John Milton’un Paradise Lost (Kayıp Cennet) isimli eserinde şeytan dile gelip tüm kibri, açgözlülüğü ve küstahlığı ile şu meşhur lafı eder:
“Cennette birine hizmet edeceğime cehennemde hüküm sürerim.”
ABD ve müttefiklerinin yirmi yıl önce demokrasi, özgürlük ve refah götürme iddiasıyla işgal ettiği Irak’ta bugün elinde en ufak bir siyasi güç bulunduran her adamın tavrı Kayıp Cennet’in şeytanının bu lafı ile özetlenebilir.
Günümüzde Iraklılar, halka bir ses veren şeffaf ve açık bir demokrasi ile idare olunmak yerine istisnasız her birinin başta Amerika ve İran olmak üzere yabancı güçlerin çıkarlarına hizmet ettiği bir grup inanılmaz derecede ahlaksız üst düzey siyasi ismin insafındadır. Bu siyasi elit tabaka Irak’ı, mezhepçilik ile sömürünün kol gezdiği ve gerek bizatihi devlet gerek de devlet dışı örgütlerin şiddet eylemlerinin artık günlük hayatın bir parçasına haline gelmiş bir cehenneme çevirdi.
Yerine getirilmeyen vaatler
Irak’ın bugün içinde bulunduğu vaziyet eski başkan George W. Bush’un vaat ettiklerinden fersah fersah uzaktır. İşgal emrini vermeden önce kameralar karşısına geçen Bush, o konuşmasında şunları söylemişti: “Terör aygıtlarını yıkıp yerle bir edeceğiz. Özgür ve refah dolu yeni bir Irak inşa etmeniz için size yardım edeceğiz. Bundan böyle komşularınıza yönelik savaşlar, zehir fabrikaları, infaz edilen muhalifler, işkence ve tecavüz odaları olmayacak. O despot takında gidecek. Özgür olacağınız gün yakındır.”
Ancak herkes bir süre sonra gördü ki Irak’ta ne “zehir fabrikaları” ne de “terör aygıtları” vardı ta ki işgale kadar. Batılı kuvvetlerin işgali neticesinde zuhur eden kaos sürecinde önce El Kaide kendisine bir alan yarattı. Bu durum daha sonra da IŞİD’e evrildi. Bu örgütün 2014 yılında Irak’ın üçte birini ele geçirmesiyle birlikte tüm ülke ve hatta bölge bir ateş çemberine girince bugün hala nihayete erişmemiş, bedeli yüksek bir uluslararası müdahale elzem olmuştu.
İşkence ve tecavüz odalarından arındırılmış özgür bir Irak inşa edilmesi meselesine gelince, şunu unutmayalım ki Baasçı Irak sonrası dönemin ilk endüstriyel ölçekli işkence ve tecavüz yerleşkesi bizzat Amerika tarafından inşa edilmiş olup sonradan ortaya çıkarılan Ebu Gureyb skandalı Amerikalıların “devlet inşası” faaliyetlerinin karanlık yüzüne ışık tutmuştur.
Bu korkunç cürümlerin tek sorumlusu ABD değildi. Amerika’nın Bağdat’taki Yeşil Bölgeye yerleştirdiği yeni müttefikleri de onlar kadar sorumluydu. Aralarında bugün Tahran yönetimini arkasına alan eski başbakan Nuri Maliki’nin de bulunduğu, işgal esnasında Washington tarafından desteklenen birçok üst düzey Iraklı siyasetçi, Sünni kesimin kendi kaderini tayin etme hususunda gösterdiği en ufak kımıldanmayı dahi derhal şiddetle bastırılması gereken şahsi bir mesele olarak addeden sapına kadar Şii aşırıcılardı.
Maliki ve müttefikleri (bugün bu isimlerin birçoğunun İran destekli militanlar ile bağlantıları vardır), buldukları güç ile IŞİD’in yaptıklarına rahmet okutacak mezhep odaklı bir zulüm kampanyası başlattı. Bunun örneklerinden bir tanesi de 2014 yılında IŞİD’den kurtarılma bahanesiyle başkentin hemen dibindeki Curf es Sahr isimli Sünni kasabasının “mezhebe dayalı temizliğe” tabi tutulmasıydı.
Sene 2023’e gelmesine rağmen hala bu kasabanın asıl sakinlerine evlerine dönme izni verilmemesi bir yana bu insanların arazi ve malları Şii militanların aileleri tarafından işgal edilmiş ve bölgenin kimliği ve tarihini silmek adına atılmış bir adım olduğu aşikâr olan bir şekilde kasabanın adı Curf en Nasr olarak değiştirilmiştir ki bu olası bir soykırımın delilidir.
Tüm bu şiddet ve mezhepçilik başlı başına bir felakettir ancak Bush tarafından vaat edilen refahın yokluğu ile mukayese edildiğinde bir adım geride kalır. Irak, dünyanın en büyük beşinci petrol rezervlerine sahip olmasına rağmen Irak Planlama Bakanlığı tarafından paylaşılan verilere göre halkın yüzde 25'i yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır. Ülkenin doğal kaynaklarından elde edilen gelirlerini hortumlayan sistemde adam kayırma ve rüşvet o kadar derindir ki Transparency International tarafından her yıl yayımlanan Yolsuzluk Algıları Endeksine göre Irak dünyanın en yolsuz devleti yarışında sürekli favoriler arasında yer almaktadır.
Kayıp demokrasi
Tüm bu vaziyet, tahmin edilebileceği üzere her seferinde seçimlere daha az insanın iştirak etmesine neden olmuştur. 2005’in aralık ayında gerçekleştirilen seçimlere katılım oranı 79,6 gibi gayet iyi bir seviyedeydi. Fakat bu tarihten sonra gerçekleştirilen tüm seçimlerde oy kullananların sayısında bir azalma oldu ve 2021 yılındaki son seçimlere katılım oranı kabul edilmesi zor bir seviye olan %36’ya kadar geriledi. Bu sayı daha sonra Irak seçim komisyonu tarafından yüzde 43 olarak revize edildi fakat biraz önce zikredilen yolsuzluk nedeniyle bu düzeltme herkes tarafından şüpheyle karşılandı.
Bu vaziyet şunu göstermektedir ki Iraklılar kendilerine satılan yalana dair inançlarını kaybetti. Ben de dahil olmak üzere birçok insan, kendi kendimize şüphelerimize rağmen şu yeni sisteme bir şans verelim diyerek ilk seçimlerde sandığa gitmişti. Fakat gelinen noktada hakikat, korkutucu ve işi bitmiş bir gerçekliktir. Düz söylemek gerekirse Irak’ta demokrasi yoktur. Başta ABD olmak üzere tüm uluslararası kamuoyunun yirmi yıl önce ettikleri vaatlerin arkasında durma zamanı çoktan gelmiş ve geçmektedir.
Rusya ve Çin’in artan gücüne rağmen ABD bugün hala dünyanın en güçlü devletidir ve istediği takdirde insanların uymak zorunda hissedeceği kırmızı çizgiler çizebilir. Irak’ı yönetenlere, ülkeyi bugünkü cehenneme çeviren hastalıklarla mücadele edilmesi hususunda ciddi adımlar atılmadığı taktirde bunun bazı sonuçları olacağı mesajı verilmeli ve bizzat Amerika’nın koalisyon tanklarının tepesinde Bağdat’a getirip makam verdiği siyasetçileri desteklemeyi bırakacağı net şekilde ifade edilmelidir.
Saddam’ın iktidarda olduğu dönemde ve daha başka birçok vakada tekrar tekrar müşahede ettik ki mesele ültimatomlar verip taleplerde bulunmaya geldiğinde ABD bundan gocunmaz. Irak’ın başına musallat olan dert ve sıkıntılar hususunda tarihi bir sorumluluğu olan ABD, istediği takdirde bu topraklarda yaptığı yanlışları telafi etmeye kadirdir. Amerika’nın, her Iraklının günün birinde sahip olmayı umduğu, ABD gibi devletlerin halkları tarafından çoğu zaman kıymeti bilinmeyen haklar hususunda ilerleme talep edemeyecek kadar narinleştiği ve güçsüz düştüğü numarası yapmaya gerek yoktur. Amerika’nın buna gücü yeter fakat benim harekete geçecekleri veya denemeye yetecek kadar umursayıp umursamadıkları noktasında şüphelerim var.
Dr. Talha Abdulrazaq tarafından kaleme alınan ve TRT World'de yayınlanan bu değerlendirme Mepa News okurları için tercüme edilmiştir. Değerlendirmede yer alan ifadeler yazarın kendi görüşleridir ve Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.