Karamollaoğlu: Perspektifimiz geniş, herkesle bir araya gelme imkanımız var
Saadet Partisi genel başkanı Temel Karamollaoğlu, gündeme ilişkin ifadelerde bulundu.
Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu, 2019'da yapılması planlanan başkanlık seçimine ilişkin açıklamada bulundu.
Hürriyet'ten İpek Özbey'e konuşan Karamollaoğlu'nun açıklamaları şöyle:
Saadet Partisi bir anda kilit parti haline geldi... Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’la 9 Şubat tarihli buluşmanızda size doğrudan bir ittifak teklif edildi mi?
Hayır edilmedi.
Ya edilseydi?
Yeri geldiğinde herkesle görüşebiliriz. Bizim şu anda üzerinde durduğumuz en önemli konu ittifak değil. İnsanlar fikirlerini rahatça söyleyemiyorlar. Tansiyonun düşmesi, insanların fikirlerini ortaya koymalarıyla mümkün, yoksa düşmez. Kutuplaşma bize zarar verir. Geçici olarak birilerine fayda sağlıyormuş gibi görünse de uzun vadede zarar verir. Adalet önemlidir. Bu görüşlerimizi dile getirdik. Referandumdan beri çok net olarak söyledim. Biz bir aday çıkaracağız.
İttifak kapısı tamamen kapandı denebilir mi?
İttifak bizim adayımızla olursa neden itiraz edelim ki...
Bu kadar net olmanızın sebebi nedir, adayınıza çok mu güveniyorsunuz?
Hayır, daha adayımızı belirlemedik. Bu konu ne genel idare kurulumuzda ne de yönetim kurulumuzda gündeme geldi. Söylediğim: “Siz mahalli seçime hazırlanın. Seçim sathı mahalline yakın önce kendi teşkilatlarımız içinde çalışma yapalım. Birkaç adayın ortaya çıkmasını arzu ediyoruz. Toplum bunlara nasıl bakıyor, yoklayalım ve adayımızı açıklayalım.”
Ancak bir noktada da Abdullah Gül ismini telaffuz ettiniz...
Tabii, Abdullah Gül bizimle geçmişte siyaset yapmış bir isim. “Tamamen devre dışıdır” diyemeyiz ama “adayımız” da diyemeyiz.
“Devre dışı” dememeniz, yönelimin o tarafa olduğu izlenimi uyandırıyor.
O herkesin yorumuna bağlı. Abdullah Bey’i incitecek bir söz de kullanmayız. Bizim perspektifimiz biraz daha geniş. Herkesle bir araya gelme imkânımız var. Şu anda kimseyi elimine etme hakkımız yok.
Kılıçdaroğlu ve Akşener’den bir teklif gelirse...
Ben ittifak kelimesinden çok, ilkelere dikkat çekiyorum. İlkelerimizi ortaya koyalım, o ilkeler etrafında toplum bir araya gelsin. Adalet bizim olmazsa olmaz talebimiz. Kuvvetler ayrımı, Meclis’in güçlendirilmesi, ekonomide üretime dayalı bir kalkınma modeli, yolsuzluklarla mücadele, tasarruf... İdeal olan ilkeler etrafında toplanmaktır. Toplumda kimsenin buna itiraz edeceğini sanmam.
İlkeler tamam ama adayı belirlerken hangi özelliklerini gözeteceksiniz?
Bizim işimiz deveye hendek atlatmaktan zor. Tabanımız ikna olacak, CHP’nin, ülkücülerin, HDP’nin tabanından ve AK Parti’den ümidi kesmişlerden ciddi bir kesim ikna olacak. Zor ama imkânsız değil.
Seçimlerde ittifakla barajı aşabilir, parlamentoya girebilirdiniz. Niye bu yolu seçmediniz?
Artık baraj problemine takılmayız diye düşünüyorum. Hitap ettiğimiz kesim epey dar bir kesimdi. Şimdi her görüşten insandan destek görüyoruz.
“Her kesimden” derken? Mesela sosyal demokratlardan da mı?
Söylemlerimizin sosyal demokrat kesime hitap ettiği kanaatindeyim. İlkelerimiz sosyal demokrat motifler taşıyor. Milli duygularımız güçlü ama kavmiyetçi değiliz. Kürtlerin bu ülkenin önemli unsurları olduğunu ta Erbakan Hocamızdan beri dile getirdik, buna çözümü ancak biz getirebiliriz. İktidarın içinden adalet isteyen bir kesimin de ittifak etmek isteyebileceği bir partiyiz.
Baraj altında kalacağınızı tahmin etmiş miydiniz?
Evet, tabii. Şimdi şöyle bir yolda yürüyoruz: Bir zemin oluşturalım. Söylemlerimizi insanlar duysun, müspet bir kanaat oluşturalım ve siyaseti oy değil, ilkeler üzerine oturtalım. AK Parti’de bizimle geçmişte siyaset yapanlar bize oy
vermez kanaatindeyim. Orada bize oy verecekler, bizim söylemlerimizle ümit verip, yanına çektikleri. Herkese elimizi uzatacağız. Hükümetle görüşmeye itirazımız yok. Ülkenin nasıl huzura kavuşabileceğini, problemleri nasıl aşacağımızı konuşmamız lazım.
BABALARI, DEDELERİ AK PARTİ’DE ÇOCUKLARI SAADET’TE
Neden aynı tabandan çıkmış bir parti 15 yıldır iktidarda da ötekisi barajı bile geçemiyor?
Bu noktaya takılmak doğru değil. Bunlar gerekli ama iş burada bitmiyor. Erbakan Hoca’yla 1978’de Avrupa İslam Konseyi toplantısına gittik. Hoca’yı dinlemek istediklerini söylediler. Hoca bana döndü “Ne anlatalım” diye sordu. “Doğru hak anlayışı nedir, onu anlatalım” dedik. Dört nokta söyledi. Hak anlayışı kâmil manada adalet anlayışıdır. Doğuştan gelen haklar vardır. Hak emekten doğar, anlaşmalardan, mahkemelerden doğar. Siz derseniz ki, benim menfaatim var, dolayısıyla bunu yapmaya hakkım var. Yok efendim, o hak senin hakkın değil.” Bunu anlattı. Temelde değer verdiğimiz bu mefhumdur. Bunları hep söyledik, ama bir şeye takıldılar: “Bunlar yobaz. Gelir herkesin başını örter, zorla namaz kıldırırlar.” Yok öyle bir şey. Dinde zorlama yoktur, bu temel kaidedir.
20 YIL ÖNCENİN MİLLİ GÖRÜŞÜ İLE BUGÜNÜN ARASINDAKİ FARK
20 yıl öncenin Milli Görüşçü Saadet Partisi’yle bugünkü arasında bir fark var mı? Aslında şunu soruyorum: Değiştiniz mi?
Açıkça söyleyeyim, hiç fark yok.
Olmaması iyi mi?
Temel mefhumlar itibariyle fark yok. Benim görüşümde de bir değişiklik olmadı. Fakat Milli Görüş’ü farklı kesimler farklı anladı ve anlattı. Üç temel ayağı var. Birincisi inanç, yani hak ve adalet, şefkat ve merhamet, manevi değerlerin güçlü olması, ikincisi dışarıdan gelecek tehlikeye karşı koyacak ya da ihtiyaçlarımıza ulaşacak güce erişme yani maddeten güçlenme, üçüncüsü şahsiyetli bir dış politika.
Şahsiyetli dış politikadan kasıt nedir? Mesela, ülke menfaatinin gözetilmesi mi?
Hayır. Menfaatler karşılıklıdır. Benim menfaatim var diye, gidip başka bir ülkeyi işgal etme ve orayı sömürme hakkını bana kimse vermez. Onun da kendi menfaati var. Aynen insan haklarında, fikir ve düşünce hürriyetinde olduğu gibi benim hakkım, öbür ülkenin hakkıyla buluşmalı. Birbirimizi ortadan kaldırmamalıyız. Biz bu noktada gidip Avrupa Birliği’nin üyesi falan olamayız. AB, menfaati her şeyin önünde tutan, yeri geldiği zaman kendi koyduğu kuralları çiğnemekten çekinmeyen bir anlayışa sahip.
YAŞLI BAŞKAN DİYEMEDİKLERİ İÇİN BİLGE DİYORLAR
Hepimizin canı acıyor... Taciz, tecavüz, cinayet haberlerinden geçilmiyor. Nasıl bu hale geldik?
Eğitim deyince güzel binaları, akıllı tahtaları, tabletleri anlarsanız, sonuç bu olur. Bina değil önemli olan, ahırda bile eğitim yaparsınız. Diz çökerek okuyan birçok çocuk âlim olmuştur. Ahlaki çöküşü eğitimin üzerinde durulmamasına bağlıyorum. Temel mefhumlarımızı öğretmemiz lazım. Ana-babaya saygıyı, haksızlık karşısında susmamamız gerektiğini bilmeliyiz. İnsanlar düşündüklerini söylemekten korkarsa, siz orada ahlaktan da hukuktan da bahsedemezsiniz.
Size neden “Bilge Başkan” diyorlar?
Yaşlı başkan diyemedikleri için sanırım. (Gülüyor)
Yeri gelmişken sormak istiyorum: Saadet Partisi, yaşlı bir parti mi?
Hayır, bilakis Türkiye’nin en genç partisi. Beni görünce insanlar, başkanlık divanı da öyle zannediyor. Oysa genç insanlardan oluşuyor. Bizim eski arkadaşlarımızın çoğu ayrıldı koptu, onun için genciz. Babaları, dedeleri AK Parti’de, ama çocukları hâlâ Saadet’te.
AB'YLE OLMUYOR
Dış politika konusunda şunu mu anlamalıyız: Partiniz iktidara gelirse, AB ile bir ilişki kurmayacak...
Kimseyle düşmanlık etmeyiz. Bakın deriz, “Biz çok zamandır çaba sarf ediyoruz. Ama olmuyor, biz sizinle uyum sağlayamıyoruz, siz de bizimle. Farklı anlayışlarımız var. Sizin beğenmediğimiz kanaatlerinizi içselleştirmek zorunda değiliz.” Avrupa Birliği ile ticaret yaparız, projeler imzalarız. Ama “Her şeyimizle sizin gibi olacağız” demeyiz, buna razı değiliz. Zaten onlar da Müslümanlar’dan razı değil. İslam düşmanlığı aldı başını gidiyor. Biz zulmedemeyiz. Avrupa, zulmetmenin kılıfını hazırlıyor şimdi. Haksızlık yapmanın kılıfını hazırlıyor. Bir de dikkatinizi çekmek isterim: Avrupa ve Amerika dejenere oluyor. Aile çöküyor. Onlara benzemeye çalıştığımız için bizde de çöküyor. Kendi değerlerimize sahip çıksak, böyle olmazdı.
GÜÇLENMEYE İHTİYACIMIZ VAR
Zeytin Dalı operasyonu sürüyor. ABD ile gerginlik duruldu gibi ama üst üste yapılan açıklamalar kafa karıştırıyor. Nasıl değerlendiriyorsunuz, ne öneriyorsunuz?
ABD’nin Ortadoğu’ya yerleşme planı epeyce zamandır var. Bundan sonra bunun önünü almak çok ama çok zor. Belki başka türlü çalışmalara ihtiyaç var. 120 yıllık bir tarihi süreci bilmek lazım. 1897 Basel’de Birinci Siyonist Kongresi toplandı ve İsrail devletinin kurulmasına karar verildi. O zaman Osmanlı İmparatorluğu var. Abdülhamid tarafından kabul görmeyince tahttan uzaklaştırıldı. Osmanlı lüzumsuz yere Birinci Dünya Harbi’ne sokuldu. 1916 Sykes-Picot anlaşması yapıldı. Sonra Osmanlı yıkıldı, Türkiye Cumhuriyeti kuruldu. İsrail devletiyse 1948’de kuruldu. Kurulduğundan itibaren de Arz-ı Mev’ud idealinden hiç vazgeçmedi. İkinci Dünya Harbi’nden sonra haritalar yeniden çizildi. Bir kutuplaşma meydana getirildi. Bana göre kapitalistler ve komünistler masa başında anlaşarak yaptı bunu. Fakat komünizmi bir sistem olarak ayakta tutamadılar. Amerika, tek kutuplu dünyanın lideri olunca artık İsrail’in Arz-ı Mev’ud topraklarına yerleşme zamanı geldi kanaatine vardılar. Komünizme karşı kurulan NATO’nun bir anlamı kalmamasına rağmen, ortadan kaldırmadılar. “Bundan sonra bize direnecek tek grup Müslümanlardır” görüşünü ortaya attılar. NATO’nun hedefi değiştirildi, İslam’ı ve İslam âlemini düşman belirlediler.
ABD PROJESİ İLERLİYOR
Arz-ı Mev’ud İsrailliler için bu kadar mı önemli?
Kutsal bir görev. İktidardaki arkadaşlarımız bunu iyi bilirler. Amerika diyor ki, “Bu bölgede İsrail’e ve bize direnecek güç kalmasın. O yüzden Irak, Suriye, Türkiye ve İran bizim önümüzde engel. Bunların küçülmesi lâzım.” Her gün bu proje ilerliyor.
Bazı görüşler de sizinkinin tam tersi: “Suriye üzerinden dünya savaşı yürütülüyor ve Batı sarsıcı bir yenilgiye uğrayacak” deniyor.
Burada Müslümanların farklı beklentileri var. Dünyanın sonuna doğru, bu bölgede Melhame-i Kübra diğer adıyla Armageddon dediğimiz seri savaşlar olacak. Bunlar varsayım. Bu beklenti yüzyıllardır var, “Mehdi gelecek ve acze düşen Müslüman toplulukları bir araya getirecek. İsrail’in yayılmacı politikaları karşısında adil bir sistem kuracak” diyorlar. Bu bir beklenti.
Ancak öte yandan Yahudiler’in de benzer beklentileri var...
Onlar da, “Bu bizim 2 bin küsur yıllık beklentimiz. Avrupa’da ezilirken her gün Kudüs’te bu duayı yapacağımızı düşündük. Dualarımız kabul oldu, İsrail kuruldu. Şimdi Arz-ı Mev’ud’a yerleşmesini istiyoruz” diyorlar. Bana göre 11 Eylül saldırıları bile Büyük Ortadoğu Projesi’ne gerekçe hazırlamak içindi. ◊ Az önce “Bu projeyi önlemek için başka formüller geliştirmek gerekiyor” dediniz, nedir mesela? Bu zulmü gören başta İslam ülkelerinin bir araya gelmesi lazım.
IRAK’TAN, SURİYE’DEN ÇIKMAZ
Daha Kudüs konusunda bile yekvücut olamamışken kolay mı bu?
Haklısınız, bu bizim problemimiz. Erbakan Hoca’nın bu noktada müthiş bir ufku vardı. D-8’ler gibi bir birlik oluşturdu. Bundan sonra Amerika’nın Irak’tan, Suriye’den çıkacağı yok. Engellenmeleri için karşılarında güç görmeleri lazım. Farklılıklarımız olabilir ama neden bir araya gelemeyelim. Birisi önderlik etmek durumunda ve ne yazık ki buna önderlik edecek kimse yok.
Diyelim ki böyle bir birlik kurulamadı, sonrası?
Bizi birbirimize kırdırırlar. Kavmiyetçilikle, mezhep farklılıklarıyla yaparlar bunu. Allah korusun. Bizim güç gösterisi yapmaya değil, fiilen güçlenmeye ihtiyacımız var.
İSLAMCI DEĞİL MÜSLÜMAN
“İslamcı değilim, Müslümanım” diyorsunuz hep. Farkı ne?
İslamcı tabiri Batı’dan gelir, biz hiç kullanmadık. İslamcılık iki tür kullanılıyor. Birincisi İslami değerleri ihya ederek bir yaşantı oluşturmak, ikincisi İslami değerleri kullanarak güç sahibi olmak. İkisi de var. Birisi ne kadar kıymetliyse, öteki o kadar korkunç. Ben İslamcı değilim. İki tarafa da çekilecek bir mefhuma sahip çıkmam. Ben Müslümanım. Müslümanca yaşamak isterim. Gayrimüslimler de istediği gibi yaşarlar, kimse kimsenin üzerinde tahakküm kurma hakkına sahip değildir.
GORKİ’Yİ OKUDUĞUMDA FARKLI TOLSTOY’U OKUDUĞUMDA FARKLI
İngiltere’de okudunuz, eşiniz İngiliz, Batı’yı da epey eleştiriyorsunuz.
Batı düşmanı kesinlikle değilim. Batı’nın yanlışlarını dile getirmeyi bir vecibe gibi görüyorum. Batı düşmanlığım da yok, Rus düşmanlığım da yok. Eskiden Maksim Gorki’yi okuduğum zaman çok karamsar bir Rus toplumu karşıma çıktı. Okumak istemedim. Ama Tolstoy’u okuduğumda başka bir düşünce ortaya çıktı. O farklılıkları görmemiz lazım.
Laikliğe bakışınız nasıl?
Biz laikliği din ve inanç hürriyeti diye benimsediğimiz zaman hiçbir itirazımız yok. Ama dinsizlik gibi empoze edildiği zaman itirazımız var.