Mehmet Emin Akın ile söyleşi: Afrika, insani yardım ve ötesi

Mehmet Emin Akın ile söyleşi: Afrika, insani yardım ve ötesi

Mepa News, Mehmet Emin Akın ile Afrika'daki insani yardım faaliyetlerine dair bir söyleşi gerçekleştirdi.

Afrika yıllardır açlık, yoksulluk ve sömürü ile anılan bir kıta. Kıta genelinde insani ihtiyaçlar ve sosyal sorunlar sürerken insani yardım faaliyetleri de devam ediyor.

Bu yöndeki faaliyetleri gerçekleştiren isimlerden biri de Mehmet Emin Akın. Kendisi birçok kuruluşun aksine insani yardımlarını "kendi kendine yetebilen" bir Afrika ortaya çıkarmaya odaklanarak hayata geçiriyor.

Mepa News, Mehmet Emin Akın ile Afrika'daki insani yardım faaliyetlerine dair bir söyleşi gerçekleştirdi. Söyleşi, ses kaydının yazı dökümü temel alınarak hazırlandı ve Mehmet Emin Akın'ın bölgedeki faaliyetlerine ilişkin görüntüler kullanılarak zenginleştirildi.


Soru: Bilindiği üzere Afrika'da geniş çaplı insani yardım çalışmaları yürütülüyor. Bize Afrika'daki insani durumdan bahseder misiniz? Yoksulluğun ve insani ihtiyaçların boyutları ne düzeyde?

Cevap: Bismillâhirrahmânirrahîm. Elhamdülillâhi rabbi’l-âlemin. es-Salâtu ve’s-selâmu alâ Rasûlinâ Muhammedin ve alâ âlihî ve sahbihî ecmaîn.

Afrika'da bildiğiniz gibi sömürgeciliğin başlangıcından bugüne kadar çok acı bir tarih yaşanmıştır. Sömürgecilik 1225 yıllarında Portekizlilerin Afrika'ya çıkarma yapmasıyla başlar. Bu sömürge düzeni 1400'lü yıllarda daha organize, daha askerî ve daha pragmatik bir yöntemle; Afrika topraklarını ve arazilerini, kabilelerin ve aşiretlerin krallarını veya buna benzer liderleri ve reisleri bir şekilde ittifaklara ikna ederek yapılan toprak kiralama, toprak işleme gibi siyasi ve aynı zamanda işgale yönelik olan çalışmaların sonucudur. Köle ticareti Afrika nüfusunun yaklaşık on iki milyonunu çalmıştır ve bu kaybolup giden nüfusun yaklaşık üçte biri, canlarından olmuştur.

mea1.jpg

Kimi okyanusu geçerken, kimi yollarda hastalıklar sebebiyle ölür ya da öldürülür, kimi de gittikleri yerlerde vuku bulan isyanlarda öldürülmüştür. Afrika'nın geçmişini bilmeden Afrika'daki açlığın, yoksulluğun ve insani acının kaynağına inmek ve bunlara çözüm üretmek çok zordur. Bu nedenle Afrika'daki sorun sadece açlık ve yoksulluktan ibaret değil. Fakat açlık ve yoksullukla birlikte hastalıklar, çocuk ölümleri, doğum esnasında gerçekleşen kadın ölümleri ve yetişkinlerin ilaç bulamayıp tedavi olamamaları nedeniyle birçoğunu hastanelerde veya evlerine, kabilelerine, köylerine göndererek ölüme terk ettiklerini gördük ve bunlara şahit olduk.

Afrika'daki açlığın boyutunu tarif etmek gerekirse; her ülkenin kendine göre bir coğrafi iklimi, toprak yapısı, devlet biçimi ve yönetim tarzı var. Bu yönetim tarzlarının tamamı dış yardımlara bağlı faaliyet gösteriyorlar. Bu gelen yardımların çoğu siyasiler, devlet adamları ve askerler tarafından pay edilerek halkın hakkı ve ihtiyacı olan yardımların onlara ulaşması büyük oranda engellenir. Yani yoksulluğun birinci sebebi, sömürü ve işgal ile teknoloji ve eğitimden mahrum bırakılmalarının yanında, toprakların büyük bir kısmının zamanında yabancılar tarafından işletilmesidir (buna bazı araştırmacılar endüstriyel tarım diyorlar).

G20 toplantıları ve ona benzer uluslararası toplantılarda “sürdürülebilir tarım” konuşuluyor. “Sürdürülebilir tarım” aslında endüstriyel tarımın farklı bir ismidir. Endüstriyel tarım dediğimiz de; Batılının işlettiği ve makine tarımına dayalı ve çok geniş imkânlarla üretim yapan büyük çiftlikler, on binlerce dönümlük araziler demektir. Bu arazilerden elde edilen mahsullerin hemen hemen tamamı Avrupa'ya gider. Ülkede üretilen hububatın veya bakliyatın en iyisini Avrupalılar Afrika’da üretir ve yine Avrupa’ya satarlar. Halk hayatı boyunca güzel bir bakliyat yiyememiştir. Fasulye veya barbunya görmemiştir. Halkın birçoğu mısır ve darı yer.

whatsapp-image-2023-09-25-at-17-37-04-4.jpeg

Tabii yoksulluk derecesi ülkeden ülkeye değişiklik gösteriyor. Mesela Etiyopya'ya baktığınız zaman hayvansal tarım, kara saban ile toprak işleme var. Fakat bunu Uganda'da göremiyorsunuz. Traktör varsa ya yabancıların ya da çok zenginlerindir. Mali, Çad, Benin, Kamerun ve diğer Afrika ülkelerinin çoğunda da aynı şeyi görürsünüz. Bu nedenle fakirliğin Afrika'daki boyutlarını düşündüğünüz zaman hiçbir ülkedeki fakirlikle mukayese edemeyeceğimiz kadar derin ve ağırdır. Bunu şehirlere ve yerleşim uygulamalarına ve caddelerin ve kamu kurumlarının durumlarına ve hastanelere ve çarşı ve pazarlara baktığınız zaman çok rahat görebilirisiniz. Örneğin bazı ülkelerdeki yıllık, aylık veya günlük geliri hesapladığımız zaman 90 cent civarı (günlük) gelirlerinin olduğunu görürsünüz.

Bu gelirle bir aile nasıl geçinebilir? Bu insanlar bağ, bahçe veya topraklarını işleyemiyorlar. Örneğin bir adamın yirmi dönümlük (2 hektar )ya da kırk dönümlük bir arazisi var, fakat bunun ancak çok az bir dönümünü işleyebiliyor. Çünkü tohum alacak imkânı yok. Diyelim ki, bu adam on kg mısır ekecek; on kg mısır ekebilmesi için gereken tohumu alabilmesi için en az yirmi dolar ile elli dolar arasında para ödemesi gerekir. Tohumların çoğu hibrit yani bir daha ekemiyorsunuz. Biz Afrika'da bu çalışmalara başlarken özellikle yerli tohumları bulmaya, bunları ektirmeye çaba gösteriyoruz.

Oradaki fakirliği nasıl anlatabiliriz? Örneğin Uganda'da 5 yaş altındaki her yüz çocuktan 17'si hayatını kaybeder. 5 ve 10 yaş arasında bu oran belki biraz daha düşer. Doğum esnasında hayatını kaybeden kadınların haddi hesabı yok. Hakeza Burkina Faso'da, Nijer’de ve Nijerya’da ölenlerin de durumu bundan farklı değil. Bakın Nijer'de insanların günlük geliri 90 cent. Bununla neyi elde edebilirler?

Bütün bunları düşündüğümüz zaman Afrika’da sorunların ne kadar çeşitli ve çözümlerin ne kadar zor olduğu ve ne kadar ciddi ve faydalı projelere ihtiyaç olduğunu kolayca görebiliriz. Yüzyıllardır süren bir sömürü var. Yüzyıllardır bu insanlar kendi topraklarını işleyememişler, işleyecek imkâna ve tecrübeye de sahip değiller. Belki bazıları Batılılardan veya Müslüman ülkelere gidip orada tarım çalışması yapanlardan bir şey öğrenmişlerdir. Buradaki tarımın tamamı, insan emeği ve gücüne dayalıdır. Çapa ve kazmaya benzer aletlerle topraklarını işlerler ve bu topraklara ekecekleri şeyleri aile efradıyla beraber eker ve onu elde etmeye çalışırlar.

Bütün büyük işler bir adımla başlar. Sadık bir niyet ve akıllı ve projelendirilmiş ve planlanmış olan ve emin bir biçimde yürütülen her iş Allah’ın izniyle muvaffak olacaktır. Afrika’da İslam’a davet ve Müslümanlarla her düzeyde yardımın kapısı şimdilik hepimize açık. Bunun için yapmamız gereken bu kıtada yıllardır İnsanlara Allah’a daette öncülük etmiş olan doğru rehberliklerden de istifade ederek bu kıtanın bir İslam kıtası olması için çok çalışmamız gerekecek. Zira çok yakın bir gelecekte, siyasî ve dinî coğrafyaların sürpriz bir şekilde eksen değiştirmesi söz konusu olacaktır. Afrika kıtasının İslamî gücü bütün İslam alemini koruyucu ve savunucu bir role gebedir. Bizim bunu görmememiz ve bu rolü güçlendirmemiz elzemdir.

Afrikalı doğru ve emin bir davet ve ahlakı gördüğünde bunu anlayacak ve değerlendirmeyi bilecektir. Afrikalıların kıtadaki zulüm, sömürü açlık ve kahır sebebiyle saplandıkları yanlışlıklar ve dilenme ve istismar ahlakı tamamen onların İslamî eğitim ve yoksul bırakılmaya bağlıdır. Açlık, yokluk ve yoksulluk kıtadaki çok fakir kesimlerin suça eğilimlerini ve zengin ve varlıklı kesimlere karşı hıncını ve nefretini kamçılmaktadır. Adaletsiz ve zalimce bir gelir dağılımımın sonucudur bu. Müslüman Afrikalıyı açlığın pençesinde bırakarak sürünmesini göre göre bizim Afrika’da bir davet yürütmemiz mümkün değildir.

Afrika’daki çok nadir dernek vakıf veya İslamî kuruluş müstesna, tarım yapabilecek durumda olan Müslüman halkın ihtiyaçlarının tarım ve ekim üzerinden temin edebilmesi mümkünken bu alana dair göze batan herhangi bir çaba sarfetmemektedirler. Bu da bize Afrika’daki İslamî, siyasî, stratejik ve ekonomik olarak Müslümanlara, özellikle toprak sahibi olanlara yönelik ciddî bir projelerinin olmadığını göstermektedir.

Avrupa, Afrika'daki orman servetinin hemen hemen yarısı kadarını belki daha fazlasını çalmıştır. Yüzyıllardır Afrika'da ormanlar kesilip gidiyor ve Afrika'nın iklimi değişiyor. Mesela 90'lı yıllar ile 2012 yılları arasındaki haritalara baktığınız zaman dağların çoğunun çıplak hâle geldiğini görürsünüz. Bu ormanlar ya yakılıyor ya da kesiliyorlar. Avrupa'dan en erken bağımsızlığını (güya) ilan eden Afrika ülkeleri 1970'li yıllara dayanıyor. Altmışlı yıllarda bağımsızlığını ilan eden Namibya, Malawi, Uganda ve diğer sömürge olan ülkeler... 1940'lı yıllardan sonra Hindistan'da Gandhi'nin (1869-1946) mücadelesi buna örnektir. Bu mücadeleler Afrikalıların sömürgecilere karşı başkaldırmaları için umut verici birer çıkış olmuştur.

Bu nedenle Afrika'nın yoksulluğunun en önemli sebebi, devlet politikalarının fesadıdır çünkü insanlarda bir tarih bilincini ve ortak bir kültür bilincini yakalamak çok zordur. Sınırı çizilmiş herhangi bir ülkenin; Etiopya, Uganda, Burundi veya başka ülkelerde yüzlerce kabilenin olduğunu ve yüzlerce farklı dil konuştuklarını görürsünüz. Bu kabilelerin gelenekleri, görenekleri ve birbirlerine bakış açıları farklıdır. Buraya gelen yabancı veya istilacılar bu ayrımı çok iyi gözetmişler ve dillerini bu nedenle onların kullanabileceği, anadilleri hâline getirmişlerdir. Afrikalıların (Fransa’nın sömürgesi olan ülkelerin) hemen hemen hepsinde öğrenim görenler Fransızca, bir kısmı da İngilizce konuşabilirler. Mozambik ve Tanzanya müstesna. Bu dillerde eğitim görmüşlerdir. Bunun sebebi de bir başka kabilenin dilini konuşmanın onlar için zül ve ayıp olmasıdır. Birbirlerine tahammülleri yoktur. Fakat Fransızca ve İngilizce’ye itirazları yoktur.

3-040.jpg

Benin

Bu durumun ortaya çıkmasında temel saik; devletlerin politikasıdır. Eğitimin devlet tarafından da olsa paralı olmasıdır. Zengin veya imkânı olanların, kiliselerin desteklediği ailelerin ve Hristiyanların öğrenimden daha çok yararlanan kesimdir... Bu sebeple halkın yoksul olan büyük bir kesimi eğitimden ve sağlık imkânlarının çoğundan mahrumdur. Yatak ölümleri ve uzun süreli müzmin hastalıkları çok görürsünüz. Mesela körleri, AIDS'ten, tifodan, sıtmadan veya veremden ölenleri çok görürsünüz. Böbrek hastalıkları, akciğer yetmezliği, karaciğer yetmezliği gibi birçok hastalıktan ölenlerin haddi hesabı yoktur. Zaten dünya geneline baktığımızda, açlıktan ölümlerin yarısı, belki de daha fazlası Afrika'dadır.

Avrupa’dan ve Amerika'dan gelen yardımların birçoğunu devlet tarafından ticaret adamlarına, kendi aşiret ve kabilelerine veya orduya tahsis edilir. Halka ulaşan bir şey göremezsiniz. Örneğin halka devletin tohum dağıttığını göremezsiniz. Biz Malawi'de tohum dağıtmaya başladıktan sonra, Malawi Hükûmeti Ziraat Bakanlığı, bizim gittiğimiz köylere tohum getirtiyordu. Düşünebiliyor musunuz? Acaba siyasi bir amaçla mı yapıldı? Onu bilemiyoruz. Mesela Uganda'da devletin tohum dağıttığını asla göremezsiniz. Halkın ekonomik olarak kalkınması, sağlığı veya eğitimi hiç umurlarında değil.

Afrika'daki açlığın boyutlarını ölçecek olursak, hastalıklara, doğum esnasındaki ölümlere, beş yaşın altındaki çocuk ölümleri ve sıtmalara, AİDS gibi hastalıklardan kaynaklanan ölümlere bakmalıyız. Bu oranlara baktığımız zaman halkın ne kadar aç, fakir ya da yoksul olduğunu görürüz. Mesela yıllarca aynı terlikle aynı elbiseyle gezmiştir bir adam. Örneğin günlük buldukları bir yiyecek vardır onu yerler, bazen üç gün aç kalırlar. Bizzat ben Malawi'de üç gün aç kalan ailelerle karşılaştım. Hele bir de kuraklık veya sel felaketi olduğu zaman bu, o insanların milyonlarcası açlık ve hastalığın pençesinde demektir. Bu sebeple örneğin Benin'de hayvanlı tarım göremezsiniz. Kara saban yoktur. Herkes elleriyle, çapayla çalışır. Hakeza Malawi'de de bir tek hayvanın tarlada çift sürdüğünü göremezsiniz. Ama Etiyopya'da gördük.

Düşünün makineli tarım yok denecek kadar az. Makineli tarımı ancak endüstriyel dedikleri tarımda görebilirsiniz. O da Avrupalılarındır. Mesela Malavi'de çok büyük şeker kamışı tarlaları görürsünüz. Ama hepsi yabancıların ya da Hintlilerindir. Yerlilerin elinde varsa imkânı motosiklet alacak kadar bir gücü vardır. Biraz daha zenginse sağdan, soldan ve uluslararası örgütlere, teşkilatlara öncülük yapıyorsa, onlardan biraz istifade ederek araba almıştır. Dolayısıyla şehirlerdeki halkın seviyesiyle kırsal kesimlerdeki halkın seviyesi arasında büyük bir uçurum vardır.

2-063.jpg

Afrika 30 milyon kilometrekareden daha büyük bir kıtadır. Afrika'da her mevsimde ürün alınabilir. Her gün tarım ürünü alınabilecek bir kıtadır. Mevsimler peş peşedir. Bazı ülkelerde kış mevsimi hiç yaşanmamaktadır, iki mevsim vardır. O mevsimin hangi zamanında ekime başlarsanız, üç veya dört ay sonra ürününüzü alırsınız. Uganda, Zambiya ve Zimbabwe buna örnektir. Yani şu mevsimde bu ürünü ekersem çıkmaz diye bir şey yok. Çünkü yağmur mevsimleri kiminde dört ay, kiminde beş, kiminde altı ay sürer fakat yağmur olmasına rağmen iklim yaz gibidir. Yani sıcaklıklar otuz derecenin üzerindedir. Hangi tahılı veya ürünü ekseniz çıkar. Dolayısıyla Afrika, nehirleri yönünden de zengin bir kıtadır. En kurak diyebileceğimiz Mali ve Çad'da dahi yer altı suları zengindir. Örneğin Namibya'nın büyük bir kısmı çöldür fakat kuzeyinde nehirler ve göller görürsünüz. Yani bu ülkelerde istenirse tarım en güzel şekilde yapılabilir fakat fakirlik, yoksulluk, geri bırakılmışlık ve bu ülkelerin sürekli Batı'ya bağlı kalmaları ve yine sürekli Batı'nın sözlerine itaat edebilmeleri için hem ülke bazında fakir bırakılırlar hem de hükûmetlerine yapılan destekler sadece o hükûmetin onlara bekçilik ve askerlik yapmasına yetecek kadardır.

Yani halkın refahı ve huzuru için değil. Onun için doğru düzgün ne bir yol, ne bir su şebekesi ne de hastane görürsünüz. Fakat İngilizlerin olduğu yerde durum biraz daha farklıdır. İngilizler sanki biraz daha eğitim, öğretim ve hastanelere önem vermişler. Bunların kiliseleri daha canlı çalışmışlar. Hakeza Fransa da kiliselere ağırlıklı görev vermiştir. Bunlar hem okulları hem hastaneleri hem de dispanser denilen sağlık kuruluşlarını yönetirler. Dolayısıyla Hristiyan olduğunuz zaman buradaki hizmetlerden faydalanabiliyorsunuz. Eğer değilseniz bunların hiçbirinden sürekli faydalanamıyorsunuz. Bu da ancak uzun yıllar gerektiren bir çabayla aşılabilir.

Biz Müslümanların Afrika'daki açlık ve yoksulluğun boyutlarını kavramamız tam olarak yerine oturmuş değil. Çünkü eğer biz bunu gerçekten kavramış olsaydık ve bunun için ne yapılması gerektiğini düşünebilseydik, bu duruma akıllıca bir çözüm üretebilirdik.

Çözüm nedir?

Bütün Müslüman ülkelerdeki yardım teşkilatlarının bir üst teşkilatın şemsiyesi altında bir araya gelmesi, Afrika'daki çalışmaların Misyonerliğe, Kâdıyânîliğe karşı yapılanması. Ahmedîler ve Siyonistlerin çalışması, Irak Şîa’sı, Lübnan Şîa’sı ve Hizbullah'ın çalışması Afrika'da birçok ülkede çok etkindir. Zira İsrail, ABd ve ABN ve istihbarat teşkilatları İslam’ı parçalayıcı olan bu hareketlere mali ve siyasî destek vermekteler.

Örneğin Nijerya, Senegal, Burkina Faso, Güney Afrika, Uganda, Malawi ve Gana'da etkilerini görürsünüz. Tanzanya'da Madagaskar'da ve Zengibar'da da çalıştıklarını görürsünüz. Fakat bu, tamamen siyasi ve mezhepsel propagandaya dayalı çalışmalardır. Bire bir halkla, yoksullarla veya köylüyle onların kalkınması için ortak projeler ve istihdam üreten, bir program dâhilinde onların gelişmesini, ilerlemesini ve ekonomik olarak güçlenmelerini sağlayacak programlar çok zayıf ve nadirdir. Halk bilgisiz, yetiştirilmemiş ve eğitilmemiştir. Bu yüzden eğitim görmeleri gerekiyor.

1-091.jpg

Halkın tarımın önemini, üretmenin önemini, tohumun önemini ve fakirliğin boyutlarını görmesi gerekiyor. Bu halka fakirliğin boyutları, sömürgeciliğin getirdiği zararları, onlara neler kaybettirdiğini ve çalışmayıp iş birliğine gitmezlerse ve eğitime önem vermezlerse; geleceklerinin çok daha kötü olacağı anlatılması gerekiyor. Bu projeler, çalışmalar, yoksulluktan kurtulma ve fakirliğe karşı mücadele, onlara anlatılmadan ve onları buna inandırmadan tüm bu çalışmalar yetersiz ve amacına ulaşılamamış olarak kalır.

Biz bu çalışmaları önerirken aslında, İslamî daveti mazlum ve yoksul bırakılmış bu sağlam bedenli ve sağlam iradeli ve sabırlı Afrikalı halklarının ve özelde de Müslümanların maneviyatını güçlendirecek yapıcı adımlar atmak ve kendi kendine yetmenin ve üretmenin İslam’a ne kadar güç katacağını onlara öğretmektir. Yoksulluk Afrika’da emperyalizm’in ürettiği ve sürmesini istediği bir savaş. Bu zalim ve kahredici bir savaş.

Soru: Afrika bu söylenenler yapılırsa ve doğru politikalar izlenirse kendi kendine yetebilecek bir coğrafya mıdır?

Cevap: Size Uganda, Benin ve Kamerun'u örnek vereyim: Bu üç ülkenin tarımı; bırakın kendi kendine yetmeyi tüm Avrupa'yı doyurabilir. Kendi kendine yetmek Afrika toprakları için kullanılabilecek en son cümledir. Afrika, topraklarıyla arazisiyle, ürünleriyle güneşiyle ve Sudan'ı aşıp Kamerun ve Nijerya'ya kadar ulaşan nehirleriyle bütün dünyayı doyurabilir.

Örneğin, Kongo çok büyük bir nehir ve dünya kadar yeri suluyor. Hakeza Nil bütün kollarıyla, Viktorya Gölü, Tanganika Gölü, Malawi Gölü bütün bu göller nehirlerin havzalarında oluşmuşlardır ve o havzalarda çıkan nehirlerde gemiler seyreder. O büyük tonajlı gemileri dahi Malawi'deki Şiro Nehri'nden Mozambik'e kadar oradan da Malawi Gölü'ne kadar götürebilirsiniz. Yani Afrika'da hem ticaret, hem de iç deniz yollarının ve su kanallarının açılması ve bununla tarıma destek olunması muazzam bir imkân içeriyor.

Fakat Batılılar diyorlar ki, “biz Afrika'yı doyurursak ve Afrika kendi kendine yetmeye başlarsa biz biteriz” O nedenle burada izlenen sinsi bir Hristiyan politikası vardır. Nedir bu politika? İsa'ya inananlar, onu rab edinenler güçlü ve zengindirler. İsa sizin için kendini feda etti ve sizin için kendini çarmıha gerdirerek insanlık için kendini feda etti. Siz İsa'ya iman etmediğiniz için bu yoksulluğa, "yoksulluğun çarmıhında" sürünmeye hak kazanıyorsunuz. Yani alenen ilan etmeden siz bunu hak ediyorsunuz, demek istiyorlar.

Bu nedenle Afrika'da Hristiyan bir insanın aç kalmasıyla, sefil olması, perişan yaşaması bir Müslümanla aynı kaderi paylaşması çok doğaldır. Fakat ne zaman eğitim görmüş, Avrupa'da veya Amerika'da okumuş ve onların istediği bir eleman olarak gelmiş ve bunların bir vârisi, bir görevlisi ya da bir subayı gibi çalışırsa onların parası olur. Onlar zengin olurlar ve hastaneler onların olur, ticaret ithalat ve ihracat onların elinde olur. İşte bu zengin ve sömürgeci kesim o ülkelerin bütün hayratına ve servetine sahiptir. Dolayısıyla Afrika'nın kendi kendine yetmesi – bağışlayın- çok anlamsız bir cümledir. Aksine Afrika tüm dünyayı doyurur. Bütün dünyayı yedirip içirebilecek kapasiteye sahiptir.

Neden mi? (Afrika'da) bir ülkede yılda üç kez ekim yaparsınız. Bir yılda üç kez buğday ekmek ne demek? Ukrayna nedir ki, Malawi'nin yanında? Ukrayna nedir ki Uganda'nın yanında?Ukrayna nedir ki Benin'in ve Kamerun'un topraklarının yanında? Nesi var ki Çad'ın yanında? Hiçbir şeyleri yok. Yalnızca suları ve imkânları var.

Ama Afrika'da siz bir topraktan yılda üç kez ürün alabilirsiniz. Türkiye'de bunu yapamazsınız. Belki Ege'de iki ürün alırsınız fakat aynı türden iki ürün almanız kolaydır, sebze gibi. Ama siz orada iki defa bir buğday, bir arpa, bir mısır ekebilirsiniz. Şimdi bu durumda bu topraklar işlendiği zaman bir düşünün! Toprak, hiç boş durmadan çalışıldığı ve üretildiği zaman yılda üç ürün verecek. O zaman Kanada'nın ya da Amerika'nın büyük çiftlikleri ne satacak? Onun için sürekli sürdürülebilir ekonomi, sürdürülebilir tarım falan deyip duruyorlar. Neden? Bu sürdürülebilir tarım ancak kim tarafından yapılabilir? Güçlüler tarafından ve ancak onlar senin toprağını işleyip, üretip ürününü pazarlayıp satabilir. Sen ise orada sadece işçi olarak çalışabilirsin. Bundan başka yapabilecek hiçbir şeyin yoktur. Afrika böyle bir durumdadır.

Afrika'lı insanın öncelikle, zenginleşmesinin ya da kendi kendisine yetmesinin veya fakirlikten kurtulmasının yolunun ne olduğunu anlaması gereklidir. En temel ilke, bilinç ve durumunun farkında olma; yani geçmişi ve geleceği tartabilecek ya da kıyaslayabilecek bilinç ve şuura ulaşmasıdır. Bu şuur o insanlara verildiği zaman, o insanlar arasında kooperatifleşme, zirai yardımlaşma ve toprakları birleştirerek faydalı ve verimli bir tarım yapmak mümkün olur. Mesela ben Benin'de on beş ya da yirmi gencin ortaklaşa bir tarlayı çapaladıklarını gözlerimle gördüm. Aslında onlarla oturup bir röportaj yapmam lazımdı, fakat fırsatımız olmadı. Tek sıra hâlindelerdi ve hepsi ellerindeki büyük çapalarla toprağı çapalıyorlardı. Sonrasında o on beş kişi oradaki işi bitirince bu sefer başka tarlaya geçiyorlar ya işçi olarak çalışıyorlar ya da birbirlerine imece (yevmiyece) usulü yardım ediyorlardı. Dolayısıyla Afrika'da büyük ya da zengin ülkelerin yardımından önce; bizim Müslümanlara, fakir ve yoksul köylülere ulaşarak, onları en ekonomik olan yollardan tarımsal olarak desteklememiz, bu tarımsal desteği kendi aralarında, sürdürebilmeyi ve doğurganlığını (aldıkları hibeleri başkalarına vermeleri) onlara öğretmemiz ve ikna etmemiz lazım.

Bunu sağladığımız zaman, Afrika'daki Müslüman köylünün başının dikleşmeye, cesaretinin artmaya, moralinin yükselmeye başladığını ve çevreyi tanıma ve sömürgeye karşı bir direncinin oluştuğunu görürüz. Yoksulluk bu direnci öldürüyor. Çünkü yoksul Müslümanın şehre gidecek parası yoktur, yıllarca eşine ve çocuklarına elbise alamaz ve yalın ayak gezerler. Bu insanların doyduğunu, kurbanlarını kendilerinin kestiğini, çocuğunu okutabildiğini, ilaç alabildiğini göremezsiniz. Bu özgürlük, bu özgüven içerisinde başkasıyla ilişkilere girdiğini düşünün! Ticari olsun ya da kültürel olsun. Bu nedenle Müslümanların Afrika'daki davet ve yardım çalışmalarının birçoğu kalıcı değil geçicidir. Çünkü fakirliğe karşı Müslümanları uyaracak ve onların düşünce ve emeklerini birleştirerek onların Afrika’nın en değerli varlığı olduğunu onlara işlemek gerekiyor. Umuda ve desteğe ve tecrübeye muhtaçlar.

Siz bir fakir putperesti fakir bir Müslüman yapıyorsunuz. Yoksul Hristiyan’ı yoksul Müslüman yapıyorsunuz. Hasta olan Hristiyan ve putperesti Müslümanlaştırıyorsunuz ve yine hasta Müslüman, yoksul Müslüman, kimsesiz ve aç ve hayatın en temel ihtiyaçlarının en asgarisine bile muhtaç birer Müslüman okuyorlar.

Malawi'de Ömer diye bir hoca vardı yazardı. Bir gün, "Yahu üstadım biz insanların Müslüman olmasından korkuyoruz artık" dedi. "Hayrola neden?" Dedim.

Hoca, "Kardeşim biz fakiriz onlar fakir. İslâm'a giriyorlar, hanımlarına elbise alacak, başörtüsü alacak paramız yok. Hastalandıkları zaman onlara ilaç yetiştirecek paramız yok. Bu nedenle diyoruz ki Müslüman oluyorlar, fakat daha kötü bir duruma düşüyorlar" dedi. Onun için Afrika'ya bizim ülkemizden giden Müslümanlarla orada Müslümanlara öncülük eden kurumların oturup düşünmesi lazım.

Uganda'nın Busia şehrinde İslamî derneklerle bir toplantı düzenledik. Oradaki bütün İslâmî dernekler geldi onlara şöyle bir soru sordum: “Bugüne kadar buradaki Müslümanları temsil eden meclisler, konseyler, müderrisler, davetçi hocalar ve dernekler hiçbiriniz oturup da halkın yoksulluğunu nasıl gideririz ve fakirlikle, açlıkla nasıl mücadele edebiliriz, bunun önüne nasıl geçebiliriz veya hafifletebiliriz diye hiç düşünüp, herhangi bir proje ürettiniz mi?” Cevap, hayır.

Peki, o zaman neden sadece namaza davet?

Neden mescidlere davet? Neden daha çok Kur'an kursu açma? Neden daha çok yetimhane açma? Neden daha çok su kuyusu kazma? Türkiye'den muhtelif yapılar devasa camiler, devasa mescidler, büyük büyük medreseler inşa ediyorlar... Tamam mutlaka okulun önemi çok büyük; ama sahih bir bilgi, sahih bir dinî anlayış verilmek kaydıyla. Afrika'ya gidip orada en güzel okulu açabilirsiniz. Ama gider kendi taassubunuzu, kendi yanlışınızı ve kendi bağnazlığınızı oraya taşırsanız, siz orada o insanların saf ve temiz olan aklını, akidesini ve kalbini bulandırmış olursunuz.

Bir çok hususta geri kalmışız. Zekâda ve akletmede geri kalma... Ben bunu narsistlerin ya da Kemalistlerin bizim için kullandığı gerici tabiri anlamında ya da siyasi veya dinî anlamda kullanmıyorum. Gerçekten birçok şeyin gerisindeyiz ve farkında değiliz.

Afrika'daki bütün teşkilatlarımıza ve bunların yardım kuruluşlarımıza bakın, kiliselerin yardımlarına ve çalışmalarına bakın. Kiliseler çok organize ve disiplinlidir. Etiyopya'da 190'ın üzerinde kilise Hristiyanlaştırma propagandası yapıyor. Müslüman kadınlara başlarını açmadıkları sürece yardım yapmazlar. Şartları budur. İnsanlar aç, kıtlık oluyor, üç sene yağmur yağmıyor, milyonlarca hayvan ölüyor, köyler, kabileler ve aşiretler yerlerini değiştiriyorlar, iç göç sebebiyle kabileler arasında çatışmalar, savaşlar olmaya başladı. O da yetmedi iç savaş başladı. Çünkü adamlar gıda bulamıyorlar ve Hristiyanlar Müslüman kadınlara başlarınızı açarsanız, size yardım ederiz diyorlar. Bu dereceye varan bir tarzda Müslümanlara baskı uyguluyorlar.

Fakat biz fakirliğin ne kadar tehlikeli bir şey olduğunu ve insanları İslâm'dan uzaklaştırmada, nefret suçunu yaymada, kin duygularının gelişmesinde, haram mala el uzatmaya, ne kadar açık olduğunu, zinaya, hırsızlığa, katle, uyuşturucuya ve gaspa ne kadar kapı açtığını eğer bilseydik, Afrika'da daha farklı bir çalışma yapardık.

Hristiyanlar tek çatı altında çalışıyor. Dünyanın hangi kilisesi olursa olsun, diğer kiliselerle irtibatlı, organize ve programlı çalışma yapıyorlar yani piramit gibi aşağı dağılarak geliyorlar. Bizde böyle bir çalışma yok. Dernekler isim ve tabela konusunda çok hassaslar, herhalde hepimiz öyleyiz. Yani yapılara baktığım zaman ben bunu görüyorum.

Soru: İnsani yardım dernekleri Türkiye'den Afrika'ya kendi isimleriyle gidiyorlar. Peki, Afrika'da Hristiyanlar bu çalışmaları kiliselerin adı altında mı yapıyorlar?

Cevap: Kiliseler bazen doğrudan propagandanın içinde olurlar ve daha çok okullarda, hastanelerde ve kiliselerde faaliyet yürütürler. Halka inmede ise derneklerini kullanırlar. Yine bu dernekler kiliselerle doğrudan doğruya irtibatlıdırlar ya da istihbarat örgütleriyle birlikte çalışırlar. O nedenle Avrupalılar Afrika'yı işgal ettiklerinde, hemen kilisedeki papazları ve hahamları yanlarına getirdiler. Düşünebiliyor musunuz? Servetini sömürmeye geliyor, geri kalmış ve insanlıktan güya nasibini almamış bu halka uygarlığı, medeniyeti, teknolojiyi, bilimi getirmeyi iddia ediyor bu Avrupalılar.

Hemen yanında İsa'yı ilah edinen ve hakikatinde kapitalistlerin sevmediği Hristiyanlık. Çünkü duyguyu, merhameti, acımayı ve yardımseverliği öğütlüyor. Hz. İsa'nın öğretilerinin çoğu böyledir. Kapitalistlerse bunu asla istemezler ve onlar asla karşılıksız yardım yapmazlar. O nedenle Afrikalıların hepsi onların kölesi ve işçisi gibidir. Zamanında karın tokluğuna çalıştırmışlardır. Ellerindeki kazmaları, baltaları ve kürekleri dahi numaralandırıyorlar ve zimmetliyorlardı. Bunları akşam teslim etmeden hiç kimse çıkamaz, âdeta bir silah gibi. Akşam evlerine götürüp kendi bahçelerine bir şeyler ekmesinler ve onlara muhtaç olsunlar diye bunu yapıyorlarmış. Bu nedenle yani bizim kiliseler gibi, bir çalışmayı yürütmemizde teknik olarak bir sakınca yok. Yani okulunuz olur, yetimhaneniz olur, fakat o yetimhaneyi kim besleyecek? Okula giden çocukların gıdasını kim temin edecek? O çocukların elbisesini, kitabını kim alacak?

Kilise pazar günleri çıkar ve Uganda'da Müslümanların evlerini kapı kapı dolaşır ve "Bir ihtiyacınız var mı? Hastanız var mı? Borcunuz var mı? Gıda ihtiyacınız var mı?" diye sorar. Bakın kilise bunu yapıyor. Fakat bizlerin mesela, Etiyopya'da veya Zimbabwe'de on derneğin ortak bir ofisi yoktur. Çalışamayız, yürütemeyiz ya da böyle bir şey istemiyoruz. Yapamaz mıyız? Yaparız. Tek başına dünya kadar ülkeye yardım yapabilenler ve bunu Türkiye'de akledebilenler şunu da yapabilirler: Arkadaşlar ya biz Müslümanız ve bizim bu yardımlardan tek kastımız ve maksadımız, İslâm'ın ve Müslümanların aziz olması değil midir? Eğer biz İslâm'ın güçlenmesini, İslâm'ın anlaşılmasını ve yaşanmasını istiyorsak ki istiyoruz. Peki, o zaman İslâm'ı kim omuzlarında kim taşıyacak? Fakir, yoksul, hastasını tedavi ettiremeyen, çocuğuna ayakkabı alamayan, evinde hanımı hastalıktan tedavi göremeyen ve böbrek yetmezliğinden ölenler mi?

Afrika'da ortalama insan ömrü 48 ila 50 yaş arasındadır. Malawi'de, Benin'de Kongo'da öyle. Gana'da öyle. Sebep yetersiz beslenme. Yetersiz beslenme sebebiyle insanlar akli gerilik içerisindeler ve düşünemiyorlar. Çünkü bütün günü ya suyu düşünmekle ya da karnını doyuracak olan bir şeyi düşünmekle geçiyorlar.

Bize Habeşistan'da iki bine yakın öğrencisi olan bir medreseden talep geldi. Dediler ki, hocam bunlar yemek yiyemiyorlar. Ne yiyorlar? diye sorduk. "Arpa kavurgası yiyor, su içiyorlar ve Ramazan'ı bununla geçiriyorlar" diye cevap geldi. Demek ki fakirliğin boyutları çok derin. Arazileri çok mümbit, muazzam arazileri var ve toprakları çok güzel ancak bakıyorsunuz hepsi çayır ve çimen olmuş. Hayvancılık için de çok müsait.

Bizlerin gerçekten oturup akl-ı selim bir şekilde düşünüp Afrika'daki bu çalışmaları bir şemsiye altında yürütmeye, her ülke için ayrı veya benzer projeler üretip, o ülkedeki Müslümanların kalkınmasına katkıda bulunmamız lazım. Bu kalkınma katkısı ve bu destek bizim çok cüzi ve basit olan İslâmî davetlerimizle birlikte muazzam bir harekete ve muazzam bir bilince ulaşacak. Biz bunu gördük.

Mesela Afrika'da şunu söyleyen insan duyduk: "Biz 700 yıldır zekât vermiyorduk, daha yeni zekât vermeye başladık." (öşürü kastediyor). Mısır ektirmiş, kaldırdığı mısırdan öşür vermiş ve adam bunun sevinciyle bize haber gönderiyor.

Benin’de birisi benimle konuşmak istiyormuş. İsmini yanlış hatırlamıyorsam Muhammed Münîr'di. Türkiye'den evli olan bir kardeşimize demiş ki:

"Bu misafirimize bir şey anlatmak istiyorum, söyler misiniz?" Beni çağırdı ve bu arkadaş sana bir şey anlatmak istiyor dedi. Buyrun dedim. Şunları söyledi: "Biz bugünleri gördük, bize Türkiye'den karşılıksız gelip tohum dağıtan birilerini gördük. Ben bugünleri gördüm ama babam asla görmedi. Babam böyle bir gün görmeye erişemedi. Ben şimdi bunları ekip biçersem bundan babama bir hayır gider mi? Bundan babama bir fayda olur mu?"

Bunlar küçük fakat çok etkileyici örnekler. İnsanların duyguları üzerinden, ekonomik hayatı, yaşamları ve içinde bulundukları şartları anlıyoruz. O yüzden yardımlarımızın, desteklerimizin, birinci planda o insanların açlığını ve yoksulluğunu giderecek olan bir çizgide, bir anlayışa sahip olması lazım.

Örneğin bir milyon dolarlık bir tarım yürüttüğümüzü düşünelim. İyelim ki; on ülke seçtik ve her ülke için yüz bin dolarlık bir yatırım yapacağız dedik. Her ülke için sizin yüz bin dolarlık yatırım yapmanız ne demek biliyor musunuz? Her ülke için on bin kişi demek.

Mesela biz son çalışmamızda Kamerun'da 1117 aileye barbunya ve darı desteği sunduk. Dikkat edin darı yiyorlar yani kuş yemi! Her ülke için yüz bin dolarlık bir yatırım yaptığınızı kabul edin. O ülkede on bin kişiye geçim kaynağı sağlamış oluyorsunuz ve o on bin kişinin toprağını ekmesine yardımcı oluyor ve ona bu cesareti veriyorsunuz. Diyelim ki bu adam barbunya veya mısır ekecek. Yirmi kilogram barbunya alabilmesi için kaç yıl çalışması ve biriktirmesi gerekir bilir misiniz?

Gelirleri 90 ile 1.90 cent arasında yani 2 dolar bile değil. Bu iki rakam arasında geliri olan insanlar hangi aileyi geçindirecek ve nasıl tohum alacak? Alma imkânı hiç yok. Peki, alanlar nasıl alıyor? Ya iki ya da üç kilo alıyorlar. Gidip orada burada bir haftalarca çalışıyorlar ve iki, üç kilo tohum alıyorlar. O kadar ekebiliyor, onun ötesi yok. Ağaçlardaki meyvelerden ya da oradan buradan besleniyorlar. Soğan ekebilirlerse ekiyorlar, tatlı patates ekiyorlar ya da toprağın altında acur gibi yetişen bir ağaç türü vardır onu sebzesini (Kasawa) kurutarak un hâline getirip çorba ya da farklı yemeğini yapıyorlar. Geçim şartları çok zor ve çok düşük düzeyde.

Bu kişileri kalkındırmamız ve bu insanlara fakirliğin ne kadar zor olduğunu, çalışmanın ne kadar mübarek olduğunu hayırlı bir iş olduğunu, yardımlaşmanın Müslümanlara ve İslâm'a ne kadar katkısı ve desteği olduğunu anlatabilmemiz için bizim organize çalışmamız lazım. Kesinlikle bu organizasyon ve pilot bölge seçiminde Müslümanların bir araya gelip güç birliği, tecrübe birliği, hedef birliği ve gaye birliği yapmaları gerekir.

Soru: Siz uzun zamandır Afrika'da çeşitli faaliyetlerde bulunuyorsunuz. Bu faaliyetlerden kısaca bahseder misiniz? Ayrıca sizin faaliyetlerinizi Afrika'daki diğer faaliyetlerden ayrı kılan şey nedir?

Cevap: Biz Afrika'ya Allah'ın takdiri ile gittik. Hesapta yoktu ama hayalimizde vardı. İlk Afrika'ya gidişimiz, bir köyde (Malawi, Dedza Thiwi köyü) bir mescid, İsa ibn Meryem Mescidi inşası ile başladı. O köyden (Hasan Abada Usuman) bir genç Ankara'da okuyordu. Onu tanımamız vesilesiyle ülkesi ve köyü hakkında bilgi edindik. Köylerinde mescit ya da cami olup olmadığını sorduk. Kendisi öncesinde Katolik olduğunu ve daha sonra ailesiyle beraber Müslüman olduğunu söyledi. Gün geldi oraya gittik. Mescid yerini seçtik ve eski mescitlerinde yaklaşık kırk beş dakika konuşma yaptım. Müslümanların o hâllerini görünce çok duygulandım. Çünkü çok doğallar ve toprakları o kadar güzel ki, bakir yani el değmemiş bir hâlde. Her şeye rağmen bir şeyleri ekip biçiyorlar. Ancak meyve ağaçlarının kesimi cinayet denecek boyutta. Bu durumu İçişleri Bakanı Uladi Mussa ile paylaştım ve bunun önüne geçilmesini istedim fakat o da bununla çok ciddi ilgilenmedi.

Sonrasında mescidimizi inşa etmeye karar verdik ve adını "İsa b. Meryem Mescidi" koyduk. Açılışa gittik. Hristiyanlar geldi. Yüz elli tane Hristiyan kadın mescidin açılışına geldi. Milletvekilleri, oradaki Diyanet İşleri Başkanlığı konumunda olan dernek yöneticileri, köylerden gençler, büyük bir kalabalıkla birlikte mescid açıldı. Mescid açılışı nedeniyle birkaç yere ziyaretimiz oldu. Ardından birçok ziyaretler gerçekleşti. Bir gün kadınlar, "Biz kadınlar derneği olarak domates ekmek istiyoruz, bize destek olun." dediler. Zaten orada en çok kadınlar çalışır. Afrika'da kadınlar erkeklerden daha önde, daha dirayetli, daha sabırlılar ve meşakkatlere göğüs gerebiliyorlar. Bence Afrika'da, ailenin bütün acılarını onlar çekiyor. Onlara o günün şartlarında yüz bin Kwacha destek verdim. Sonra köylere baktım insanlar bir şeyler ekiyorlar ve elleriyle çapalıyorlar, tarla açmak için meyve ağaçlarını kesiyorlar. İnsanların üstlerine, başlarına bakıyorum çok fakirler.

Hristiyan kadınlar açılışta oradaki tanıdığımız gençle haber gönderdiler. Ona demişler ki: "Ne olur bu insana söyleyin biz de Müslüman kadınlar gibi giyinmek istiyoruz." Yüz elli tane başörtüsü istiyorlardı. Tabii bizim mescidin açılışında Hz. İsa'ya ve Hz. Meryem'e dair anlattığımız çok farklı kıssalar onları çok etkilemişti. Hatta bizden sonra köyden bir genç Müslüman oldu.

Dedim ki, biz o kadar fakirliğin karşısında ne diye milyonlarca kurban kesiyoruz ve iki öğün karın doyurmaktan başka bir faydası olmayan çalışmalara ve paket gıda dağıtımına ağırlık veriyoruz? Bu insanlara biz tarım desteği sunsak kazanacaklar. Mesela on dönümde bir buçuk ton fasulye ya da barbunya kaldıracaklar. Bir buçuk ton fasulye ya da barbunya üç bin dolardır. O kişinin 365 günde elde edemediği paranın kaç katı!

Çalışkanlar, el işçilikleri var, bedensel güçleri var çünkü hep yürüyorlar, çok sağlıklılar. Afrikalılar zayıf ve cılızlar ama bizden çok daha sağlıklılar. Bizden sağlamlar. Açlığa, susuzluğa ve sıcağa daha fazla dayanıklılar.

Dedim ki, ben "Bismillah" diyeceğim ve bir tarım destek projesi düşüneceğim. Daha sonra 2012 yılında kararlaştırdık ve dedik ki, bunun adı ne olacak? İsa b. Meryem Mescidi'nden ilham alarak dedim ki, Afrikalılar hep dilendiriliyor, çünkü bazı hadiseler gördüm ve ben onları kaydetmiştim. İnternette de yayınlanmıştı. Daha sonra oturdum ağladım. Dedza'da Âdem Hoca diye bir müderrisimiz var. Muazzam ders anlatır. On dört yıl Arapça ilimleri (Şâfiî ve Mâlikî fıkhını) okumuş. Ona dedim ki, Âdem Hocam bak bu zekâtı verirken, kadınların eline koyma, sen elini tut onlar alsın. Tabii orada da alışılmış bir gelenek var. Birisine bir yardım verdiğiniz zaman, bileğini tutar ve elini uzatır. Fakat yaşlı bir teyze yardımı almak için kalktı ve ben dedim ki elinde tut, teyze kendisi alsın parayı. Kadın avuçlarını açarak ve boynunu bükerek ellerini uzattı. Ben orada çok duygulandım, etkilendim ve yolda ağlamaya başladım.

Düşünün bu insanlar o kadar fakirler ki, görseniz acaba bu kadın otursa bacakları kırılır mı diye korkarsınız. Çünkü ömürleri boyunca sizin yediğiniz gıdanın ancak yüzde birine ulaşabilirler. Oradan böyle bir fikir oluştu bende. Düşündüm ki Afrikalılar hep dileniyor. Müslümanlar gelip verirken dileniyorlar, Kilise verirken dileniyorlar. Yılda bir kurban geliyor ve iki kilo et alabilmek için beş ya da on kilometreden, kurban kesilecek yere yürüyor ve gelip sıraya giriyorlar.

Bu böyle olmaz dedim. Bu insanlara ektiklerinde ailelerini geçindirebilecek ve ihtiyaçlarını giderebilecek olan bir destek sunmak lazım. "Dilenen Değil Üreten Afrikalı Tarım Destek Projesi" diye projeye isim verdim.

Bu proje böyle doğdu. Sonra orada arkadaşlarla organize olmaya başladık. On köye yardım edeceğiz dedim. Sonra on köyden beş bin kişiye çıktık. Beş bin kişiden dokuz bölgeye çıktık. Malawi'nin kuzeyinden güneyine kadar hem tarım projesini planlayıp hem tohum dağıtımını kamyonlarla ve tırlarla getiriyor, hem de Kur'ân-ı Kerîm dağıtıyoruz. Bir çırpıda beş bin Kur'an götürüp dağıtıyoruz. Medreselerde insanlara tarım projesinin önemini anlatıyoruz. Sonra medreselere ve camilere yönelip Kur'ân-ı Kerîm'in Arapça, Fransızca ve İngilizcesini dağıtıyoruz. Her tarım desteği merasiminde İslam’ı anlatıyor, onları -özellikle gençleri- ahlâklı olmaya ve birbirlerini sevip birbirlerine yardım etmelerini anlatıyordum.

Bu şekilde 25. programımızı bu yıl bitirdik. Bu programların 7 tanesini Malawi'nin dışında 18 tanesini de Malawi'de yaptık. Çünkü Malavi'yi benim üzerimde bir hakkı var gibi gördüm. Allah, Afrika’da İslâm’a daveti ve Müslümanlara katkı sunma kapısını bana Malawi ile açtı. Sonra dedim ki; bu hakkı buradan eda etmeye başlayalım. Güzel organize oluyorlardı. Tohumlarımız alınıyor, paketleniyordu. Köylerde faydalanacak olan yoksul Müslümanların isimleri geliyor ve onlarla ilgili, onları tanıyan hocalar, davetçiler ve dernekler bizimle beraber bu çalışmalara katılıyorlardı.

Bu çalışmalar duyulmaya başlayınca teklifler geldi. Mozambik'te program yaptık ve bölge valisi bizzat katıldı ve programı yürüttü. Tanzanya'da ve Togo'da da programlar yaptık. Afrika'da yaptığımız çalışmalar içerisinde özellikle kadın cemiyet ve derneklerine ağırlık verdik. Malavi'deki kadın derneklerine 117 tane dikiş makinesi aldık. Çünkü oradaki kadın dernekleri fabrika gibi çalışıyorlar ve üretiyorlar. Çocuklarına, okullarına ve derneklerine faydaları oluyor. Bu tarım çalışmalarını yaparken ben özellikle Malavi'de ve Uganda'da çok farklı şeyler konuştum. Fakat aynı konuşmaları biz diğer ülkelerde yapamadık çünkü bu ülkeler davete daha açık. Afrika'nın en önemli davetçileri, özellikle Güney Afrika'nın batı ve doğusundaki bütün davetçileri Malawi'dendir. Bunlar fakir ve yoksul ülke olmasına rağmen her tarafa İslâm daveti için çıkarlar.

Bugüne kadar ektirdiğimiz arazı miktarı 30.000 hektar’ın (300.000 dönüm) üzerinde.

Bu projelerin anlaşılması ve uygulanabilmesi için, projenin neden gerekli olduğunu kavramamız, neler kazandıracağını ve Müslümanları nasıl bir seviyeye taşıyacağını bilmemiz lazım. İnanıyorum ki eğer biz buna inanırsak, kurban projesinin Müslümanlara kazandırmadığının binlerce katını bu proje kazandırabilir.

Biz Afrika'da yaklaşık bir kurban döneminde, bir milyar dolarlık kurban kesiyoruz. Bu rakam abartılı olabilir ama size ikinci bir rakamdan söz edeyim. Türkiye'nin devlet de dâhil yardım kuruluşlarının, dış yardım ve destekleri 42 milyar dolar civarındadır. Bu nedenle örneğin bir koyun parasıyla (45 dolar civarında) Afrikalı bir Müslüman ürün kaldırabilirse 35-40 koyun arası kazanç sağlamış oluyor. Bu Müslümanın ekonomik olarak nasıl bir konuma geldiğini düşünün. Bunun, yoksulluğun giderilmesinde, hırsızlığın giderilmesinde, yalan söyleme ve ahlaki bozukluğun giderilmesinde, çocukların ve kadınların giyim ve kuşamlarını İslâm'a göre düzeltmelerine ne kadar yararı olabileceğini hesap edin. Fakat siz iki kg et verir, çıkar gelirsiniz. O iki kg etten sonra fakir olarak karşıladığınız Müslüman, yoksul gördüğünüz Müslüman, sizden sonra da fakir ve yoksuldur. Bir sonraki kurbanda gittiğinizde ise daha yoksuldur. Hiç kimse ona bir şey katmamıştır.

Kurbanların bize sevap kazandırdığını elbette biliyor ve buna iman ediyorum. Artık bunu bazı kuruluşlar ticari amaçla da yapıyorlar. Hatta Afrika'da kurban organizasyonu yapan firmalar ve dernekler var. Bunların bir kısmı Avrupa'dandır. Açıkça söyleyeyim, 1200 inekten 200-300 dolar kazanç sağlayan kimseler var. Ben bunları kulaklarımla duydum. Afrika'da bu son çalışmalarda karşılaştığım birisine, ne kadar hisse getirdin? Diye sordum fakat benden gizledi. Sonrasında yanında gelen bir başkasıyla konuşurken, 10 bin 500 hisse getirdiğini söylediğini duydum. 10 bin 500 hisse, ortalama şartlarda, 2 milyon dolar civarı ediyor. Bu paranın iki yüz elli bin doları, o derneğin ve teşkilatındır. Siz o kadar organizasyon yapacaksınız, 1300-1400 hayvan keseceksiniz, bu kadar yorgunluk çekeceksiniz ve bunun maliyeti olmayacak, mümkün değil. Sadece o hayvanların kesilmesi için tuttuğunuz kasaplara dünyanın parası gidecek. Ama bu 2 milyon dolar iki günde sıfıra indirgenmiş olacak..

Bu 2 milyon dolarla Müslümanlara tarım desteği sunduğumuzu, orada yetiştirilmiş insanlara traktör alıp, tarım yaptırdığımızı bir düşünün! Bunlar kontrollü, sözleşmeli ve anlaşmalı olan resmî kanallardan yapılacak ki, Afrika'da bir dernek aldığınız traktörü zimmetine geçirmesin, yaptığınız yardımları cebine indirmesin ve bunlar bir derneğin bir yönetimin, bir şuranın ve hatta hükûmetin kontrolü altında olsun. Bunu yapmak zorundayız çünkü kerhen de olsa bu yöntem kullanılmalıdır. Eğer bu yönteme başvurulmazsa Afrika kurnazlığının karşılığında yeniliriz ve yardımlarınız heba olur. Çünkü Afrika'da davetçiler, dernekler ve Müslümanların önüne düşmüş olan birçok insan artık bu yardımları ticari amaçla kullanıyor. Onlar bir ticaret ve kazanç kapısı edinmişler. Onların birçoklarının kapısında üç tane aracının, bir tane kamyonunun, iki tane nakliye aracının olduğunu ve villalarının olduğunu görürsünüz. Çalışma yaptığınız insanların birçoğu sizleri evlerine bir çay veya su içirmeye bilinçli bir şekilde götürmezler, çünkü evlerinin halini görürseniz, o parayı nereden kazandıklarını göreceksiniz. Çoğu bundan kaçınır.

Soru: Kilise’nin Afrika kıtasındaki misyonerlik faaliyetlerinden söz eder misiniz?

Cevap: Afrika'nın yüzde 65'i Müslüman olmasına rağmen, Kiliselerin faaliyetleri çok güçlüdür. Afrika yüzde 65 oranında Müslümandır fakat Afrika ülkelerini işgal eden ve sömüren ülkeler ihtiyaç olsun veya olmasın kiliselerin faaliyetlerini serbest kılıp desteklerler. Diplomatik olarak yanlarında dururlar, onların getirdikleri ve götürdükleri bütün gıdalarda, yardım malzemelerinde veya teknik aletlerde bunların hepsinde o ülkelerin destek olduklarını ve gümrükten muaf olduklarını bir düşünün. Okullar ve hastaneler kiliselerindir. Bazı köylerde sağlık ocakları görürsünüz, hepsinin üzerinde haç vardır. Küçücük bir oda açmışlardır ya da bir daire kadar bir yer açmışlardır. Haftanın belli günleri doktorlar gelir. İlaçla beraber gelmişlerdir ve araçları vardır ya da Birleşmiş Milletler'in veya UNICEF'in güvencesi altında gelirler. Sıkıntısı ve derdi olan gelir ve onları muayene ederler.

Afrika’da misyonerlik çok güçlü bir maddî ve siyasî destek eşliğinde insanları Hıristiyanlaştırıyorlar. Afrikalı öğrencilere hiçbir zaman sömürgecilik tarihi anlatılmaz. Afrika’dan götürdükleri köleleri Müslüman zenginlerin esir alıp Avrupalı sömürgecilere sattıklarını öğretirler. Dolayısıyla Misyonerlik demek İslam’la sinsi bir savaş demektir.

Benim Afrika'da Müslüman teşkilatlar arasında en faydalı gördüğüm, Kuveytli Dr. Abdurrahman Sumeyt'in vakfıdır. Vakf’ın adı "Doğrudan Yardım"dır. Benim kanaatime ve şahit olduklarıma göre Afrika'da hem tarımda hem eğitimde ve on binlerce öğretmenin maaşını vermede hem de hastaneler, barajlar inşa etmede, dünyada parmakla gösterilebilecek olan yegâne yardım kuruluşudur. Yüzlerce mescid inşa etmişlerdir. Mescitleri en temiz, en nadide bir şekilde itina ile kullanılır. Her mescidin koruyucusu ve hizmetçisi vardır. Kız okulları ve erkek okulları olmak üzere onlarca okulları vardır ve bu okullarda hem modern eğitim verilir hem de İslâmî eğitim ve öğretim verilir.

Bu çocuklar mezun olduklarında ortalama bir derecede Arapça’yı ve iyi düzeyde İngilizce’yi öğrenmiş olurlar. Sonrasında bu insanlar çeşitli İslâm ülkelerine gelip eğitim ve öğretim görüyorlar ve ülkelerine ilmî seviyeleri yükselmiş olarak dönüyorlar ve haris olanlar, ihlaslı olanlar; gerçekten Müslümanlara büyük fayda sağlıyorlar. Ben bunları Malawi’de, Habeşistan’da, Uganda’da, Gana’da, Kamerun’da ve Benin’de gördüm. Bunları gözlerimizle gördük. Dolayısıyla Afrika'ya yerleşerek, yerinde üreterek, yerinde yetiştirerek ve yerinde eğitim vererek Müslümanların gelişmesine katkıda bulunmamız lazım. Dökme suyla değirmen dönmüyor artık.

Afrika bizim. Kiliseler çok güçlü olmasına rağmen bizim kadar samimi değillerdir. Halkın Müslümanlara sevgisi ve rağbeti var. Hristiyanlar olsun Müslümanlar olsun, bizi daha samimi görüyorlar ve daha içten görüyorlar, yani bizi yüzümüzden tanıyorlar ve bize inanıyorlar. Ama Sahih bir İslâm'ı, doğru bir akideyi temsil ederek, şahıslara ve insanlara çağırmadan, herhangi bir örgüte, tarikata veya kimseye davet etmeden sadece Allah'ın rızası için gidin. Siz bunu öğretin gerisine karışmayın. Çünkü insanlar zekiler ve anlıyorlar. Afrikalılar zekiler fakat yoksul oldukları ve eğitimden mahrum bırakıldıkları için, kendi topraklarında aç bırakıldıkları için ezik, utangaç, çekingenler ve onların önlerini açacak birilerini arıyorlar.

Biz Müslümanlar hayırlı insanlarız, olmalıyız da! Bu nedenle bizim tarımdan başlayarak Mescid’e kadar olacak olan bütün çalışmalarımızı gerçekten artık ferdî çalışmayı, zayıf emeklerimizi heba edip arkamızda sağlam bir yatırım bırakmadan geri gelmeyi bırakarak çalışmamız gerekir.

Müslümanların özellikle Afrika'daki çalışmaları koordine ederek, bir araya gelerek, beş dernek veya on dernekle beraber ortak projeler üreterek, iki, üç veya beş ülkede ortak proje üreterek buralarda ofisler açmaları gerekir. Çalışma yaptığımız devletlerden izin alıp "Tarım yaptıracağız, okul açtıracağız, sizlere kuyu açacağız, ihtiyaç sahiplerine Müslüman ya da Hristiyan ayrımı yapmadan destek olacağız, amacımız budur." deyip en azından resmî kanallar kullanarak oralarda yerleşmemiz, ofis açmamız ve Müslümanlara doğrudan destek sunmamız gerekir.

Afrika’da faaaliyet yürütmek isteyenlerin; Afrika tarihini, Afrika'da İslâm tarihini, sömürgecilik tarihini öğrenmeleri, kabilelerin gelenek ve göreneklerini, Afrika insanının hassasiyetini, zayıf ve güçlü noktalarını bilerek, öğreterek bir akademi eğitimi sonucu bu insanları yetiştirilerek Müslüman cemaatlerden bu insanlara yetişmiş bilgili ve sadık ve ahlâklı insan gönderip onları eğitmek ve böyle bir çalışmayla Afrika'ya açılmak. Biz bu çalışmaları yapmadığımız sürece başarılı olamayız. Hristiyanlar maddi yönden çok güçlüler. Fakat seçim yaparak yardım yapıyorlar. Bütün çalışmaları Hristiyanlaştırmaya yönelik ve yaptıkları yardımları Hristiyanlığa davet için kullanıyorlar.

Onlar bu güce ve imkâna sahipler. Mesela siz Etiyopya'da eğer yardım kuruluşuysanız ve tarımla ilgileniyorsanız, Kur'an dağıtamazsınız, kitap dağıtamazsınız, klinik açamazsınız. Hangi kulvarda çalışıyorsanız, hangi alanı seçmişseniz o alanda faaliyet göstermenize izin veriyorlar. Bunun dışında başka alanlara müdahale etmenize izin vermiyorlar. İşte böyle katı ülkeler de var. Ne olur o zaman? Üç dernek bir faaliyeti, dört dernek bir faaliyeti yürütür veya hepimiz bir araya gelip bir başka faaliyeti yürütürüz.

Mesela eğer biz Etiyopya'da Müslümanlara tarımsal destek sunar, onlara tarım yapmayı öğretirsek, devlet bize bedava toprak veriyor. Dışarıya ihraç ediyorsan 5 yıl vergi yok, ülke içinde ticaret yapıyorsan 3 yıl vergi yok. Topraklar bedava, devlet sana karşılıksız ve kiralamadan toprak veriyor. Sen de orada tarım yapıyorsun. Ülkenin kalkınmasına katkıda bulunuyorsun. Zaten orada İslâm daveti için, Allah'ın dininin güçlenmesi için, Müslümanların, kiliselerin tuzaklarına ve ağına düşmemesi için bu çalışmaları yapıyoruz.

mea2.jpg

Bizim çalışmalarımızın amacı, insanlar bir ya da iki ton fasulye kaldırsınlar, karınları doysun değil! Çalışmalarımızın yüzde doksanında biz konferans veririz. Tevhid'den, namazdan söz ederiz. Sömürgecilikten söz ederiz. Tohumun onlar için ne kadar önemli olduğunu, bir tohumun bir asker, bir ordu, bir gelecek olduğunu ve bir kurtuluş olduğunu anlatırız. Biz buradan ayrılmadan, sizin tohumlarınız yeşermeden, kalbinizde kardeşlik tohumunun yeşermesidir amacımız deriz. Bizim derdimiz, gayemiz budur dediğimiz zaman, insanlar gerçekten çok mutlu oluyorlar ve o kadınlar o tohumları bırakın kucaklamayı, başlarında taşıyorlar ve beş kilometre ötedeki bir köye götürüyorlar.

Bunun için çalışmalar hem o insanların bilinçlendirilmesini içermeli hem de biz başkasına bu kadar milyarlarca doları götürüp, bu yardımı, desteği ve merhamet duygusunu onlara taşıyabiliyor isek kendi aramızda da bu yardımlaşma, kardeşlik ve merhamet duygusunu, "وَتَعَاوَنُوا عَلَى الْبِرِّ وَالتَّقْوَىٰ'' (iyilik ve takva hususunda yardımlaşın Maide:2) ayetini bizim önce kendi aramızda yaşamamız gerekir. Eğer biz bu ayetlere gerçekten iman ediyorsak, amacımız Müslümanları sadece Afrika'da değil dünyanın neresinde olursa olsun, çalışmalarda hepimizi bir arada görmek.

Ama biz siyasi parçalanmışlık ve hizipçilik yüzünden veya falan teşkilat ve yapı taassubu yüzünden Afrika'da bu çalışmaları yapamıyoruz. Üstelik bazen insanlar birbirlerini kıskanıyorlar. Mesela bana Benin'de bir gün birisi bir soru sordu. Onlar kurban kesmeye gelmişler, biz de tarım yardımına gelmişiz ve her aileye on kg soya fasulyesi dağıtacağız deyince; Dedi ki: "Böyle bir çalışma yapmak nereden icap etti?"

Sübhânallah! Soru çok ilginç. Ama ben ona "Neden kurban kesiyorsunuz?" diye sormadım. Ben o insanlara, her aileye iki bin dolar bırakıp dönüyorum. Bin aileyi iki bin dolardan hesaplasak, iki milyon dolar eder. Siz iki milyon doları getirip, iki günde sıfırlayıp gittiniz. Hangi inanç, hangi akide ve hangi fıkıh iki milyon dolarla insanları bir yıl daha aç bırakmayı kendine görev bilir? Sen o insanlara iki milyon dolarla kaç milyon dolarlık açlık bırakıyorsun?

Onun için diyorum ki:

Müslümanlar gelin bir düşünelim. İslâm'da mâlî ibadetler birbirine intikal edebilir. Mesela ben birisine sadaka vereceğim zaman, o sadakamı "infak edeyim" diyerek, infaka dönüştürebilirim. Hem sadaka hem de infak olması için niyetlenebilirim. Bu namaz gibi, erkanı belli olan bir ibadet değil ki bir rekâtı eksilince namaz bozulsun. Bu mâlî bir ibadet ve Türkiye'de zekâtın Müslümanlar için mâlî bir kalkınma projesine aktarılmasını Müslümanlar henüz düşünemiyorlar. Araplarda bu çalışma başlamıştır ve bunun hakkında fıkıhta yeni bir konu oluşturmuşlardır: "Zekât malının, Müslümanların zenginleştirilmesi ve kalkınmasında kullanılması"

Örneğin birisine kırk dolar ya da on dolar verip de üç gün doyurduktan sonra, adamı yine açlığa terk edip gitmektense, onun otuz ya da kırk dolarını zekât sahibi olan Müslümanlarla bir araya getirerek veya onların adına bir işletme ya da bir tarım projesine aktarmak veya onların emeğini orada değerlendirip geliştirmek, büyütmek. Biz bunu hiç düşünmüyoruz. Senin verdiğin zekât, sadaka onu kurtarmıyor. Eskiden Medine-i Münevvere'de fakirlerimiz azdı. Vardı fakat Müslümanlar zekâtlarını verdiklerinden, sadakalarını verip, kurbanlarını kestiklerinden onların ihtiyaçları gideriliyordu. Hurma yiyorlardı, keçi sütü ya da deve sütü içiyorlardı. Müslümanlar arasında tekafül vardı.

Ama bugün Müslümanlar arasında bu tekafül yok oldu. Özellikle Afrika, Bangladeş, Afganistan veya Pakistan gibi ülkelerde biz bu açlığın aşırı sınırlarda olduğunu görüyoruz. 90 cent ne demek. Bununla hangi sağlık giderini karşılayabilirsin. 90 cent geliri 30'la çarpın, sonuç 27 dolar yapar. Peki aylık 27 dolar kazanan 4-5 kişilik bir aileyi bu parayla nasıl geçindirebilirsiniz? Yeme, içme, giyinme ve sağlık gibi ihtiyaçları nasıl karşılayabilirsiniz? Birçok şeyi halk yiyip içmiyor zaten. Çayın ne olduğunu bilmezler. Evlerine gittiğinizde varsa size nane çayı yapıp onu ikram ederler. Bu onlar için zenginliktir.

Kamerun'un bir köyünde bize yemek getirdiler. Darı lapası yapmışlar, yanına ısırgan çorbası ve bir de acı sos tarzında bir şey getirmişlerdi. Benimle gelen rehber hocamız, orada yemek yemedi. Ama ben onlar gibi oturup ellerimle yemeklerden yedim. Adamlar inanamadılar. "Bugüne kadar sizden başka bizimle oturup yemek yiyen bir tek yabancı görmedik. Suyumuz hastalıklıdır diye korkup içmiyorlar." dediler.

Ben sularını, çaylarını içtim ve onlarla beraber elimle yemek yedim. Onun için biz oraya "Türkler geliyor yardım ediyor, Türkler cömertler, hayır hasenatı çok olan bir ülke, Müslümanlara yardım ediyorlar." (denilmesi) amacıyla gittiğimiz zaman, tabela ya da şöhret için veya unvan için mücadele etmiş oluruz. Ama oraya Müslümanları bilinçlendirmek için gittiğiniz zaman, çalışkanlığınızı ve dürüstlüğünüzü göstererek, yaptığınız harcamalarda Müslümanların hakkını gözeterek, en ucuz otel ve pansiyonlarda kalarak, en az harcamayı yaparak ve Müslümanların emanetlerine riayet ederek davrandığınız zaman, şu sözleri kulaklarınızla duyarsınız: "Emin olun, biz sizden çok şey öğrendik." Hâlbuki ben bir şey öğretmedim ki. Olması gereken ve hatta o Müslüman’ın da bildiği şeyleri yapıyorum.

Etiyopya'da öyle davet çalışmaları ve toplantıları oluyordu ki, binleri geçiyordu. Telefonda, "Hocam bunlar hep senin bereketinle." diyorlardı. Estağfirullah, dedim. Ben bir şey yapmadım ki. Sizinle yedim, içtim, gittiğiniz yerlere gittim, yattığınız yerlerde yattım, sizinle aynı yollara çıktım, ben de sizin gibiydim. Çok etkilendiler.

O sebeple oraya giden kardeşlerin bilgili olması, dürüst olması, gittikleri ülkeyi tanımaları ve onların hayat şartlarına saygı göstermeleri, yemeklerine saygı göstermeleri, hürmet etmeleri, küçük görmemeleri ve tahkir etmemeleri, bizim çalışmalarımızın daha fevkinde bir fayda sağlar. Çünkü artık sizin bu işin ehli olduğunuzu, bu işe kalbinizi, aklınızı ve bedeninizi verdiğinizi ortaya koyar ve o insanları yetiştirirsiniz. Vallahi dağ bayır demiyor dolaşıyorlar. Vahşi hayvanların onları parçalaması korkusuna rağmen sırtlarında Kur'anları çuvallarla taşıyorlar (Habeşistan dağları ve Somali sınırları) Yüzlerce öğrenci gelip kamyondan bunları alıyorlar sanki eski kaçakçılar gibi dağlardan medreselere ve köylere Kur’an, Kamyonlarla gıda ulaştırıyorlar.

Dolayısıyla bizim bu çalışmadan gayemiz bir örenlik teşkil edebilmesi gayesidir. Müslümanlar bundan bir şeyler öğrenebilirler mi? Acaba biz Müslümanlara bir şeyler anlatabilir miyiz?

Tarım destek projemize, "Dilenen Afrikalı Değil Üreten Afrikalı'' deme sebebimiz, onlara üretmeyi, kardeş olmayı ve ürettikleri ürünün öşrünü ya da aldıkları hibeyi aynen kendileri sayısınca diğer Müslümanlara vermeyi öğrettik. Biz mesela Malawi'de beş bin kişiye yardım desteği verdik. O zaman tohumlar ucuzdu ve dolar düşüktü. İnsanlar çok faydalandılar. Bizlere video gönderdiler. Aldıkları hibeyi aynen başkalarına dağıtıyorlardı. Asıl önemli olan bu, çünkü Afrikalı Müslümanların hepsi aç olduğu için yanındaki yiyecekten size ikram etmeyi bilmezler. Hepsi yoksul ve muhtaç. Bu durumda kendi yediğini sana nasıl versin? Verirse kendisi ya da çocuğu aç kalacak. O yüzden zaruretin şiddetinden dolayı birbirlerini kınamazlar. Ama biz onlara yemeği, ikram etmeyi, yola çıkarken yanına su almayı, gittiğimiz yerdeki insanlara hediye götürmeyi öğrettik.

Uganda'da biz bir halk lokantasında balık yerken, dışarıda kızlı erkekli bazı çocuklar bize bakıyordu. Şu çocukları çağırın gelsinler dedim. Çocuklar geldi, oturttuk onları. Ben de tabağımı alıp onların masasına oturdum. Yemekleri geldi. Çocuklar yemeklere nasıl bakıyorlardı görmeyin... Bu kadar büyük tabaklarda bu kadar yemek, hepsi şaşırdı çünkü ömürlerince görmemişler. Baktım çocuklar azıcık yedikten sonra devam edemediler. Arkadaşlara bunları paket yapın, ailelerine götürsünler dedim. Lokantacılar şaşırdı çünkü orada öyle bir şey yok.

Onun için projemizin asıl amacı, Müslümanları bilinçlendirmek için Allah'a davette o insanları arkamızda tok bırakarak gelmek. İki gün doyurmak değil, 365 gün ihtiyaçlarını gidermek ve o Müslümanın başka birisine yardım etmesini sağlayacak amacı, bir hedefi gözetiyoruz.

İnşallah Rabbim niyetimizi kabul buyurur ve dilerim çalışmalarımızı bu amaca matuf olarak bereketlendirir.

Türkiye'deki kardeşlerimiz için de hakikaten çok arzu ediyorum. Ben bu işi belli bir yere kadar getirdim, yoruldum, çok çaba sarf ettim. Saldırılara uğradık, ölüm tehlikesi geçirdik yani birçok yerde hayatımız söz konusu oldu. Ama buna rağmen emin olun yılmadım, çalıştım.

Allah azze ve celle cesaret verdi. Bizi tanıyan ve güvenen Müslümanlar katkı sağladılar. Yani bu gönüllü bir çalışmaydı bir dernek çalışması değildi. Amaç oradaki Müslümanların hem kalplerine hem akıllarına sahih bir akidenin ulaşması ve hem de midelerine helal girmesi amacıyla biz bunları yaptık. Kardeşlerimizin de inşallah bu projeyi anlamaları, üzerinde düşünmeleri için. Ve Türkiye'de bizim bunu binlerce kez fevkinde yapacak arkadaşlarımız, dostlarımız var.

Onlara çağrım, dünyadaki diğer ülkeler de dâhil olmakla beraber, özellikle Afrika için bir özgür ve serbest bir akademi kurulmasıdır. Bu akademide İslâm fıkhı, İslâm ahlakı, davetçinin ahlakı, sömürgecilik tarihi, Afrika'da İslâm’ın tarihi ve Afrika'daki fetih tarihi derslerinin verilmesidir.

Kaynak: Mepa News

tg.gif

Etiketler :
HABERE YORUM KAT
UYARI: Yorumların her türlü cezai ve hukuki sorumluluğu yazan kişiye aittir. Mepa News, yapılan yorumlardan sorumlu değildir. Her bir yorum 600 karakterle (boşluklu) sınırlıdır.
4 Yorum