Abluka sonrası Katar'da son durum

Giorgio Cafiero

Doha yönetimi, Katar'a yönelik ambargo sürecinin üzerinden bir yıl sonra gelinen noktada kendisini diplomatik bir güç olarak iyice kabullendirdi. Fakat, Körfez İş Birliği Konseyi üyesi komşularıyla yakınlaşma süreci her ne kadar hoş bir gelişme olarak karşılansa da görünenlerin arka planında gerginlikler hala devam etmektedir.

BAE ve Suudi Arabistan’ın Katar’a uyguladığı ablukayı sona erdiren tarihi El-Ula zirvesinin üstünden geçen on beş ay boyunca Doha tarafından yapılan hamleler Katar’ın kendine olan güvenini oldukça arttırdı. Arap Yarımadasında üç buçuk yıl boyunca adeta tek başına bırakılan Katar artık çok da baskı hissetmemektedir.

Gerek Katarlı vatandaşlar gerekse de Katar’da ikamet eden yabancı uyruklu insanlar, 2017-2021 döneminde çıkan Körfez İş Birliği Konseyi (KİK) kavgası sürecinde sabrettiler ve bu sabrın neticesinde kendilerinde kriz öncesine nazaran çok daha güçlü milli gurur ve birliktelik duyguları zuhur etti.

El-Ula zirvesi Doha’daki herkes için kutlanılacak bir hadiseydi. Ambargodan önce ailelerini ve arkadaşlarını görmek için sıkça Suudi Arabistan, BAE ve Bahreyn’e seyahat eden Katar vatandaşları sevdikleriyle görüşebilmek için Kuveyt, Umman veya başka yerlerde buluşmak zorunda kalmıştı.

Ambargo kararı alan devletlere seyahat etmek hem Katar vatandaşları hem de Katar’da ikamet eden başka ülkelerin vatandaşları için riskliydi. Katar ve Suudi Arabistan ve BAE arasında direkt seyahat edilmesinin yasaklanmasının içeride birçok Katarlının işine yaradığı noktalar da oldu.

KİK krizi Katar’ın egemenliği hususunda en ufak bir taviz verilmeden atlatıldığı için bu haliyle çok büyük bir siyasi zafer olarak nitelendirildi. Doha yönetiminin, Suudi ve BAE’lilerin kendilerini baskı altına almaya çalıştığı dönemde bu duruma karşı koyma hususundaki kararlılığının sürecin sonunda Katar’ın çıkarına olacağına dair değerlendirmeleri doğru çıktı.

El-Ula zirvesinin ardından işe koyulan Katar önüne baktı. Artık Körfez bölgesindeki bir kavgayla uğraşmak zorunda olmayan Doha, geçtiğimiz on beş ayı dünyanın başka yerlerindeki krizleri sonlandırmak amacıyla diplomatik faaliyetleriyle daha yakından ilgilendi.

Katar’ın, normal şartlar altında konuşmaları zor siyasi rakipler arasında diyalog kurulması hususunda gösterdiği yetenek Doha’nın birçok ülkenin güçlü bir diplomatik ortağı olmasını sağladı. ABD ve bazı Avrupalı devletlerin Kabil’deki elçilerini Doha’ya kaydırması ve Katar’ın geçtiğimiz yılki Kabil tahliyesi sürecinde yaptığı yardımlar bir kez daha kanıtladı ki Katar, Afganistan savaşı sonrası dönemde dış politika çıkarları doğrultusunda çalışan Batılı devletlere yardım eden ana KİK üyesi haline geldi.

Çad’dan gelen birçok tarafın temsilcileri de geçtiğimiz günlerde Doha’da bir araya gelerek Afrika ülkesine istikrar ve barış getirilmesi için görüşmelere başladı. Katar devleti yetkilileri, şubat ayında patlak veren Rusya-Ukrayna savaşının ardından Moskova ile Kiev arasında bir nevi köprü görevi üstlendi. Doha yönetimi tüm bunlara ilaveten, Müşterek Kapsamlı Hareket Planı (JCPOA) anlaşmasının yeniden diriltilmesi için İran ile ABD’yi yakınlaştırmak amacıyla çalışmalar yürütmeye de devam etti.

Katar’ın izlediği dış politikanın tüm bu dosyaları Doha’yı Washington için o kadar yararlı bir hale getirdi ki Biden yönetimi, ocak ayında yaptığı bir açıklama ile Katar’ı NATO üyesi olmayan ana bir müttefik tayin etti.

Hem Körfez hem de Orta Doğunun genelinde daha düne kadar açıkça konuşmak gerekirse son derece agresif bir şekilde birbirini engellemeye çalışan bölgesel kuvvetler arasında bir süre önce bir yakınlaşma havası esmeye başladı. El-Ula zirvesi de komşularıyla arasındaki ideolojik ve prensip farklılıkları yerine yatırım bağları ve ekonomik iş birliği konularına odaklanmak isteyen devletlerin girişimi ile işte bu bağlamda gerçekleştirildi. 2021-2022 arasında Hem Suudi Arabistan hem de BAE’nin dış politika karar sürecinde şahit olduğumuz bu yeni pragmatik yaklaşım Katar’ın gerçekten çok işine yaradı.

KİK üyesi ülkeler arasındaki barışma süreçleri farklı tempolarda devam etti

Bir araya gelerek Katar’a karşı harekete geçen üç KİK ülkesinin Katar ile barışma süreleri eşit değildi. El-Ula zirvesinin hemen ardından geçmişe göre daha sağlıklı ve sıcak bir hale gelen ikili ilişkilerden faydalanmanın yeni yollarını bulmak için Suudi Arabistan ile Katar arasında hızlı bir şekilde karşılıklı adımlar atıldı.

El-Ula zirvesi sonrası BAE, Katar ile barışma hususunda biraz yavaş davransa da geçtiğimiz yılın ağustos ayında BAE Ulusal Güvenlik Danışmanı Şeyh Tahnun bin Zayid El-Nahyan'ın Doha’ya gerçekleştirdiği ziyaret neticesinde iki taraf arasındaki ilişkiler bir nebze de olsa iyileşti. El-Ula zirvesinin en zayıf halkası olan Bahreyn ise geçtiğimiz yılın ilk aylarından sonra Doha ile barışma hususunda tek bir adım dahi atmadı.

Bu farklılıklar göstermektedir ki 2017-2021 krizi yaşanırken dahi ambargo uygulayan devletleri Doha’ya karşı harekete geçiren nedenler ve sözde Katar tehdidini algılama şekilleri her zaman birbiriyle aynı değildi.

Güven eksikliği

İlişkiler Körfez genelinde her ne kadar ısınsa da geçtiğimiz yıla kadar Katar’ı ablukaya alan güçler hususunda Doha’nın birçok bakış açısını etkilemeye devam eden bir güven eksikliği söz konusudur. İlk iki KİK krizi çözülmüş olsa da yakın gelecekte bir üçüncü krizin yaşanmayacağını kesin bir dille ifade etmek imkansızdır.

Bu kavgaların altında yatan ideolojik fikir ayrılıklarının hala çözülmediği göz önüne alındığında bazı Körfez devletlerinin ileride yeniden politikalarını değiştirmesi için Katar’ı baskı altına almaya çalışacağı yeni bir senaryonun gerçekleşme ihtimali devam etmektedir.

ABD’nin Katar’ı NATO üyesi olmayan ana bir müttefik ilan etmesi nedeniyle olası bir üçüncü kriz yaşanması halinde Doha, 2017’dekine nazaran kendine çok daha fazla güvenerek hareket edecektir.

Gelecekte bu potansiyel senaryonun gerçeğe dönüşmesi halinde Washington’un Doha’ya vereceği destek beş sene öncesine göre çok daha kurumsal olacaktır. Katar’ı ablukaya almaya çalışacak, ona karşı ekonomik savaş ilan edecek ve hatta askeri olarak saldıracak herhangi bir Arap devleti bunları yapmadan önce ABD’nin Doha yönetimini koruyup korumamakta daha az kararsız olacağını unutmamalıdır.

Bundan sonra göreve gelecek ABD hükümetleri Körfez bölgesinde benzer bir krizin patlak vermesine izin vermek istemeyecektir. Washington’da, her iki parti de yaşanan abluka sürecinin Orta Doğu’daki ABD çıkarlarına zarar verdiği hususunda hemfikirdir.

Bu nedenle, ABD’li devlet adamları bölgedeki gerilimleri izlemeye devam edecek ve Körfez ülkelerinin aralarındaki farklılıkları uzun vadeli barışı, istikrarı ve refahı gölgelemeden çözmeleri için gerektiğinde duruma müdahale edecektir.

2017’de başlayan ambargo, Katar’da yaşayan herkes için son derece dramatik, stresli ve hatta travmatik bir dönemdi ve bu ambargo nedeniyle devlet için üzerinden gelinmesi son derece zor problemler meydana geldi.

Körfez bölgesinde bir arada yaşadıkları ülkelerin Washington’daki lobilerinin Amerika’yı Katar’a düşman etmek için çalıştığı ve hatta birçok Arap-Müslüman devlete ambargoya iştirak etmesi için baskı yaptığı dönemde tecrübe ettikleri krizin derinliğini Doha’daki herkes hala çok iyi hatırlamaktadır.

Katar yönetimi her ne kadar 2017-2021 dönemini unutup ilişkilerde yeni bir sayfa açmak için hevesli olsa da Katar halkı nezdinde açılan yaraların iyileşmesi ve unutulması belki yıllar veya hatta on yıllar sürecektir.

Sonuç olarak bakıldığında, Riyad ve Abu Dabi yönetimlerinin 180 derece dönerek Katar ile barışması, KİK’in ve üye ülkelerin çıkarlarına hizmet eden bir gelişme oldu. Bununla birlikte, El-Ula zirvesinin, bir şekilde ambargonun Körfez devletleri ailesi içinde neden olduğu zararı hızlıca ve kolayca onarabileceğine inanmak için kimsenin hiçbir nedeni yoktu.

Katar’ın Suudi Arabistan ve BAE ile olan ilişkileri her ne kadar iki sene önce kimsenin tahmin edemeyeceği kadar iyileşmiş olsa da yüzeyin altında hala devam etmekte olan gerilimler mevcuttur.


Giorgio Cafiero tarafından kaleme alınan ve The New Arab'ta yayınlanan bu değerlendirme Mepa News okurları için tercüme edilmiştir.

Değerlendirmede yer alan ifadeler yazarın kendi görüşleridir ve Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.