Fotoğraf: Afganistan Savunma Bakanı Muhammed Yakub Mücahid 2023 yılının son gününde bakanlık yetkilileriyle birlikte basın toplantısı düzenliyor.
Ahmed Waleed Kakar | Afghan Eye | Tercüme: Mepa News
2023'ün ilk altı ayı
1-Dış İlişkiler
Afganistan Dışişleri Bakanlığı için, özellikle de Dışişleri Bakanı Mevlevi Emir Han Muttaki'nin kendisi için yoğun bir altı ay oldu. Muttaki, Al Jazeera için bir köşe yazısı kaleme almanın yanı sıra, alışılagelmiş şekilde yabancı konferanslara da katıldı. Kabil'in yeni yöneticilerinin resmi olarak tanınması (belki de şaşırtıcı olmayan bir şekilde) gerçekleşmemiş olsa da Muttaki'nin uluslararası toplantılara davet edilmesi ve bunlara katılması, Kabil ile en azından sınırlı bir ilişki kurma arzusunu yansıtıyor. Bu yabancı toplantıların başında Semerkant ve İslamabad'da Afganistan'ı da kapsayan çok taraflı zirveler geliyordu.
Semerkant ve İslamabad'daki toplantılar birkaç nedenden dolayı dikkate değerdi. İlk olarak, hiçbir Batılı ülke toplantıda yer almadı. Semerkant'ta Çin, İran, Pakistan, Rusya, Tacikistan, Türkmenistan ve Özbekistan temsilcileri bir araya geldi. İslamabad ise sadece Çin ve Pakistan'ın katıldığı üçlü bir toplantıya ev sahipliği yaptı. Hiçbir Batılı temsilci toplantıda bulunmadı.
Kuşkusuz bölge ülkeleri arasında Kabil ile ilişki kurma ihtiyacının kalıcı olarak kabul edildiğinin bir göstergesi olsa da, bunu Kabil için tam bir zafer olarak yorumlamak yüzeysel bir okuma olacaktır. Hem Semerkant hem de İslamabad'da yapılan ortak açıklamalarda Afgan hükümetiyle ilişki kurmanın, ekonomik iş birliğini derinleştirmenin ve Afgan egemenliğine saygı göstermenin önemi vurgulanmıştır. Yine de olağan insan hakları kaygılarının da altı çizilmiştir. Ancak daha da önemlisi, toplantının katılımcıları Afganistan'da El Kaide, TTP ve Doğu Türkistan İslam Partisi gibi silahlı grupların varlığını açıkça iddia ettiler. Bu durum, Kabil'in bu grupların Afganistan'da bulunmadığına dair uzun süredir devam eden tutumuna ve ardından topraklarının başkaları için tehdit oluşturmadığı yönündeki yinelemesine doğrudan ters düşmektedir.
Gerçek ne olursa olsun, Kabil'e yönelik bölgesel yaklaşım bir Fars atasözüyle özetlenebilir: "Dostluk, ama [hala] mesafeli."
Bu arada, Afgan yetkililerin Oslo Barış Forumu'na katılımı, Afgan dış politikası söz konusu olduğunda artık asırlık bir gelenek olan doğu ve batının dengelenmesi konusunu vurguladı. Temsilciler kapalı kapılar ardında sürgündeki Afganların yanı sıra Batılı diplomatlarla da bir araya geldi. Batılı kaynaklar görüşmelerde 'somut ilerleme' kaydedildiğini açıklasa da bu görüşmelerin pratikte nasıl sonuçlanacağı belirsizliğini koruyor.
1.1-Katar
31 Mayıs'ta Başbakan Muhammed bin Abdurrahman Âl Sani'nin Afganistan Emiri Hibetullah Ahundzade ile görüştüğüne dair haberler ortaya çıktı. İlk olarak Reuters tarafından haberleştirilen görüşme ay başında 12 Mayıs'ta gerçekleşti. Âl Sani, Afganistan Başbakanı Molla Hasan Ahund ile Kandahar'da bir araya gelmişti ancak Hibetullah Ahundzade ile yapılan görüşme daha sonra ortaya çıktı. 'Çok olumlu geçen görüşmede' öncelikle kız çocuklarının eğitimi konusunda devam eden ertelemenin tersine çevrilmesi ihtiyacı ve ülkedeki insani kriz üzerinde duruldu.
Bu çok sayıda nedenden ötürü önemli bir gelişmeydi. Katar, Afgan hükümeti ile alenen ve defalarca temas kurmuştu. Ancak bunu hiçbir zaman Emir aracılığıyla yapmamıştı. Emir'in Kandahar'dan gönderdiği fermanların tartışmasız hakimiyetini ve artan iddiasını göstermesiyle kilit politika konularındaki etkisi ve yetkisi giderek daha fazla sorgulanır hale gelen Kabil merkezli Bakanlar Kurulu aracılığıyla yapmıştı. Gerçekten de Hibetullah'ın herhangi bir yabancı yetkiliyle yaptığı bilinen ilk görüşme bu oldu.
Toplantının gizli tutulması ve toplantının duyurulmasına eşlik edecek bir açıklamanın yapılmaması, Emir'in tartışmasız otoritesini vurgulamaktan başka bir işe yaramamıştır.
Geriye, Kandahar'ı ilgilendiren konularda olduğu gibi, toplantının -eğer varsa- sonraki etkilerini ortaya çıkarmak kalıyor. 17 Mayıs'ta, rapor edilen toplantıdan günler sonra, ancak toplantı henüz açıklanmamışken, Başbakan Molla Hasan Ahund'un yerine Yardımcısı Mevlevi Abdulkebir'in getirildiği duyuruldu. Hasan Ahund'un değiştirilmesinin resmi gerekçesi olarak sağlık durumunun iyi olmaması gösterildi. Ancak Taliban kaynakları uzun zamandır onun değiştirilmesi gündemde değilken de sağlık durumunun kötü olduğunu bildiriyordu ve bu yeni bir gelişme sayılmazdı.
Bu durum, Kandahar'daki görüşmenin kamuoyuna yansımasının ardından pek çok kişinin Abdulkebir'in atanmasının diplomatik angajmana doğru bir yönelimi yansıttığını düşünmesine yol açtı. Ne de olsa Abdulkebir diplomatik zekâsıyla tanınan bir isimdi. Makul olmakla birlikte, bu durum Doha'nın Afgan kabine atamalarını etkileyebileceğini de varsayıyor. İkinci olarak, Hasan Ahund Başbakan olarak diplomatik temaslarda hiçbir zaman öne çıkmadı. Abdulkebir, Başbakan Yardımcısı olarak öne çıkmıştı. Eğer amaç diplomasi olsaydı, o zaman neden değiştirilmesi gerekli olacaktı?
1.2-İran
18 Mayıs'ta İran Cumhurbaşkanı Reisi, Kabil'i iki ülke arasında su kaynaklarının paylaşılmasını öngören 1973 tarihli Hilmend Nehri Anlaşmasını ihlal etmemesi konusunda açıkça uyardı. Afganistan sözcüsü Zebihullah Mücahid Reisi'ye usulü gereğince cevap verdi: Hilmend Nehri'ne yakın olanlar da dahil olmak üzere Afganistan'ın pek çok bölgesinde kuraklık yaşanıyordu ve Reisi'nin sözleri 'uygunsuz' ve 'zarar verici' idi.
Gerginlik ve söz düellosu 27 Mayıs 2023 tarihinde doruk noktasına ulaştı. Her iki ülkenin sınır muhafızları arasında silahlı çatışmalar meydana geldi ve her iki taraf da kayıplar verdi. Her iki taraf da birbirini suçladığı için ilk kimin ateş ettiği belirsiz. Çatışmalar kısa sürede sona erdi ve diplomatik faaliyetlerin ardından sınır yeniden açıldı. Afgan yetkililer olay sonrasında anlaşmazlıkların diplomatik yollarla çözülmesi çağrısında bulundu.
1.3-Pakistan heyeti Kabil'de
Afganistan-Pakistan ilişkileri her zaman sıcak bir konu olageldi. Bu minvalde, Pakistan Savunma Bakanı Havaca Asıf başkanlığındaki üst düzey bir Pakistan heyeti 22 Şubat 2023 tarihinde Kabil'i ziyaret etti. Heyet, Asıf'in Afgan mevkidaşı Mevlevi Yakub'un yanı sıra Afgan Başbakan Yardımcısı, Dışişleri Bakanı ve İçişleri Bakanı ile bir araya geldi.
Tam olarak bu noktada işler farklılaştı ve bununla birlikte soru işaretleri ortaya çıktı. Pakistan Dışişleri Bakanlığı'ndan yapılan resmi açıklamada, görüşmede 'bölgede artan terörizm tehdidine ilişkin konuların' ele alındığı belirtilirken, daha da ileri gidilerek 'TTP ve IŞİD'den' ismen bahsedildi. Pakistan'ın açıklamasına göre "iki taraf, çeşitli oluşum ve örgütlerin yarattığı terörizm tehdidini etkili bir şekilde ele almak için iş birliği yapma konusunda" mutabık kaldı.
Ancak Afgan sözcü Zebihullah Mücahid tarafından yapılan açıklamada herhangi bir örgütün adı özellikle zikredilmekten kaçınıldı. Afgan açıklaması toplantıya GDI (Afgan istihbaratı) şefi Abdulhak Vasık'ın da katıldığını ekledi. Açıklamada 'Her iki ülkeyi de ilgilendiren bir dizi konu üzerinde kapsamlı görüşmeler yapıldı' denildi. Bu konular arasında 'bölgedeki insansız hava araçları uçuşları ve silahlı muhaliflerin faaliyetleri de dahil olmak üzere güvenlik tehditleri' yer alırken, 'ekonomik ve ticari bağlar, Durand Hattı'ndan geçişle ilgili konular ve Pakistan'daki Afgan mültecilerin sorunları' hakkında da 'faydalı görüşmeler' yapıldı.
Hepsi bu kadar. Ancak kısa bir süre sonra Pakistan medyasında, Kabil heyetindeki isimsiz kaynaklara dayanılarak, görüşmenin samimi olmaktan uzak geçtiğine dair haberler çıkmaya başladı. Heyetten ismi açıklanmayan bir yetkiliye göre Pakistanlı yetkililer Durand Hattı boyunca geçişleri kapatma ve 'daha fazlasını' yapma tehdidinde bulundular. Bunun pratikteki anlamı açıklanmadı.
ANI haber ajansı benzer şekilde (yine ismi açıklanmayan) bir yetkiliye dayanarak Afgan yetkililerin 'TTP saldırılarının devam etmesi halinde Pakistan'ın sert bir karşılık vereceği konusunda uyarıldığını' iddia etti. Aynı kaynak ANI'ye TTP saldırılarının devam etmesi halinde TTP'nin Afganistan içindeki sığınaklarına yönelik askeri operasyonların düşünüldüğünü belirtti.
Ancak Kabil'deki kaynaklar görüşmenin gergin geçtiği ya da yukarıda iddia edilen tehditlerden herhangi birini içerdiği iddialarını yalanladı. Samimi bir ortamda gerçekleşen görüşmede TTP ele alınırken, Afgan Eye'a bilgi veren kaynaklar, Afgan yetkililerin Pakistan'ın IŞİD kaçaklarına ev sahipliği yaptığı iddiasını gündeme getirdiklerini belirttiler. Kaynaklar toplantının ardından GDI'ın konuyu daha detaylı incelemek üzere Pakistan'a daha düşük profilli bir ziyaret gerçekleştirdiğini de sözlerine ekledi.
Daha sonra Nisan ayında Asıf bu kez VOA'ya verdiği bir mülakatta Afgan topraklarında operasyon düzenleme tehdidinde bulundu. Bu tehditten önce Asıf, Afgan topraklarının orduya karşı uzun süreli bir isyana girişen TTP savaşçıları için güvenli bir sığınak teşkil ettiği yönünde bir iddiada bulunmuştu.
Şubat ayında Kabil'de gerçekleşen toplantının Pakistan heyetinin tehditlerini içerip içermediği net değil. Ancak net olan bir şey var. Tamamen anonim kaynakların neredeyse prova edilmiş ve koreografisi yapılmış tehdit iddiaları... Bunları Asıf'ın kamuoyuna açık tehditleri takip etti. Pakistanlı yetkililerin vermek istediği imajın ne olduğu tahmin edilebilir: İslamabad'ın Afgan hükümetini cezalandırdığı ve disipline ettiği imajı. Bu mesaj en azından iç kamuoyunun bir bölümüne yönelikti.
Her halükarda, Pakistan'ın birbiriyle bağlantılı siyasi ve ekonomik krizleri devam ederken, Afganistan-Pakistan ilişkilerinin haritasını çıkarmak kolay bir çaba değil.
2-Afyon
Afganistan'da afyon ekiminin neredeyse tamamen yasaklanması başarılı bir şekilde tatbik edildi. Afganistan uzmanı David Mansfield'ın bulgularına göre, BBC'nin de aralarında bulunduğu başkaları da benzer bulgulara ulaştı. Yasak, Emir Hibetullah Ahundzade tarafından Nisan 2022'de yapılan bir düzenlemenin ardından geldi. Fermanın ardından, yasağın ilanının uygulamadan ziyade reklam amaçlı olduğu yönünde spekülasyonlar yapılmıştı. Görünüşe göre durum böyle olmadı.
Yasağın başarısı, açıkça söylemek gerekirse, şaşırtıcı. Bir zamanlar dünya afyonunun yüzde 50'sini tek başına üreten Hilmend vilayetinde haşhaş ekimi yüzde 99 oranında azaldı. Başta afyon olmak üzere uyuşturucu, uzun zamandır Afganistan'ın başlıca endüstrilerinden birini oluşturuyordu. İşgal sırasında Taliban bile bu ticaretten yararlanmıştı, haşhaş ekiminden öşür vergisi aldığı biliniyordu. Yasak sadece şaşırtıcı bir başarıyı değil, aynı zamanda ciddi bir kararlılığı da yansıtıyor.
Yasağın etkileri henüz belirsiz. USIP, haşhaş ekimine çok az alternatif olduğu için yasağın 'Afganlar için ve dünya için kötü' olduğunu söyleyerek öne çıktı. Bu da daha fazla yoksulluk, ekonomik bunalım ve göç akınlarına yol açacaktır. Bununla birlikte, afyonun yasaklanmasıyla ilgili herhangi bir maliyetin, sürdürülebilir ekonomik kalkınmaya dönüşecek artan insani yardım veya diplomatik angajmanla dengelenme olasılığı vardır.
3-Ekonomi
Şimdiye kadar muhtemelen yüzlerce kez duymuş olduğunuz gibi, Afganistan Ağustos 2021'de ABD işgalinin sona ermesinin ardından keskin bir ekonomik daralma yaşadı. Yaşadığı insani kriz ve olası bir kıtlığı önlemek için dış yardıma olan bağımlılığı da bununla derinden bağlantılı.
Bu bağlamda BM Genel Sekreteri Antonio Guterres, BM Genel Merkezi'nde düzenlenen Afganistan konulu son Üst Düzey Taahhüt Etkinliği'nde sert bir uyarı eşliğinde kasvetli bir tablo çizdi. Katar Devleti, Birleşik Krallık ve Almanya'ya etkinliğe ev sahipliği yaptıkları için teşekkür eden Guterres, Afganistan'da geçtiğimiz sert kış boyunca insani yardım sayesinde pek çok hayatın kurtarıldığını kabul etti. Ancak insani krizin giderek kötüleştiğini ve nüfusun yüzde doksan beşinin yeterli gıdadan yoksun kaldığını belirtti. "Dokuz milyon insan açlık tehlikesiyle karşı karşıya" uyarısında bulundu. Guterres ayrıca Afgan yetkilileri de eleştirme fırsatı buldu ve ekonominin kötü gidişatının nedenlerinden biri olarak kız okullarının kapatılmasını gösterdi. Hassas bir denge kurma fırsatını kaçırmayan Genel Sekreter, sözlerini uluslararası topluma da yöneltti. "[Kız çocuklarının] eğitimini bir pazarlık aracı olarak kullanamayız." diye yalvardı. Ne yazık ki Oslo'daki Batılı diplomatlar tam olarak bunu yaptılar.
Afgan ekonomisinin içinde bulunduğu vahim duruma ilişkin veriler ve raporlar hiç de az değil. Bununla birlikte, acı verici olsa da geçici bir ekonomik yeniden ayarlama konusunda yapılacak başka gözlemler de var. İşgalin sona ermesinin ardından bu yeniden ayarlama pek çok açıdan kaçınılmazdı. Ancak şiddeti kaçınılmaz değildi.
Ocak ayının sonlarında Dünya Bankası aylık 'Afganistan Ekonomik Gözlemi'ni yayınladı. Kış mevsimi vasıflı ve vasıfsız iş gücü talebinde düşüşü beraberinde getirmiş olsa da her şey iç karartıcı değildi. Afganistan'ın ihracatı işgal sırasında 2020'den bu yana her yıl artmıştı ve memurların büyük çoğunluğuna zamanında ödeme yapılıyordu. Ulusal para birimi 'büyük ölçüde istikrarlı' kalmıştı. Enflasyon düşüyordu ve vergi gelirleri güçlü şekilde toplanıyordu. Taliban'ın hükümet olarak gelir toplama aygıtını nasıl merkezileştirdiğine dair bir başka raporun ulaştığı bulgu da buydu.
Haziran ayı sonunda yayınlanan Afganistan Ekonomik Gözlemi, Ocak ayındaki raporda yer alan eğilimleri not etti. Enflasyon sadece düşmeye devam etmedi, aynı zamanda ortadan kalktı. Afganistan artık -%0.95 oranında negatif enflasyon ya da deflasyon görüyordu. Bu bir kez daha, diğer bölgesel para birimlerine göre değer kazanan Afgan para biriminin güçlü performansıyla bağlantılı olarak gıda ve yakıt fiyatlarını düşürdü. İş gücü talebinde kış aylarında yaşanan düşüş, tahmin edildiği gibi tersine dönmüş ve işgücü talebi artmıştı. Küçük ölçekli imalat işletmelerinde kadın istihdamı artmıştı. Ancak, bankalardan nakit çekilmesine ilişkin likidite sorunları devam etmişti.
2023'ün son altı ayı
1-Genel gelişmeler
1.1-Herat depremleri
Afganistan'ın batısındaki Herat vilayeti art arda meydana gelen bir dizi depremle harap olurken binlerce insan hayatını kaybetti. Depreme ve yol açtığı yıkıma nispeten daha az yer verilmesinin bir nedeni de depremin zamanlamasıydı. İlk deprem 7 Ekim'de meydana geldi ve Hamas'ın İsrail'e karşı başlattığı saldırıyla neredeyse aynı zamana denk geldi.
Bunu, sonuncusu bir haftadan uzun bir süre sonra 15 Ekim'de meydana gelen üç deprem izledi. Kasım 2023 itibariyle Dünya Sağlık Örgütü, başta Herat (şehir merkezi), İncil, Kuşk, Zindecan, Gulran, Guzara, Gurany, Karuh ve Koshan ilçeleri olmak üzere 382 köyde 275 bin kişinin doğrudan etkilendiğini belgeledi. 1400'den fazla kişinin öldüğü ve 2 bin kişinin yaralandığı tahmin ediliyor.
Depremin ağır can kaybına yol açmasının yanı sıra yerel altyapı da depremde ciddi şekilde hasar gördü. 40 sağlık tesisi hasar görürken 10 binden fazla ev yıkıldı ve 220 bin 430 ev ağır hasar aldı. 47 binden fazla aile geçici yaşam alanlarına yerleşmek zorunda kaldı.
Bununla birlikte, ortaya çıkan insani felaket bile diplomatik çekişmelerden uzakta kalamadı. Onlarca ülke depremden etkilenenlere mali ve insani yardım sözü verirken, Kabil'in Pakistan'dan gelen yardımı reddettiği bildirildi. İddiaya göre bunun nedeni Pakistan'ın geçici Başbakanı Enveru'l Hak Kakar'ın attığı bir tweetti. Kakar tweetinde Kabil'in yardım için İslamabad'a başvurduğunu iddia etmişti. Görünüşe göre Kakar'ın bu iddiası Kabil'de pek hoş karşılanmadı ve ardım reddedildi.
Bu çekişme, aşağıda daha ayrıntılı olarak ele alınacak olan Kabil ile İslamabad arasında genişleyen ve tırmanan gerilimin ortasında gerçekleşti.
1.2-Madenler, kanallar, barajlar, demir yolları ve tüneller
Ekonomik kalkınma pek çok devlet ve parti için arzulanan bir hedef. Taliban da bu konuda bir istisna değil. Taliban'ın 2021'de yönetimi ele geçirmesinden bu yana Afgan yönetiminin karakteristik bir özelliği, ülkenin ekonomik kapasitesini genişletmeye yönelik hem söylemsel hem de eylemsel vurgu olmuştur. Bu konu, Taliban'ın kendi kendine yeten bir ülke olma arzusuna özel olarak odaklanan Washington Post'un yakın tarihli bir haberinin temelini oluşturdu. Ekonomik kapasitenin, diplomasiden ülke içinde yol yapımına kadar uzanan çok sayıda yolu olduğu ortaya çıktı. Böylece 2023'ün ikinci yarısı bu eğilimi takip etti. Kış boyunca Afganistan'ın kuzeyini Kabil'e bağlayan Seleng Tüneli onarıldı ve yeniden açıldı. Yol inşası ciddi bir şekilde devam ediyor.
Kuştepe Kanalı ilk olarak 1970'lerde Başkan Davud Han döneminde öngörülmüştü. Davud'un 1978'de komünist bir darbe ile şiddet kullanılarak devrilmesi, ülkeyi ancak 2021'de sona eren 40 senelik bir savaşın içerisine sürükledi. Çatışmalar, Davud'un iddialı ve potansiyel olarak dönüştürücü altyapı projelerini tarihi dipnotlar olarak bıraktı. Diğer pek çok şey gibi bu da 2021 sonrası Afgan paradigmasında değişti. Kanal inşaatının ön adımları Gani rejimi döneminde atılmış olsa da, Kanal inşaatı Kabil tarafından yenilenen ve kamuoyunun dikkatini çeken bir alan oldu. 29 Eylül'de RTA (Afgan devlet yayın kuruluşu), ilk aşamasının inşa edildiği duyurulan Kanal'ın resmi fotoğraflarını yayınladı.
Kanalın tamamlanması Afganistan için bir dönüm noktası olabilir. Öncelikle Taliban için ülkenin altyapısında ve ekonomik konumunda somut bir ilerleme sağlaması bakımından büyük bir kazanım olacaktır. Ekonomik durumdaki iyileşmeye olan katkısından ne kadar bahsedilse az kalır. Kanal'ın başarıyla tamamlanması sadece tahıl ithalatına olan kronik bağımlılığı azaltmakla kalmayacaktır. Aynı zamanda Afganistan'ı net bir tahıl ihracatçısı konumuna da getirebilir. İthalata olan bağımlılığın azalmasının kendi kendi yetme bakımından faydaları coğrafi bağlamda değerlendirilmelidir: Afganistan denize kıyısı olmayan bir ülkedir. Bir geçiş güzergahı olarak Pakistan'a son derece bağımlıdır ve bu ülkeyle giderek artan bir anlaşmazlık içindedir.
Coğrafya göz önünde bulundurulduğunda, Kanal'ın Afganistan'a sağlayacağı faydalara rağmen, Kanal'ın tamamlanması Afgan-Özbek ilişkileri açısından zorlukları da beraberinde getirecektir. Kanalın kaynağı bir zamanlar Makedonyalı İskender'in de ziyaret ettiği Ceyhun Nehri'dir. Bu nehir, Afganistan'ın Tacikistan ve Özbekistan ile sınırını oluşturuyor ve her iki ülke de bu nehir üzerinde su hakkına sahip.
Özbekistan Cumhurbaşkanı Şevket Mirziyoyev, Kanal'ın Orta Asya'daki su dengesini değiştirme potansiyeline ilişkin endişelerini dile getirdi ve Kanal'ın etkilerini daha detaylı tartışmak üzere ortak bir çalışma grubu kurulması çağrısında bulundu. Dolayısıyla, Afganistan'ın kanalı tamamlama çalışmaları devam ettikçe ve iklim değişikliği nedeniyle Orta Asya'da su kıtlığı arttıkça, kanal inşaatının yarattığı zorlukların daha da derinleşmesi muhtemeldir. Konuyla ilgili daha fazla bilgiyi buradan okuyabilirsiniz.
1.3-Büyük madencilik anlaşmaları
Bir diğer önemli başlık ise 31 Ağustos'ta açıklanan madencilik anlaşması oldu. Afganistan Maden ve Petrol Bakanlığı yetkilileri ve Başbakan Yardımcısı Molla Abdulgani Birader'in ofisi yedi şirketle 6.5 milyar dolar değerinde madencilik anlaşması imzalandığını duyurdu. Aralarında Türkiye, Çin ve İran'dan şirketlerin de bulunduğu anlaşmalar, Kabil'in geniş ve büyük ölçüde kullanılmamış maden rezervlerine yatırım yapma konusundaki istekliliğini gösteriyor. Anlaşmaların ekonomik etkisi, eğer gerçekleşirse, sadece 2024'te değil, sonraki yıllarda ve belki de on yıl içinde ortaya çıkacaktır.
2-Dış İlişkiler
2.1-Pakistan
Diplomasi her zaman karmakarışık bir şeydir.
Dünyanın Kabil ile angajmanı devam ederken, bu olumlu durum diğer yandan Afganistan'ın en temel komşusu Pakistan ile giderek kötüleşen ilişkilerle dengeleniyor. Kabil ve İslamabad arasındaki anlaşmazlığın merkezinde, Pakistan'ın yasa dışı saydığı Pakistan Talibanı (TTP) grubunu Afgan topraklarında konuşlanmakla ve buradan saldırılar düzenlemekle suçlaması yer alıyor. Kabil'in ara buluculuğuyla İslamabad ve TTP arasında daha önce yapılan müzakere girişimleri başarısızlıkla sonuçlanmış ve İmran Han'ın devrilmesinin ardından Pakistan'ın iç çatlakları daha da derinleşmişti.
Afgan mültecilerin Pakistan'daki varlığı ve bu varlığın siyasi amaçlar için istismar edilmesi yeni bir olgu değil. Pakistan'ın Afgan mültecilere ev sahipliği yapma konusundaki "cömertliğini" vurgulama eğilimi, dış iletişim stratejisinin temel unsurlarından biri olmaya devam etti. Ancak Afgan mültecilere yönelik kötü muamele, Kabil ile ilişkilerinin durumuyla güçlü bir şekilde kesişti ve ilişkilendi. Afgan mülteciler 2017 yılında dönemin Başbakanı Navaz Şerif döneminde sınır dışı edilmekle tehdit edilmişti. O zaman bile üst düzey yetkililerin kendilerini güvenlik tehdidi olarak günah keçisi ilan etmelerine ve terörizmden sorumlu tutmalarına maruz kalmışlardı.
Komşular arasındaki ilişkiler yine TTP meselesi yüzünden gerildi ve Afgan mülteciler bir kez daha kendilerini hükümetin en üst kademelerindeki yetkililer tarafından günah keçisi ilan edilmek gibi kötü bir konumda buldular. 2023'teki 24 intihar saldırısından 14'ünün Afgan mülteciler tarafından gerçekleştirildiği iddiaları üzerine İslamabad harekete geçti. 2 Ekim'de Pakistan İçişleri Bakanı Sarfraz Bugti, sayıları yaklaşık 1.73 milyon olan tüm yasa dışı Afgan mültecilere ülkelerine dönmeleri için 1 Kasım'a kadar bir ay süre verildiğini açıkladı. Buna uymadıkları takdirde, güvenlik güçleri emri zorla uygulamak üzere görevlendirilecekti.
Sınır dışı işlemlerinin gerekçesi Pakistan'ın geçici Başbakanı Enveru'l Hak Kakar tarafından açıkça ifade edildi. Kakar, 'Pakistan'ın son eylemlerinin ne beklenmedik ne de şaşırtıcı olduğunu' ifade etti. Sınır dışı etmeler, Kabil'in 'iş birliği yapmamasının' bir sonucu olarak 'Pakistan'ın işleri kendi eline almasının' bir sonucuydu. Kakar'a göre Afgan hükümetine 'Pakistan ve TTP arasında seçim yapması gerektiği' söylenmişti.
Sürgünler devam etti. Kabil'den gelen kınamalar tahmin edilebileceği üzere hızlı ve yüksek sesle oldu. Bunlardan en sert olanı Dışişleri Bakan Yardımcısı Şir Muhammed Abbas Stanikzay'dan geldi. Stanikzay İslamabad'ı "Afganistan'ı [harekete geçmeye] zorlamaması" konusunda uyardı ve Pakistan'ın güçlü askeri müesses nizamını sınır dışı işlemlerine müdahil olmakla suçladı. Kabil'in protestolarına ek olarak, uluslararası örgütler de Pakistan güvenlik personelinin sınır dışı edilen Afganlara karşı işlediği ihlalleri konusunda alarm verdi. Guardian gazetesi, Batılı diplomatların 'şok edici' olarak nitelendirdiği bir çıkış ücretini haberleştirdi: Bu ücret, Taliban'ın iktidarı ele geçirmesinin ardından kaçan ve geçici olarak Pakistan'da bulunan ve Batı ülkelerine yerleştirilmeyi bekleyen Afgan mültecilerden alınacaktı. İnsan Hakları İzleme Örgütü ise Afganistan'a sınır dışı edilenlerin maruz kaldığı ve 'binlerce Afgan mülteci ve sığınmacının kitlesel olarak gözaltına alınması, mallarına ve hayvanlarına el konulması ve belgelerinin imha edilmesi' gibi ihlallere dikkat çekerek bunları kınadı.
Pakistan ile tırmanan gerilim, Başbakan Yardımcısı Molla Birader Ahund'un İran'a yaptığı ziyarete denk geldi. Daha önce Pakistan'da sekiz yıl hapis yatan zorlu bir askeri komutan olan Bradar, dolaylı da olsa Pakistan'ı hedef alma fırsatını kaçırmadı. Afgan mültecilere ev sahipliği yaptığı için İran'a teşekkür etmenin yanı sıra, 'İran'ın mültecilerle ilgili olarak 'İslami ve insani haklar ile komşuluk haklarını tanıdığını' da eklediği bildirildi. İran için bunlar doğru olsun ya da olmasın, Pakistan'a karşı bir tezat tablosu çizdiği açıktı.
Ancak Birader'in ziyaretinde İslamabad'a yönelik ince eleştirilerin ötesinde başka konular da ele alındı. Bunlar arasında ikili ticaretin daha da kolaylaştırılması, İran-Çin ticaretini birbirine bağlamak için Afganistan'ın Vahan Koridoru'nun (Çin sınırında) geliştirilmesi, Afganistan üzerinden İran-Özbek ticaretinin genişletilmesi, demir yolu hattının Kandahar'a kadar uzatılması ve Afganistan'dan ithalat ve ihracatı kolaylaştırmak için İran'ın Çabahar Limanı'nın geliştirilmesi yer alıyordu. Özellikle son nokta önemliydi. Çabahar Limanı'na ilişkin müzakereler yeni değil. Bu konu ilk kez ABD işgali sırasında ciddi bir şekilde ele alınmıştı. İşgalin sona ermesinden sonra da Çabahar'ı elverişli bir liman haline getirme arzusu devam ediyordu ve bu arzu Taliban tarafından da paylaşılıyordu. Afgan ticaretini kolaylaştırmak için Çabahar'ı geliştirme arzusu, Karaçi'ye karşı koymak ve Afganistan'ın ana geçiş yolu olarak Pakistan'a olan bağımlılığını azaltmak içindi ve hala da öyle. Bu itici güç, ilişkilerin kötüye gitmesiyle daha da keskinleşti.
Pakistan, TTP faaliyetlerinin kalesi olan eski Aşiret Bölgeleri'nde yeniden dirilen TTP ile boğuşurken kayıp vermeye devam edecek gibi göründüğünden, bozulan ilişkiler yeni yılda da devam edecek gibi görünüyor. Bu muhtemel gidişatı tersine çevirebilecek bir umut kırıntısı 18 Aralık'ta gelen bir haberdi. Afgan hükümeti, muhtemelen Kabil ve İslamabad arasında ara buluculuk yapması için Mevlana Fazlurrahman'a bir davetiye gönderdi. Fazlurrahman iki taraf arasındaki gerilime yabancı biri değil. Etnik bir Peştun ve dini eğitim almış bir alim olan Fazlurrahman, Pakistan'da Cemiyet-i Ulema-i İslam Partisi liderliği Taliban'a verdiği kişisel ve partisel destekle dikkat çeken etkili bir siyasetçi. Fazlurrahman, son zamanlarda Afgan mültecilerin 'acımasızca' sınır dışı edilmesini kınamıştı.
Ancak Fazlurrahman, Durand Hattı'nın her iki tarafındaki siyasetinde algılanan ikilik nedeniyle tartışmalı bir figürdür. Afgan Talibanı'na verdiği coşkulu destek, Pakistan'ın yarı-demokratik siyasi sürecine aktif katılımı ve Pakistan'ın cumhuriyetçi anayasasına verdiği destekle büyük ölçüde tezat oluşturmaktadır. Bu durum, Afgan Talibanı'nın yoldaşları TTP'ye karşı görünüşte tuhaf bir muhalefet sergilemesine neden olmuştur. Fazlurrahman ise bu ikilemi ABD'nin Afganistan'ı işgaline işaret ederek rasyonalize etmeye çalışmıştır: Ona göre bu Afganistan'a özgü bir faktördür ve Pakistan için geçerli değildir. Ancak bu akıl yürütme büyük bir kör noktadan muzdariptir. Fazlurrahman kişisel olarak ABD'nin Afganistan'ı işgaline karşı çıkmış olsa bile, Pakistan bir devlet olarak buna karşı çıkmamıştır. Dolayısıyla Pakistan, Fazlurrahman'ın kendi argümanıyla suçlanıyordu. Pakistan onun karşı çıktığı ABD'nin Afganistan'ı işgalini kolaylaştırmada kilit bir rol oynamış ve Afganistan'a giden Amerikan askeri makineleri için tercih edilen geçiş güzergahı olarak mükemmel bir şekilde hizmet etmişti.
Fazlurrahman, 2018'de Peygam-i Pakistan'ın imzalanmasının ardından, TTP gibi gruplara karşı 'tüm dini partilerin ve alimlerin Pakistan devleti ve Anayasası ile birlikte olduğunu' söyleyecek kadar ileri gitmişti. Peygam-i Pakistan (Pakistan Mesajı) bir dini hükümler (fetvalar) bütünüydü. Temel amacı Pakistan devletine, "Terörle Savaş"taki aktif rolünün ardından körelen dini meşruiyetini kazandırmaktı. Fetva, silahlı muhalefeti (TTP gibi) klasik İslami anlayışa göre 'isyan' olarak ilan etti. Bu da isyanı, intihar eylemleri ile beraber, dinen yasak hale getiriyordu. Bu -tesadüfen- Afgan Talibanı'nın tercih ettiği bir savaş yöntemiydi. Peygam-i Pakistan'ı imzalayanlar arasında birçokları için dikkat çekici olan, ateşli Afgan Talibanı destekçisi Fazlurrahman'ın da bulunmasıydı.
Fazlurrahman'ın komşular arasındaki uçurumu başarılı bir şekilde kapatıp kapatamayacağı, bölge 2024'e doğru ilerlerken görülmeye değer. 29 Aralık'ta bir konuşma yapan Fazlurrahman 'Afganistan ve Pakistan arasındaki bağları yeniden tesis etme' konusundaki kararlılığını yineledi ve Afganistan'ın istikrarının Pakistan için önemini vurguladı. Yine de doktora adayı ve Kabil Üniversitesi öğretim görevlisi Dr. Fayiz Muhammad Zaland, Fazlurrahman'ın ziyaretinin başarılı olma ihtimaline şüpheyle yaklaşıyor. Zaland, "Bir atılım için her iki tarafın da kabul edebileceği bir ara bulucuya ihtiyaç var, ancak şu anda her iki tarafın da çıkarlarını koruyabilecek böyle bir ara bulucu yok" dedi.
Fazlurrahman hakkındaki görüşler ne olursa olsun, Kabil ve İslamabad arasında tırmanan gerilimin 2023'ün sonuna yaklaşırken azalma belirtisi göstermemesi nedeniyle önündeki görev ürkütücüdür. 29 Aralık'ta Shamshad News tarafından yayınlanan bir belgesel, Afganistan Mülteciler Bakanı ve Celaleddin Hakkani'nin kardeşi Halilurrahman Hakkani'nin hayatını konu alıyordu. Belgeselde Hakkani'nin Pakistan'da hapsedilmesini tartışmasına yer verildi. Haqqani'nin açıkça ifade ettiği üzere bu tutukluluk hali ancak eski TTP lideri Beytullah Mesud sayesinde gerçekleşen bir esir değişimi dolayısıyla sona ermişti. Takas ve Hakkani'nin (ve Afgan Talibanı'nın) TTP ile olan bağları uzun zamandır biliniyor olsa da bu hesaplı ve aleni itiraf şüphesiz Pakistan'ın güçlü askeri müesses nizamı için utanç vericidir. İslamabad'ın iyi (Afgan) Taliban'a karşı kötü (Pakistanlı) Taliban söylemiyle, Hakkani'nin serbest bırakılmasının TTP tarafından sağlanması gibi gerçekler çelişiyor. Hakkani'nin açıkça ifade ettiği bir gerçek.
Bunu 31 Aralık'taki bir açıklama takip etti. Afganistan Savunma Bakanı Pakistan'a karşı söylemini sertleştirdi. Kabil'de düzenlediği basın toplantısında, Pakistan ve Tacikistan vatandaşlarının 2021'den sonra Afganistan'da düzenlenen saldırılarda rolü olduğunu iddia etti. Konuşmanın altyazılı metnine buradan ulaşabilirsiniz.
2.2-Rusya
Bu yıl aynı zamanda Rus-Afgan ilişkilerine de kayda değer gelişmeler yaşandı. Ancak bu diyalektikteki gidişat büyük ölçüde değişmedi. Rusya'nın Özbekistan doğumlu Afganistan Özel Temsilcisi Zamir Kabulov ikili ilişkilerde ön planda ve merkezde kalmaya devam etti. Bu merkezilik, Kabulov'un Afganistan konusunda kamuoyuna yaptığı açıklamalardaki üretkenliği ile desteklendi. Bunlar arasında Kabil'de 'etnopolitik' kapsayıcılık çağrıları da vardı: Bu Moskova'nın Taliban'ı resmen tanıması için gerekli bir koşuldu. Etnopolitik kapsayıcılığın eklenmesi, daha önce kullanılan etnik temelli kapsayıcılığın ötesinde yeni bir gelişmeye işaret ediyor. Kazan Deklarasyonu Kabil'de etnik kapsayıcılığın arttığını kabul etmişti ancak bu yeterli değildi, zira siyasi kapsayıcılığın eksik olduğu açıktı. Dolayısıyla Peştun olmayan Taliban'ın temsil edilmesi yeterli değildi. Moskova iktidar koridorlarında Peştun ve Taliban olmayanların da yer almasını istiyor.
Kabulov'un Afganistan içi etnik dinamiklerle meşguliyeti başka örneklerde de görüldü. Kabulov ayrıca, yabancı bir diplomat için biraz daha uygunsuz bir şekilde, Afganistan nüfusunun yarısından fazlasının Peştun olmayanlardan oluştuğunu iddia etti. Afganistan'ın demografik yapısına ilişkin diğer pek çok şey gibi bu iddiayı da kanıtlayacak (ya da çürütecek) gerçek bir veri bulunmuyor. Ancak bu, Kabulov'un kapsayıcılık konusundaki alışılagelmiş söylemlerinin birkaç adım ötesindeydi.
Bir başka gelişme de 24 Kasım'da Moskova'daki bir konferans oldu. Adil Rusya Partisi ve Rus Bilim Akademisi tarafından desteklenen Rus Adalet Enstitüsü tarafından düzenlenen konferansa Taliban karşıtı kaçak Afgan siyasetçiler katıldı. Bunlar arasında Şükriye Barakzay ve Fevziye Kofi'nin (yaygın olarak kadın hakları aktivistleri olarak görülen ve kendilerini bu şekilde tanıtan kişiler) yanı sıra Muhammed Muhakkik (Suriye'de Beşar Esed rejimini desteklemek üzere İran'ın Şii yabancı savaşçı lejyonlarına Afgan Şiilerin katılmasında etkili olan Şii Hazara lideri) de vardı. Toplantıda komutan Ahmed Şah Mesud'un oğlu Ahmed Mesud da yer alıyordu. Mesud Junior, merkezi Afganistan dışında olan kendinden menkul Ulusal Direniş Cephesine (UDC) liderlik ediyor.
Konferans, Taliban'a karşı İsrail'den yardım istediği haberinden bu yana Mesud'un en önemli çıkışı oldu. En azından İsrail yayın organı Maariv'in haberi böyleydi. Haber İngilizceye çevrilip Middle East Eye ve The Jerusalem Post tarafından haberleştirildikten sonra kısa süre içinde bir tartışma fırtınası yarattı. Mesud'un yardım talebi o kadar tartışmalıydı ki, örgütü UDC, İsrail medyasıyla temas kurduğu iddialarını 'temelsiz' diyerek reddetti, ancak bu UDC'nin bir örgüt olarak reddiydi ve Mesud'un kendisinin bunu yaptığını inkar etmekten dikkat çekici bir şekilde uzak durdu. Anlambilim bir yana, haberi yapan Maariv'in haberi yanlış bir şekilde yayınlamakla ne gibi bir çıkarı olabileceği belirsiz. Afganistan İsrail'in bölgesel hesaplarında periferik sayılabilecek kadar uzakta. Afganistan'ın periferik önemi Mesud'un ülke içindeki olumsuz konumuyla pekişiyor ve gerçek ya da iddia edilen yardım taleplerine karşılık verilmesi genç siyasetçi için ancak İsrail'in 'hayırseverliği' sebebiyle olacaktır. İsrail'in Gazze'de şimdiye kadar yaklaşık 22 bin sivilin ölümüne yol açan topyekûn katliam kampanyasını sürdürdüğü bir dönemde Mesud'un İsrail'den yardım istediği yönündeki haberler daha da kötü gözüktü. UDC, en azından bir örgüt olarak, 15 Ekim'de İsrail saldırısını başlatırken bir kınama yayınladı.
Mesud'un konferanstaki konuşması bilindik konulara odaklandı. Taliban'a yönelttiği eleştiriler oldukça keskindi: Afganistan halkını rehin aldıklarını, uzlaşmaz olduklarını, etnopolitik kapsayıcılığı tesis edemediklerini ve iktidarı ele geçirmelerinin ancak iyi tanımlanmamış bir 'komplo' sayesinde mümkün olduğunu söyledi. Dolayısıyla konferans, tartıştığı konular itibariyle çığır açıcı değildi. Moskova'da düzenlenmiş olması da çığır açıcı değildi. Ne de olsa Rus hükümeti tarafından değil, siyasi partiler ve kurumlar tarafından düzenlenmişti. Ancak toplantının yapılmasına izin verilmiş olması, Moskova'nın Kabil'e iki başkent arasında hala devam eden uçurum konusunda açık bir mesaj göndermesine neden oldu. En hafif ihtimalle Moskova, gerekirse yabancı çıkarlara hizmet etmeye alışkın Afgan kaçaklara ev sahipliği yaparak Kabil'in başını ağrıtabilecek güçteydi.
Konferanslar ve kaçaklar bir yana, ilişkiler iki hükümet arasında süregelen etkileşimle dengelenmiştir. Kabil'deki Rus Büyükelçisi konferansın ertesi günü Afgan Dışişleri Bakanı Muttaki'yi ziyaret etti ve daha sonra Kabulov ile Muttaki arasında ve Kabulov ile Afgan İçişleri Bakanı Siraceddin Hakkani arasında görüşmeler yapıldı.
2.3-Çin
Dış ilişkilerdeki tartışmasız en büyük gelişme Çin'le ilgili oldu. Çin'in Kabil ile ilişkileri yeni değil ve Çin'in Semerkant ve İslamabad'da düzenlenen Afganistan konulu çok taraflı zirvelere katılımı 2023 yılının ilk yarısını özetleyen bültenimizde ele alınmıştı. Ağustos ayında Çinli şirketlerin de dahil olduğu toplam 6.5 milyar dolarlık madencilik sözleşmelerine yukarıda değinilmişti.
Madencilik anlaşmasının duyurulmasından kısa bir süre sonra bir başka dönüm noktasına daha ulaşıldı. Çinli bir diplomat olan Zhao Sheng, Pekin'in yeni Kabil Büyükelçisi olarak atandı. Sheng'in atanması, devletlerarası ilişkilerde alışılagelmiş bir uygulama olmakla birlikte, 2021 sonrası Afganistan'ı ilgilendirdiği için kayda değer bir uygulamayı içeriyordu. Sheng'in Kabil'e atanması, Afganistan Başbakanı Molla Hasan Ahund tarafından resmi olarak kabul edilmesi ve güven mektubunu sunmasıyla gerçekleşti. Kabul, Kabil'in uluslararası alanda artan kabul edilebilirliğini göstermek için özenle organize ettiği ayrıntılı bir törenle gerçekleşti. Muhatabın Çin gibi süper güç olma yolunda ilerleyen bir ülke olması da etkinliğin prestijini arttırdı. Birçok yorumcu bu atama ve karşılamanın Pekin'in Afgan hükümetini resmen tanıdığı anlamına gelip gelmediği konusunda spekülasyon yaparken, diğer analistler durumun böyle olmadığını vurgulamakta gecikmedi. Resmi tanıma, eğer gerçekleşirse, yabancı bir ülkenin Taliban'ın büyükelçisini kabul etmesi anlamına geliyordu, tam tersi değil.
Çin'in Kabil'e yeni bir büyükelçi atamasını, aynı şekilde bir atamanın takip etmesiyle bu sahne kısa süre içinde pratikte de gerçekleşti. 1 Aralık'ta daha önce sözcü olarak görev yapan Bilal Kerimi Afganistan'ın Pekin Büyükelçisi olarak atandı ve Çin Dışişleri Bakanlığı tarafından resmi olarak kabul edildi. Kerimi güven mektubunu Dışişleri Bakanlığı Protokol Dairesi Başkanı Hong Lei'ye sundu ve onun tarafından kabul edildi.
Kerimi'nin resmi kabulü kısa süre içinde bunun Taliban'ın resmen tanınması olup olmadığı tartışmalarını tetikledi. Karimi Xi Jinping ya da başka bir üst düzey Çinli yetkili tarafından değil, Dışişleri Bakanlığı'nda nispeten alt düzey bir yetkili tarafından kabul edilmişti. Törensel olarak kayda değer olsa da pratikte pek bir önemi yoktu. Taliban'ın yabancı başkentlerdeki büyükelçileri yeni bir şey değil. Pakistan, İran ve diğer ülkelerde Taliban büyükelçileri var ama bu atamalar ev sahibi ülkelerin Kabil'deki hükümetle ilişki kurabilecekleri diplomatik bir adrese ihtiyaç duymalarından kaynaklanıyor. Ancak Çin artık resmi olarak bir Taliban büyükelçisini kabul etti ve bir adım daha ileri gitti. Son olarak Afganistan Dışişleri Bakanlığı'na göre Kerimi'nin Çin Devlet Başkanı Xi Jinping tarafından kabul edilmesi gündemde. Bu 2024'te dikkat edilmesi gereken bir şey.
Kabil ve Pekin arasındaki gelişen ilişki, Pakistan'ın eski Kabil Büyükelçisi Mansur Ahmad Han tarafından bir köşe yazısında da dile getirildi.
3-Yaptırımlar
9 Aralık'ta ABD, özellikle kadın ve kız çocuklarına yönelik olmak üzere 'ciddi insan hakları' ihlallerine karışan iki Taliban liderine yönelik yeni yaptırımlar açıkladı. Bu iki bakan, Emri bil Maruf ve Nehyi Anil Münker Bakanı Şeyh Halid Hanefi ve Afgan Bilimler Akademisi Başkanı Feriduddin Mahmud'du.
Ancak bu yaptırımların önemi sınırlı. Yukarıda bahsi geçen iki kişi ABD yaptırımlarına maruz kalan ilk (ve muhtemelen son) Taliban üyeleri olmayacak ve Washington açısından yüksek riskli, yüksek öncelikli bir hesaplamayı yansıtmıyorlar. ABD'nin Afganistan ve Pakistan Özel Temsilcisi'nin eski danışmanı Barnett Rubin, ABD'nin insan hakları kaygılarındaki tutarsızlığa, özellikle de Gazze'ye yönelik ABD destekli İsrail saldırısına dikkat çekti. Rubin, "Bu durum, ABD yönetiminin insani yardım için biraz para göndermek dışında Afganistan'a yardım etmek için somut bir adım atmadan, Taliban'ı suçlamaya devam edeceği ve bunu bir bir tür erdem göstergesi olarak yapacağı anlamına geliyor." diyor.
Kaynak: Mepa News