İsrail'in Arz-ı Mevud planı nedir?
"Vadedilmiş topraklar" olarak da anılan "Arz-ı Mevud" planı İsrail'deki birçok farklı siyasi kesimin ideolojik altyapısını oluşturuyor.
İsrail, bir devlet olarak kuruluşunu ilan ettiği 1948 yılından önce de, Filistin ve çevresindeki topraklarda "dini ve tarihi olarak hak iddia etme" yaklaşımını benimsiyordu.
Bu kapsamda Filistin toprakları Siyonist kesimlerce "Yahudilere Tanrı tarafından vadedilen topraklar" olarak lanse edildi. Önde gelen Siyonistlerin ve İsrail'in kurucularının önemli bir bölümü seküler ve ateist olsa da söz konusu söylem yoğun bir şekilde benimsendi.
"Arz-ı Mevud"
İsrail'in kuruluşunun ardından, başta "Ultra Ortodoks" olarak anılan aşırı Yahudiler olmak üzere, bölgedeki birçok Yahudi kesim söz konusu söylemlerini artırdı. Yahudi din adamlarının Tevrat yorumları paralelinde "Arz-ı Mevud" yani "vadedilmiş topraklar" ideolojisi de güçlendi.
Bugün İsrail'de aşırı sağcı kesimlerin güçlenmesi ve İsrail devleti içerisinde etkilerinin artması, söz konusu ideolojik yaklaşımı daha da güçlendirdi. Kahanistler başta olmak üzere aşırıcı kesimlerin İsrail içerisindeki nüfus ve siyasi etkinliğinin artması, bu söylemlerin daha fazla gün yüzüne çıkması neticesini doğurdu.
Son dönemde İsrail hükümeti ve devlet teşkilatlanması içerisinde gücünü artıran birçok Yahudi kesimin, "vadedilmiş topraklar" anlayışını en geniş ifadesiyle ve Türkiye'nin bir bölümünü de içerisine alacak şekilde yorumladığı biliniyor.
İsrailli bakandan 'Arz-ı Mevud' açıklaması
"Arz-ı Mevud" neresi?
Arz-ı Mevud'un neresi olduğu yönündeki tartışmalar uzun süredir devam etse de "vadedilmiş toprakların" tam olarak nereleri kapsadığına dair net bir kabul bulunmuyor.
Bunun temelinde Yahudilerin kutsal kitaplarının tahrif edilmiş olması ve içerisinde çelişkili ifadelerin yer alması bulunuyor. Bunun yanı sıra Yahudi din adamlarının birbirinden farklı yorumları da "Arz-ı Mevud" yani "vadedilmiş toprakların" tam olarak nereleri kapsadığına dair fikir ayrılıklarını beraberinde getiriyor.
İsrailli bir entelektüel, yazar ve aktivist olan Israel Shahak (1933-2001) söz konusu düşünceyi eserlerinde işleyen önemli İsraillilerden biri.
Shahak'ın "Yahudi Tarihi, Yahudi Dini" isimli 1994 tarihli kitabında, "vadedilmiş topraklar" konusunu şu şekilde anlatıyor:
Toprak genişlemesi arayışı
"Bir 'Yahudi devleti' olarak İsrail'in kendi halkına, diğer Yahudilere ve komşularına karşı oluşturduğu temel tehlike, ideolojik olarak motive edilmiş toprak genişlemesi arayışı ve bu amaçtan kaynaklanan kaçınılmaz savaşlar dizisidir. İsrail ne kadar Yahudileşirse ya da İbranicede söylendiği gibi ne kadar 'Yahudiliğe dönerse' (İsrail'de en azından 1967'den beri devam eden bir süreç), fiili politikaları o kadar çok Yahudi ideolojik mülahazaları tarafından yönlendirilir ve rasyonel mülahazalar daha az yönlendirmeye başlar. Burada kullandığım 'rasyonel' terimi İsrail politikalarının ahlaki bir değerlendirmesine ya da İsrail'in sözde savunma veya güvenlik ihtiyaçlarına, hatta 'İsrail'in hayatta kalması' gibi sözde ihtiyaçlara atıfta bulunmuyor. Burada İsrail'in varsayılan çıkarlarına dayalı emperyal politikalarından bahsediyorum. Bu tür politikalar ahlaki açıdan ne kadar kötü ya da siyasi açıdan ne kadar kaba olursa olsun, 'Yahudi ideolojisine' dayalı politikaların benimsenmesini, tüm farklı versiyonlarıyla, daha da kötü olarak görüyorum. İsrail politikalarının ideolojik savunusu genellikle Yahudilerin dini inançlarına ya da seküler Yahudiler söz konusu olduğunda, bu inançlardan türeyen ve dini inancın dogmatik karakterini koruyan Yahudilerin 'tarihsel haklarına' dayanmaktadır.
Ben-Gurion'un hayranıyken onun kararlı bir muhalifine dönüşmem tam da böyle bir meseleyle başladı. 1956 yılında Ben-Gurion'un İsrail'in Süveyş Savaşı'nı başlatması için öne sürdüğü tüm siyasi ve askeri gerekçeleri büyük bir hevesle yutmuştum, ta ki o (Yahudi dininin emirlerini hiçe saymaktan gurur duyan bir ateist olmasına rağmen) savaşın üçüncü gününde Knesset'te savaşın gerçek nedeninin 'Davut ve Süleyman'ın krallığının' Kitab-ı Mukaddes'teki sınırlarına geri dönmesi olduğunu söyleyene kadar. Konuşmasının bu noktasında neredeyse tüm Knesset üyeleri kendiliğinden ayağa kalkarak İsrail milli marşını söyledi. Bildiğim kadarıyla hiçbir Siyonist politikacı Ben-Gurion'un İsrail politikalarının (pragmatik mülahazaların sınırları dahilinde) Yahudi devletinin sınırları olarak Kitab-ı Mukaddes'teki sınırların yeniden tesis edilmesine dayanması gerektiği fikrini reddetmedi. Gerçekten de, İsrail'in büyük stratejilerinin ve İbranicede ifade edildiği şekliyle dış politikanın gerçek ilkelerinin yakından analizi, İsrail'in gerçek politikalarını belirleyenin diğer tüm faktörlerden daha fazla 'Yahudi ideolojisi' olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Gerçekte olduğu gibi Yahudiliğin ve 'Yahudi ideolojisinin' göz ardı edilmesi, bu politikaları genellikle Yahudilik hakkında kaba apolojetikler dışında hiçbir şey bilmeyen yabancı gözlemciler için anlaşılmaz kılmaktadır.
En şişirilmiş ama seküler tipteki İsrail emperyal planlaması ile 'Yahudi ideolojisi' ilkeleri arasında var olan temel farkın daha yakın tarihli bir örneğini vereyim. Yahudi ideolojisini benimseyenler, eski zamanlarda herhangi bir Yahudi hükümdar tarafından yönetilen ya da Tanrı tarafından Yahudilere vaat edilen toprakların, ya Kitab-ı Mukaddes'te ya da aslında siyasi olarak daha önemli olan İncil ve Talmud'un haham yorumuna göre, bir Yahudi devleti olduğu için İsrail'e ait olması gerektiğini emreder. Hiç şüphesiz, birçok Yahudi 'barışçı' böyle bir fethin İsrail'in şimdikinden daha güçlü olacağı bir zamana ertelenmesi gerektiğini ya da 'barışçıl bir fetih' olacağını, yani Arap yöneticilerin ya da halkların Yahudi devletinin kendilerine sağlayacağı faydalar karşılığında söz konusu toprakları bırakmaya 'ikna' edileceğini düşünmektedir.
Arz-ı Mevud neresi?
Hahamlık otoritelerinin 'ideal olarak Yahudi devletine ait' olarak yorumladıkları İsrail topraklarının Kitab-ı Mukaddes'teki sınırlarının bir dizi tutarsız versiyonu dolaşımda. Bu sınırlar arasında en geniş kapsamlı olanları şu bölgeleri içeriyor: Güneyde Sina'nın tamamı ve Kahire çevresine kadar Mısır'ın kuzeyinin bir kısmı. Doğuda Ürdün'ün tamamı ve Suudi Arabistan'ın büyük bir kısmı, Kuveyt'in tamamı ve Fırat'ın güneyinde Irak'ın bir kısmı. Kuzeyde Lübnan'ın tamamı ve Suriye'nin tamamı ile Türkiye'nin büyük bir kısmı (Van Gölü'ne kadar) ve batıda Kıbrıs. Bu sınırlara dayanan, atlaslarda, kitaplarda, makalelerde ve daha popüler propaganda biçimlerinde somutlaşan muazzam bir araştırma ve bilgisel tartışma bütünü, genellikle devlet destekleri veya diğer destek biçimleriyle İsrail'de yayınlanmaktadır. Kuşkusuz, öldürülen Meir Kahane ve takipçileri ile Gush Emunim gibi etkili kuruluşlar, bu toprakların İsrail tarafından fethedilmesini arzu etmekle kalmayıp, bunu ilahi bir emir olarak görmekte ve Tanrı tarafından destekleneceği için başarılı olacağına inanmaktadır. Aslında, önemli Yahudi din adamları İsrail'in böyle bir kutsal savaşa girmeyi reddetmesini ya da daha da kötüsü Sina'nın Mısır'a geri verilmesini, Tanrı tarafından adil bir şekilde cezalandırılan ulusal bir günah olarak görmektedir. Gush Emunim'in en etkili hahamlarından biri olan Kiryat Arba ve El Hall Yahudi yerleşimlerinin hahamı Dov Lior, İsrail'in 1982-1985'te Lübnan'ı fethedememesinin, 'İsrail topraklarının bir kısmını, yani Sina'yı Mısır'a verme' günahı nedeniyle hak ettiği ilahi bir ceza olduğunu defalarca dile getirmiştir.
Arz-ı Mevud'un en geniş sınırları:
Her ne kadar 'Yahudi devletine ait' olan İsrail topraklarının Kitab-ı Mukaddes'teki sınırlarını aşırı bir örnek olarak seçmiş olsam da, bu sınırlar ulusal dini çevrelerde oldukça popülerdir. Kitab-ı Mukaddes'teki sınırların bazen 'tarihi sınırlar' olarak da adlandırılan daha az aşırı versiyonları vardır. Bununla birlikte, İsrail ve diasporadaki Yahudi destekçileri topluluğu içinde, bir Yahudi devleti kavramına karşı çıkan küçük bir azınlık dışında, Yahudilere ait olan toprakların sınırlarını belirleyen Kitab-ı Mukaddes sınırları veya tarihi sınırlar kavramının geçerliliğinin ilkesel olarak reddedilmediği vurgulanmalıdır.
Aksi takdirde, bu tür sınırların bir savaşla gerçekleştirilmesine yönelik itirazlar tamamen pragmatiktir. İsrail'in artık 'Yahudilere ait' olan tüm toprakları fethetmek için çok zayıf olduğu ya da bu büyüklükte bir fetih savaşında Yahudi hayatlarının (Arap hayatlarının değil!) kaybının toprağın fethinden daha önemli olduğu iddia edilebilir, ancak normatif Yahudilikte sınırları ne olursa olsun 'İsrail topraklarının tüm Yahudilere ait' olmadığı iddia edilemez. Mayıs 1993'te Ariel Sharon Likud Kongresi'nde İsrail'in 'Kitab-ı Mukaddes sınırları' kavramını resmi politika olarak benimsemesini resmen önerdi. Bu öneriye Likud içinde ya da dışında çok az itiraz geldi ve hepsi de pragmatik gerekçelere dayandırıldı. Hiç kimse Şaron'a İsrail'in ulaşmasını istediği İncil sınırlarının tam olarak nerede olduğunu sormadı bile.
(...)
Arz-ı Mevud'un dar sınırları (1):
İsrail'in temel misyonu (SSCB'nin dağılmasından bu yana) hiç değişmemiştir ve hayati önemini korumaktadır. İsrail'in Arap Müslüman Ortadoğu'nun merkezindeki coğrafi konumu, İsrail'in kendisini çevreleyen tüm ülkelerde istikrarın sadık bir koruyucusu olmasını öngörmektedir. İsrail'in rolü mevcut rejimleri korumaktır: Radikalleşme süreçlerini önlemek ya da durdurmak ve köktendinci dini bağnazlığın yayılmasını engellemek.
Bu amaçla İsrail, sınırlarının ötesinde meydana gelen ve tahammül edilemez olarak gördüğü değişiklikleri önleyecektir. Öyle ki bu değişiklikleri önlemek ya da ortadan kaldırmak için tüm askeri gücünü kullanmak zorunda hissedecektir.
Başka bir deyişle, İsrail diğer Ortadoğu devletlerine hegemonya dayatmayı amaçlamaktadır. Eski Askeri İstihbarat Komutanı Shlomo Gazit'e göre İsrail'in Arap rejimlerinin istikrarına yönelik iyi niyetli bir kaygısı olduğunu söylemeye gerek yok. Gazit'e göre İsrail, Ortadoğu rejimlerini koruyarak 'hepsi de Ortadoğu'daki istikrarı garanti altına almakla yakından ilgilenen, endüstriyel olarak gelişmiş devletler' [küresel güçleri kast ediyor] için hayati bir hizmeti yerine getirmektedir. Gazit, İsrail olmasaydı bölgedeki mevcut rejimlerin uzun zaman önce çökmüş olacağını ve sadece İsrail'in tehditleri sayesinde varlıklarını sürdürdüklerini savunuyor.
"Ordunun eğitiminde kullanılıyor"
'İsrail Toprakları' teriminin tam coğrafi tanımı Talmud'da ve Talmud literatüründe çok tartışılmıştır ve tartışma modern zamanlarda Siyonist görüşün çeşitli fraksiyonları arasında devam etmiştir. Maksimalist görüşe göre, İsrail toprakları (Filistin'e ek olarak) sadece Sina, Ürdün, Suriye ve Lübnan'ın tamamını değil, aynı zamanda Türkiye'nin önemli bir bölümünü de içermektedir. Bu görüş H. Bar-Droma tarafından, 1958 yılında basılan Wezeh Gvul Ha'aretz (Ve Bu Toprağın Sınırı) kitabında savunulmaktadır. Son yıllarda bu kitap İsrail ordusu tarafından subaylarının eğitiminde sıkça kullanılmaktadır.
Daha yaygın olan 'minimalist' yorum kuzey sınırını 'sadece' Suriye ve Lübnan'ın yarısına, Humus enlemine koymaktadır. Bu görüş Ben Gurion tarafından desteklenmiştir. Bununla birlikte, Suriye-Lübnan'ın bazı kısımlarını bu şekilde hariç tutanlar bile, bu topraklar Davut'un krallığına dahil olduğu için, bu bölgelerdeki Yahudi olmayanlar için bazı özel ayrımcı yasaların (İsrail topraklarındakinden daha az baskıcı olsa da) geçerli olduğunu kabul ederler. Tüm talmudik yorumlarda İsrail toprakları Kıbrıs'ı da içerir."
Arz-ı Mevud'un dar sınırları (2):
Kaynak: Mepa News