Son 30 yıldır Amerika, tek kutuplu hegemonyasına yönelik her türlü tehdidi umutsuzca geri püskürtmeye çalışarak bir köstebek vurmaca oyunu oynuyor. Ancak son raporlar bir gösterge kabul edilirse, bu oyun yakında sona erecek olabilir. Bu sonun kötü bir şey olup olmadığı ise tamamen Amerikalı liderlerin nasıl bir yol izleyeceğine bağlı.
Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika'dan oluşan ve bir nevi G7'ye karşılık niteliği taşıyan BRICS'in genişleyeceğinin açıklanması dişlerini gıcırdatmalarına neden oldu. Suudi Arabistan, İran, Birleşik Arap Emirlikleri, Etiyopya, Mısır ve Arjantin'in katılımı bazılarınca Amerikan ve Batı hegemonyasının sonu olarak tasvir edildi. Brezilya Devlet Başkanı dünyanın "artık eskisi gibi olmayacağını" ilan etti. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, genişlemenin Batı düzenine bir tehdit olduğundan yakındı.
Açık olmak gerekirse BRICS'e eklenen devletler küçük balıklar değil: Suudi Arabistan uzun zamandır Amerika'nın önemli bir ortağı ve İran da uzun zamandır Amerika'nın ciddi bir düşmanı. Her ikisinin de tek bir organizasyonda bir araya gelmesi kayda değer. Aynı şekilde Arjantin'in katılımı da bloğun Güney Amerika'da güçlenmekte olduğunu gösteriyor olabilir. Endonezya'dan Cezayir'e ve Venezuela'ya kadar birliğe katılmak isteyen pek çok ülke var.
Ancak bu durumun beklenildiği gibi olmaması için pek çok neden var.
Yeni başlayanlar için belirtmek gerekirse, çekirdek grup üyelerini birbirine bağlayan hiçbir şey yok. Grubun orijinal ismi 2001 yılında, 2050 yılında bu beş ülkenin küresel ekonomiye hakim olacağını hesaplayan bir ekonomist tarafından ortaya atıldı. Bugün böyle bir öngörü neredeyse gülünç görünüyor. Çin ve Hindistan elbette uluslararası arenada büyük oyuncular olsa da Çin'in büyümesi şimdiden yavaşlamaya başladı ve Rusya ya da Güney Afrika'nın 30 yıl içinde küresel ekonomiye hakim olacağı düşüncesi neredeyse saçma.
İkinci olarak, birliğin üyelerinin çoğu Amerika Birleşik Devletleri ile dost. Bir devletin şu an BRICS üyesi olması her zaman öyle kalacağı anlamına gelmediği gibi Amerika'yı sırtından bıçakladığı anlamına da gelmiyor. Hindistan Başbakanı Narendra Modi'nin eski Başkan Donald Trump ile yakın bir kişisel ilişkisi vardı, tıpkı yeniden seçim kampanyasını kıl payı kaybeden eski Brezilya Başkanı Jair Bolsonaro gibi. Aynı şekilde, Arjantin şu anda merkez sol tarafından yönetiliyor olsa da, başkan olması halinde BRICS'ten çekilme niyetini şimdiden beyan etmiş olan bir liberteryeni seçmek üzere olabilir.
Üçüncüsü, BRICS askeri bir örgüt değil. Öyle olsaydı bile, çok geniş bir alana yayıldığı için, inanılmaz derecede hantal olurdu. Bunun yerine esasen bir tartışma forumu. Ve Suudi Arabistan gibi -bazıları Batı'ya Çin ve Rusya'nın olduğu kadar karşı olmayan- daha fazla ses ile beraber grubun etkisi daha fazla üyeyle seyrelebilir ve grup Batı için daha da az tehdit haline gelebilir.
Ancak tüm bunlarla birlikte, genişleme doğal olarak göz ardı edilmemeli. Çin'in öncülük ettiği grup kesinlikle Batı hegemonyasını sona erdirmeyi amaçlıyor ve en azından bunu büyük ölçüde kırmayı başarabilir. Ancak o zaman şu soruyu düşünmek gerekir: Amerika hegemonyasını kaybetmekten tam olarak neden endişe duymalı?
Amerikan hegemonyası
Tarihsel olarak konuşmak gerekirse, tarihte hiçbir ulus Amerika'nın sahip olduğu türden bir hegemonyaya sahip olmadı. Amerika'nın hegemonyasını kaybetme ihtimali sıklıkla Roma İmparatorluğu'nun hegemonyasını kaybetmesiyle karşılaştırılır. Ancak Roma'nın hegemonyası Amerika'nınkinden temelde farklıydı: İmparatorluk kendi dünyasına hükmederken, "dünyası" Akdeniz ve Batı Avrupa'dan ibaretti. Hegemonyasındaki herhangi bir çatlak, imparatorlukta gerçek bir çatlak anlamına geliyordu.
Doğu Roma İmparatorluğu hegemonyasını kaybettikten sonra 900 yıl daha varlığını sürdürdü ve bu sürenin büyük bir kısmında önemli bir bölgesel güç olarak varlığına devam etti. İkinci Dünya Savaşı sonrasında Britanya İmparatorluğu'nun hegemonyasını kaybetmesi ciddi bir statü düşüşü anlamına gelse de, Britanya, büyüklük için her zaman sömürgelerine bağımlıydı. Amerika'nın ise böyle bir bağımlılığı yok. Ayrıca, Britanya'nın hegemonyası hiçbir zaman Amerika'nın boyutlarına ulaşmadı ve bu hegemonyaya Fransa ve ardından Almanya tarafından iki kez meydan okundu.
Amerika'nın hegemonyasını kaybetmesi bir düşüşten ziyade gerçeğe dönüş, bir aşırı genişlemenin sona ermesi anlamına geliyor. Henry Kissinger'dan itibaren realist akademisyenler sürekli olarak dünya düzeninin tek kutupluluğa karşı tepki gösterdiğini savunmuşlardır. Amerika 30 yıl boyunca kendi egemenliğine yönelik meydan okumaları umutsuzca baskılamaya çalıştı, eninde sonunda baskılananların başka bir yoldan patlak vermesi doğaldır.
Amerika'nın tek kutuplu dönemden bu kadar uzun süre faydalanmış olması tarihsel olarak eşi benzeri görülmemiş bir durum. Ancak bu hegemonya kaçınılmaz olarak sona ererken, rüzgara karşı öfkelenmek yerine tek kutuplu düzenden çok kutuplu düzene geçişi kendimize en uygun şekilde yönetebiliriz. Amerika Birleşik Devletleri, bir tür Monroe+ Doktrini ile Amerikan karşıtlığının Batı Avrupa ve Doğu Asya'ya yayılmamasını sağlayarak sınırlarını ve güvenliğini koruyabilir. Avrupa Birliği'nin üye devletlerin savunma kabiliyetlerini gerçek anlamda bütünleştirmesi konusunda ısrarcı olabilir. Japonya ve hatta Avustralya gibi potansiyel çok kutuplu güçlerin ellerimizin arasından kayıp gittiğini görmektense kendi ayakları üzerinde durabilen güçler haline gelmesi için çalışabiliriz.
Köstebek vurmaca oynamanın sorunu, esasen bu oyunun kazanılamaz olmasıdır. Her oyun aynı şekilde biter: Zaman tükenir. Skorunuzu başkalarıyla kıyaslayabilirsiniz, ancak söz konusu olan güvenliğini sağlamaya çalışan devletler olduğunda, bu tür skorların etkileyiciliği yalnızca olaydan on yıllar ya da yüzyıllar sonra yazılan tarih kitaplarında önemlidir. Barbarlar kapılarına dayandığında "Roma çok uzun süre ayakta kaldı" cümlesi muhtemelen orada yaşayanlar için küçük bir teselli olmuştur.
Bu da şu anlama geliyor: Amerika'nın umutsuzca köstebekleri alt etmeye çalışmayı sürdürebilir ve bunu yaparken de yaklaşmakta olan çok kutuplu dünya için bir güvenlik mimarisi oluşturmakta başarısız olabilir. Ya da kaybedilen bir oyunu oynamayı bırakıp gerçeklerle yüzleşebilir ve yüzyılın geri kalanında kendini güvence altına almak için çalışabilir.
Anthony Constantini tarafından kaleme alınan ve RealClear World'de yayınlanan bu değerlendirme Mepa News okurları için tercüme edilmiştir. Değerlendirmede yer alan ifadeler yazarın kendi görüşleridir ve Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.