Rusya, 24 Şubat tarihinde başlayan Ukrayna işgalinden bu yana Batılı uzmanların analizlerinin temeline oturmuş durumda.
Rusya'nın NATO karşısında teşkil ettiği riskler, bu analizlerin esas konularından biri niteliğinde.
Kathleen J. McInnis ve Daniel Fata, Foreign Policy'de yayınlanan analizlerinde Rusya'nın NATO'ya halen ciddi bir tehdit oluşturduğu tezini değerlendirdi.
Analiz Mepa News okurları için Türkçeleştirildi.
Ukrayna’da yaşanan son olaylar bir kez daha kanıtlamıştır ki NATO’nun öldüğü haberleri sadece abartıdan ibarettir. İttifak üyesi birçok ülkenin liderleri Rusya’nın Ukrayna’yı işgal edişine ya hızlı şekilde Kiev yönetimine destek göndererek ya da kendi devletlerinin savunma bütçelerini arttırarak veyahut bunların her ikisi de yaparak yanıt verdi. Savaşın hala tüm hızıyla devam ettiği ve Rusya ile rekabet çerçevesinde kurulan ilişkilerin coğrafi gerçekliğinin kendini iyice hissettirmeye başladığı bu son günler NATO’nun bir kez daha tüm bunların trans-Atlantik bölgesinin ve dünyanın tümünün güvenliği açısından ne anlama geldiğini düşünmesi gerektiğini göstermektedir.
NATO liderleri iki aydan kısa bir süre içinde ittifakın yeni stratejisini onaylamak üzere Madrid’de bir araya gelecekler. Bu toplantıda gündeme gelecek anahtar soru, üye devletlerin NATO’nun “varoluş amacını” güncel ve gelecek meselelere daha iyi cevap verebilmek amacıyla son dönemde önlerine gelen fırsatı kullanıp yeniden şekillendirip yani Rusya’yı ittifaka yönelik bir tehdit olarak tanımlayıp tanımlamayacağıdır. Ukrayna’da yaşananların Avrupa ve dünya düzeni hususunda verdiği mesajlar göz önüne alındığında riskin ne denli yüksek olduğu daha iyi anlaşılacaktır.
Bazı çevreler ABD’nin Madrid toplantısını faaliyetlerinin odağını Avrupa’dan tekrar Asya’ya doğru kaydıracağını ilan etmek için kullanması gerektiği kanaatindedir. Bu fikirde olanlar Avrupalı devletlerin kendi savunma bütçelerini arttırdığını ve Rusya’nın bu savaş sırasında sahada beceriksizliğini kanıtladığını vurgulayarak uzun vadede Avrupa kıtasında Amerikalı askerlere eskisi kadar ihtiyaç kalmadığını buna ilaveten de Savunma Bakanlığı planlama dairesinin başındaki asıl tehdidin Çin olduğunu savunmaktadır.
NATO'ya yönelik Rus tehditleri
Fakat aslında bu durumun tam tersi doğrudur. Öncelikle şunu belirtmekte fayda var ki Rus Başkan Vladimir Putin açık bir şekilde NATO’yu stratejik bir tehdit olarak gördüğünü tekrar tekrar vurgulamıştır. Yaşanan son hadiseler bize bu açıklamaları ciddiye almamız gerektiğini göstermektedir. Ukrayna savaşı başlamadan aylar önce Ruslar sınır bölgelerine büyük miktarlarda askeri teçhizat ve birlikler sevk ederken bazı uzmanlar bu yığınakların niçin bir işgalin habercisi olamayacağına, bu hareketliliğin Ukrayna’nın gelecekte nasıl bir siyasi istikamete gireceği hususundaki pazarlık masasına Rusların eli güçlü olarak oturmak istemesi nedeniyle yaşandığına dair mantıklı argümanlar ortaya koymuştu. Bu argümanlardan birisi de Ukrayna’nın işgal edilmesinin Ruslar için stratejik açıdan fayda değil zarar getireceğiydi. Yani bu askeri koşuşturmanın MUTLAKA başka bir nedeni olmalıydı. Nihayetinde hep beraber şahit olduk ki ortada başka bir neden falan yoktu.
Rus ordusunun beceriksiz görüntüsü gerçekten kayda değer olsa da planlamadan sorumlu departmanlar hemen bazı çıkarımlarda bulunmakta acele etmemelidir. Rus güçleri Kiev’i ele geçiremedi ancak Ukrayna’nın doğu sınırı boyunca binlerce kilometrekarelik alanı (en azından şimdilik) kontrol altına almayı başardı. Eğer ufak bir karşılaştırma yapmak gerekirse NATO üyesi Estonya 50.000 kilometrekare toprağa sahiptir. Ayrıca, tıpkı 2014’de yaşadığı faciadan sonra Ukrayna ordusunun tekrar toparlanması gibi orduların özellikle felaketlerden sonra tekrar yapılanabilen organizasyonlar olduğu da unutulmamalıdır.
ABD’nin NATO’yu diri ve hazır vaziyette tutmak için iyi nedenleri mevcuttur. ABD liderliğinin stratejik getirileri çok katmanlıdır. NATO bünyesindeki Amerikan liderliği sadece askeri koalisyonlar organize edilmesi için bir kanal görevi görmekle kalmayıp aynı zamanda ticaret ortaklıkları anlaşmalarında ayrıcalıklı statüleri ve ittifak içindeki üslere erişimi de beraberinde getirmektedir. Eğer Putin NATO’ya olan güveni kırma amacına vakıf olursa bu durum tüm trans-Atlantik bölgesinde stratejik bir acizlik hali yaratır yani ABD dahil olmak üzere tüm müttefiklerin güvenlik sorumluluklarını yerine getiremediği ve dolayısıyla da kendi halkları için yüksek yaşam standartlarını idame ettiremediği bir durum hasıl olur.
Yeni strateji konsepti
Bu noktada konuyu tekrar Madrid’e getirmek gereklidir. NATO en son 2010 yılında stratejik bir konsept üzerinde mutabık kalmıştı. Tüm üye devletlerin kabul ettiği bu dokümanda diğer birçok meselenin yanı sıra müttefik toprakların savunulması hususu NATO’nun en hayati misyonlarından biri olarak zikredilirken ittifaka yönelik tehdit oluşturan ulus devletlerin kim veya kimler olduğu açıkça ifade edilmemişti. Gerek iç gerekse uluslararası siyasi nedenlerden dolayı 30 ayrı müttefikin tehditler hususunda fire vermeden oy birliği sağlaması inanılmaz derecede zordur. İşte bu yüzden, doküman imza edilmeden henüz iki yıl önce Gürcistan’ı işgal ederek ilk uyarı sinyallerini yollamasına rağmen Rusya 2010 yılındaki NATO toplantısında “Avrupa’nın güvenliği hususunda beraber çalışılacak istekli bir NATO ortağı” olarak tanımlandı. Aradan geçen son 12 yılda Rusya NATO üyesi devletlerde istikrarı bozmaya yönelik dezenformasyon faaliyetleri yürüttü ve Ukrayna’ya iki kez saldırdı. NATO liderleri her ne kadar Rusların bu saldırganlığını kınasa da ittifakın resmi söylemi Rusya’nın NATO’ya yönelik uzun vadeli bir tehdit olarak tanımlanmasını için “biraz kısa” kaldı.
Herhangi bir konuda sağlanan fikir birliğinin sağlam nitelikte olması için netlik gereklidir. NATO’nun bu yeni tehdide karşı uzun vadeli bir şekilde hazırlanabilmesi için ittifakın Madrid’de belirlenerek imza edilecek olan yeni stratejik konseptine karşı Rusya kaynaklı stratejik saha gerçeklerinin beraberinde getirdiği tehditlerin açık bir şekilde itiraf edilmesi gereklidir. Bu yapılırsa NATO üyesi devletlerin savunma bütçesi, kuvvet planlaması, yeni üye katılımı ve askeri birliklerin yeniden mevzilendirilmesi hususlarını ciddiye alarak yeni ilan edilecek yol haritasına “diş” takması gerekecektir. Bu netlik, NATO bünyesinde planlamadan sorumlu birimlerin mesela GSMH’nın %2’sinin ittifakın karşı karşıya olduğu zorlukların üstesinden gelebilmek için yeterli olup olmadığını belirlemesi için olmazsa olmazdır.
Fakat imza edilecek bu yeni deklarasyonun gerçek değeri, NATO’yu NATO yapan ilkelerin neler olduğu, NATO topraklarına yönelik tehdit algılamalarının netleşmesi, bu tehditlere nasıl muamele edileceği, nasıl caydırıcı olunacağı ve gerektiğinde nasıl savunma yapılacağı hususlarında tüm ittifak üyelerinin bir kez daha aynı fikirde olduğunu dünyaya ilan edecek olmasıdır. Rusya’nın resmi bir tehdit olarak ilan edilmesi üye devletlerin (ve ittifakın kendisinin) halihazırdaki birliktelik havasından ödün vermesini zorlaştıracaktır. Bu yeni fikir birliğinin mutlaka dayanıklı nitelikte olması gerektiği hususunun önemi son derece büyüktür zira Ukrayna’daki vaziyet devam ettikçe savaşın ve Rusya’ya uygulanan yaptırımların ekonomik etkileri bir süre sonra halklar tarafından hissedilmeye başlayacak ve hiç şüphesiz Ukrayna’ya gönderilen yardımların azaltılması hususunda belirli miktarda baskı zuhur edecektir. İttifak üyelerinin fire vermeden imza edeceği ve meseleyi olduğu gibi ortaya koyan bir deklarasyon Putin’e de önemli bir mesaj gönderecektir: NATO’yu caydıramazsın.
Kelimeler önemlidir. NATO liderlerinin artık resmi olarak çıkıp ortadaki gerçeği kabul etme zamanı gelmiştir. Putin, ittifaka ve üyelerine bir tehdittir ve dolayısıyla yeni stratejik konseptte kendisi olduğu gibi yani bir tehdit olarak ilan edilmelidir. Rusya’nın NATO tarafından resmi bir tehdit olarak ilan edilmemesi halinde ittifakın güvenirliliği zarar görecek ve Putin’e Ukrayna’da işlediği suçlar ve ihlalleri nedeniyle hesap sorulmasının önü kapanacaktır. Ne NATO ne de ABD bunun yaşanmasını kaldırabilecek halde değildir.