Yakın dönem İslam tarihi içerisinde önemli bir müslüman şahsiyet olarak ön plana çıkan Muhammed Kutub(rahimehullah)'un bir eserinin başlığı olan bu ifade, esasında önemli bir noktayı hatırlatan, son derece anlamlı bir gönderme içerir. Bu kısacık soru cümlesinde ortaya konulan; bir tür "tekamül", kemale eriş, kendini geliştirme çabası ya da muradının, zaman içerisinde bir tür "soysuzlaşma", amacından sapma ve maksadı ıskalama sonucuna süreklenebileceği tehlikesini vurgulamak isteğidir. Bu durum, farklı şeyler için, farklı şekillerde tezahür edegelmiştir. Çok basit bir biçimde fizik ya da kimya alanında bir malzemenin geliştirilmesi, bir karışımın elde edilerek tekamüle ulaşması ve bu şekilde başarılı bir sonuç elde edinilmesi istenmişken, bu çalışmanın yanlış bir yola girerek istenen tekamül bir tarafa, bozulmaya yüz tuttuğu görülmüştür. Böylelikle bir sonuç elde edilemediği gibi, eldeki malzeme de daha kötü bir hal almıştır. Burada önemli olan, ayarı kaçırmamak, herşeyi kararınca, yerli yerince ve zamanı uygun olacak biçimde bir araya getirmektir. Bu daha pek çok alanda böyledir.
Babu'l Hava'da 'devrim bayrağı' çekildi
Bu anlamda, siyaset ve genel anlamda toplumu ilgilendiren meselelerde, bu minval üzere istenen doğru bir sonuca ulaşılması için dikkatle ve ayarınca hesaplanmış adımlar neticesinde istenen doğru sonuçlara ulaşabilir. Elbette burada istenen sonuç bir tür tekamül olarak görülüyor ve buna ulaşılmak isteniyorsa.
Bayrak nedir?
Her siyasi görüşün, ideolojik grubun, dini grubun, yerine göre aristokrat bir hanedanın, hatta parasal yollarla bir pozisyon ve hakimiyet edinmiş bir zenginin kendini temsil amacıyla farklı semboller ve işaretler kullanması, tarih boyunca rastlanan bir şeydir. Bu açıdan bilindik anlamda bağımsız kabul edilen devletlerin kendine has "bayraklarının" olması da, genel kabul gören bir anlayış olup, bunlar resmiyete kavuşturularak uluslararası alanda da tanınmaktadır. Bu açıdan her ülkenin kendine has bayrakları mevcuttur ve bu bayrak, tabiatiyle o ülkelerin bağımsızlığına vurgu yapan, değer yargıları ve temel inanç ve görüşlerini yansıtan biçimlerde, şekillerde ve renklerde kurgulanmıştır. Bu açıdan bakıldığında, ülkelerin bayraklarındaki simgeler ve renkler daha iyi anlaşılabilir.
Söz gelimi, Avrupalı devletlerin ekseriyetinde "Haç işareti" simgesinin kullanılması ve bunun bir şekilde bayraklarında ön plana çıkarılması, onların temel kuruluşlarını ve kimliklerini ortaya koyan Hristiyanlığa bir atıf içerir. Bu sebeple, o ülkeler, kendi kimliklerini dışa vuran ve yine kendi bağımsızlıklarını, kendi inanç ve değerlerinin hakimiyetini ortaya koyan bayrakları tarihsel gelişimi içerisinde kendileri şekillendirmiş ve ona belli anlamlar yüklemiştir. Bu açıdan, söz konusu devletler bağımsız ve kimlik sahibi devletlerdir. Çünkü onlar kendi bayraklarını, kendi değerlerini, kimliklerini ve inançlarını yansıtacak bir biçimde, "kendileri" tasarlamış ve bunu bu şekilde dizayn ederek kullanmaya başlamışlardır.
Ahraru'ş Şam'ın bayrak kararına karşı protestolar
Yine dünyada bağımsız bir diğer ülke olan Japonya da, kendi inanç ve değerlerini yansıtan ve dolayısıyla kendi kimliğinin ayrılmaz bir parçası olan "Güneş simgesini" bayraklarında kullanır. Zira Japonlar Şintoizm dinine inanır ve bu dinde Güneş'e bir kutsallık atfedilir. Dolayısıyla onlar kutsal gördüklerini bayraklaştırarak göndere çekmişlerdir. Bu, onların bağımsızlıklarını simgeleyen önemli bir semboldür.
İslam tarihine bakıldığındaysa, Müslüman devletler, kimliklerinin temelini yansıtan inançlarının gereği olarak, kullandıkları sembol ve bayraklarda, İslami atıflarda bulunmuştur. Bunlar içerisinde yerine göre hilal(bazı hadislerde Rasulullah(sav)'ın sancaklarının bazılarında hilal yer aldığı söylenmiştir), yıldız(Davud Yıldızı siyonistler tarafından kullanılmadan önce müslümanlarca da zaman zaman kullanılmıştır), zülfikar(bazı Osmanlı Sancakları'nda yer alır), kelime-i şehadet gibi İslam'a atıf yapan farklı sembol ve yazılar yer almıştır.
Müslümanlar olarak bizler, bu açıdan Rasulullah(sav)'ın kullandığı sancakların olduğunu da, bazı hadislerden biliyoruz. Bunlar arasında beyaz sancak, siyah sancak gibi farklı sancaklar yer alır. Meşhur bilinen ise, siyah sancaktır(Râyat el-Ukab). Allah ve Rasulü(sav)'ne iman ediyor olmamız itibariyle bizler de kullandığımız semboller arasındaki önemli bir sembol olan bayrağımızı, Rasulullah(sav)'ın sancağına benzetmek isteriz ya da hadislerde bahsi geçen sancaklardan diğer sancaklara. Bu, kendi inanç(iman) ve bu inancın yansıması olarak kimliğimizi yansıtan sembolleri şekillendirmemizde temel bir referanstır. Tıpkı diğer inanç ve değerler üzere inşaa edilmiş farklı kimlikten insan ve topluluklarda olduğu gibi. Çünkü bu sembollerle kastedilen, inançların, değerlerin üstünlüğü, onların hakimiyeti ve bunlarla şekillenen kimliğin ve o kimliğin mensuplarının bağımsızlığıdır
Ahrar'uş Şam'ın Benimsediği "devrim bayrağı" nedir?
Bilindiği üzere Osmanlı Devleti 1. Dünya Savaşı'nda İttifak Devletleri safında İtilaf Devletlerine karşı savaşırken, İngiliz Askeri istihbaratının görüşme ve kışkırtmalarıyla, Osmanlı'nın Arap Yarımadası'ndaki topraklarında yer alan bölgelerinde bir isyan tertiplenmiş, başını hain Şerif Hüseyin'in çektiği bu isyan, İngilizlerle bölgede savaş halinde olan Osmanlı Ordusu'nu sırtından hançerleyerek son hilafet devletinin yıkılışında önemli bir rol oynamıştır. Buna batı menşeili tarihçiler "Arap İsyanı" demiştir ve olay 1916 yılında başlamıştır.
Bu isyanı tertipleyen İngiliz askeri istihbaratından Mark Sykes, Osmanlı'ya ihanetin ve İngiltere'ye uşaklığın bir nişanesi olarak bir bayrak tasarlamış ve bu bayrak tarihe "Arap İsyanı Bayrağı" olarak geçmiştir. Osmanlı Hilafeti'nin bölgedeki yıkılışının ve geriye kalan toprakların İngiltere ve Fransa tarafından parçalanışının imzalandığı anlaşmaya, Fransız Fransuva Georges Picot'la birlikte adını veren isimlerden biri olan Markes Sykes, bu bayrağı tasarlarken dört renk kullanmıştır. Kullanılan renklerden beyaz renk Emevileri, siyah renk Abbasileri, yeşil renk Fatımileri ve kırmızı renk de Haşimileri temsil etmekteydi.
Elbette Osmanlı'nın yıkılışı ve Siyonist projenin hayata geçirilişi için kullanılan bu kandırmacaya inananlar, İngiliz ve Siyonistlerin yönlendirmesiyle icad edilen "Arap Milliyetçiliği" ideolojisi adı altında, onlarca devlete bölünerek ve İsrail karşısında rezil ve zelil olarak büyük bir hayal kırıklığına uğradı. Bunun temel sebeplerinden biri, bir ülkenin ya da genel anlamda hakimiyet kurmuş olan iradenin zihniyetini, mantalitesini yansıtan sembollerden okuyabilmek mümkün. Bu ihanet bayrağından esinlenilen bayrakları, bugün Mısır, Ürdün, Suriye, Irak, Filistin gibi pek çok Arap ülkesinde görebiliriz.
Geçtiğimiz günlerde Ahrar'uş Şam'ın Bab'ul Hava'da göndere çektiği ve "devrim bayrağı" dediği bayrak da, benzer bir biçimde Osmanlı'ya karşı İngiliz destekli başlatılan ve İngilizler tarafından çizilen bu bayrağın bir türevidir. Bu bayrak 1930 yılında, Fransız mandası döneminde, Fransız mandasına bağlı kukla "Suriye Cumhuriyeti" tarafından benimsenmiştir. Fransa'nın 2. Dünya Savaşı'nın ardından ülkeden çekilmesiyle yine bu bayrak kullanılmıştır. Sonra bu bayrak, yine benzer türevleriyle çeşitli defalar değiştirilmiştir. Bu açıdan, bugün Esed rejiminin kullandığı bayrakla, ÖSO ve Ahrar gibi grupların kullandığı bayrak arasında, bir renk dışında neredeyse fark yoktur. Zaten temelde de iki bayrak, 1916 yılında çizilen ihanet bayrağının türevleridir. Dolayısıyla birbirinden mantık olarak çok farklı şeyler ihtiva etmediği gibi, sembolize ettiği şeylerde farklı olmayacaktır. Arada belki bir "ton farkı", "renk" farkı olabilir, ancak "ihanet ve uşaklık" bu bayrak sahiplerini yansıtan bir özelliktir. Tarihsel olarak bu bayrak, böyle anlamlar içermektedir.
Burada mesele, esasında yüzeysel bir "bayrak parçası" meselesinden çok daha önemlidir. Kuşkusuz, bizler ister bayrak olsun, ister başka bir sembol olsun, bu nevi şeylere gereğinden fazla anlam yükleyecek değiliz. Bunlardaki şer-i olarak mübah olan ya da helal olmayan kitap ve sünnette bellidir. Bu çerçeve bize yeter. Bunun yanı sıra, bayrak meselesinde ortaya konan mantalite, hakimiyet düsturu ve konumu da, dikkate değer bir konudur. Bu açıdan, biz bir cemaate illa ki bayrağı mühürlü bayrak değil, siyah kelime-i tevhid bayrağı değil diye karşı çıkmıyoruz. Şer-i açıdan "devrim bayrağı" denen bayrağın içerdiği muhteviyat, bu açılardan sakıncalar barındırmaktadır. Bunlar göz önünde bulundurulduğunda, bu bayrağın kullanımındaki caiz olup olmama durumu, ilim ehlince dikkatle ele alınabilir.
Birileri çıkıp; "Biz o bayrağı öyle anlamlar yüklemiyoruz, onu bağımsızlığımızın, devrimimizin bir simgesi olarak görüyoruz" iddiasında bulunabilir. Ama bu hakikate gözleri kapamak olur. Söz gelimi bir başkası da çıkıp üzerinde Haç olan bir bayrağı benimseyerek; "ben buna böyle anlamlar yüklemiyorum, başka anlamlar yüklüyorum, o halde bu mübahdır" dese, bu absürd bir iddia olacaktır. Zira hepimiz biliyoruz ki, Haç, Hristiyanlığı temsil eden bir simgedir.
Olay sadece bayrak meselesiyle de kalmamaktadır. Burada Ahrar'uş Şam, başlangıçta yola İslami bir hareket olarak çıkmışken, daha sonrasında sıradan bir ulusalcı Suriye hareketine dönüşmektedir. Bu düşünsel anlamda da bir sığlığın, konformizmin ve dışa bağımlılığın ortaya konmasıdır. Bu açıdan Ahrar'uş Şam, gün geçtikçe bağımsız ve özgün olan, kendi inanç ve değerleriyle kendine ait bir çerçeve oluşturmak, çizmek yerine, yine uluslararası güçlerin ve çıkar gruplarının çizdiği dar alana kendini hapsetmektedir. Halbuki onlar başta bu sisteme karşı bir ayaklanma başlatmıştı ve bu sebeple kendi adlarını da Ahrar'uş Şam'il İslamiyye(Şam'ın İslami Özgürleri) koymuşlardı. Ancak gelinen noktada, özellikle zihniyet olarak Ahrar'uş Şam'ın "özgürlüğü" terkettiği ve uluslararası güçlerin hakimiyetine boyun eğdiği görülüyor. Ki bayrak ve hatta isimdeki değişiklik, bunun en tipik örneğidir.
Bu anlamda Hudeybiye Anlaşması'nın sıklıkla öne sürülmesi, yine doğru bir yaklaşım değildir. Şer'iler bu konuda elbette daha ayrıntılı açıklamalar yapacaktır, ancak Hudeybiye Anlaşması'nda müslümanların bağımsızlığına taalluk eden ve içişlerine müdahil olan, onların inanç, kimlik ve değerlerine müdahale eden bir madde yer almamaktadır. Rasulullah(sav)'ın isminin "Muhammed bin Abdullah" olarak yazılmasıyla, kendi ülkende, kendi bayrağının ne olacağını düşmanının belirlemesine izin vermek, yine "Arap Medeni Hukuku'nun" kabulü ve benzeri adımlarla düşmanının senin temel yaşam biçimi ve yönetimine müdahil olacak şeylere müdahil olmasına yol açan adımlar atmak, her anlamda "sömürge zihniyetine" geri dönüş olarak değerlendirilecektir.
"Düzeltilmesi Gereken Kavramlar" kitabından yine üstad Muhammed Kutub(rahimehullah)'un bahsettiği genel çerçeve, burada anlam kazanmaktadır. "Suriye" vurgusu, cihad kavramının bir tarafa bırakılarak "devrim" kelimesine odaklanılması, bu açılardan benzer "zihinsel bağımlılığa" işaret etmektedir ve genel vizyon ve misyonu gölgede bırakacak nitelikte bir sığlığa işaret etmektedir.
Ahrar'uş Şam'ın geçirmiş olduğu ibretlik dönüşüm, bütün bu açılardan son derece manidardır ve ders niteliğindedir. Bunlardan ders çıkararak benzer hatalara düşülmemesi gerekiyor. İslami bir hareket olarak zulme karşı cihad eden bir cemaatken, zaman içerisinde geçirmiş olduğu dönüşümle bir "tekamülü" gerçekleştireceği yerde, hazin bir "soysuzlaşmaya" kapı aralayan bu serüven, heba ve israf edilen imkanlar göz önünde bulundurulduğunda, son derece üzüntü vericidir. İşin daha acı yanıysa, bu yola girenlerin, hiç bir zaman düşmanları tarafından dikkate alınmaması ve düşmanlarının onların attığı adımlardan hiç bir zaman razı olmamasıdır. Daha da ayrıntılandırılabilecek bu meseleyi, şimdilik burada sonlandıralım.