Mısır: Başarısız olan devrim değil, devlet
Başarısız olan Mısır devrimi değil, Mısır devleti.
Çalkantılı bir on yıllık devrim ve karşı devrimden sonra, Mısır 360 derece köklü ve acımasız askeri diktatörlüğe geri dönmüş görünüyor.
Bu dengesiz çatışmada Mısır vatandaşları hukukun üstündekilerle savaştı ve nihayetinde hukukun üstündekiler kazandı. Bu rüyayı takip edenler, onun bir gözdağı, zulüm, hapishane, dışlanma ve hatta sürgün kabusuna dönüşmesini izlediler.
Bu, insanları göründüğü üzere devrimin başarısız olduğu sonucuna varmaya yöneltti. Pek çok kişi bu başarısızlığı Mısır'ın müteakip sıkıntılarından ve ülkedeki durumun kötüleşmesinden sorumlu tutacak kadar ileri gidiyor.
Ancak bu, duruma yanlış bir perspektiften ya da en azından çok dar bir bakış açısıyla bakmaktır.
Başarısız olan devrim değil
Her ne kadar 2011'de Mısır'daki protestolar Hüsnü Mübarek'i görevden alma hedefine ulaşmayı başarsa da, bu devrimci dalganın bırakın sistemi değiştirmeyi rejimi dahi değiştirmeyi başaramadığı doğrudur.
Ama benim görüşüme göre, başarısız olan Mısır devrimi değil, Mısır devleti. Devrimden önce Mısır, onlarca yıldır aşamalı olarak genel bir gerileme sürecindeydi. Bölgesel bir güç ve gelişmekte olan dünyadaki en dinamik, gelişmiş ve modern toplumlardan biri olan Mısır devleti, tek seferlik statüsünü kaybediyordu.
2011 devrimi, Mısır'ın müteakip sorunlarının nedeni değil, Mısır devletini kendisinden kurtarmak için son şansı ve çaresiz bir çabaydı. Aynı zamanda vatandaşlar tarafından ekmek, özgürlük ve haysiyet için son bir umut çağrısıydı.
Bununla birlikte, Mısır'ı rahatsız eden sorunlar bölge genelinde yaygın ve sürdürülebilir bir yönetim modelini takip eden bir devlet neredeyse yok. Bölgenin geri kalanından çok daha az protesto gören Körfez bile statükoyu ancak acımasız baskı ve göreli zenginliğin gücünü azaltarak sürdürebiliyor. Ancak Körfez ülkeleri, popüler hoşnutsuzluk, eşitsizlik ve haklarından mahrum edilmiş kitlesel göçmen topluluklarıyla dolu bir saatli bomba üzerinde oturuyor.
2011 devrimi
Gerçekte 2011, yaşlanan Mübarek’in beşinci görev süresinin dolacağı zaman, Tunus’taki umut verici isyan patlak vermiş olsun veya olmasın, Mısır rejimi için zorlu bir yıl olarak belirlenmişti. Devlet başarısızlığın eşiğindeydi, ancak rejim inkar ediyordu ve bunu yapmak için net bir planı olmamasına rağmen iktidarı elinde tutmaya kararlıydı.
2010'da "Mısırlılar 2011'de büyük bir pozitif değişim hayal ediyor ancak istikrarsızlık ve bozulmadan korkuyorlar. Korkarım, Mısır demokratik bir yeniden doğuştan ziyade ya ikinci bir Mübarek'e ya da başka bir diktatör başa geçene kadar bir istikrarsızlık dönemine girecek." diye yazdım.
Mısır devleti politik olarak kemikleşmişti ve yerel yozlaşmayla delik deşik olmuştu. Bu, getirdiği tüm beceriksizlik ve verimsizlikle tam olarak bir kleptokrasiydi.
Dünya Bankası'nın 2008'de Mısır'ı dünyanın “en iyi reformcusu” olarak övmesine neden olan muazzam ekonomik büyüme bile yanıltıcı ve aldatıcıydı. Eski Sovyet cumhuriyetlerindekine benzer bir şekilde, bir oligarşik kodamanlar sınıfı ve varlıklı girişimciler, düşük fiyatlardan devlet işletmelerini satın alarak, tarihi bir biçimde düşük kurum vergilerinden (yüzde sıfır "vergi muafiyetleri" de dahil olmak üzere) yararlanarak, yaygın vergi kaçakçılığı, sermaye kaçışı, adam kayırmacılık ve rüşvetten büyük servetler elde etmişlerdi.
Devletin hemen hemen her şeydeki rolünü bırakması, ancak refahı zenginleştirmesi ve servetlerini koruması ile Mısırlılar giderek kendi başlarına savaşmaya terk edildi. Bu, milyonlarca vatandaşın 1952 devrimi ve askeri darbeden bu yana yürürlükte olan faydalar karşılığında ertelenen özgürlükleri tolere ettiği örtük sosyal mutabakatı baltaladı.
Mısır'ın refah devleti versiyonu açlıktan ve ihmalden öldü. Devlet okulları ve üniversiteler, gereksiz öğrenmenin seri üretimi için yetersiz finanse edilen endüstriyel çiftlikler haline geldi. Her şeye rağmen, özgürlük ve haysiyet içinde insana yakışır bir yaşam sürmeyi arzulayan ancak bunun yerine sert bir sömürü, eksik istihdam ve işsizlik piyasasıyla sonuçlanan eğitimli mezunlar ordusu ürettiler.
Halk sağlığı hizmetleri o kadar kaynak sıkıntısı çekmişti ki, yaşam desteği bile kesilmişti. Yoksul hastalar genellikle devlet hastanelerine erişemiyor ya da hastanelere girdiklerinden daha kötü durumda bırakılıyorlardı. Ülkenin yoksullarının bel bağladığı ödenekler bile yetersizdi.
Bu, Mübarek’in döneminde Mısır’da yalnızca zenginlerin işlerinin yolunda gittiği anlamına gelmez. Çok sayıda lüks alışveriş merkezleri ve özel lüks konut gelişmelerinin de kanıtladığı gibi, belirli bir miktarda sosyal hareketlilik vardı ve yukarı doğru hareket eden profesyoneller sınıfı ortaya çıktı. Sorun, nüfusun çoğunluğunun geride bırakılmasının yanı sıra, yoksulluk uçurumuna çok fazla inmelerini engellemek için kendilerine bir güvenlik ağı bile sağlanmamış olmasıydı.
"Devletin çöküşü"
Devletin daha önce koruduğu pek çok kamusal alan bile artık özel alandaydı. Neoliberal rüyada Mısır, en zenginlerin hayatta kalması yasasıyla yönetilen bir vahşi hayat haline geldi. Eğitim, istihdam, sağlık hizmetleri ve hatta bazen yaşam artık temel haklar değil, özel ayrıcalıklar ve avantajlardı.
Haysiyet ve güvenlik otomatik olarak verilmiyordu, ancak sosyal bağlantılar ve rüşvet ödenmesi yoluyla "kazanılması" gerekiyordu. Milyonlarca Mısırlı için, devletin hayatlarındaki tek rolü neredeyse tamamen baskıcı hale gelmişti. Mısır genel olarak şiddet içeren suçlardan rahatsız olurken, en büyük kamu güvenliği tehdidi rejimin haydutlarıydı.
Kimsenin beklemediği o devrimin hemen başlangıcında Mısır'a yaptığım bir ziyareti anımsıyorum, genel ruh hali öylesine çaresizlik içerisindeydi ki, 2010 yılı derin bir keder duygusuyla yerini 2011'e bırakırken ülkeyi terk ettim.
Mısır’ın statükosunun gelecekteki olanaklarına ilişkin önseziler ve endişeler beni etkilemişti. Bu, o zamanlar Mısır’ın bahşiş (hayır amaçlı yapılan bağış) kültürünün sosyal olarak yıpratıcı etkileri hakkında yazdığım bir makaleye yansıdı. "Bir sosyal dayanışma biçimi olarak bahşiş, en iyi ihtimalle çatlakların üstünü kapatacak ama yoksulluk üzerindeki dengeyi asla değiştiremeyecek" diye bitirdim. "Ve eşitsizlikler genişledikçe, bahşiş, mal sahipleri ve hiçbir şeyi olmayanlar arasındaki kaçınılmaz hesaplaşmayı engelleyemeyecek." diye ekledim.
Bu hesaplaşma beklenenden çok daha erken geldi. Yine de devlet, kelimenin tam anlamıyla, duvarlardaki yazıları okumayı reddetti. Vücudunu kurtarmak için kafasını feda etti. Nüfusu özgürlük ve değişim vaatleriyle yatıştırmaya çalıştı. Yüzeysel bir demokrasi yanılsamasının arkasına saklandı. Bütün bunlara rağmen, insanların ayaklanması ve isyan etmeye devam etmesi şaşırtıcıydı.
2013 askeri darbesinden bu yana, Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi hükümetine karşı protestoların ardından, General Abdulfettah es Sisi rejimi kolları tamamen sıvadı, her türlü eleştiri ve muhalefeti vahşice ve acımasızca ezdi. Dahası, Mübarek dönemi kleptokrasisini canlandırdı ve daha da geniş hale getirdi.
Orduyu zenginleştirmekle meşgul olan rejim, vatandaşların hükümetlerinden beklediği hizmetleri sağlamada sürekli başarısız oluyor. Bu durum kısa sürede değişmezse Mısır çok karanlık bir yere dönüşecek. Mısır devleti tam bir çöküş yolunda.