Salih'in öldürülmesi ve Yemen'de değişen dengeler
Yemen'de iktidar değişikliği talepleri, tarih boyunca gerginlikleri, iç savaşları ve bölgesel ile küresel müdahaleleri beraberinde getirdi.
Yemen'de iktidar değişikliği talepleri, tarih boyunca gerginlikleri, iç savaşları ve bölgesel ile küresel müdahaleleri beraberinde getirdi. İngiltere’nin 1820’lerdeki işgali ile iki ayrı devlete bölünen ve sonu gelmez bir şiddet sarmalına sürüklenen Yemen topraklarında, o tarihten bu yana sükunet sağlanamadı.
İmam Yahya’nın 1911’e kadar Kuzey Yemen’de Osmanlı'ya isyanı, 1962 darbesi ve ardından gelen iç savaşlar, 1990’da başlayan ve 1994’te Ali Abdullah Salih liderliğinde kuzeyli güçlerin Güney Yemen’e müdahalesi ile iki devletli yapının son bulması ve Birleşik Yemen Cumhuriyeti'nin kurulması, Yemen'in çalkantılı yakın tarihinde en önemli dönüm noktaları. İktidardaki yaklaşık 20 yılın ardından Arap Baharı ile gelen barışçıl iktidar değişimi talepleri üzerine görevini bırakan Devlet Başkanı Ali Abdullah Salih'in 4 Aralık 2017’de Husi gruplarıtarafından öldürülmesi, İran ve Suudi Arabistan ile BAE'nin başını çektiği Körfez ülkeleri arasındaki 'vekalet' savaşı sebebiyle, zaten büyük yıkıma maruz kalan Yemen'in, yeni bir şiddet dalgasına teslim olacağı endişelerine yol açtı.
Arap Baharı’nın Yemen’e etkisi
Arap Baharı sürecinde barışçıl değişime yönelik uluslararası toplumun örnek gösterdiği ülkelerin başında Tunus ve Yemen geliyordu. Ancak bölgesel ve küresel güçlerin, toplumsal realite ve gerçeklikten uzak dayatmalarıyla Ali Abdullah Salih’in görevi terk etmeye zorlanması, bugüne uzanan çatışmaların ve istikrarsızlığın zeminini güçlendirdi.
Salih’in görevi kendi isteğiyle bırakmasına yönelik diplomatik görüşmeler sürerken, 3 Haziran 2011’de kendisine karşı bir suikast girişimi gerçekleşti. Ağır yaralanan Ali Salih, Suudi Arabistan’da tedavi altına alındı. Suikast girişimi sonrası Salih, anayasal dokunulmazlık şartıyla görevi yardımcısı Abdurabbu Mansur Hadi’ye bıraktı. Ancak Salih, Körfez ülkeleri ve 1994’ten itibaren devlet başkan yardımcılığı görevini sürdüren Hadi’nin kendisine, bilhassa son dönemdeki muhalefetini hiç unutmadı. 21 Eylül 2014’te Husi gruplarının başkente yönelik başlattığı askeri operasyonları destekledi. Devrik lider Ali Salih’in Körfez ülkeleri ve Devlet Başkanı Hadi’ye karşı Husilerle ittifak kurması, Yemen’deki tüm dengelerin değişmesine yol açtı. Mart 2015'te Husi güçlerinin, Hadi’nin bulunduğu Aden’i kuşatması sonrası Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) liderliğinde bir koalisyon kuruldu ve Yemen’e askeri operasyonlar başlatıldı.
Hava operasyonlarında Ali Salih’in evinin de vurulması üzerine, devrik lider Husilerle ittifakını resmi düzeyde ilan etti. Husiler ile Abdullah Salih arasında zımni olarak gerçekleşen ittifak, Mayıs 2015’te Abdullah Salih’in genel başkanı olduğu Genel Halk Kongresi ile Husilerin politik cephesi olan Ensarullah arasında ülkeyi ortak yönetmek için bir konsey kurulması anlaşması ile sonuçlandı. Böylelikle yıllardır birbiriyle savaşan iki güç arasında, taktiksel düzeyde bir ittifak ortaya çıkmış oluyordu. Söz konusu ittifak ile Yemen’in yönetimi Husiler ve Genel Halk Kongresi arasında bölüştürülmüş oluyordu. Böylelikle Husiler, ilk kez Yemen’in yönetiminde meşruiyet elde ederken, Ali Abdullah Salih de bir kez daha Yemen siyasetine 'oyun kurucu aktör' olarak geri dönmeyi başardı.
İktidar kavgası
Ancak iktidarın bu şekilde paylaşımı hem Devlet Başkanı Hadi taraftarlarının hem de Körfez ülkelerinin sert tepkisine yol açtı. Başta Suudi Arabistan ve BAE olmak üzere Körfez ülkeleri, İran destekli Husi gruplarının Yemen’deki silahlı varlıklarını tanımadıklarını, sınırlarında ikinci bir Hizbullah’a izin vermeyeceklerini ve bunun için koalisyon saldırılarını sonuç alana kadar sürdüreceklerini ifade ettiler. 26 Mart 2015’te ise 'Kararlılık Fırtınası Operasyonu' adı altında Suudi Arabistan ve BAE liderliğinde kurulan koalisyon güçleri, Yemen operasyonlarını başlattı. Suudi Arabistan önderliğindeki koalisyona ilk gün Mısır, Fas, Ürdün, Sudan, Kuveyt, Birleşik Arap Emirlikleri, Katar ve Bahreyn'den savaş uçakları katıldı. Bazı kaynaklara göre Suudiler, Yemen operasyonlarını birkaç ay içerisinde iktidar değişikliği ile sonuçlandırmak istiyorlardı. Ancak bu operasyonlar, Husileri engelleyemediği gibi, Yemen'de yaşanan insani durumun daha da kötüleşmesine yol açtı. Bununla birlikte koalisyon saldırıları, Husilerin Aden’e ilerleyişini durdurdu ve güneydeki bazı bölgelerden çekilmelerini sağladı.
Aralık 2017’de yaklaşık 33 ayını dolduran koalisyon güçlerinin hava ve kara destekli saldırılarına rağmen Husi gruplar ve Ali Salih’e bağlı askeri ve aşiret güçleri, ülkenin başkenti ile kuzey illerini kontrol altına alırken, Cumhurbaşkanı Hadi’ye bağlı birlikler ve gruplar da Aden merkezli Güney Yemen’i kontrolleri altına almayı başarmış durumdalar. Böylelikle ülke bir kez daha iki başlı bir yönetimin altına girmiş oldu. Ülkenin güney doğu hattının ise El Kaide'ye bağlı grupların etkisi altına girmesini, her iki güç de engelleyemedi.
Yemen’de Salih’in öldürülmesi: Yılanla dansta son rövaşata
Yemen’i yönetmeyi yılanların başında dans etmek olarak tanımlayan Ali Abdullah Salih, 2012’de kendisini istifaya zorlayan Körfez ülkeleri ve yardımcısının rolünü unutmadı. İktidara tekrar gelmek ve Körfez ülkelerini de buna zorlamak adına, yıllardır savaştığı Husi gruplarıyla 2014’de anlaşma yoluna gitti. İki taraf arasındaki anlaşma, esasında kuzey Yemen’deki iki temel ve büyük aşiret konfederasyonu olan Haşhid ile Bakil'in ittifakı olarak da görülebilir. Zeydi olan bu aşiretler arasındaki mücadele ve gerginlikler, Ali Salih öncesi dönemde de zaten vardı. Ancak Zeydi aşiretler arası kurulan ittifakın, güneyli Sünni gruplar ile diğer aşiretler ve toplumsal gruplar üzerindeki etkisi ise tarihi, itikadi ve bölgesel ilişkiler nedeniyle sınırlı düzeydeydi. Buna rağmen kuzeyli grupların desteklemediği bir iktidarın, Yemen’de hüküm sürmesinin de oldukça güç olduğu kısa sürede anlaşılmaya başlandı.
Bu kapsamda özellikle Arap Baharı ile birlikte BAE’ne büyükelçi olarak atanan, Salih’in oğlu ve aynı zamanda eski Cumhuriyet Muhafızları komutanlarından Ahmet Salih, BAE ve Suudi yetkilileri ile iktidarın yeniden paylaşımı konusunda bir dizi görüşmeler gerçekleştirdi. Görüşmeler, Yemen’deki iktidarın tekrar Ali Salih’e devredilmesi yönünde sürüyordu. Ali Abdullah Salih’in girişimlerinden rahatsız olan Husiler, Ağustos 2017’de başkentte büyük çaplı gösteriler düzenlemeyi planladı. Genel Halk Kongresi de bu gösterilere karşılık, meydanlara çıkma kararı aldı. İki tarafın gösterileri, kısa sürede çatışmaya dönüştü ve ve bu çatışmalarda Salih’in bir oğlu da yaşamını yitirdi.
Kasım ayında Husi gruplarının ilk kez Riyad’a füze saldırısı gerçekleştirmesi üzerine koalisyon güçleri, başkente yönelik yoğun bir hava saldırısı düzenledi. Yaklaşık 2,5 yıldır süren saldırılar, Husiler tarafından politik propagandanın gerekçesi haline geldi. Ancak saldırılar, ülkedeki insani ve siyasi krizin de derinleşmesine yol açıyordu.
Nitekim siyasi çözüme yönelik koalisyon güçleri ile gizli görüşmelerin sürdüğü Kasım'ın son haftasında Abdullah Salih ile Husiler arasında başkent sokaklarında yoğun çatışmalar yaşanmaya başlandı. Başkent’te yaşanan çatışmaların kısa sürede ülkenin diğer vilayetlerine de sıçrama ihtimali doğdu. Çatışmaların sürdüğü günlerde bir açıklama yapan Abdullah Salih ilk kez doğrudan Husileri hedef alarak, Yemenlilerin Husilerin saldırganlığını tolere etmeye çalıştığını ancak bugünden sonra bunu yapmayacaklarını, Husilere karşı birlik olmaları gerektiğini ve Yemenlilerin istikrarı ve insani yardımların sağlanabilmesi için Suudilerle görüşmeye hazır olduğunu ifade etti. Aynı zamanda komşu ülkeler tarafından gerçekleştirilen bombalamalar ve ablukanın durdurulmasını da talep ederek, parlamento tarafından temsil edilen meşru iktidarın diyaloga hazır olduğunu ve yeni bir sayfa açmak istediklerini duyurdu. Salih’in açıklamasından kısa bir süre sonra ise Genel Halk Kongresi yayınladığı açıklamada kendisine bağlı grupları, İran destekli Husilere karşı ülkelerini, devrimlerini ve birliklerini korumaya davet etti. Bu açıklamanın ardından ise Husi sözcüsü, Ali Salih’i darbe girişiminde bulunmakla suçlandı.
Söz konusu açıklamalardan hemen sonra Husi grupları, Sana’da askeri kontrol noktalarını genişleterek şehrin denetimini ele geçirmeyi hedeflediler. Çatışmaların Salih’in bulunduğu mahalleye kadar ulaşması üzerine, Salih askeri konvoy ile güvenli bir bölgeye geçmeye çalıştı. Ancak Ali Abdullah Salih’in Husilere ait bir askeri kontrol noktasında durdurulmaya çalışılması üzerine yaşanan çatışmalar, kendisinin öldürülmesiyle son buldu.
Salih sonrası Yemen: İstikrarsızlığın derinleşmesi ve bölgesel sonuçları
4 Aralık 2017’de Abdullah Salih’in öldürülmesinin ardından Sana sokaklarında Husi taraftarları sevinç gösterileri düzenledi. İlginç ancak şaşırtıcı olmayan bir nokta da başkent sokaklarının bir hafta öncesinde Husi karşıtı gösterilere sahne olmasıydı.
Salih’in öldürüldüğü gün, BAE’nde bulunan Salih’in oğlu Ahmet Salih, Yemen’de tek bir Husi kalmayana kadar savaşacaklarını açıkladı. Genel Halk Kongresi de yaptığı açıklamada İran destekli milis güçlerinden arındırılmış özgür bir Yemen’e bağlığını ifade etti. Söz konusu bu açıklama Suudi Arabistan tarafından desteklendi.
Suudi Arabistan’ın Veliaht Prensi Muhammed bin Salman’ın, Haziran ayında eski koalisyon sözcüsü Ahmed el Asiri’yi Abu Dabi’ye gönderip, Ahmet Salih ile yeni bir yönetim kurulması yönünde diyaloğa geçtiği, Ağustos’ta da Suudilerin Yemen savaşını sonlandırmak için Ali Salih’in tekrar iktidara getirilmesine desteğe hazır oldukları, farklı kaynaklarca teyid edilmekte. Nitekim, Kasım ayında Salih’e bağlı güçler ile Husi grupları arasında çatışmalar, yeniden başlamış ve Ali Salih yaptığı açıklama ile Husilerle ittifakı bitirdiğini resmen ilan etmişti.
4 Aralık 2017’de Abdullah Salih’in öldürülmesinin hemen ardından, koalisyon güçleri 5 gün süren ağır bir bombardıman gerçekleştirdi. 12 Aralık’ta ise Rusya, ani bir şekilde Yemen’deki diplomatik misyon çalışanlarını, ülkeden çıkarma kararı aldı. Başkent Sana’da da yer yer Salih taraftarları ile Husi gruplar arasında çatışmaların sürdüğü haberleri uluslararası basına düştü. Yaşanan tüm bu olaylar sonrası, ülkedeki istikrarsızlığın daha da derinleşmesi bekleniyor.
Özellikle insani alanda yaşanan sorunlar da, uluslararası toplumunun sorumluluklarını ve kaygılarını artırıyor. Yaşanan hava saldırıları ve iç savaştan dolayı 20 milyon Yemenli doğrudan yardıma muhtaç durumda. Yaklaşık 7 milyon Yemenli gündelik gıdaya erişim sorunu yaşıyor. Yemen nüfusunun yaklaşık yüzde 9’u ciddi beslenme sorunuyla karşı karşıya. Ülkede kolera salgını yaşanıyor ve temiz suya erişim sorunu, tüm nüfusu etkiliyor. 1 milyon kişinin kolera salgınından etkilendiği insani yardım kuruluşları tarafından rapor ediliyor.
Öte yandan Kasım ayında Husilerin Riyad’a füze saldırısı düzenlemesinin ardından, Aralık ayında Abu Dabi’deki nükleer santrali hedef alan bir füze saldırısı gerçekleştirmesi, Yemen’deki istikrarsızlığın tüm bölgeyi tehdit altına almaya başladığını gösteriyor. Bu durum özellikle İran ve Suudi Arabistan arasındaki tansiyonun daha da tırmanmasına yol açtı. Husi saldırılarının İran destekli olduğunu bir kez daha açıklayan koalisyon güçleri de Yemen’e karşı yoğun hava saldırıları düzenlemeye devam ediyor.
Abdullah Salih’in öldürülmesi Yemen’de olası iktidar değişiminde önemli bir aktörün de ortadan kaldırılması anlamına geliyor. Özellikle yıllardır bölgesel güçlerin çatışma alanı haline gelen ülkede İran destekli Husilerin tek başına iktidarı elinde tutması oldukça güç görünüyor. Bu durum ülkeyi daha kapsamlı bir iç savaşın içerisine sürükleyebilir. Ama koalisyon güçlerinin de Husileri ve destekçilerini Yemen’de askeri yenilgiye uğratmaları mümkün görünmüyor. Bundan dolayı ülkede yeni bir iktidar paylaşımının gerçekleştirilmesi, sorunların çözümüne katkı sağlayabilecek yöntemlerden biri gibi duruyor fakat Salih sonrası bunun kısa sürede gerçekleşebileceğini öngörmek de mümkün değil.
Bu kapsamda Suudi Arabistan ve BAE ile İran arasında bölgesel ve küresel çatışmalar düzeyinde yaşanan sorunların Yemen’deki istikrarsızlığı doğrudan etkilediğini belirtmek gerekir. Gerek Suriye gerekse de Irak ve Lübnan’da yaşanan çatışma ve gerginliklerde İran’ın üstünlük elde etmiş olması ve Yemen’de de Hizbullah benzeri bir askeri yapının ortaya çıkması, Körfez ülkelerindeki güvenlik ve beka sorunun ortaya çıkmasını beraberinde getiriyor. Nitekim hem Riyad hem de Abu Dabi’nin doğrudan hedef alınması, İran’ın savaşı Körfez ülkelerine taşımaya hazır olduğuna işaret ediyor. Çünkü İran desteği olmadan Husi grupların Riyad ve Abu Dabi’ye füze saldırıları düzenlemesi, şimdilik mümkün değil.
Diğer taraftan Körfez ülkelerinin de ekonomik güçlerine rağmen, ülkesel ve bölgesel düzeyde İran’a karşı güçlü bir yerel aktörü ortaya çıkartamadıkları görülüyor. Bundan dolayı Salih sonrası Yemen’de, bir istikrardan ziyade istikrarsızlığın daha da derinleşeceği ve iç savaşın süreceği tahminleri yapılıyor. Husilerin iktidarın paylaşımına yanaşmaması durumunda ise Yemen’in bir kez daha parçalanma riski altına gireceği ifade edilebilir. Söz konusu parçalanma güneyde Suudi Arabistan’a yakın bir rejimin oluşması, kuzeyde ise İran nüfuzu altında bir yapının ortaya çıkması olacaktır. Bu durum Abdullah Salih’in kendi stratejisiyle elde ettiği "Birleşik Yemen" başarısının da sonu anlamına gelecektir.
Sonuç olarak bir zamanlar zenginlikleri ve Saba Melikesi Belkıs ile tarihte yer edinmiş Yemen toprakları, bugünlerde iç savaşlar, işgaller, parçalanma, kolera salgını, bölgesel ve küresel müdahaleler gibi birçok sorunun odağında yer alıyor.
Türkiye’nin istikrar arayışındaki rolü
Yaklaşık 400 yıl Osmanlı egemenliğinde kalan Yemen halkı, I. Dünya Savaşı sırasında İmam Yahya önderliğinde kurulan ortak komutanlıkla İngiliz güçlerine karşı savaşa katıldı. Modern Yemen’in kuruluşunda son Osmanlı bürokrasisi ve askerleri önemli bir rol oynadı. Aynı zamanda iki halk arasında Yemen türküsünde bahsedildiği üzere duygusal bir ilişki ağı da, günümüzde birbirlerine bakışta önemli bir yer tutuyor. Meclis-i Mebusan’da Yemenli vekillerin varlığı son dönemlere kadar sürdü. 1990’larda Yemen’in birleşmesini destekleyen Türkiye, Arap Baharı sürecinde de barışçıl değişimin akrasındaydı.
Arap Baharı öncesi dönem, esasında ilişkilerin ivme kazandığı bir dönem oldu. Arap Baharı ile birlikte Yemen üzerinde artan bölgesel ve küresel baskılar, taraflar arasındaki ilişkilerin zayıflamasına yol açtı. Özellikle İran ve Körfez ülkeleri arasında Yemen üzerinde yaşanan askeri, siyasi ve diplomatik müdahaleler, Türkiye’nin Yemen’deki rolünün zayıflamasına yol açtı. Koalisyonun müdahalesini desteklediğini açıklayan Türkiye daha sonraları da Husilerin tek taraflı müdahalelerini eleştirdi. Husilerin etkinliğini artırmasına paralel olarak Ahmar ailesi gibi önemli ailelerin bir kısmı da Türkiye’ye sığındı.
Türkiye, 2017’de İran’la yaşanan yakınlaşmanın da etkisiyle Husi grupları üzerinde bir nüfuz alanı oluşturabilir. Bu kapsamda Türkiye, Yemen’de yaşanan çatışmalarda, toplumsal grupların her ikisi ile de görüşebilen ender bölgesel aktörlerin başında geliyor. Salih sonrası döneme ilişkin Yemenli aşiretler üzerinden barışçıl iktidar bölüşümünü de gündeme getirebilir. Tüm bunlara rağmen, İran ve Körfez’deki Arap ülkelerinin, Yemen’i öncelikli nüfuz ve mücadele alanı olarak görmeleri, Türkiye’nin girişimlerinin ülkesel değil bölgesel düzeyde olması gerektiğini ortaya koyuyor. Bu kapsamda Kudüs meselesinde olduğu gibi Türkiye’nin İslam İşbirliği Teşkilatı çerçevesinde, Yemen’deki istikrar arayışına katkı sağlayabilecek adımları atması da gündeme gelebilir.
Bu analiz, Abant İzzet Baysal Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Veysel Ayhan tarafından kaleme alınmıştır.