Afgan elitinin Kabil’deki favori hafta sonu mekanlarından Dubai City’de 17 Ağustos gecesi düzenlenen düğünde binden fazla konuk dans ederken, 23 yaşındaki bir davetsiz misafir sahnenin yakınında üzerindeki bombayı patlattı. Patlama sonucu çoğu Kabil’in batısında yaşayan Şii Hazara etnik grubuna mensup 80 kişi öldü, 200’e yakın kişi de yaralandı. Her ikisi de Şii olan gelin ve damat saldırıdan sağ kurtuldu ancak Tolonews’e konuşan damat Mirwis Elmi, “Hayatım boyunca bir daha hiçbir zaman mutlu olamayacağım” dedi.
Bu olay, 2018 Temmuz’undan bu yana ABD ve Taliban müzakerecilerinin sürdürdüğü 9 oturumluk barış görüşmelerini sekteye uğratan en kanlı olay oldu. Bundan 10 gün önce, Kabil’deki bir polis merkezine Taliban tarafından düzenlenen intihar saldırısında 14 kişi ölmüş, 145 kişi yaralanmıştı. 11 Ağustos gecesiyse, CIA tarafından işletilen ABD-Afgan ortak birimi Host Koruma Gücü, Afganistan’ın Pakistan ile güney sınırı üzerindeki Zurmat bölgesinde 11 silahsız erkek sivili yakalayıp infaz etti. Kurbanlar, Kurban bayramını kutladıkları gece yakalanmış ve yakın mesafeden başlarına ateş edilmesi sonucu ölmüştü. Temmuz 20-22 günleri arasında ABD ve Afgan hava kuvvetlerince Badghis ve Logar bölgelerinde düzenlenen hava operasyonlarında göçebelerin ve çiftçilerin de dahil olduğu 12 sivil öldürülmüştü.
Afganistan’daki şiddetin kökeninin acı bir parodisi -ki göründüğünden de daha acı bir gerçek olduğu ortaya çıktı- şuydu; Irak ve Suriye merkezli ‘İslam Devleti’ (IŞİD) Arapça bir açıklama yayınlayarak düğün saldırısını üstlendi ve saldırıyı, Afganistan’daki insanların çektiği acıyla hiçbir alakası olmamasıyla dalga geçiyormuş gibi görünen, ’Ebu Asım el Pakistani’ isimli bir mensubunun düzenlediğini iddia etti. IŞİD, düğündeki davetlilerin ‘müşrik’ olduğunu savundu. Taliban da polis merkezine düzenledikleri saldırının, ‘sivillerin uzak durması gerektiği’ meşru bir askeri hedefe yönelik olduğunu söyledi.
ABD ve Afgan hükümetinin ’terörle mücadele’ operasyonları ve bombalı saldırıları, ABD Başkanı Donald Trump’ın devreye soktuğu ‘gevşetilmiş’ angajman kuralları ve 2017’de dile getirdiği “Yeniden ulus inşa etmiyoruz. Teröristleri öldürüyoruz” politikası çerçevesinde icra ediliyor. Birleşmiş Milletler’e göre, savaşın başlamasından bu yana ilk kez, ABD ve Afgan hükümeti güçleri Taliban’dan daha fazla sivil kayıplara neden oldu. Dolayısıyla Afganların ABD ve Taliban arasında yapılması beklenen barış anlaşmasından ümitli olmaması şaşırtıcı değil. Emekli General ve eski CIA Direktörü David Petraeus gibi ABD ulusal güvenlik yapılanmasının büyük adamlarının Afganistan’dan ‘tamami bir askeri çekilme’ye karşı uyarması ve sağduyulu bir yaklaşımın ABD’nin aşırıcı örgütlere baskı yapmak için varlığını sürdürmesinden yana olduğunu söylemesi de şaşırtıcı değil.
18 yıllık ‘askeri varlık ve baskı’sından sonra, hele ki ABD destekli Afgan hükümeti Taliban ve IŞİD’in Kabil’de gerçekleştirdiği sivil katliamları cezasızlıkla sonuçlandırıyorken, ulusal güvenlik yapılanmasının ‘sağduyu’ yorumu başarısız politikalara mahkum kalacaktır. Bir kuyuya düştüğünüzde, oradan çıkmak için kazmaya daha uzun vadeli bir kararlılığınız olmalı.
Afganistan'dan nasıl çıkılmalı?
Fakat Petraeus ve meslektaşları ani bir çekilmenin tehlikelerine dair uyarma konusunda haklılar. Trump’ın ABD seçim takvimini rahatlatmak için Afganistan barış sürecini aceleye getirmesi, ABD’nin geriye kalan baskı gücünü de çarçur etmesi riski taşıyor. Afganlar haklı olarak, Trump’ın kötülediği ‘ulus inşası’ sonucu elde ettikleri kazanımları garanti altına alamayacak bir barış anlaşmasından korkuyorlar. Fakat yaklaşmakta olan askeri çekilme, barış sürecinin değil Afganistan ve ABD’deki durumun bir sonucu olacaktır. Trump’ın çekilme konusundaki sabırsızlığı, barış olasılığını hem mümkün kılıyor hem tehdit ediyor.
Müzakerelere ilişkin en önemli konular şimdiye dek -belki de kasıtlı olarak- muğlak bırakıldı. Bunlardan biri, ABD askerlerinin çekilmesinin tamamlanmasının Taliban ile Afgan hükümeti arasındaki siyasi uzlaşmanın uygulanmasına bağlı olup olmayacağı konusu. Askeri çekilme, ateşkes ve siyasi uzlaşı konuları arasındaki sıralama ve ilişki henüz netliğe kavuşturulmadı.
Varılacak anlaşma her halükarda beklentileri karşılamayacak. Fakat bunun nedeni ne müzakereciler ne de Trump’ın Afganistan’dan çekilme isteği olacak (gelecek seçimlerdeki başkan adayları da aynı isteği paylaşıyor). 18 yıllık ABD askeri stratejisi ne istikrar sağlayabildi ne de terörü devre dışı bırakabildi. Askeri varlığın uzun vadede sürdürülmesinin daha iyi bir sonuç ortaya koyacağına inanmak için hiçbir gerekçe yok. ABD-Taliban anlaşmasının ABD ordusunu neredeyse 20 yıldır karşı karşıya kaldığı aynı sonuca ulaşması, müzakerelerin suçu değil daha önceki askeri stratejilerin başarısızlığının yansıması olacaktır.
Doha’da düzenlenen 9 oturumluk müzakerelerden çıkacak nihai ABD-Taliban anlaşması ABD’nin temel hedeflerine (Afganistan’daki şiddeti azaltmak ve daha etkili terörle mücadele önlemlerini mümkün kılmak) ulaşması için en iyi şansı ortaya koyacaktır. Taliban, ABD ile askeri çekilme meselesinin çözüme ulaştırılmasından sonra Afgan hükümeti ve diğer Afgan siyasileriyle ateşkes ve siyasi uzlaşı konularını müzakere etmeyi kabul etti. Norveç önümüzdeki haftalarda Oslo’da başlaması beklenen bu müzakereleri organize etmek için aktif bir şekilde çalışıyor.
Askeri çözümlerin şimdiye dek gözlemlenebilmiş başarısızlığının kesinliğine nazaran, barış sürecinin ulaşacağı sonuç daha belirsiz konumda. Afganistan’daki 40 yıllık savaşı sonlandırmak için yürütülen çok sayıdaki barış süreci bir çok değişikliğe ve düşmanlığa neden oldu. Sovyetlerin Afganistan’daki müdahalesini sonlandıran BM destekli 1988 Cenevre Anlaşmaları (ve sonrasında da Sovyetler Birliği’nin çöküşü) barış getirmedi. ABD, mücahitlerin Moskova destekli ‘Kabil rejimi’ ile herhangi bir müzakereye oturmama politikasına destek verdi ve bölge ülkeleri -hepsinden önce- Pakistan, jeopolitik rakipleri nedeniyle öngördükleri tehditleri savurmak için Afganistan’daki vekalet savaşlarını yoğunlaştırdı.
KIRILGAN BİR BARIŞ
Böylesi bir senaryo kendisini tekrarlayabilir. Hem büyük güç odaklarını barındıran bir iç siyasi sistem, hem de Afganistan’daki siyasi ve güvenlik dağılım konusunda asgari bir uluslararası fikir birliği olmadan, Afgan ve uluslararası aktörler hali hazırda Asya’nın en fakir ülkesi olmayı sürdüren, nüfusunun yarısından fazlasının açlık sınırı altında olduğu ve genç erkeklerin silahlı gruplar tarafından silah altına alınmaya karşı korunmasız olduğu Afganistan’ı yeniden istikrarsızlaştırmaya yeltenebilirler. Şunun anlaşılması oldukça önemli ki, bölgedeki birçok ülke için Afganistan’daki ABD askeri ve istihbarat varlığı neredeyse terör kadar ciddi bir tehlike arz ediyor. Beklenen barış anlaşmasının sonucu ne olursa olsun Afganistan Amerikan güçleri için istikrarlı bir üs haline gelmeyecek çünkü ABD güçlerinin orada olmasına karşı olanlar ülkeyi zayıflatan ve teröre geçit sağlayan çatışmayı provoke etmeye devam edecek.
Öte yandan pek çok şey hala Taliban’ın Kabil hükümetindeki düşmanlarıyla nasıl uzlaşacağına bağlı. Taliban, Afganistan’ın kırılgan İslami cumhuriyetinin yıkıntıları üzerine ‘İslami Emirlik’lerini kurma konusundaki ısrarından vazgeçecek mi? Mevcut anayasal düzeni destekleyen Afgan hükümeti ve diğer taraflar Taliban’ın bazı taleplerine olumlu karşılık vermeye hazırlıklı görünse de, diğer bir yandan İslam cumhuriyetinin -kadınlar için fırsatların ve kadın haklarının geliştirilmesinin de dahil olduğu- çok sayıdaki sosyal ve siyasi kazanımının korunması için geniş bir ulusal ve uluslararası konsensüs oluşmuş durumda. Son açıklamalarda Çin, Rus, İran ve Pakistanlı yetkililerin hepsi İslami Emirlik konusunun kendileri için bir kırmızı çizgi olmaya devam ettiğini belirttiler. Barış sürecinden yana oluşan böylesi bir uluslararası konsensüs Beyaz Saray yönetiminin elde ettiği az sayıdaki diplomatik kazanımlardan biri. ABD yönetimi Çin, Rusya, Pakistan ve AB ile birlikte barış sürecini destekleyen ortak açıklama metinleri yayınladı. Aralarında İran’ın da bulunduğu tüm bu aktörler, muhtemel bir ABD-Taliban anlaşmasının ilanına ve Afgan hükümeti ile Taliban arasında Oslo’da düzenlenecek müzakerelerinin açılış törenine tanıklık etmek için davet edilecekler.
Geniş bir uluslararası koalisyonun desteğiyle bu müzakerelerde elde edilecek başarı, Afganistan’ın kuzeyi ve doğusunda güç kazanan uluslararası cihat grubu kolu IŞİD-H’ye karşı Kabil’in mücadelesini güçlendirmeli ve odak noktası haline getirmelidir. Artık Taliban’ın sınırları aşan silahlı mücadelesiyle meşgul olmayan Afgan hükümeti, IŞİD’i bölgeden silmek için sarf edilen uluslararası çabalarda daha etkili bir partner haline gelebilir.
İstikrar ve Afganistan’daki bir nebze barış, aynı zamanda uluslararası koalisyonun denize kıyısı olmayan Afganistan’ı çeşitli uluslararası kalkınma inisiyatifleri aracılığıyla dünya pazarına bağlamasını gerektirecektir. Bu kalkınma inisiyatifleri arasında Çin’in Bir Kuşak Bir Yol projesi, İran’daki Çabahar limanı üzerinden Hint-İran-Afgan kalkınma projesi, Afganistan’a ve Orta Asya’ya ulaşan bunlarla ilişkili kara rotaları ve ABD tarafından desteklenen birkaç boru hattı ve enerji ulaşımı projeleri sayılabilir. Trump yönetiminin bu projelerle ilişkili ülkelerin çoğuna karşı politikası, müstakbel bir Afgan barış anlaşması için zayıflatma etkeni olarak görünüyor olsa da gelecekteki başka Beyaz Saray yönetimleri bu durumu değiştirebilir. Müzakere masasından olumlu bir sonuç çıkması ihtimali pek güçlü değil, ancak ABD’nin 20 yıllık başarısızlığından sonra askeri bir başarı elde etme olasılığından daha güçlü bir ihtimal olduğu kesin.
Foreign Affairs'ten Barnett R. Rubin analizi Enîse Malbat tarafından tercüme edilmiştir. Analizdeki ifadeler Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.