Barbados’un en doğusundaki Aziz Philip mahallesinde küçük, tek odalı, yeşil ve sarı renklerle bezeli bir “namazgah” vardır. Kötü durumdaki beyaza boyanmış ahşap pencereli bu ibadethane, İslam mimarisinin zarafetinin izlerini taşıyan ufak bir kulübe ve çardak karışımı bir yerdir.
Şahabeddin isminde sonradan Müslüman olmuş adanın yerlisi bir siyahi tarafından kendi evinin önüne inşa edildiği rivayet edilen bu mütevazi yapının içine altı veya en fazla yedi seccade sığar. Şahabeddin’in vefatının üzerinden yıllar geçmesine rağmen bu namazgah hemen yanı başındaki dört cami, bir akademi, bir araştırma enstitüsü ve bir de okulun yanında Karayip Adaları’ndaki Müslümanları birbirine bağlayan bir mekân olarak hizmet vermeye devam etmektedir.
Bir edebiyat uzmanı olan Aliya Han’ın tabiriyle küresel İslam’ın “temsil mekanları” denildiğinde akla Suudi Arabistan, Filistin, Mali veya Pakistan gibi ülkelerdeki devasa camiler akla gelir. Bu durum pek tabii doğaldır. Fakat, Şahabeddin’in namazgahı ile Karayipler, Latin Amerika, ABD ve Kanada’daki daha birçok İslami merkezi İslam dininin dünya çapındaki ağının birer durağı olarak tanımlamadan geçmek buraları kendi evleri olarak gören sayısız Müslüman’a haksızlık olur.
Daha özele indiğimizde de Şahabeddin gibi siyahi Müslümanların önemine gerekli saygının gösterilmemesine yol açar.
Latin Amerika'nın siyahi Müslümanları
16. yüzyılda İspanyollarla birlikte ilk Müslümanların da bölgeye gelmesinden bu yana siyahi Müslümanlar Amerika kıtasının hikayesinin bir parçası haline gelmiştir. Bu insanlar 500 yıl boyunca bu yeni kıtada köleliğin ve adaletsizliğin yanı sıra türlü türlü yanlış tanımlamalar ve marjinalleştirme faaliyetlerine de göğüs germiştir.
Bu insanların geride bıraktığı miras bugün hem bölgedeki hem de dünyanın en ücra köşelerindeki on binlerce Müslüman’ın kalplerine dokunmaktadır.
Amerika kıtasına ilk gelen Müslümanlar, 1500’lü yıllarda İspanyolların sömürge faaliyetleri bünyesinde buralara yerleşmeye başlamıştır.
Bu ilk Müslümanlardan birisi de Mustafa Zemmuri veya diğer adıyla Mustafa Estavenico’dur. İspanyol konkistador (conquistador) Andrés Dorantes de Carranza tarafından 1522 yılında köle olarak ele geçirilen Zemmuri, amacı “la Florida’yı” kolonileştirmek olan meşhur Narváez seferi bünyesinde zorla bölgeye getirilmiştir. Her ne kadar bir köle olsa da Mustafa Zemmuri Amerika kıtasına ayak basan ilk Afrikalılardan biri olmuş ve bu süreçte Florida, Körfez Sahilleri ile günümüz Meksika’sı ve New Mexico bölgelerini keşfedenler arasında yer almıştır.
Kendisinden rızası olmadan faydalanmış olunmasına, İspanyol askerlerinin hayatta kalma serüvenindeki hayati önemine ve haklı olarak tarihe geçmesine rağmen Estavenico nihayetinde bir köleydi. Leyla Lalami’nin Estavenico’nun Amerika maceralarını konu alan “The Moor’s Account” isimli kitabında da Zemmuri’nin başına gelen en kötü şeyin köle olarak İspanyolların eline geçmesi olduğu vurgulanmaktadır. Sürekli çatışmalar ve hastalıklarla boğuşmasına, hiç tanımadığı devasa bir kıtada aç kalma ve kaybolma tehlikesi ile başbaşa olmasına rağmen Estavenico’nın aklında hep özgürlüğüne kavuşarak evine yani Fas’taki Azemmur’a geri dönmek vardı. Lalami kitabının baş karakterinin zorla ağır işlerde çalıştığını, sürekli kendisine “tembel Berberi” diye hakaret edildiğini ve dövüldüğünü yazmaktadır.
Her ne kadar kurgu olsa da Lalami’nin kitabında yazdıkları Amerika kıtasının ilk Müslümanlarının çoğunun buraya köle olarak getirildiğini gerçeğini değiştirmemektedir. Yeni kıtada ele geçirilen toprakların hızlı bir şekilde sömürgeleştirilmesi ve bunu yapanların sürekli daha fazla gelir elde etme hırsları Batı Afrika’dan gelen kölelerin alınıp satıldığı yüzyıllarca devam edecek bir ticaret kapısı açarak Atlantik dünyasında asla çıkmayacak bir iz bıraktı.
Amerika'ya götürülen köleler
Ağzına kadar Senegambiya, Altın Sahili ve Orta Afrika’dan gelen kölelerle doldurulan gemiler Nantes veya Bristol gibi Avrupa limanlarından yola çıkarak Brezilya, Barbados, St. Domingue (günümüz Haiti’si) ve Güney Carolina gibi Amerika’daki limanlara giderdi. Atlantik okyanusu üzerindeki köle ticareti kısa süre içinde dünya tarihindeki koordineli en büyük insan hareketi haline gelerek Amerika kıtasının dinamikleri ve nüfus yapısı üzerinde silinmesi imkânsız bir etki meydana getirdi.
Tarihçi Greg Grandin’in de tabiriyle bu ticaret İslam’ın Amerika kıtasına varmasını sağlayan bir “arka kapı” vazifesi gördü. Tam olarak bilinmesi her ne kadar mümkün olmasa da konunun uzmanları Afrika’dan köle olarak Amerika kıtasına getirilen 12,5 milyon siyahinin %4 ila %20’sinin Müslüman olduğunu tahmin etmektedir. Bu insanlar oraya vardıkları andan itibaren “Yeni Dünya’nın” kimliği ve politikası ile imparatorlukların idealleri ve henüz yeni yeni tohumları atılan ulus devletlerin bir parçası haline geldi. ABD’deki meşhur Smithsonian Müzesi’nin Siyahi Tarihi ve Kültürü kürsüsünün eski başı Ayla Amon, “Afrikalı Müslümanlar Amerika kıtasına vardıkları andan itibaren kendilerini bir anda son derece karmaşık sosyal ve hukuki meselelerin tam ortasında buldu” ifadesiyle bugün bizim bildiğimiz Amerika’nın şekillenmesinde, siyasi ve kültürel hatlarının oluşturulmasında ve sömürgeci güçlere karşı mücadelede siyahi Müslümanların oynadığı büyük role dikkat çeker.
O dönemlere ait hukuki belgeler, köle tüccarlarının tuttuğu arşivler ve bugün hala kendisini hissettiren bazı kültürel gelenekler göstermektedir ki Afrikalı Müslümanlar tüm kıta sathında varlıklarını ve nüfuzlarını muhafaza etmiştir. Bu kaynakların özellikle yakın dönemde uzmanlarca incelenmesi sonucunda ortaya birçok direniş, sabır, yaratıcı adaptasyon ve katılımcı diyalog hikayeleri çıkarıldı.
Mesela, Afrika’dan köle olarak getirilenlerin bazılarının eğitimli kimseler olduğu ve Arapçaya son derece hâkim olduğu belgelerle sabittir. Muhammed Kaba Saghanughu da işte bu eğitimli kölelerden birisiydi.
Korunan İslami kültür
Kendisine daha çok “Kaba” olarak hitap edilen bu siyahi köle Jamaika'dan 1777 yılında Amerika’ya getirildikten sonra ülkenin iç kısımlarındaki dağlık bölgede bulunan Manchester mahallesindeki Mandevill yakınlarındaki bir kahve çiftliğinde zorla çalıştırıldı. Kendisi daha sonra din değiştirip vaftiz edilerek Moravian Mission Kilisesi’nin bir üyesi haline gelse de anadili olan Arapça ile yazdıklarından Kaba’nın etrafındaki halkına düşkün birisi olduğu ve Sufi dualarını ve dini ritüellerini bir sonraki kuşağa aktararak muhafaza etmeyi kendisine bir görev bildiği anlaşılmaktadır.
Kaba gibi Batı Afrika’da iken dini kimliği ile ön plana çıkan birçok kişi memleketlerinde öğrendikleri dini gelenekleri ve edebiyat yeteneklerini Amerika’ya geldiklerinde kullanarak içine bırakıldıkları büyük çiftlik toplumları nezdinde bir başarı emaresi elde etmeye çalıştılar. Bu tür eğitimli kölelerin birçoğuna diğer kölelere liderlik etmesi için sıfatlar tahsis edildi. Onlar da habis transatlantik köle ticaretinin uygulamaları nedeniyle bir anda kendilerini içinde buldukları çok uluslu, çok dinli ve çok dilli karmaşık köle toplumları için de biraz olsun birlik ve beraberlik ortamı oluşturmaya çalıştılar.
Dinlerini yeniden tasdik etmek, Afrika’ya geri dönmek istediklerini efendilerine arz etmek, kölelikten nefret ettiklerini anlatmak ve hatta bazı noktalarda olduğu gibi özgürlüklerini geri almak için Arapçayı kullandılar. Okuma yazması olmayanlar da yaşadıkları dönemde Batı Afrika’da bilinen İslam’a ait dini ritüelleri beraberinde getirdi. Uzmanların elde ettiği kanıtlar göstermektedir ki köleleştirilen Müslümanlar ibadet etti, çalıştı, ellerinden geldiği kadar helal ürünler yemeye dikkat etti, kölelikten kurtulmak için mücadele etti ve kendilerini içinde buldukları yeni ortama uyum sağladı. Afrikalı kölelerin okuma yazma bilmeyen kültürsüz vahşiler olduğuna dair ırkçı söylemlerin tamamen yalan olduğunu ortaya koydular.
İnsan ırkının kültür ve toplum yapısı üzerindeki tüm yıkıcı etkileri göz önüne alındığında köleliğin sadece Afrika’daki dini ve kültürel süreci bozan bir olgu olmadığı aynı zamanda uyum sağlama ve şekil değiştirme hususlarında bir katalizör görevi gördüğü anlaşılmaktadır. Tarihçi yazar Peter Manseau gibilerinin de belirttiği üzere İslam, Yoruba, Akan ve daha birçok Afrikalı gelenek yapısı geçirdikleri uyum süreci, izolasyon ve kendini saklama safhalarına rağmen hayatta kalmayı başardı. Bunlar arasındaki Müslümanlar esaret altında olmalarına rağmen kökeni 8. yüzyıla dayanan zengin bir kültürel tarihi yaşatarak bir sonraki nesillere aktarmaktan vazgeçmedi ve inançlarını özgürce ifade etmelerinden nefret eden devasa bir zulmün sistemik kuvvetlerine karşı koydu.
Afrikalı Müslümanlardan bazıları da sahip oldukları edebiyat kapasitesini direkt olarak esaretten kurtulmak, isyan çıkarmak ve etrafındakilere devrim adına liderlik etmek için kullandı.
Müslüman köle isyanları
Bunun örneklerinden bir tanesi de Brezilya’nın Salvador de Bahia şehrinde takvimlerin 1835 Ocak ayını gösterdiği bir Ramazan gününde yaşandı. O gün gerek köle gerekse özgürlüğünü kazanmış birçok Afrikalı isyan bayrağı açtı. İsyanın başını bir grup Müslüman lider çektiği için bu hadise tarih kitaplarına Mâle İsyanı olarak geçmiştir. İsyan her ne kadar kısa süre içinde bastırılsa da sembolik manası değerini hiç yitirmedi. Male İsyanı göstermiştir ki şartlar sağlandığında Müslümanlar kölelerin kendilerine liderlik etmesini istediği bir grup olabilir ve Amerika kıtasındaki siyahilerin ırkçılık ve kurumsal zulme karşı bugün hala devam etmekte olan mücadelelerinin Müslümanlar ile tarihi ve organik bir bağı bulunmaktadır.
Ne Amerika’ya getirilen ilk Afrikalı Müslümanlar ne de onların soyundan gelenler sorgusuz sualsiz yeni efendilerine secde etti ne iradesiz köle askerlere dönüşüp arka planda silinip gitti ne de “uslu köle” olmayı kabul etti. Tam aksine içlerinden çoğu kendileri gibi köleleştirilen diğerlerine liderlik ederek Amerika kıtasının kaderinin tayin edilmesinde önemli roller oynadı. Müslümanların liderliğini yaptığı Brezilya (1813, 1826, 1827, 1828, 1830 ve 1835), Puerto Rico (1527) ve Haiti’deki (1786) köleler açıktan isyan çıkardılar. Müslümanlar tüm bunlara ilaveten Jamaika ve Brezilya içlerinde kurdukları “kaçak köle toplumları” üzerinden bu insanlara sığınabilecekleri bir çatı sundu ve direnişe devam etti.
Afrikalı Müslümanlar ve onların soyundan gelenler tarih boyunca hem hala köle olanlar hem de bir şekilde özgürlüğünü elde etmiş siyahilerin ortak tabanda buluşmasını sağladı. Her ne kadar nedenleri ırka dayalı da olsa bu tür isyanların çıkacağı korkusu Amerika’daki siyaseti ve hukuku şekillendirdi zira sömürgeci güçler bu hadiselerin o günkü sosyal yaşantıyı ve siyasi düzeni tehdit etme kapasitesini ellerinden geldiğince azaltmak istedi. John Tofik Karam’ın yazdığı üzere “kölelerin birlikte hareket edip yerleşmiş düzene karşı mücadele ederken Müslümanları lider olarak seçmesi” aslına bakıldığında sömürgeci sistemin kimlik tanımadan herkesi boyunduruk altında tutma stratejisinin de etkisiyle Müslümanları daha farklı bir biçimde şekillendirmekle kalmayıp Yeni Dünya’nın yeniden yazılmakta olan tarihine de yön verdi.
Tarihçi yazar Allan Austin, ne yazık ki Müslüman kölelerin büyük çoğunluğunun isimleri ve hikayelerinin de tıpkı diğerleri gibi tarihin derinliklerinde saklı kaldığını, köle sahiplerinin sözde envanterlerini hazırlarken kullandığı aşağılayıcı tabirler nedeniyle bu insanların kökenlerinin bulunmasının imkansıza yakın olduğunu söylemektedir.
19. yüzyılın sonlarına doğru gelindiğinde ise Amerika’daki İslami ritüeller ve Müslüman varlığı artık yok olup gitmişti. Siyahilere dinlerini yaşamaları, evlatlarına nasıl ibadet edeceklerini dahi öğretmeleri veya dini yapılar inşa etmeleri yasaklandığı için İslam’ın zahiri ibadet ve alışkanlıkları zamanla ortadan kayboldu. Tarihçi Sylviane Diouf bu konuda şu noktaya dikkat çekmektedir: “Amerika kıtası ve Karayipler’de atalarından gördüğü şekilde İslam’ı yaşayan tek bir toplum dahi yoktur.”
İslam'ın yaşayan izleri
İslam nefes alıp yaşayan bir din olarak Amerika kıtasında her ne kadar ölmüş olsa da bugün çeşitli kültürel geleneklerin oluşturduğu etki üzerinden hala izlerini devam ettirmektedir. Müslümanlık izleri taşıyan Afrika stilinde yapılmış çeşitli takı eşyaları bugün hala Brezilya gibi yerlerde bulunabilmektedir. Arapça kökenli kelimeler Peru, Küba, Georgia ve hatta Trinidad’a kadar bölge müziklerinde kullanılmaktadır. Tarihçi Michael Gomez’e göre caz ve blues aslında Batı Afrikalı Müslümanların müzik stillerinden ve motiflerinden etkilenilerek ortaya çıkan müzik türleridir. Amerikan tarzı rap müziğinin tarih boyunca şekillendiği süreçte İslami miras büyük bir rol oynamıştır. Buna ilaveten, Afrika’dan gelen kadim Sufi gelenekleri, meşhur Guyanalı şair ve aktör Muhammed Abdurrahman Slade örneğinde olduğu gibi Karayipler’in sanat tarihini de etkilemiştir.
İslam’ın mirasının en fazla kendini belli ettiği nokta dini oluşumlardır. Moorish Science Temple’dan, Nation of Islam’a, Five Percent Nation’dan Ahmediyye tarikatlarına, Sufi “turuk” hareketinden Sünni cemaatlere kadar birçok farklı kimlikteki dini hareket kendilerini “Amerikalı” Müslüman olarak tanımlayabilmek adına köle atalarının mirasından faydalanmakta ve genellikle kendileri gibi siyahi olan diğer herkesi İslam’ı seçerek bu dinin Amerika kıtasında uzun süre varoluşunu kucaklamaya davet etmektedir.
Bu oluşumlar aynı zamanda köleleştirilen Müslüman atalarından ilham almakta ve onları günümüzdeki ırkçılığa karşı bir toplanma noktası olarak kullanmaktadır. Mesela, Şahabeddin’in Barbados’taki Müslüman cemaatini ele alalım. Büyük çoğunluğu Batı Bengalli ve Afro-Barbadoslu köklere sahip Müslümanlar günümüzde Barbados'taki pek bilinmeyen azınlıklardan birisi olup “Bajan” yani Barbadoslu olduklarını ifade etmekte ve popüler algıların aksine yabancı, farklı veya “diğer” olmadıklarının altını çizmektedirler. Yüzlerce yıllık tarihin kendilerine tanıklık ettiği bu Müslümanlar “sapına kadar Barbadoslu” olduklarını ve halkın asli unsurlarından birisi olduklarını dile getirmektedir.
Afro-Barbadoslu bir Müslüman olan Ako, “Karayiplerdeki Afrikalılar olarak kimliğimiz bizden çalındı. Köklerimizi bulmak için araştırma yapmak zorundayız” diyor. Ako, bu durumun Karayiplerde yaşayan özellikle genç siyahi Müslümanlar için önem arz ettiğini ifade ettikten sonra şöyle devam ediyor: “Ülkemizin kültürel geçmişine bakarsanız Afrikalı Müslümanların etkisini görebilirsiniz. Onlar burada, Barbados'taydılar. Trinidad’daydılar. Jamaika. Haiti. Atalarımız liderdi. Toplumun önde gelenleriydiler.”
Ako, günümüzde birçok genç siyahi Barbadoslunun yoldan şaştığını düşünüyor. Ako’ya göre Afrikalı Müslüman mirasına ait derin köklerin yeniden keşfedilmesi halinde gençlerdeki atalet hali kırılabilir böylelikle de hem içeride hem de dışarıda yaşanmakta olan adaletsizliğe karşı büyüyen öfkenin gerektiğini yerlere odaklanması sağlanabilir. Ako son olarak şunları söylüyor: “Eğer bu kısır döngüyü kırmak istiyorsak istikametimizi doğrultmak ve kim olduğumuzu hatırlamak zorundayız.”
Irk, din ve siyaset tarihi uzmanı Alaina Morgan, Barbados, Trinidad, Bahamalar, Haiti ve Puerto Rico’daki Ako gibi düşünen Müslümanları “siyahilik ve Afrikalı Müslüman mirası” fikirlerini kullanarak gerek geçmişteki gerekse günümüzdeki meselelere sömürgecilik ve emperyalizm karşıtı üzerinden cevap verebilecek küresel ağlar inşa ettiklerini iddia etmektedir. Mesele ister Avrupalı güçlerin eliyle yapılan köle ticareti isterse de ABD’de yakın dönemde ortaya çıkan “Black Lives Matter” hareketi olsun, Afrikalı Müslümanların tarihi kıta sathı ve dışında siyahi kimlikli söylemler oluşturulması sürecinin hayati unsurlarından birisidir.
Köleleştirilen Afrikalı Müslümanlar ile bugünkü Siyahi Müslüman hareketler arasında fiziki bir bağ görevi üstlenmesi mümkün şahıslar her ne kadar olmasa da ortada zamanı ve coğrafi sınırları aşan bir ilham, bağlantı ve ortak vizyon silsilesi mevcuttur.
Söz konusu bu miras ve kültürel nüfuz sadece Amerika kıtasındaki siyahi toplumlarla sınırlı olmayıp çok uluslu siyahi Müslüman diasporasının diğer duraklarında da etkilidir. Edward E. Curtis’in de belirttiği üzere, atalarının topraklarından çok uzaklarda “çeşitli toplumların içinde yaşayan Afrika kökenli Müslümanların yaşadığı bu yerler genellikle az veya çok ırkçıdır.”
Mesela, İngiltere’de yaşayan Jamaikalı ve Trinidadlılar için atalarının Avrupalı sömürgeciliğine ve ırkçılığına karşı direniş mirası bugün hala yankılanmakta ve kendine günlük hayatta yer bulmaktadır. Meşhur hip-hop grubu Poetic Pilgrimage’ın üyeleri Münire Raşide ve Sukina Abdülnur (Muneera Rashida, Sukina Abdul Noor) Jamaikalı Müslüman bireyler olarak içinden geçmekte oldukları “kişisel, ruhsal ve fiziksel yolculuğu” yaptıkları müzikle ifade ettiklerini söylüyor. İkili icra ettikleri müziği “hem günümüz İngiltere’si özelinde hem de Avrupalı sömürgecilik ve neo-sömürgecilik tarihi genelinde ırkçılığı eleştirebildikleri bir platform olarak görüyor. Jamaika’daki Afrikalı köle Müslümanların köleliğe karşı direniş gösterirken geride bırakmış olduğu derin miras Poetic Pilgrimage için bugün eşitliğe aykırı ve ötekileştirici olarak nitelendirdikleri güç yapılarını eleştirmek için ilham aldıkları bir adalet ve özgürlük pınarıdır.
Bu açıdan bakıldığında, İslam’ın Amerika kıtasında hiçbir zaman tamamen kaybolmadığını veya ölüp gitmediği anlaşılmaktadır. Estavenico, Kaba, Ako, Şehabettin, Münire ve Sukina gibilerinin hikayeleri üzerinden İslam’ın Amerika kıtasındaki zaman yolculuğundan sadece hayatta kalarak çıkmadığını buna ilaveten farklı şekillere bürünerek yeni kombinasyonlar ve yorumlarla yoluna devam ettiği aşikardır.
İşte bu yüzden onların hikayesini, dünyanın dört bir yanındaki siyahi Müslümanlarla birlikte yeniden yaşamak ve onları yeniden merkeze alarak anlatmak son derece önemlidir. Bu insanların geride bıraktığı mirasın içeriğini keşfederken belki onların yüzyıllarla ölçülen tecrübelerinin günümüz sorunları olan İslam karşıtlığı, İslam korkusu ve ırkçılık gibi meselelerin çözümüne yardımcı olacak noktalar içerdiğini görebiliriz.
Ken Chitwood tarafından kaleme alınan ve New Lines Magazine'de yayınlanan bu yazı Mepa News okurları için Türkçeleştirilmiştir. Yazıda yer alan ifadeler yazarın kendi görüşleridir ve Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.