Lamis Andoni | The New Arab | Tercüme: Mepa News
Washington, Gazze Şeridi'ndeki sivilleri korumak için yeterli önlemleri almadığını gerekçe göstererek aşırılık yanlısı İsrail hükümetinden duyduğu rahatsızlığı açıkça dile getirdi. Sivillere yönelik yoğunlaşan bombardıman, çoğu kadın ve çocuk olmak üzere artan sivil kayıplar ve Gazzeli sivillerin tutuklandığı, soyulduğu, aşağılandığı ve acımasızca infaz edildiği sahneler, hem içeride hem de dışarıda İsrail'in hamisi olarak kendine biçtiği rolden taviz vermeyen ABD'yi utandırmaya başladı.
İsrail'e büyük miktarlarda son teknoloji ürünü ölümcül silahlar sağlamak için acele eden ABD, bunun savaşın kendi büyük stratejisini etkilemeden hızla sona ermesini sağlayacağını ummuştu. Ancak İsrail'in imha savaşının Gazze halkı üzerinde yarattığı yıkımın boyutları, resmi Amerikan kurumlarında bile tedirginliğe, hatta isyana yol açacak şekilde gözler önüne serildi ve geniş kitlelere duyuruldu.
İsrail'in yaptıklarının açığa çıkması ve gözler önüne serilmesi, İsrail'in işlediği suçlarla utanmadan övünmesi, İsrail ordusunun açık ve gizli intikam arzusu ve Filistinlileri göçe zorlamak için terör estirmesi, tüm bunlar hem kısa hem de uzun vadede ABD'nin hedeflerine zarar veriyor.
Başka bir deyişle, Washington'un İsrail'e yönelik hayal kırıklığı samimi görünse de, asıl kaygısı Filistinlilerin hayatlarını korumak değil, İsrail'in ve ABD'nin itibarının geri dönüşü olmayan bir şekilde zarar görmesini engellemektir.
Bu durum, İsrail'in düşmanlarına karşı askeri üstünlüğünü korumaktan, Arap devletleri ile İsrail arasında normalleşmeyi öngören ve en önemli parçası Suudi-İsrail anlaşması olan sözde İbrahim Anlaşması'na kadar Amerika'nın bölgedeki stratejik hedeflerini şimdiden tehlikeye atıyor.
İsrail'in yerle bir olan itibarı
Muhtemelen ABD ve İsrail savaşın hedefleri konusunda tamamen hemfikirdir: Hamas'ın kökünü kazımak ve Gazze Şeridi'ni İsrail askeri kontrolü altında bir esir kampları topluluğuna dönüştürmek.
Tabii eğer Sina'nın nakli planı başarısız olursa - ki İsrail ve ABD Arap devletlerini "geçiş aşamasının" yönetimine katılmaya ikna etmeye çalışarak bu plana meşruiyet kazandırmaya çalıştılar. Bu aşama, Filistin Yönetimi'nin yeniden yapılandırılması ve 'ertesi gün-savaştan sonra' Şerit'te hapishane müdürü olarak yeni rolünü üstlenmesi için yeni bir dizi koşulu kabul etmeye hazır hale getirilmesi için zaman tanıyacaktır.
ABD Hamas'ın ezilmesini sadece hareket İsrail açısından tehlike arz ettiği için değil, aynı zamanda Pentagon'un milyarlarca dolar harcayarak desteklediği İsrail ordusunun prestijini yeniden tesis etmek için de istiyor. Bu ordunun bölgedeki en güçlü ordu olmasını sağlamak, ABD hegemonyasını korumaya hizmet ettiği için uzun zamandır ABD stratejisinin bir ayağı olmuştur.
Ancak İsrail ordusunun birbiri ardına savaş kaybetmesi ve Filistin direnişinin dayanıklılığı İsrail'in 'üstünlüğünü' ve caydırıcılığını sarstı.
Uluslararası arenada Washington, BM Genel Kurulu ve Güvenlik Konseyi'nde izole edilmiş durumda. ABD'nin muhalefetine rağmen, Amerikan müttefikleri de dahil olmak üzere BM Genel Kurul üyelerinin çoğu ateşkes kararını destekledi. ABD daha önce de Güvenlik Konseyi'nde benzer bir kararı veto etmişti. Sonuç olarak ABD, Arap bölgesinde ve küresel ölçekte itibar kaybına uğradı ve rakipleri Çin ve Rusya'ya karşı zemin kaybetti.
Bu arada uluslararası kamuoyunda, özellikle de ABD'de, Filistinliler lehine yaşanan önemli değişim de Beyaz Saray'ı endişelendiriyor. Bu değişim Washington'un Batı'yı Hamas'a karşı bir araya getirme ve İsrail'i daha fazla gayrimeşrulaştırma ve incelemeden koruma çabalarını sekteye uğratıyor.
ABD'nin Ortadoğu stratejisi paramparça
Amerika Birleşik Devletleri'nin İsrail ordusunun vahşeti ile gerçek bir sorunu yok. Ancak uluslararası -ve ABD- kamuoyu ile savaşa girmesi, İsrail'e destek ve haklılığını rahatça sürdürme kabiliyetini zayıflatıyor. Daha açık bir ifadeyle, İsrail'in art arda gerçekleştirdiği katliamlar Suudi Arabistan'ın normalleşme görüşmelerini sürdüreceğine dair söz vermeye ikna edilmesini zorlaştırıyor.
Aslında Washington'un en büyük endişesi Arap-İsrail normalleşme sürecinin raydan çıkması ve İsrail-Suudi normalleşme anlaşmasının engellenmesidir. Böyle bir anlaşma Filistin sorununun tasfiyesine yönelik her türlü çaba için hayati önem taşımaktadır.
Bu bağlamda, Dışişleri Bakanı Anthony Blinken'ın Riyad'a yaptığı ziyaretlerle elde ettiği tek şey, Suudi Arabistan'ın gelecekte ABD ile bu konuyu görüşmek için kapıyı "açık" tutacağıdır. Bu başlı başına ABD'nin bölgedeki stratejisine büyük bir darbe.
Washington 7 Ekim saldırısının hemen öncesinde normalleşme projesinin başarısını ve "Filistin davasının" Arap (ve uluslararası) sözlüğünden silineceği günün hızla yaklaşmasını kutlamaya başlamıştı bile - özellikle de Suudi yetkililer normalleşmenin sadece bir zaman meselesi olduğunu açıkladıklarında.
ABD'nin bakış açısına göre, Suudi-İsrail anlaşmasının sağlanması "çatışmayı" kesin olarak sona erdirecektir. Çünkü ABD'nin gözünde normalleşme, Arap devletlerinin nihayet İsrail'e tamamen boyun eğdiği ve İsrail'in bölgedeki hakimiyetini sağlamlaştırdığı bir süreçtir.
Dolayısıyla bu, Filistin halkının meşru haklarına yönelik tüm talepleri sona erdirecek ve İsrail'in ırkçı yerleşim projesine daha fazla meydan okumadan bölgeye tam entegrasyonunun yolunu açacaktır. İsrail Filistin halkına karşı dilediğini yapabilecektir.
Amerikalılar herhangi bir İsrail-Suudi anlaşmasının, Suudi Arabistan'ın statüsü ve İki Kutsal Mescidin koruyuculuğu nedeniyle İsrail'e ahlaki meşruiyet sağlayacağı gerçeğine güveniyorlardı. Bu anlaşma İslam dünyasına İsrail'e karşı düşmanlık için dini bir gerekçe olmadığı mesajını verecekti.
Dahası, Suudilerin yoksul Arap ülkelerine sağladığı fonlar, BAE'nin İsrail'le ekonomik normalleşme anlaşmalarının mali sponsoru haline gelerek çoktan yapmaya başladığı gibi, normalleşmeye katılmaları koşuluna bağlı hale gelecektir.
Normalleşme boş bir hayal
Washington, Biden döneminde bir Suudi-İsrail anlaşması yapamayacağını düşünmeye başlamıştı. Ancak şimdi ABD bunun olmayacağından neredeyse emin. Bu nedenle Biden'ın öfkesinin yanı sıra İsrail'in Gazze'ye yönelik soykırım savaşının kapsamlı bir normalleşme anlaşması umutlarını uzun yıllar erteleyebileceği ve hatta ortadan kaldırabileceği ve diğer Arap devletleriyle yapılan anlaşmaları da bozabileceği konusunda artan bir farkındalık görüyoruz.
Bu bağlamda Ürdün, BAE tarafından finanse edilen Vadi Arabe'den güneş enerjisi karşılığında tuzdan arındırılmış su takası anlaşmasını artık imzalama niyetinde olmadığını açıkladı. Bu arada yakın zamanda Kral 2. Abdullah ile görüşen isimler, İsrail'in politikaları ve eylemleri artık Ürdün'ün güvenliğini açıkça tehdit ettiği için Amman'ın İsrail ile ilişkilerini radikal bir şekilde gözden geçirmeye başladığını söylüyor.
Ürdün, işgal altındaki Batı Şeria ve Doğu Kudüs'ün etnik temizliğe tabi tutulmasının artık gerçekçi bir ihtimal olduğunu ve bu durumda buradaki Filistinlilerin Ürdün'e sürüleceğinden endişe etmeye başladı.
Kısacası, hedeflerden ziyade taktiklerle sınırlı olsa da ABD-İsrail anlaşmazlığı gerçektir. Bu durum ABD yönetimini uluslararası alanda sıkıntıya sokmaya başladı, Amerika'nın Batı dünyasındaki liderliğini tehdit ediyor ve ABD başkanlık seçimlerine giderken Amerika'nın İsrail'e verdiği körü körüne destek ve İsrail'i savunmasına karşı protestolar artıyor.
Washington ve Tel Aviv'in taktikler konusundaki çatışması ve ABD'nin BM'de giderek yalnızlaşması, Arap devletlerine ateşkes için bastırmamaları için hiçbir mazeret bırakmıyor. Bazı Arap devletlerinin arzu ettiği gibi Hamas'ın ortadan kaldırılmasını beklemek, tanık olduğumuz suçlara ortak olmaktır ve aslında İsrail'e on binlerce Filistinliyi öldürme şansı vermektedir.
Ancak Amerika Birleşik Devletleri ile İsrail arasındaki anlaşmazlık aynı zamanda kolektif eylemi büyütmek ve Washington'un korktuğu, İsrail'in ise varlığına yönelik en büyük tehdit olarak gördüğü boykot ve normalleşme karşıtı hareketleri geliştirmek için bir fırsattır.
Filistinli gazeteci ve akademisyen Lamis Andoni tarafından The New Arab için kaleme alınan bu yazı Mepa News okurları için Türkçeleştirilmiştir. Yazıda yer alan ifadeler Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.