Amerika Birleşik Devletleri halkı 5 Kasım günü sandık başına giderek ülkenin 47'nci başkanını seçecek.
Seçim yarışı iki isim arasında geçecek. Mevcut Başkan Yardımcısı ve Demokrat aday Kamala Harris ile eski Başkan ve Cumhuriyetçi aday Donald Trump. Anketler iki isim arasında kıyasıya bir yarış olduğunu gösteriyor.
ABD'de seçim sistemi dünyanın geri kalanından biraz farklı. Adaylar arasındaki yarış ülke genelinde tek parçalı bir sistemde yapılmıyor ve en fazla oy alan seçimi kazanmıyor. Seçim sistemi eyalet bazında bölünmüş durumda. Her eyalet nüfusuna oranla belirli sayıda seçici delege çıkarıyor. Daha fazla delege kazanan taraf ipi göğüslemiş oluyor. Toplamda 538 delege var. Bir eyalette seçim yarışını hangi aday önde bitirirse o eyaletin tüm delegelerini de bu aday kazanıyor. Örneğin Trump, Teksas eyaletindeki seçimi tek bir oy farkla kazansa bile, bu eyaletteki 38 delegeyi de elde edecek.
Nihayetinde seçimler, tarafların oylarının birbirine yakın olduğu eyaletlerde düğümleniyor. "Salıncak eyaletler" olarak da bilinen bu eyaletlerde seçimleri önde bitiren taraf muhtemelen seçimlerin de galibi olacak. Bu eyaletler Arizona, Georgia, Kuzey Carolina, Michigan, Nevada, Pensilvanya ve Wisconsin. Yani söylediğimiz gibi bir adayın, ülke genelinde daha az oy almasına rağmen, başkan olarak seçilmesi mümkün. Bunun en yakın örneği 2016 yılındaki seçimler. Bu seçimlerde Trump 62.9 milyon, rakibi Hillary Clinton ise 65.8 milyon oy almış, daha az oy almasına rağmen seçim sistemi sebebiyle Trump başkan olarak seçilmişti.
Amerikan dış politikasında devamlılık
ABD'deki son seçim dönemlerinde en fazla dikkat çeken hususlardan biri, Amerikan seçimlerinin dünyanın geri kalanının gündemine her geçen gün daha fazla girmeye başlamasıydı.
Gerçekten de son dönemlerdeki seçimler dünyanın geri kalanı tarafından daha büyük bir ilgiyle takip edildi. Bunun sebeplerinden biri şüphesiz medyanın ve özellikle sosyal medyanın gelişmesidir.
Fakat şüphesiz en büyük sebepler arasında, Amerikan seçimlerinin dünyanın geri kalanına olan etkisi bulunuyor. ABD dünya sisteminin "bel kemiği" niteliğinde olan ve hegemonyasını dünyaya dayatan bir devlet. Bu sebeple Amerikan politikalarının ne yönde seyredeceği dünyanın geri kalanını da yakından ilgilendiriyor.
Amerikan dış politikasının temel unsurlarından biri de "devamlılık" unsuru olarak bilinir. Hatta ABD dış politikası genel olarak partiler üstü görülür. Amerikan seçimlerinden ne sonuç çıkarsa çıksın bunun Amerikan dış politikasındaki devamlılığı etkilemeyeceği, ABD'nin dünya siyasetinin genel olarak aynı doğrultuda devam edeceği belirtilir. ABD böyle bir imajının olmasıyla sürekli övünür ve Amerikan dış politika yapıcılar bu "devamlılık" meselesinden övgüyle söz eder.
En azından yakın zamana kadar böyleydi.
Ancak son dönemlerde Amerikan dış politikası, seçimleri kazanan parti ve adaya bağlı olacak şekilde büyük değişimlere, hatta kırılmalara uğramaya başladı. Yaklaşık 15 yıldır görünür hale gelen bu durum, son birkaç seçimde ise zirveye çıktı. Yukarıda da belirttiğimiz üzere Amerikan seçimlerinin dünya genelinde artan bir ilgiyle takip edilmesinin en büyük sebeplerinden biri bu. Amerikan seçimlerinde çıkacak sonuçlar geçmişte ABD'nin dış politikası bakımından bugünkü kadar büyük anlamlar ifade etmiyordu. Ancak bugün ABD'de seçimleri kimin kazanacağı, dış politikada büyük kırılmalara yol açma potansiyeli barındırıyor. Bu sebeple de dünya genelinde seçimler daha büyük bir dikkatle takip ediliyor.
Yaklaşan seçimlerde her iki aday da kırılma derecesinde farklı dış politikalar vadediyor. Örneğin Trump seçilmesi halinde Ukrayna savaşını bitireceğini, Ukrayna'ya "bir cent bile vermeyeceğini" ifade ediyor. Geçmişteki radikal politika tercihleri göz önüne alındığında kimse böyle bir şey yapmayacağını gönül rahatlığıyla savunamaz. Öte yandan Harris ise belki Biden döneminden bile daha yoğun bir şekilde Ukrayna'ya destek olunacağı sinyalleri veriyor. İsrail, Avrupa, Afrika, Çin, Rusya, Pasifik gibi Amerikan dış politikasının hassas noktalarında iki aday da farklı politikalar vadediyor. Bu durum, özellikle Amerikan etkisinin yoğun olarak görüldüğü bölgeler açısından, seçimleri daha kritik bir hale sokuyor.
Bu duruma İslam dünyası da örnek verilebilir. Örneğin Trump, başkanlığının son günlerinde, 2020 yılı sonunda Amerikan askerlerinin Somali'den çekilmesini emretti. Birkaç ay sonra koltuğa oturan Joe Biden ise bu kararı geri aldı ve Somali'ye yeniden asker gönderdi. Trump döneminde Yemen'deki Husilerin "terör örgütü" ilan edilmesi kararı da Biden yönetiminin geri aldığı kararlardan biriydi. Yine Biden yönetimi Trump döneminde alınan Afganistan'dan çekilme kararından da vazgeçmeye çalıştı ancak artık sahada geri dönülemeyecek bir noktaya gelindiği için bunu başaramadı. Keza Trump Suriye'den çekilme yönünde de ani kararlar verdi.
Kısacası, Amerikan dış politikasının en mühim unsurlarından biri olan devamlılık unsurunun son dönemde Amerikan iç siyasetinin kurbanı olmaya başladığı görülebiliyor. ABD'de her geçen gün artan kutuplaşma ve iç ihtilaflar da bu durumu sürekli olarak besliyor.
ABD kendisini bir "dünya imparatorluğu" olarak gören ve politikalarını bu doğrultuda şekillendiren bir devlet. Dünyanın en ücra bölgelerine bile müdahil olmaktan çekinmeyen, dahası bunu görevi, hatta kaderi addeden bir yapıya sahip. Bu durum ABD için bir fırsat ve aynı zamanda bir risk barındırıyor. ABD, bu müdahalecilikten doğan fırsatı ciddi bir şekilde kullandı ve 1945-2000 arası dönemde dünyaya hegemonyasını dayattı. Özellikle Sovyetler Birliği'nin dağıldığı 1991 sonrasında tüm dünyaya Amerikan kültürünü egemen kıldı.
Ancak 2000 yılı sonrasında ABD için bu müdahaleci politikaların risk dönemi başlamış oldu. ABD'nin dış müdahaleye harcadığı her bir cent, kendi içerisindeki temel sorunlara harcamadığı bir cent anlamına geliyor. İç şiddet, işsizlik, göç ve kutuplaşma gibi temel dahili problemleri olan ABD için bu durumun devamı riskleri artırıyor. Nihayetinde devamlılık ve süreklilik ile anılan Amerikan politikaları artık bu özelliklerinden soyutlanmaya başlıyor. Bu politikaların iniş ve çıkışları daha şiddetli hale geliyor.
ABD, halen güçlü olsa da artık dünyanın tek süper gücü değil. Dünyaya her istediğini dayattığı ve gücünün zirvede olduğu dönemler geride kalmış durumda. Bizler belki ABD'nin yıkılışına tanıklık etmiyoruz, ancak Amerikan hegemonyasının gözle görülür bir şekilde düşüşüne tanıklık ediyoruz. Dış politikadaki devamlılığın kaybolmaya başlaması da bu düşüşün bir örneği.
Dış politikadaki devamlılık unsuru ortadan kalktıkça ve Amerikan politikaları dengesizleşmeye devam ettikçe, bu aynı zamanda Amerikan hegemonyasını daha da zayıflatacaktır.
5 Kasım seçimlerinde Harris'in seçilmesi halinde belki bu dengesiz sürecin etkilerin daha az müşahede edileceği, istikrarlı görülen kısa bir dönem yaşanabilir. Fakat Amerikan dış politikasının devamlılık unsurunun yeniden tesis edilmesi, ABD için bir seçimle halledilebilecek kadar kolay bir problem değil. Bilakis bu problem Amerika için büyüyen bir mesele ve ilerleyen yıllardaki seçimler bu yönde daha büyük çalkantıları ortaya çıkarma potansiyeli barındırıyor.
Bu değerlendirmede yer alan ifadeler yazarın kendi görüşleridir ve Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.