etmemeli. Aksi takdirde Amerikan emperyalizmine karşı duran tüm insanlar olarak hepimizin Rusçu, Çinci, Kuzey Koreci vesaire olmamız icap ederdi.
Örneğin, İrancılık ile İran'a tapmak arasındaki çizginin neredeyse kopma noktasında inceldiğine, Belucistan'da yaşanan son olaylarda da şahit olduk. Öyle ki İran rejiminin destekçileri, sırf Sünni ve Beluç oldukları için gündüz vakti katledilen onlarca Müslümanı "Amerikan emperyalizmine destek olma" parantezine alarak siyaseten tekfir edebildi. Haksızlık Amerika'dan, İsrail'den geldiğinde onun karşısına çıkmak, İran'dan geldiğinde ise böyle bir tavır almak Müslümanlıkla ne kadar bağdaşıyor? Hatta buradaki tavır alenen zulme, katliama, cinayete destek olmak yönünde. Aynı tavrı Suriye'de, Yemen'de, Irak'ta ve diğer yerlerde İran'ın gerçekleştirdiği katliamlarda da gördük.
Belgeli, kanıtlı, delilli, aleni bu cinayetlere karşı İran destekçileri ne yaptı? İran'a, neredeyse bir tapınma derecesinde, hiçbir hatayı, yanlışı ve zulmü yakıştırmadılar. Tüm bunların İran aleyhine bir komplo olduğunu, bunları dile getirenlerin Amerikan ajanı, Siyonist, Suudi güdümünde, Vahhabi olduğunu ileri sürdüler. Ben dahi şahsen İrancıların bu türden tenkitlerine maruz kaldım. İran'ı bir kez eleştiriyorsam İsrail'i, Amerika'yı, Suudi Arabistan'ı 10 kez eleştirmeme rağmen. Buradaki çelişkili tavrı, suçlayıcılığı, kendi hatasını örtmek için saldırganca bir eleştiri bombardımanına sığınma acziyetini görmek güç değil.
Evet, maalesef bugün İran sempatizanı olmakla, İrancılıkla İran'a tapınmak arasında çok ince bir çizgi kalmış vaziyette. Birçok kişi sırf İran ile Amerika farklı siyasi kamplarda diye, sırf İsrail ve Amerika ile İran arasında bir ihtilaf, bir rekabet var diye, İran'ın katliamcı, Sünni Müslüman karşıtı, yolsuz ve yoz rejimini dahi savunma pozisyonuna giriyor. Hatta İran'ın Irak'ta Amerika ile içerisine girdiği ittifaka, Musul şehrini beraberce yıkmalarına, burada 40 bin sivil Müslümanı katletmelerine göz yumuyor.
Bu rejimi tenkit edebilmek şöyle dursun, zaten hiçbir hata işlediğine dahi inanmıyor. On binlerce Müslümanı katletse, sivillerin kanına girse dahi. Peşinden gittiğiniz siyasi otoriteye böylesi bir anlam yüklemek, hiçbir hatasının olmadığı gibi bir inanışınız olduğunu pratik olarak ortaya koymak, onu ilah haline getirmek, ona tapınmaktır. Maalesef. Üstelik bunun da ötesinde, İran'ın müttefikleri olan Rusya ve Çin'i dahi eleştirmemek, katliamlarına göz yummak, hiçbir İslami yahut beşeri değerle izah edilemez.
Nihayetinde, İran'ı İslam ve İslamiyet adına savunmanın anlamsızlaştığı bir noktaya ulaşmış vaziyetteyiz. Zira İslam'ı savunmanın ve İslam için çalışmanın yolu, yordamı bellidir. İran'ın yaptığı ise kendi gücünü ve ideolojisini hakim kılmak, bir güç alanı devşirmek için tıpkı Amerika gibi, İsrail gibi, Suudi Arabistan gibi Müslümanlara zulmetmektir. Sahip olduğu söylemin veya Amerika ile farklı kutuplarda yer almasının bir anlamı da yoktur. Vesselam.
Bu değerlendirmede yer alan ifadeler yazarın kendi görüşleridir ve Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.