Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Birleşik Krallık’ın (BK), kaçınılmaz ölümlere yol açan ve oldukça baskıcı nitelikteki göç karşıtı politikaları, 21. yüzyılın en büyük trajedilerinden biri sayılabilir.
Eğer ABD ve BK’nin sınır politikalarının ciddi manada yeniden gözden geçirebileceği bir vakit varsa, o an behemehal şimdi olmalıdır. Dünya tarihinde, en savunmasız insanların hayatlarının, daha önce hiç olmadığı kadar, -uluslararası hukukta yasal bir hak olan- sığınma talebi mefhumuna bağlı olduğu kritik bir dönemeçteyiz.
ABD ve BK gibi ülkeler dünya sahnesinde genellikle uluslararası hukuku, demokrasiyi ve adaleti yücelten şaşalı demeçler vermektedirler.
Ancak iki ülkenin mevcut sınır politikaları gözden geçirildiğinde hem ABD’nin hem de BK’nin ‘insan haklarını önemseyen adil bir sınır politikası’ anlayışını, özde değil sözde desteklediği ve gün geçtikçe tehlikeler saçan bir milliyetçilik havasına büründüğü belirgin hale gelmektedir.
ABD'nin politikaları
‘Adil’ bir sınır politikasına sahip ABD’ye bir göz atalım. Birçok insan, eski ABD Başkanı Donald Trump döneminde, göçmenleri hedef alan bazı sert politikalardan haberdardır. Göçmenleri hedef alan politikaların başlıcalarından biri, ABD yetkililerin COVID-19’u bahane ederek, meşru sığınma taleplerinde bulunan insanları geri çevirmesine olanak sağlayan Title 42 Public Health Order’dır.
Title 42’nin yasal hale getirilişi, sayısız hukuk uzmanı tarafından defalarca mantıksız bulunmasına ve yönetimin bu tür politikaları kaldıracağına dair taahhüt vermesine rağmen ABD Başkanı Joe Biden tarafından uygulanmaya devam ediyor.
Dahası, bu yıl, Title 42’nin uygulamaya geçirilişinin yıkıcı etkilerine son derece şahit olduk. ABD atlı sınır kuvvetlerinin Siyahi Haitililere sığır sürüsüymüş gibi muamele etmeleri ve bazı zalimane uygulamalarının rahatsız edici boyutlardaki görüntüleri ortaya çıktı. Daha sonraki aşamada göçmenlerin çoğu Haiti’ye geri gönderildi.
ABD'nin güney Del Rio sınırında toplatılan göçmenlerin sınır dışı edilmesinin ardından, iltica talebinde bulunan kişilerin sınır dışı edilmeleri için yetkililerce çıkarılan belge ve evrakların sahte olduğu, bazı göçmenlerin ise farklı bölgelere tehcir edildiği iddiaları ortaya atıldı.
Daha da can alıcı nokta, Biden’ın başkanlığının ilk birkaç ayında, göçmen karşıtlığıyla bilinen Trump’ın 2020 yılı boyunca sınır dışı ettiğinden daha fazla Haitilinin tehcir edilmesi oldu.
Bu adaletsizlikleri daha da gülünç hale getiren şey, geri gönderme politikalarının arkasındaki söz sahiplerinin genellikle göçmen siyasilerden oluşmasıdır. Bu, kabullenmesi güç ve trajikomik bir durumdur.
Örnek vermek gerekirse, resmi olarak göreve başlamasının ardından ilk yurtdışı gezisi sırasında yaz aylarında Guatemala'da bulunan ve sözde 'göçmen krizine' bir çözüm getirmekle görevlendirilen ABD başkan yardımcısı Kamala Harris bir konuşmasında şöyle söyledi: “Gelmeyin. Amerika Birleşik Devletleri yasalarımızı uygulamaya ve sınırımızı kolaçan etmeye devam edecek. Sınıra yaklaşmanız dahilinde, geri gönderileceksiniz.”
İngiltere geri gönderiyor
Benzer şekilde, Birleşik Krallık da göç konusunda sıkı önlemler almaya devam etti. Ülkeyi çalkalandıran göç durumuna karşı giderek daha düşmanca bir duygu aşılanıyor.
Yakın dönemde İngiliz milletvekilleri, Manş Denizi üzerinden İngiltere’ye ulaşmaya çalışan göçmenlerin geri gönderilmelerini sağlayan ‘Vatandaşlık ve Sınırlar Yasası’ lehinde oy kullandı. Bir korku filmi gibi gözükse de büyük ihtimalle yasa uygulamaya geçecek.
Manş Denizi vasıtasıyla Fransa’dan İngiltere’ye göç etmeye çalışanlar, genellikle zulüm, savaş ve yoksulluktan ötürü vatanlarını terk etmek durumunda kalıyorlar. Göçmenlerin kendi vatanlarından kaçmalarına sebep olan unsurların başında şüphesiz Birleşik Krallık büyük rol oynuyor. Bu da, BK’nin göçmenleri geri göndermesini değil, onlara karşı bir sorumluluk bilincine sahip olmasını ve bu şekilde hareket etmesini gerektiriyor.
Üstelik, tasarının yasalaşması durumunda, hükümet rahatlıkla bazı göçmenlerin BK vatandaşlıklarını feshetme yetkisine sahip olacak ve böylesi bir karara da itiraz edilmesine kısıtlama getirecek.
Bunun sonuçları, etnik azınlıklardan oluşan milyonlarca insanı derinden sarsabilecek güçte. Öte yandan halkın bir kısmı, yasayı durdurmak için bir imza kampanyası başlattı ve binlerce kişi bu kampanyayı imzaladı.
İçişleri Bakanı Priti Patel'in aile büyüklerinin de 1960'larda BK’ye göç eden göçmenler olduğunu hatırlamakta fayda var. Mevcut tasarı tekrar gözden geçirildiğinde, tekrar göç edebilecek imkân bulamayabileceklerinden haberdar olmalılar.
Binlerce göçmen İngiltere'ye yaptıkları tehlikeli yolculuk sırasında hayatını kaybetti. Yine aynı şekilde, binlerce kişi sığınma talebinde bulunma umuduyla ABD sınırına ulaşmaya çalışırken yaşamını yitirdi. Gerçek ölü sayıları asla gün yüzüne çıkmayacak ve insanların hikayelerini hiçbir zaman tam olarak bilemeyeceğiz.
Her iki ülkedeki mevcut göç karşıtlığı içeren politikalar birçok felaketi meydana getiriyor. Ancak bahsi geçen sorunlar göçmenleri sığınma talebinde bulunmaktan kesinkes alıkoymayacaktır. Politikaların nihai sonuçları, yalnızca süreci tehlikeli hale getirmekle kalmayacak, bunun yanında insan kaçakçıları için bir alan oluşturmaya devam edecektir.
ABD ve BK’nin kurulma süreçleri göçmen emeğine dayanıyor ve bir kısım göçmen bu ülkelerin yönetiminde yer alıyor. Bu gerçeklere rağmen, her iki ülkenin de sığınmacılara geçit vermemesi, 2021 gibi bir yılda gülünç bir durumdan öteye geçemiyor.
Richard Sudan tarafından kaleme alınan ve El Arabi el Cedid'de yayınlanan bu değerlendirme, Salih Cuma Aydın tarafından Mepa News okurları için tercüme edilmiştir. Değerlendirmede yer alan ifadeler yazarın kendi görüşleridir ve Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.