ABD istihbarat topluluğu kısa bir süre önce ülkenin ulusal güvenliğine yönelik dünya çapındaki tehditlere odaklanan yıllık tehdit değerlendirmesini yayınladı. Belge Merkezi İstihbarat Teşkilatı (CIA), Ulusal Güvenlik Teşkilatı (NSA), Federal Soruşturma Bürosu (FBI) ve 10'dan fazla diğer kurumun ortak analizlerini ve görüşlerini yansıtıyor.
Raporun önsözü, bu topluluğun distopik ve kendi kendine referans veren düşüncesi hakkında net bir fikir veriyor:
"Önümüzdeki yıl boyunca Amerika Birleşik Devletleri, büyük güçler arasında hızlanan stratejik rekabet, daha yoğun ve öngörülemez ulus ötesi zorluklar ve geniş kapsamlı etkileri olan çok sayıda bölgesel çatışma nedeniyle giderek kırılganlaşan bir küresel düzenle karşı karşıya kalacaktır."
Rapor şöyle devam ediyor:
"Hırslı ama endişeli bir Çin, çatışmacı bir Rusya, İran gibi bazı bölgesel güçler ve daha yetenekli devlet dışı aktörler, uluslararası sistemin uzun süredir devam eden kurallarına ve ABD'nin bu sistemdeki üstünlüğüne meydan okuyor."
Dolayısıyla İran, Rusya ve Çin, uluslararası sistemin uzun süredir devam eden kurallarına meydan okudukları iddiasıyla başlıca "suçlular". Bunda bir sürpriz yok, bu yıllardır ABD politikasının bir sloganı.
Sorun, raporun hangi kurallara atıfta bulunduğunun açık olmaması: BM Şartı ve BM sözleşmelerinde yer alan uluslararası teamül hukuku mu yoksa ABD liderliğindeki sözde kurallara dayalı dünya düzeni mi? Temel kavramsal sorun, ABD siyaset kurumu ve onun kilit Batılı müttefikleri için herhangi bir ayrımın söz konusu olmamasıdır. Ancak çoğu zaman olduğu gibi, büyük bir yanılgı içindeler.
Uluslararası hukuk ve BM Şartı, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra inşa edilen ve ABD'nin olağanüstü katkı sağladığı küresel düzenin temel direkleridir. Buna karşılık, ABD liderliğindeki kurallara dayalı uluslararası sistem, Amerikan siyasi düşüncesinin daha yeni bir evrimidir: Washington ve müttefiklerinin çıkarlarına göre bükülmüş, kendine referans veren bir zihniyettir.
Bu düzen neo-liberal ideolojiye dayanmaktadır ve Gazze'de yaşanan trajedinin en son ve en görünür örneği olduğu çifte standartlarla doludur.
ABD istisnacılığı ve Batı demokrasilerinin tartışmasız üstünlüğü (yani "batı medeniyeti") gibi bir dizi varsayıma dayanan bu sistem, ulusal yasaların evrensel yasalar olduğunu iddia etmektedir. Bir dizi değer ve bağlantılı kurallar varsayar, ancak kendi çıkarlarıyla çatıştıklarında bunları uygulamamak için oldukça dikkatlidir. Bu düzen gayri resmi bir sloganla özetlenebilir: "Dostlarım için her şey; düşmanlarım içinse kanun."
ABD hegemonyasına meydan okumak
Şaşırtıcı olmayan bir şekilde, ABD istihbarat topluluğunun raporu Çin, Rusya ve İran'ın yanı sıra bir avuç devlet dışı aktörü (Lübnan'da Hizbullah, Filistin'de Hamas ve Yemen'de Husiler dahil) sadece uluslararası sistemin kurallarına değil, her şeyden önce ABD'nin "sistem içindeki üstünlüğüne" meydan okumakla suçluyor.
Görünen o ki asıl suç sistemin kendisine değil, ABD hegemonyasına meydan okumaktır. Yine de, böylesine mantıksız bir pozisyon birkaç yıl önce hala kabul edilebilirken, şimdi Küresel Güney olarak adlandırılan birçok ülke tarafından buna açıkça meydan okunuyor ya da en azından tepki gösteriliyor.
Avrupa ve Doğu Asya'daki ülkelerin sadece küçük bir kısmı ABD'nin üstünlüğünü istikrarlı bir uluslararası sistemin vazgeçilmez bir ön koşulu olarak görmektedir. Aslında, son yirmi yıllık tarihin incelenmesi bunun tam tersini kanıtlamaktadır.
Küresel düzen ABD merkezli tek kutuplu bir yapıdan çok kutuplu bir yapıya doğru kaymaktadır. Tarih boyunca imparatorluklar yükselmiş ve sonra çökmüştür. ABD'li politika yapıcıların tarihin bu kurallarına uyum sağlamaları ve vazgeçilmez oldukları fikrinden vazgeçmeleri akıllıca olacaktır. Şimdi ikili bir seçimle karşı karşıyalar: İngiltere'nin 1945'ten bu yana aşamalı olarak yaptığı gibi tarihin hükmünü kabul etmek ya da buna feci bir şekilde direnmek.
Raporda Gazze krizine yapılan bir atıf, ABD istihbarat topluluğunun distopik görüşleri hakkında daha da aydınlatıcıdır:
"Bölgesel bir krizin nasıl geniş çaplı yayılma etkilerine sahip olabileceğini ve diğer acil konularda uluslararası iş birliğini nasıl zorlaştırabileceğini görmek için Hamas gibi son derece yetenekli bir devlet dışı terörist grup tarafından tetiklenen, kısmen bölgesel olarak hırslı bir İran tarafından körüklenen ve küresel sahnede ABD'nin altını oymak için Çin ve Rusya tarafından teşvik edilen söylemlerle daha da şiddetlenen Gazze krizine bakmak yeterlidir."
Bu pasaj, ABD istihbarat topluluğunun Gazze'deki çatışmanın gerçekte ne olduğunu görmekten aciz olduğunu göstermektedir. Bu çatışma, İsrail'in Filistin topraklarında on yıllardır süren acımasız ve cezasız işgalinin tetiklediği bir ulusal kurtuluş mücadelesidir. Bu işgal, ABD'nin devasa silah sevkiyatıyla ve BM Güvenlik Konseyi'ndeki siyasi bir korumayla kolaylaştırılmıştır.
ABD'nin 7 Ekim olaylarının Çin ve Rusya'nın Washington'u küresel sahnede zayıflatmaya yönelik girişimleriyle de ilişkilendirilebileceği yönündeki söylemi gülünç olma sınırına dayanmaktadır.
Çifte standart
ABD'nin küresel konumunu zayıflatan asıl faktör, bazı otokrasilerin sözde eylemleri değil, daha çok Washington'un kendi uluslararası davranışları ve çifte standartlarıdır. İsrail'in Gazze'deki katliamına verdiği tereddütsüz destek bunun bir örneğidir. Bu ABD'nin onlarca yıldır vaaz ettiği tüm kuralları ihlal eden bir saldırıdır.
Biden yönetiminin, Gazze'de ateşkes talep eden BM Güvenlik Konseyi kararının kısa süre önce kabul edilmesinin ardından sergilediği tavır bu durumu mükemmel bir şekilde ortaya koymaktadır. ABD, kararın çekimser kalarak geçmesine izin verdikten sonra, kararı bağlayıcı olmayan bir karar olarak nitelendirerek anlamını ve etkisini en aza indirmek için acele etmiştir.
Dolayısıyla, açıklık getirmek adına, uluslararası sistemin uzun süredir devam eden kurallarının ana sağlayıcısı olmakla övünen vazgeçilmez ulus, tepedeki fener, esasen başka bir BM üyesi devlete (İsrail), Gazze'de 34 binden fazla insanın öldürülmesinin ardından derhal ateşkes talep eden bir Güvenlik Konseyi kararını görmezden gelebileceğini söylüyor. Trajik ironi şu ki Netanyahu hükümetinin ABD'nin bu telkinine ihtiyacı bile yoktu, zaten kararı görmezden gelecekti.
Bilindiği üzere BM Güvenlik Konseyi kararları her zaman bağlayıcıdır. Biden yönetimi böylece ikiyüzlü çifte standarttan uzaklaşmak için mükemmel bir fırsatı daha kaçırmış oldu. İsrail ve ABD'deki İsrail yanlısı büyük lobi veto etmediği için, ABD Demokrat Partisi'nin solu, Filistin halkı ve dünyanın geri kalanı ise kararı bağlayıcı bulmadıkları için herkesi üzerek olağanüstü bir şahesere imza attılar.
Bu arada, ABD tehdit değerlendirmesi Çin'e "ABD ve ABD müttefikleriyle doğrudan rekabet etme ve kurallara dayalı küresel düzeni değiştirme kabiliyeti" atfetmektedir. Böylece Çin'in basit bir kabiliyetini, liderliği tarafından takip edilen kasıtlı bir niyete eşitlerken, ABD resmi düşüncesinde düşünülebilecek tek dünya düzeninin Washington tarafından yönetilen bir düzen olduğunu dolaylı olarak teyit etmektedir.
Sağduyulu bir yaklaşımla tehdit değerlendirmesi, ABD'nin yabancı saldırganlığı caydırmaya yönelik eylemlerinin genellikle "düşmanlar tarafından ABD'nin kendilerini çevreleme ya da zayıflatma niyetinde olduğuna dair kendi algılarını güçlendirecek şekilde yorumlandığını ve bu yanlış yorumların tırmanma yönetimini ve kriz iletişimini zorlaştırabileceğini" kabul etmektedir.
ABD istihbarat camiasının analistleri, uluslararası ilişkiler uzmanları tarafından "güvenliğin bölünmezliği" kavramı olarak bilinen bu sorunu (yani, bir ulus tarafından alınan herhangi bir güvenlik önlemi bir diğeri tarafından tehdit olarak yorumlanabilir) kabul etmekte şaşırtıcı derecede akıllı ve dürüst davrandılarsa, varsayımsal yetenekleri otomatik niyetlerle bir tutma eğilimlerinin modern jeopolitiği karakterize eden artan gerilimlerin büyük bir parçası olduğunu da kabul edebilmelidirler.
Middle East Eye'da yayınlanan bu değerlendirme Mepa News okurları için tercüme edilmiştir. Değerlendirmede yer alan ifadeler yazarın kendi görüşleridir ve Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.