Geçtiğimiz beş senede İslamcı terörizmde yaşanan artışa müteakip, Fransız Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Fransa'da İslam'ı reforme etme çağrısında bulundu. Bir "Aydınlanma İslamı" inşa etmek istiyor.İmamların İslami ilimler Aydınlanma Çağı değerlerini birleştirerek eğitilmesini, 12-14'üncü yüzyıllar arasındaki İbn Rüşd ve İbn Haldun gibi ilerlemeci Müslüman düşünürlerin derinlemesine öğretilmesini de içeren bir proje. Fransız yönetiminin planı aynı zamanda, Mısır ve Suudi Arabistan gibi Müslüman toplumlardaki İslami geleneği reforme etme çağrılarıyla da kesişiyor.
Bu çağrıların temelinde, şiddet içeren aşırıcılıkla savaşmak için İslam'ı reforme etmek gerektiği argümanı yer alıyor. Sorunlu olan şey ise şu. İslam'ı reforme etme fikri sadece şiddet içeren aşırıcılıkla ve İslam'ın çok sesli tabiatı ile ilgili asıl noktayı kaçırmakla kalmıyor. Aynı zamanda, kendi amacına da zarar verici nitelikte [bir girişim.]
"Din ikinci sırada"
İlk olarak, reform fikri, radikalleşme ilgili iki tane doğru olmayan varsayımda bulunuyor. Bunların ilki, din kaynaklı fikirlerin, şiddet içeren aşırıcılığın ana sebebi olduğu varsayımı. Fransa'da, Ortadoğu ve Kuzey Afrika bölgesinde olduğu gibi, ampirik araştırmalar dini fikirlerin insanları şiddet içeren aşırıcılığa itmede ikincil bir rol oynadığını gösteriyor. Şiddet kullanan gruplara katılan gençler radikal dini fikirleri, daha önceden siyasi ve sosyal şartlarla radikalleştikten sonra benimsemeye başlıyor.
Yanlış olan ikinci varsayım ise şiddete yönelik teşviki muhafazakar dini görüşlerle, özellikle Selefi hareketlerle bağdaştırmak. Selefiler her ne kadar İslam'ın cinsiyet eşitliği ve azınlık hakları gibi birçok liberal değere meydan okuyan bir yorumunu benimsiyor olsa da, bu durum fikirleri için şiddet kullanımını destekledikleri anlamına gelmiyor. Selefiler üç ana gruba ayrılmış durumda: Özcüler*, Siyasiler ve Cihadiler. Yalnızca Selefi Cihadiler dini fikirleri için silahlanma çağrısı yaparlar. Mısır'da bunlar arasındaki fay hatları oldukça açıktır. Selefi Cihadiler Mısır rejimine savaş açarken, Özcü ve Siyasi Selefiler hükümeti desteklemiştir.
"Siyasi elitler istediği gibi şekillendiremez"
İkinci olarak, dini reforma dair çağrılar İslam'ı, yanlış bir şekilde, siyasi elitlerin kendi ihtiyaçları ve isteklerine göre şekillendirebileceği tek sesli bir doktrin olarak yorumlamaktadır. Ancak İslam, diğer dini gelenekler gibi, çok seslidir. Kutsal metinler, ister İslami olsun ister başka şekilde olsun, her zaman ihtilaflı ve birbiriyle rekabet halindeki yorumlara konu olmuşlardır. İslami dini saha farklı fikirler ve organizasyonel yapılarla karakterize olmuş haldedir. Bu da İslam'ın yeknesak bir halini empoze etmeyi imkansız kılmaktadır. Geçtiğimiz iki asır boyunca devlet kurumları tarafından İslam'ın kendi versiyonlarını yaratmak için yapılan girişimler genellikle başarısızlıkla sonuçlanmıştır.
1923 yılında Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasıyla, seküler Türk elitleri, tek bir devlet destekli İslam'ı teşvik ederek, Türkiye'nin farklılıklar içeren dini atmosferine bir son vermek istemişlerdir. Dini tarikatlara bir son vermeyi amaçlayan devlet önlemlerine rağmen, bu gruplar hayatta kalmanın bir yolunu bulmuş ve hatta devletin kısıtlamalarına rağmen, kendi yapılarını ve destek merkezlerini geliştirmişlerdir. Bugüne değin, yelpazenin her bir tarafından dini cemaatler Türkiye'nin sosyal ve siyasi hayatında önemli bir rol oynamaya devam etmektedirler, resmi olarak halen yasaklı dahi olsalar.
"Ters etki yaratıyor"
Üçüncü olarak, reform çağrıları, radikalleşmeyi ve şiddet içeren aşırıcılığı azaltmak isteyen girişimlere ters etki yaratmaktadır. Bir önceki meseleye dayanarak, bu "Aydınlanma İslamı", ne Fransa'da ne de başka bir yerde Müslümanlara "İslam'ın sahih hali" denilerek empoze edilmemelidir. Eğer dini otoriteler kendi topluluklarına İslam'ın devlet destekli bir versiyonunu dayatırsa, "devletin borazanı" olarak görülmekten öteye gidememe gibi bir risk alırlar. Ki bu da onların meşruiyetlerini sarsacak, radikal aktörlere kendi hedefleri için alan kazanma fırsatı sunacaktır.
Tunus'da Zeynelabidin Bin Ali rejiminde olan budur. Burada devletin dini kurumlar üzerindeki sıkı kontrolü, bu kurumların kendi takipçileri üzerindeki meşruiyetlerini kaybetmesine sebep olmuştur. Din Ali ülkeyi terk ettikten sonraki ilk Cuma namazında, halk daha önceden onu öven vaizlerin camilere girmesine izin vermemiştir. Tahminlere göre bu dönemde ülkedeki camilerin yarısında imamlar kapı dışarı edilmiştir. Aynı süreçte yaklaşık 400 caminin Selefilerin kontrolüne girdiği tahmin edilmektedir. Bunların 50'si Selefi Cihadi kontrolüne girmiştir. Rejim altında meşru dini aktörleri yok etmek, rejim düştüğü zaman dini sahanın neredeyse tamamen boş kalacağı anlamına gelmektedir. Radikal dini gruplar bu boşluğu fikirlerini yaymak ve yeni üyeler edinmek için kullanacaktır.
İslam'ı reforme etmek -veyahut herhangi bir başka geleneği- devlet tarafından dikte edilemez. Bu, Müslüman liderler ve onların takipçileri arasındaki uzun bir fikri alışveriş sürecinin sonucu olmalıdır. Ve döneme has siyasi ve sosyo-ekonomik bağlama da yanıt vermelidir. Devletler, şiddet kullanımına dini meşruiyet verme durumunu itibardan düşürmek için çalışabilirler. Fakat yalnızca meşru dini aktörlerin desteğiyle, ki buna muhafazakarlar da dahildir.
Macron'un odaklandığı şey İslam'ın yeni bir versiyonunu yaratmak olmamalıdır. Bilakis, belirli çevrelerde ve belli zamanlarda İslam'ın radikal yorumlarının nasıl daha fazla güç kazandığını anlamak ve bu radikal yorumların ortaya çıkma ihtimalini azaltmak için Müslüman kesimlerle uyum içerisinde çalışmak olmalıdır. Bu dini aktörler kendi topluluklarındaki meşruiyetlerine göre seçilmelidir. Dini söylemlerinin ne kadar "aydınlanmış" olduğuna göre değil.
İslam'ın devlet destekli bir versiyonu, hatta daha liberal bir versiyonu için ısrarcı olmak, şiddet içerek aşırıcılığa karşı mücadeleye terk etki yaratacaktır. Aynı zamanda böylesi projelerde yer alan dini aktörlerin meşruiyetine zarar verecek, onların şiddet kullanan gruplar karşısındaki pozisyonunu zayıflatacaktır.
*Orijinal metinde yer alan Purist ifadesi 'Özcü' olarak tercüme edildi. İlmi Selefiler olarak da adlandırılan bu kesim, siyasi ve askeri amaçları olmayan, hükümetlere yakın duran Selefi kesimi ifade etmek için kullanılır. Bu akımın en büyük temsilcisi Medhalilerdir.-Tercümanın notu.
Georges Fahmi'nin kaleme aldığı ve Chatham House'da yayınlanan bu değerlendirme Mepa News okurları için Türkçeleştirilmiştir. Değerlendirmede yer alan ifadeler Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Chatham House (Kraliyet Uluslararası İlişkiler Enstitüsü), 1920'de kurulan, güncel küresel meseleleri tahlil eden, İngiltere merkezli bir düşünce kuruluşudur.