Pentagon’un propaganda aygıtı: Hollywood
"Amerika’nın tarihteki en uzun savaşlarının gaddarlığı ve ahlaksızlığını beyaz perdeye yansıtmak, henüz Hollyvvood’un cesaret edebileceği bir hedef değil."
Rusya ve Çin’den çevreye yayılan Komünizm Korkusunu veya Amerika'nın savaştığı El Kaide'nin küresel cihadını durdurmak üzere eski domino teorisine boyun eğse de eğmese de, Amerikan hükumeti propaganda cephaneliğinde her daim Hollywood yapımı pimleri kullandı. Vietnam savaşından önce ve sonra, “Yeşil Bere” birçok genç erkeği savaşa katılmak ve ardından da Amerika'nın kronik savaş davası için canlarını vermek üzere John Wayne gibi efsanevi bir karakter üzerinden tatlılıkla ikna etti.
Amerika’nın tarihindeki en kötü savaş mağlubiyeti olan Vietnam Savaşı’ndan kısa süre sonra, Amerika’nın açık savaş yaralarıyla boğuşma girişimleri bağlamında giderek artan sayıda film çekilmeye başlandı. Bazıları, “Kıyamet Şimdi” gibi, Güneydoğu Asya’daki savaşı yanlış yola saptırılmış bir kafa karışıklığı ve terörün yarattığı kâbus gibi gösteren, anlamsız bir şekilde gaddarlık unsurlarına odaklanan destansı bir başyapıt olan örnekler üzerinden giderek, kinayeli ve uyarıcı efsanelere odaklandılar. Seçilen karakterler, izleyenlere, “napalm bombasının zafer gibi koktuğunu” iddia eden Robert Duvall’ın sapkın karakterini net bir şekilde gösteriyordu. Ve ya, Marlon Brando’nun oynadığı filmde, West Point çıkışlı bir hain albay, savaşın kötülüğünü görüp diğer safa geçmiş ve balta girmemiş ormanlarda yaşayan yerli halk için tapılası bir savaşçı Tanrı’ya dönüşmüştü. Francis Ford Coppola’nın 1979 tarihli savaş karşıtı filmi ise, hem gişe rekorları kırmış, hem de Coppola’ya Oscar’da en iyi yönetmen ödülünün yanı sıra en iyi görüntü ödülünü de kazandırmıştır.
Kıyamet Şimdi
Bir yıl önce, 1978’de, Oscar kazanan “Eve Dönüş” filini ise, savaşın insan ilişkileri üzerindeki yıkıcı etkisini gözler önüne seriyordu. Savaş’ın aileler üzerindeki yan etkileri, eşler arasında sadakatsizlik şeklinde ortaya çıkıyordu. Bu da Jane Fonda’nın karakterinde ABD ’ den yana eş ve onun savaş sonrası stres bozukluğu yaşayan, dik başlı, savaşçı eşi Bruce Dem. Arka fonda da, Jon Voight’ın oynadığı bir başka savaş mağduru, belden aşağısı felçli karakterle olan gelişen yakınlaşmaları... Güçlü gerçeklik dramı, ham duygusal tezahürü bağlamında, savaşa bir şekilde bulaşmış olan farklı bireylerin kendi acılarına,' travmalarına nasıl yanıt verdiğini gösteriyor. Film, savaşın gerçek anlamda felaket sonuçlarının kırılgan insanlar üzerindeki etkilerini konforlu evlerimizde oturduğumuz yerden anlamamızı sağlayan bir araç işlevi görüyor.
“Kıyamet Şimdi”nin vizyona girmesinden bir yıl önce, bir başka Oscar ödüllü film gösterildi. Michael Cimino’nun 1978 yapımı “Geyik Avcısı” isimli bu filmi, Vietnam Savaşı’nı yaşayan Amerikalıların önceki ve sonraki ruh hallerini ele alıyordu. Savaşa katılmak üzere olan üç genç erkeğe neşeli bir övgü mahiyetinde devasa bir düğün kutlaması düzenlenen Pennsylvania’nın çelik madenciliğiyle geçimini sağlayan küçük bir kasabasındaki savaş yanlısı hissiyatı ele alan filmin ikinci yansı ise, bu savaşın kırılgan insan psikolojileri üzerindeki maliyetine ve savaşa katılan askerler arasındaki derin sadakate odaklanıyor. Erkekler arasındaki yakın dostluğun karmaşık nüansım metaforik olarak arka planda kullanan film, insanoğlunun güzel ve doğal olan her şeye karşı takındığı insanlık dışı tavrı ve insanın başka bir insana nasıl insanlık dışı davranabildiğim ele alıyor. Film, aynı zamanda, savaşın verdiği ağır derslere dair kinayeli bir temkinlilik aşılamak üzere derin bir insani bakış açısı da sunuyor.
Geyik Avcısı
Güneydoğu Asya’nın balta girmemiş ormanlarında hayatta kalma mücadelesi veren bir Amerikan askerinin anlatıldığı ve Oscar alan belki de en doğru sahneler, Vietnam gazisi Oliver Stone’un 1986 yapımı “Platoon” (Müfreze) adlı filmindedir. Amerikan ordusunun yaptığı vahşete kısa bir bakış dâhil olmak üzere savaşın tüm manasızlığı bu filmde zeki bir şekilde gözler önüne seriliyor; savaşın insan doğası üzerindeki tüm etkileri ortaya çıkarılıyor.
Oliver Stone, 1989 yapımı “Doğum Günü Dört Temmuz” adlı filminde savaşın yıkıcı etkilerini ustaca tasvir etmesinden dolayı En İyi Yönetmen ödülünü de almıştı, Film, savaş gazisi ve barış aktivisiti Ron Kovic’in gerçek yaşam öyküsünün beyaz perdeye aktarımıydı. Bu film, hem muharip gazilerde hem de onların ailelerinde travma sonrası stres bozukluğu gibi o denli güçlü bir duygulanım halini çok çarpıcı biçimde aktarmaktadır. Amerika’nın haklı davasına tüm yürekleriyle inanan genç erkeklere her zaman arka çıkmış olan vatansever küçük bir köyde geçer öykü yine...
Rusya ve Çin’den çevreye yayılan Komünizm Korkusu’nu veya Amerika’nın savaştığı El Kaide’nin küresel cihadını durdurmak üzere eski domino teorisine boyun eğse de eğmese de, Amerikan hükümeti propaganda cephaneliğinde her daim Hollywood yapımı filmleri kullandı. Vietnam savaşından önce ve sonra, “Yeşil Bere”, birçok genç erkeği savaşa katılmak ve ardından da Amerika’nın kronik savaş davası için canlarını vermek üzere John Wayne gibi efsanevi bir karakter üzerinden tatlılıkla ikna etti. Ron Kovic, tıpkı Pat Tillman ve Afgan Savaşı’ndan Bowe Bergdahl gibi, aynı tür şovence propagandanın kurbanı oldular; İmparatorluk savaşlarına dair aynı çirkin hakikatle yüzleştiler; kendilerini ihanete uğramış hissettiler; onları savaşa karşı isyan etmeye mecbur bırakan bir vicdan krizi yaşadılar. Muhbir Chelsea Manning ve Edward Snowden de kendi tarzlarında bunu cesurca gerçekleştirdiler.
Vietnam Savaşı’nın getirdiği delilik halinin bir başka güçlü yansıması ise, Stanley Kubrick’in 1987 yapımı savaş karşıtı “Tam Metal Kaplama Mermi” (Full Metal Jacket) adlı filmidir. Her ne kadar Vietnam Savaşı’m betimlemek üzere daha başka birçok sinemasal çaba olsa da, içlerinden birkaçı özellikle isimlerinin anılmasını hak ediyor: “The Boys in Company C” (C Bölüğündeki Çocuklar) (1977), “Go Tell the Spartans” (1979), “Casualties of War” (1989) ve “We Were Soldiers” (2002).
Full Metal Jacket
Ancak, yukarıda sözü edilen ve oldukça meşhur olan filmler, Vietnam Savaşı’nı tüm karmaşıklığı, dehşeti ve trajedisi içinde en azından Amerikan bakış açısıyla gerçekçi bir şekilde aktarıyorlar. Amerika’nın emperyalist savaşı altında yaşayan bir ila üç milyon Asyalının yaşantısına odaklanan daha fazla film çekilebilirdi. Veya Amerika’nın insanlığa karşı işlediği suçlardan sonra hayatta kalmış milyonlarcası hakkında... Her ne kadar savaş hakkında çekilmiş bazı Vietnam yapımı filmler olsa da, içlerinden çok azı Amerikalılar tarafından görüldü.
Söz konusu savaş dönemiyle bir zıtlık teşkil edercesine, ne Irak ne de Afganistan Savaşı hakkında 9-11 sonrası hiçbir film hakikati tam olarak söylemedi. Belki de en net sahneleme, 2009 yılında Oscar ödülü kazanan “The Hurt Locker” oldu. Film, bomba imhası konusunda uzmanlaşmış bir Amerikan askerinin hayatını aktarıyor. Irak Savaşı’nı bir askerin deneyimlerinden aktarması, sinemanın hakikat aktarma tarzı açısından aşın gerçekçiydi. Ancak, savaşın ve işgalin siyasi ahlaksızlığım ve yolsuzluğu aktarmamıştı ve savaşın trajik insani boyutu ve maliyetini neredeyse hiç göstermiyordu. Ana' karakter, neredeyse insanlık-dışı bir şekilde, coşkulu bir dakiklikle her gün işini yapan mekanik bir karakterdi. Savaş karşıtı her türlü unsurdan arındırılmış olan film, savaşa karşı ne lehte ne de aleyhte bir saf tutmuyordu; verdiği mesaj da, olayların aktarımından ibaret, nötralize edilmiş bir mesajdı. Bununla birlikte, savaş gazisi evine döndüğünde, günlük aile yaşantısının tekdüzeliği, savaş zamanında cephede koştururken salgıladığı adrenalinle kıyaslandığında çok monoton kalınca, travma sonrası stres bozukluğu sendromları kendini göstermeye başlar. Film, cepheye birçok kez gidip gelmenin ardındaki motivasyonu betimliyor. Yani tamamen bugünün imparatorluğunun askerlerden istediği ve ihtiyaç duyduğu şeyi...
The Hurt Locker
Amerika’nın tarihteki en uzun savaşlarının gaddarlığı ve ahlaksızlığını beyaz perdeye yansıtmak, henüz Hollyvvood’un cesaret edebileceği bir hedef değil.
Mfark Wahlberg, Deniz Komandosu Marcus Luttrell’in gerçek hikâyesinden alıntılandırılan “Lone Survivor” (Son Kalan) adlı filminde, Afganistan’daki asap bozucu muharebe deneyimlerini aktarır. Her ne kadar savaşan askerleri, takdire şayan cesaretlerinin yanı sıra birbirine bağlayan sevgi ve dostluk bağını ele alsa da, film, aslında deniz komandoluğuna aday toplaması için bir reklam niteliğindedir. Hayatta kalan bir erkeğin gerçek hikâyesinden yola çıkan film, Amerika’nın elit ordusunun Amerikan İmparatorluğu savaşlarında mücadele ederken nasıl bir kahramanca tutku ve adanmışlık sergilediğini yansıtır. Günümüzde tüm savaş filmlerinde olduğu gibi, biz evlerimizde “özgürlüğümüzün” tadını çıkarırken, Amerika'nın bizim için savaşan “sıra dışı” muharebe misyonunu göklere çıkarıyor, yani bir anlamda bugün yalan olduğu bariz bir şekilde ortaya çıkmış olan o eski klişeyi anımsatıyor.
Her ne kadar neredeyse on beş yıldır yaşanmakta olsa da, Amerika’nın tarihteki en uzun savaşlarının gaddarlığı ve ahlaksızlığını beyaz perdeye yansıtmak, henüz Hollywood’un cesaret edebileceği bir hedef değil. Ve sinema tarihindeki bu boşluk, savaşların “yandaş medya” olarak adlandırılan gazetecilikle ele alınmasında da net bir şekilde ortaya çıkıyor. Kameraların askerleri savaş meydanlarına kadar takip ettiği ve gerçek hayatta ölen Amerikalılardan akan gerçek kırmızı kanın siyah-beyaz olarak gözlemlendiği Vietnam Savaşı’nın aksine, yirmi birinci yüzyılın savaşları, savaşın dehşetine dair herhangi bir hakikati gözler önüne sermemeleri için yoğun bir sansürden geçiyorlar. 1966 yılı boyunca Amerika’nın en popüler şarkısı, Başçavuş Barry Sadler’in “Ballad of the Green Berets” adlı şarkisiydi. Ancak bundan iki yıl sonra Amerika, savaşı göklere çıkaran bir noktadan tüm ulusun savaşa var gücüyle karşı çıktığı bir noktaya geldi. Hatta savaş sempatizanı Başkan Lyndon B. Johnson görevi bırakmak zorunda kaldı. İşte, oturma odalarımızdaki televizyon ekranlarında gerçek savaş bu şekilde cereyan etti.
Elbette, Orta Doğu’daki iki uzun soluklu savaş sırasında böyle bir şey gerçekleşmedi. Yeni muhafazakâr Bush-Cheney rejiminin ortaya attığı ve zekice görünen yalanlarla Irak ve Afganistan’ın işgal edilmesine, Irak’a savaş açma yönünde geliştirdikleri şeytani planlarının açıkça ortaya çıkmasına rağmen, savaş-karşıtı hareket hiçbir zaman çok güçlenemedi. Savaş suçlularının savunduğu büyük tasarıya göre, Amerika’nın son savaşlarına dair sterilize edilmiş ve medyada yapay bir şekilde resmedilmiş tablo, Irak’ta ölen neredeyse bir buçuk milyon kişiden hiçbirini veya Amerikan askerlerinin yuvalarına cesetlerinin dönmesini göstermedi. İşte, modern emperyalist savaşların sterilize versiyonu, Amerika’nın gönüllüler ordusu tarafından bu şekilde sahneleniyor. Onlardan fersah fersah uzak petrol zengini yabancı muharebe alanlarında savaşıp ölmeyen %99’luk Amerikan halkının gözlerinin ve beyinlerinin kapsama alanı dışında kalınarak... Amerikan ordusu ile sivil Amerika’nın halkı arasında giderek açılan irtibatsızlık makası da, sinsi bir tasarının ürünü. Dolayısıyla, Vietnam Savaşı’nın tarihsel olarak gelişimini aktaran çarpıcı ve neredeyse rahatsız edici bir gerçekçiliğe sahip filmler yerine, Amerikan savaşlarına dair alabildiğimiz tek şey, ya askere alma hikayeleri ya da steril savaş temsilleri...
Amerikan imparatorluğunda yaşayanlar kendilerini daha iyi hissetsin ve uluslarının insanlık dışı savaşlarını akıllarına takmasınlar diye tarihin danışıklı bir şekilde cici yönlerinin aktarılmasına rağmen Hollywood artık savaşı tarihsel açıdan aktarmak konusunda dahi ne bir ilgi, ne bir izin ne de bir cesarete sahip. Film endüstrisi artık ne savaşı ne de Amerika’yı dürüst ve gerçekçi bir şekilde aktaramıyor. Ülkedeki bağımsız gazeteciliği uzun zamandır susturup öldüren veba, Hollywood’a da sirayet etmiş durumda. Hollywood, hükümetin suçluluğunu örtbas eden dalavereler üretmenin bir başka sahte sözcüsü oldu. Artık daha fazla savaş karşıtı film görmeyeceğiz; Amerika’nın tiranlığını, baskıcılığını ve İmparatorluğun çöküşünü aktaran savaş sonrası döneme dair hiçbir film izleyemeyeceğiz.
We Were Soldiers
ABD, tüm ulusal hükümetlere sanal düzeyde sahip olup onları kontrol eden üst düzey ulus-aşın işletmelere sahip olup onları kontrol eden oligarklar tarafından kontrol ediliyor. CIA-Pentagon kundakçılarını Hollywood’a gönderiyorlar ki, büyük stüdyolarla “canım cicimli” anlaşmalar yapsınlar; savaş kahramanı propagandasını beyaz perdeye taşısınlar. Savaşın günahları ve şiddetin ardındaki hakikati gösteren filmlerin tamamen ortadan kalkması, bugün gündelik yaşantımızda karşılaştığımız sansürün bir başka şekli aslında. Her şey bir yana, ortada bir savaş gerçekliği var ve bundan sonraki onlarca muharebe alanı için de vatansever, genç, taze ve beyinleri yıkanmış erkek ve kadınlara ihtiyaç var. Savaşın ve şiddetin gerçek korkusu ve kötü yüzünü ortaya çıkaran herhangi bir girişim, süregiden savaş üretim makinesinin çarklarını tıkayacaktır. Dolayısıyla, tüm bu sahte video oyunları ve sahte filmler devam etsin ki sahte süper kahramanlar fikri etrafa yayılsın ki, Müslüman cihatçıları öldürürken kanları yerlere dökülsün. Bu şekilde gerçek insanlar, tıpkı oligarşinin istediği ve talep ettiği gibi, tüm dünyaya gerçek kanı saçmaya devam edecekler.
Hollywood, ne yaparsan yap, savaşın ve şiddetin çirkin yüzünü asla gösterme. Her ne kadar ülkemiz girdiği savaşları birbiri ardı sıra kaybetse de, tüm bunlar aslında Amerika’yı yok etmeye dönük büyük, oligark Yeni Dünya Düzeni’nin tasarısı. Herkes kaybeder, ama savaştan kar sağlayan %1’den daha az kesim, yeryüzündeki her ulusu istikrarsızlaştırmak, yoksullaştırmak ve kontrol etmek üzere en bariz gündemlerini takip ederler. ABD’de nasıl etkin bir propaganda yürütüldüğüne dikkat çeken 1980’li yılların CIA eski direktörü William Casey bir keresinde şöyle söylemiştir: “Amerikan halkının inandığı her şey sahte olduğu an, yanıltma haber kampanyamızın tamamlandığını anlayacağız.
Savaş borazanlığı giderek daha üst perdeden yapılırken, savaş suçlusu Henry Kissinger, Amerikalılara ve özellikle de askerlere yönelik tavrını anlatmak için şu ifadeleri kullanmıştı: “Askerler kalın kafalı, salak hayvanlardır; dış politikada piyon olarak kullanılırlar.” Kendisinin Yeni Dünya Düzeni planının uygulanması esnasında çok fazla dirençle karşılaşmadığını aktarırken ise Kissinger şu şekilde övünür: “Yasadışı olanı derhal yaparız, anayasa dışı olan ise biraz zaman alır.”
Görünen o ki, görevlerini çoktan tamamlamışlar. Amerikan anayasası çoktan öldü ve rafa kaldırıldı; artık hükümet tarafından savunulamayacak.Genç Amerikalıları savaşın ve şiddetin vahşetini görmemeleri için hipnotize eden, hissizleştiren, beyinlerini yıkayıp gözlerini kor eden zihin kontrol yöntemlerini on yıllar boyu uygulayan Hollyvvood’un propaganda filmleri yoluyla Amerikan hükümeti onlarca kuşağı kendi kanlı ve pis savaş ihalesi için manipüle etti.
Joachim Hagopian / Turkish Diplomatique