*Uyarı: Bu yazıda yer alan ifadeler bazı okuyucular için rahatsız edici olabilir.
Kendimi beyaz bir odada metal bir yatağa zincirlenmiş halde buldum. Uykuya dalmaya başladığımda, az bir miktar su yüzüme atıldı. Su soğuk olduğu ve beni hazırlıksız yakaladığı için irkildim. Etrafıma baktım ancak kimse yoktu.
Ansızın, bir su haznesi taşıyan siyah bir cisim gördüm, hücrenin parmaklıkları ardında ayakta duruyordu. Dedim ki "Hey, senin sorunun ne?" Bu siyah cisim, tamamen siyah giyinmiş bir insan çıktı. Yüzü kapalıydı, gözleri de siyah bir dalış gözlüğüne benzer bir şeyle kapatılmıştı. Yorgunluktan gözlerimi kapatır kapatmaz siyah giysili gardiyan bana su fırlattı.
Ürpermeye başladım ve gözlerimi kapatınca gardiyan yüzüme su atmaya devam etti. Kati bir surette, bir an bile olsa uyumaktan mahrum bırakılıyordum.
Hücrenin içerisindeki gürültü öylesine yüksekti ki başka bir şeyi neredeyse duyamıyordum. İki kişi geldi ve birbirine yakın sandalyelere oturdu. Not defterleri ve kalemler tutuyorlardı, sorguya başladılar. Soğuk sebebiyle çok fazla titrediğimi ve artık konuşamadığımı fark ettiklerinde, çenemi bir havluyla sardılar ve yeniden beni sorgulamaya başladılar.
Güldüm ve şöyle söyledim: "İlk olarak, ben El Kaide'den değilim."
"Oraya gitme." dediler. İşkenceyi durdurana kadar bu sözü bin kere tekrarlamışlardı.
Uykudan mahrum bırakma
Bu sırada öyle bir psikolojik, sinirsel ve fiziksel tükenme noktasına varmıştım ki, Allah muhafaza etmemiş olsaydı, resmi olarak psikoza girebilirdim.
Ertesi gün odanın sıcaklığını ciddi bir şekilde düşürdüler. Bana sırayla uykusuzluk, yemek vermeme, su vermeme ve tamamen çıplak bırakma uygulamalarını tatbik ettiler. Üç, dört veya daha fazla gündür yatağa zincirlenmiş haldeydim. Sadece bir kere, sırt ağrısı ve yaralı uyluğumun durumu sebebiyle konuşamaz hale geldiğim için, durduğum pozisyonu çok az bir şekilde düzelttiler.
Yatağa zincirli olduğum bu dönemden sonra, beni tamamen çıplak şekilde plastik bir sandalyeye oturdular ve sıkı bir şekilde zincire vurdular. Bu iş için özel olarak verilmiş bir tenekeye idrarımı yapıyordum. Fakat zincirler öylesine sıkıydı ki, idrarımı birçok kez tamamen kendi üzerime ve yaralı sol uyluğumu saran bandajın üzerine yaptım.
Bazen, beni günler boyunca bu sandalyenin üzerinde bırakırlardı. Uzun süreler boyunca uykudan mahrum bırakılırdım. Ne kadar süre olduğunu bilmiyorum, iki-üç hafta veya daha fazlası. Beni uyanık tutmak için sürekli sarsan gardiyan tarafından üzerime su atılmasına rağmen kendimi uykuya dalarken bulmak sonsuzluk gibi bir histi. Bir saniye bile uyuyamıyordum.
Üzerime su atılmasına alıştığım gibi beni sarsmalarına da alıştım, ki böylece bir saniye olsun uyuyabileyim. Bunun ardından, uyumayayım diye beni ayaklarımın üstünde durdurmaya başladılar. Sorgulamalarda kendimi 2-3 saniyeliğine uyuya kalırken buluyordum, onlar da üzerime su dökerek beni uyutmamak için ellerinden geleni yapıyorlardı. Bazen uyanmıyordum, onlar ise beni yaralı bacağımı kullanarak yürümeye zorluyorlardı. Yere düşüyordum, beni sandalyeye geri götürüp sorguya devam ediyorlardı.
Sandalyeye ne kadar uzun süre zincirli kaldığımı bilmiyorum. 6 hafta gibi geliyordu fakat emin değilim. Bu süreçte, halüsinasyonlar görmeye başladığım için, sözlerim ve davranışlarım karmaşık bir hale geldiği için çok az bir süre uyumama izin verdiler.
Bana olanların yarısı çöktüğüm için, yarısı da kendimi bıraktığım içindi. Gözlerimi açmayı, onlara meydan okumak istediğim için reddediyor değildim. Kendimi bu uyuklama durumuna sokabilmeyi umduğum için bunu yapıyordum. Sadece, onlar uyuduğumu fark etmeden önce, güzel bir saniye daha uyumak istiyordum. Bir saniye uyuyabilir, sonra tekrar uyanır, sonra tekrar uyur ve tekrar uyanırdım. Beni ayağa kaldırdılar. Yeniden uyudum. Hücrenin çevresinde beni yürüttüler, onlar beni sürüklerken uyudum.
Ardından doktor geldi ve bana bir enjeksiyon yaptı. Onlara şunu söylemek istermiş gibi, ama hiçbir şey söylemeden işaretler vermeye başladı: "Uyuması gerekiyor, aksi takdirde çıldıracak."
Darp ve şiddetli işkence
Bir süre sonra, gürültü cihazını yüksek sesli müzik ve şarkıyla değiştirdiler. Bu olduğu zaman gülümsedim. Bunun iyi bir işaret olabileceğini söyledim kendi kendime. Fakat bir gün sonra, emin oldum ki bu iyi bir işaret değildi. yaklaşan bir felaketin işaretiydi. Çok yüksek sesli müzik ve rahatsız edici şarkı kulaklarımı acıtıyordu. Gürültü cihazı yüksek sesli fakat monotondu. Bum! Bum! Bum! Bu yeni müzik ise farklı notaların karışımıydı: Bum, zen, zzzz, wezzzz. Beynimin yukarı aşağı, sola sağa hareket ettiğini hissediyordum. Şarkı yüksek, uzun bir çığlıkla bitiyordu.
Ses 5 ila 10 dakika sürüyordu ve tekrar tekrar çalıyordu, bitmek bilmiyordu, çığlıkla biteceğini beklerken korkuyordum. Sonunda ben de kendimi onunla çığlık atarken buldum. Şarkı uzun bir çığlıkla biterken, ben de çığlık atıyordum. Bunu, sinir krizi geçiren biri gibi bilinçsizce yapıyordum. Kulaklarımı parmaklarımla kapatmak istiyordum fakat ellerim bağlı olduğu için bunu yapamıyordum.
Bu durum günlerce sürdü ve halüsinasyonlar görmeye başladım. Sorgular uzundu ve sırayla, dönüşümlü olarak yapılıyordu. Saatler süren zorlu bir sorgunun ardından iki sorgucunun benimle işi bitince, diğer ikisi gelip onların yerini alıyordu.
Zaman içerisinde, beni sandalyeden kaldırıp hücrenin parmaklıklarına zincirlediler. Burada çok soğuk olan zeminde uyuklayacak kadar hareket edebiliyordum. Zemin o kadar soğuktu ki tamamen uzanamıyordum. Tüm yapmak istediğim, sırtımı veya omzumu yere yaslamaktı. Dondurucu ve aşırı derecede pis olmasına rağmen...
Onlara, namaz kılabilmem için bana namaz vakitlerini söylemeleri konusunda yalvardım, ancak bunu reddettiler ve benimle alay ettiler. Onlara dedim ki "Ne isterseniz yapın fakat namaz vakitleri, sakalım ve avret yerlerimi örtmem gibi dini konularla alay etmeyin." Bunlar dini meseleler ve onlarla alay etmeye hakları yok. Güldüler ve dediler ki "Hiçbir hakkın filan yok, senden bilgi alabilmek için sana ne istersek yapmaya hakkımız var."
Bir gün ben yere istifra ederken kadın bir hemşire geldi. Gardiyanlar beni sandalyeye zincirlemişti ve edep yerlerimi örtemiyordum. Bana "Neden çıplaksın?" dedi. Ben de dedim ki "Onlara sor."
Daha sonra bana çok ince kıyafetler verdiler. Kendime dedim ki "Hamdolsun, sonunda avret yerlerimi örtebileceğim." Sorgucular geldi ve çok uzun, sert bir sorgulama seansına başladılar. Bu sorgu sırasında bana "İyi muamele sende işe yaramayacak. Sana kıyafetler vermiştik." diye bağırdılar. Daha sonra gardiyanlar geldi, ellerimi kaldırıp beni ayağa diktiler. Kafamı bir şeyle kapattılar. Bir adam geldi ve yüksek sesle bağırarak kıyafetlerimi kesmeye başladı. Sanki tenimi kesiyormuş gibi hissettim.
Tabutluk işkencesi
Tek ayak üzerinde uzun saatler boyunca durmak çok zor. Bu pozisyonda ne kadar süre durduğumu hatırlamıyorum tek bildiğim şey bayıldığım. Bedenim ve başım yere (bu kısım okunamıyor), ellerim ise üst parmaklıklara bağlı bir halde olarak kalktığımı hatırlıyorum. Felç olmuş veya kesilmiş gibiydiler, mavi-yeşil bir renkteydiler. Zincirler kan izleri bırakmıştı.
Gardiyanlar içeri girdi, ellerimdeki rengi fark ettiler. Koştular ve beni bir sandalyeye oturttular. Sorgucular geldi ve sorgu vertigosu, soğuk, açlık, çok az uyku, şiddetli istifra devam etti. İstifra ermeme neyin sebep olduğunu bilmiyorum. Belki soğuk, belki gürültü, belki de o zaman tek yiyeceğim olan Ensure marka sıvı gıdalardı.
Yine başlıyorduk. Sorgucular bana bazı operasyonlar hakkındaki bilgime dair sorular sordular. Hiçbir şey bilmediğim için onlara bilgi vermedim. Gardiyanlara yeniden, beni ayakta durur bir şekilde bağlama ve saatler, veya günlerce, artık bilmiyorum, asılı durumda bırakma emri verdiler.
[Haziran-Ağustos 2002 arasındaki 47 günlük dönemde Ebu Zübeyde izolasyonda tutuldu ve sorgular durdu]
Bir ay boyunca ortada görünmediler ve günde bir defa gelen gardiyanlar haricinde kimseyi görmedim. Metal yatağa bağlıydım. Pirinç pilavı, az miktarda çalı fasulyesi ve bir teneke sudan oluşan yiyecek bırakıyorlardı. Avret yerime bırakılan bir havlu haricinde tamamıyla çıplaktım. Aşırı soğuktan dolayı donuyordum ve görülmeyen bir cihazdan gelen sürekli ses sebebiyle sinirlerim çökmek üzereydi. Bu gürültü ve düşüncelerin verdiği baş dönmesi içerisinde bir ay geçirdim. Nerede olduğumu bilmiyordum ve zamanla neredeyse kim olduğumu dahi bilmeyen bir hale gelmiştim.
Bir ay geçtikten sonra, çıplak bir şekilde asılı pozisyona geri getirildim. Ardından zincirlerimi hücrenin parmaklıklarından çözdüler ve bacaklarımın arasından bağladılar. Böylece beni sürekli olarak eğilir bir pozisyona soktular. Beni vahşice beton duvara vurdular. Siyah kıyafetler ve askeri bir ceket giyen bir adam gördüm. Yüzü örtülü değildi. Yüzünce sinir vardı. Anlamadığım sözler söyledi. Ben cevap veremeden, kafamı ve sırtımı duvara vurmaya başladı. Sırtımın kırıldığını hissediyordum. Yüzüme ardı ardına tokatlar atmaya başladı.
Sonra, tabutluğa benzeyen, genişçe siyah bir ağaç kutu gösterdi. Dedi ki "Artık bu senin evin olacak."
Bir adam beni sürükledi ve beni vahşice bu kutunun içine soktu. Kutuda bir tuvalet kovası, bir kutu su ve biraz Ensure vardı. Şöyle bağırdı "Sana bir şans daha vereceğiz, fakat kısa bir şans. Konuşup konuşmayacağını düşünmen için." Şiddetli şekilde kapıyı kapattı. Kapı kilitleme sesi duydum. Kendimi tamamen bir karanlığın içerisinde buldum. Bu yer çok dardı. Enine veya boyuna bir şekilde oturamıyordum. Zincirleri çok sıkı bağlamışlardı, ellerimi bile zor hareket ettiriyordum.
Saatler geçti ve bir kilit tıkırtısı duydum. Bir adam, plastik bir bantla kemet gibi yapılmış kalın bir havluyu elinde büküyordu. Bunu boynumun etrafına sardı ve beni vahşice tabutluktan çekip çıkardı. Tuvalet kovasıyla beraber yere düştüm ve içindekiler de üzerime düştü.
[Ebu Zübeyde tabutluğun içerisinde 266 saat geçirdi]
Ardından gardiyan beni duvara doğru sürükledi. Artık normal beton duvarı kaplayan bir başka tahta duvar vardı. Hiçbir şey söylemeden, gardiyan beni tahta duvara vurmaya başladı. Vücudumda yeşil olarak oluşan sonra maviye dönen darp izlerinden bırakmak istemiyorlardı. Beni duvara vurmaya devam etti. Kafamı da vuruyordu, her vurduğu seferde sert bir şekilde yere düşüyordum.
Tamamen çöktüğümü fark ettiğim zaman, soluk almadan konuşmaya başladı. Küfür ve tehditler savuruyordu. Yüzüme tokat atmaya başladı. Kendimi savunmaya çalıştım. Halihazırda çektiğim onca aşağılamaya rağmen çok fazla aşağılanmış hissediyordum. Dedi ki "Gururlu olduğunu sanıyorsun. Sana gururun ne olduğunu göstereceğim." Kafamı duvara iki eliyle çarpmaya başladı. Bu o kadar şiddetliydi ki kafatasımın parçalandığını hissettim. Daha sonra beni bir başka küçük kutuya sürükledi. Gardiyanların yardımıyla beni kutunun içine soktu.
[Bu kutunun boyutları 2.1x2.5x2.5 feet idi. Ebu Zübeyde burada 29 saat geçirdi.]
Beni kutunun içerisine kilitlediklerinde oturmaya çalıştım ancak bu boşunaydı, kutu çok küçüktü. Kıvrılmaya çalıştım ancak çok dardı. Kutunun içerisinde sayısız saatler geçirdim. Bacaklarımı ve belimi bükmekten patlayacakmışım gibi hissettim, bunları bir an dahi doğrultamadım. Acı o kadar şiddetliydi ki bana bilinçsizce çığlık attırdı.
Waterboarding
Aniden kutunun kapağı açıldı ve içeri ışık girdi. Beni kutunun dışına çıkardılar, ayaklarımın üzerinde durabilmem uzun zamanımı aldı. Beni metal bir yatağa tamemen bağladılar, hiç hareket edemiyordum. Vücudumu bağladıktan sonra, başımı da güçlü plastikler kullanarak bağladılar ki bu başımı hiç hareket ettiremememe yol açtı, bir santim bile sağa sola, yukarı aşağı hareket ettiremedim. Bu sıkı sıkıya bağlamanın sebebini anlamamıştım. Birdenbire başıma siyah bir kumaş geçirdiler, bu başımı tamamen kapladı. Su döküldüğünü hissettim. Bu beni şoka soktu çünkü su çok soğuktu. Su durmadı. Sürekli bir şekilde yüzüme döküldü ve bana suda boğulma veya nefes alamayarak boğulma hissi verdi. Gerçekten boğulduğumu ve göğsümün oksijensizlikten infilak edeceğini hissedinceye kadar, ağzıma ve burnuma su dökmeye devam ettiler.
İlk defa boğularak öleceğimi hissettim. Tüm hatırladığım, pirinç ve çalı fasulyesiyle beraber su kusmaya başladığım.
Ben hala bağlıyken, yatağı dikey bir pozisyona getirdiler. Ben midemdeki su ve yiyecekleri tamamen boşalttıktan sonra yatağı tekrar yatay pozisyona getirdiler. Öksürüyor ve nefes almaya çalışıyordum. Sadece birkaç dakika geçtikten sonra siyah kumaşı tekrar kafama geçirdiler. "Hiçbir şey bilmiyorum" diye bağırmaya çalıştım ama aniden yeniden su döküldüğünü hissettim. O gün aynı şeyi bana üç kez uyguladılar.
Her defasında başımı tutan lastiği biraz daha aşağı çektiler ki dökülen suya katlanmam biraz daha zorlaşsın. Çektiğim acı her seferinde daha yoğunlaşıyordu. Uygulamayı birkaç dakikalığına, benim biraz nefes almam ve kusmam için bölüyor, sonra devam ediyorlardı. O günkü üçüncü waterboarding sonrasında, kafama örttükleri başlığı üzerindeki suyla beraber kafamda tutarak sorular sormaya başladılar. Ki bu sorulara, nefes almakta zorlandığım ve bana sordukları şeyler hakkında bir şey bilmediğim için cevap vermekte güçlük çekiyordum.
Ardından beni yataktan çıkardılar ve uzun tabutluğa sürüklediler. Beni içeri tıkıp kapağı kapattılar.
Bu rutini tekrarlıyorlardı: Duvara vurma, küçük kutu, waterboarding, uzun kutu. Bu defasında sertliği ve vahşeti, ayrıca küçük kutuda geçirdiğim zamanı artırmışlardı. Aynı zamanda waterboarding uygulamasını da her gün günde dört, bazen de beş defa olacak şekilde artırmışlardı. Çıplak vücuduma dökülen soğuk suyun miktarını da artırdılar.
[Ebu Zübeyde'ye 83 defa waterboarding uygulandı.]
Bir rüya
Bu aşağılama, korkutma, açlık, acı, gerginlik, sinir ve uykudan mahrum bırakma bir süre devam etti. Ta ki bir gün, bana tüm bunları daha yoğun ve daha uzun süre uyguladıktan sonra, beni büyük kutuya tekrar kapatmalarının ardından.
Waterboarding işkencesi sırasında, sağ elimin ve sağ ayağımın titremeye başladığını hissettim. Bu günlerce sürecekti. Uyandığım zamanlarda sağ ayağımı ve elimi titrer halde buluyordum.
Bazen de kendimi bazı kelimeler mırıldanırken buluyordum, sanırım bunun sebebi işkence ve dondurucu derecedeki soğuktu. Bu birkaç seferden daha fazla yaşandı. Waterboarding sırasında idrarımı tutamamaya başladım. Bu bir kere de ben saatlerce ayakta tutulduğumda -bir başka işkence metodu- olmuştu. Daha sonra bu, sinirlerimdeki gerilim sebebiyle, zincirlenmediğim ve waterboarding'e maruz kalmadığım zamanlarda da yaşanmaya başladı.
Bir gece bir düş, bir rüya gördüm. En üzgün anlarımdan birine dalıp gitmiş durumdaydım ve Allah'tan başka her şeyden umudumu yitirmiştim. Rüyamda, bağlı ve tükenmiş bir şekilde hücrenin zeminine çöktüğüm esnada, bana çok basit bir şey söyleyen bir adam gördüm. Bana "İyi olacak." dedi. İyi olacak, işler daha iyiye gidecek. Rüya, işkencecilerin içeri gelmesi ve dayağa devam etmesiyle bitti, ancak bu artık son seferdi.
[2006 yılında Ebu Zübeyde, CIA'in gizli işkence merkezinden Guatanamo'ya sevk edildi. Halen de burada tutuluyor.]
2006'nın başlarında, eski işkencecilerimden birisi beni hücremde ziyarete geldi. Bana yaptıklarından dolayı üzgün olduğunu, kuralsız hareket ettiklerini, bana haklarımı vermediklerini, mümkün olan her şekilde benden bilgi almaya çalıştıklarını ve sordukları şeylere dair benim hiçbir şey bilmediğini anladığını söyledi. Ardından ağlamaya başladı. Utandı ve bunu benden saklamaya çalıştı. Gözlerini silmek için hücreden çıktı.
"Amerika Nasıl İşkence Ediyor?" başlıklı raporda yer alan ve Ebu Zübeyde el Filistini tarafından kaleme alınan bu yazı, The Guardian tarafından servis edilmiş, Mepa News okurları için Türkçeleştirilmiştir.