İsrail-AB ilişkisinin DNA’sı göstermektedir ki Brüksel Filistinlilerin hakları konusunda kılını kıpırdatmayacak.
Avrupa Birliği tarafından geçtiğimiz haziran ayında yapılan açıklamada Filistin’de faaliyet gösteren El-Hak ve Filistin İnsan Hakları Merkezi isimli iki STK’ya fon aktarımına devam edileceği ilan edildi. İsrailli yetkililerin Avrupa Komisyonu’na aralarında El-Hak'ın da bulunduğu altı ayrı STK’nın sağlanan AB fonlarını, İsrail devleti nezdinde “terörist örgüt” olarak tanımlanan Filistin Halk Kurtuluş Cephesi örgütüne aktardığına dair geçtiğimiz yılın mayıs ayında bir dosya göndermesinin ardından AB fonları geçici olarak askıya alınmıştı.
İsrail Savunma Bakanlığı bu gelişmeden birkaç ay sonra “terörist” sıfatını söz konusu STK’lar için de mevzuata soktu. AB yetkililerinin yaptıkları incelemede “herhangi bir düzensizlik veya kanun ihlali şüphesi tespit edilmemiştir” sonucuna varılsa da İsrail devletine bağlı kuvvetler, işgal altındaki Batı Şeria’da faaliyet gösteren yedi Filistinli STK’nın ofislerine baskın düzenledi.
Avrupa Birliği, ne 2021’deki haksız suçlamalarla dolu dosya ne hava saldırıları ne de Gazze’de sık sık gerçekleştirilen katliamlar konusunda içi boş empati mesajları dışında İsrail’i sorumlu tutma amacıyla hiçbir şey yapmadı. Bu yaklaşım bir yana AB geçtiğimiz günlerde yaptığı bir açıklamada İsrail ile daha yakın diplomatik ilişkiler tesis edilmesi sürecine bağlı olduklarını ve AB-İsrail Ortaklık Konseyinin toplantılarına devam etme kararı alındığını duyurdu.
Bu gelişme diplomatik açıdan bir yoldan sapış veya hata değildir. İsrail’e hesap sorulmaması başlığı AB-İsrail ilişkilerinin şartnamesinde garanti edilmiştir. İsrail’in Filistinlilere yönelik tavrı ve tutumunun doğası hiçbir şekilde Avrupa ile İsrail arasındaki siyasi ve ekonomik ilişkilerin bir parçası değildir. İsrail işte bu sayede en büyük ticaret ortağı olan AB’den hatırı sayılır ölçekte bir tepki görmeksizin gönlünden geldiği gibi Filistinlilerin haklarını ihlal edebilmektedir.
Hep havuç, hiç sopa yok
AB-İsrail Ortaklık Anlaşması, Avrupa Birliği üyesi devletlerin meclisleri, Avrupa Parlamentosu ve İsrail meclisi tarafından ayrı ayrı tasdik edilerek 2000 yılında İsraillilerin Filistinlilerin haklarını ihlal ettiğine dair on yıllardır biriken delillere rağmen yürürlüğe girdi. Belgenin metninde ortaklık anlaşmasının temelinin “insan hakları ve demokrasi” olduğu özellikle izah edilmektedir. İsrail ile AB arasındaki siyasi diyaloğun amacı “karşılıklı anlayış ve birlikteliğin geliştirilmesi” ve “uluslararası meselelerdeki pozisyonların birbirine yaklaştırılması” olarak zikredilmektedir.
Bu anlaşmanın metninde İsrail’den bağımsızlığını kazanmak için çalışan Filistinlilerin bu mücadelesinin tanındığına dair herhangi bir cümle yoktur. Belgede zikredilen “uluslararası mesele” tabirinin (Filistinlilere ait topraklardaki İsrailli yerleşimcilerin sömürgeci hakimiyeti meselesi) içi boş bırakıldığı için barış, demokrasi ve insan hakları hususlarında alelade yapılan göndermelerin pek bir manası kalmamaktadır.
Bu açıdan bakıldığında söz konusu ortaklık anlaşması İsrail’e sürekli “havuç” uzattığı ama hiç “sopa” göstermediği için İsrail yönetiminin bu anlaşmaya 95 yılında büyük bir zevkle imza atması hiç de şaşırtıcı değildir.
Avrupalı Komşu Politikası çerçevesinde AB ile İsrail arasında imzalanan bir diğer metin de 2005 tarihli Hareket Planı isimli anlaşmadır. “İsrail-Filistin çatışması” meselesi üzerinde özellikle durulan bu anlaşmaya göre AB, (ABD, BM, Rusya ve AB’den müteşekkil) dörtlü yapının bir parçası olarak iki devletli çözüm yaklaşımına bağlıdır. Benzer şekilde anlaşmada zikredilen “Orta Doğu’da barış ve istikrar” sağlanması için sorumluluk alınmasının yükü ise ne hikmetse İsrail’e hiç taşıtılmıyor.
Hareket Planı metninde İsrail’in uluslararası hukuka uyması, alınan “güvenlik ve anti-terör önlemlerinin” siviller üzerinden etkisini asgari düzeyde tutması, “sivillerin ve ticari malların” güvenli bir şekilde taşınmasını garanti altına alması ve “taşınmaz malları, kurumları ve altyapıyı” koruması hususlarında bazı ibareler yer almaktadır. Bunlara ilaveten tüm halkların “ekonomik ve sosyal şartlarının iyileştirilmesi” benzeri üstünkörü bazı maddeler de mevcuttur ancak bu planın genel amacının Filistinlilerin hakları, egemenliği veya kurtuluşu üzerinden belirlenmediği açıktır.
Peki barıştan kim sorumlu? İsrail değil
Hatta üstü kapalı olarak asıl sorunun Filistinlilerden kaynaklandığı ile barışa ve istikrara ulaşılmasının önündeki engelin de yine Filistinliler olduğu ima edilmektedir. Hareket Planı çerçevesinde hem İsrail hem de AB, Filistin Yönetimine “tüm terörist kabiliyet ve altyapının ortadan kaldırılarak terörist faaliyetler ve şiddete” son verilmesi konusunda destek verme hususunda sorumludur.
İsrail ve AB ayrıca Filistin Yönetiminin iyi bir idari yapıya dönüştürülmesi, şeffaf hale getirilmesi, yaptıklarından sorumlu tutulması, demokratik reformlara dikkat etmesi ve güvenlik kuvvetlerini kendi bünyesinden toplaması için destek sağlamakla yükümlüdür. AB, Orta Doğu Barış Sürecinin başından itibaren iki devletli çözüme bağlı olduğunun sık sık vurgulamaktadır. Ancak, her ne kadar Filistinlilerin bağımsızlığını garanti altına alacak güvenlik ayarlamalarını yapma sözü verse de AB, bu hayali devletin “hukukun üstünlüğü ve insan haklarına saygı ilkeleri üzerine inşa edilmesi” gerektiğini dile getirmektedir.
Eğer bu ifadelerdeki satır aralarını okunursa Filistinlilerin bağımsız olmamalarının tek nedeninin İsrail’in güvenlik endişelerini giderememesi olduğu ima edilmektedir.
AB dürüst bir taraf değil
İsrail’in Filistin’de faaliyet gösteren STK’ların ofislerini basmasının ardından küresel çapta yükselen tepkilerin ardından Brüksel görece daha sert bir ton takındı. AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell yaptığı açıklamada; “Bu hareketler kabul edilemez” dedi.
Fakat şu durumda dahi AB’nin endişelerinin sadece kelimelerle sınırlı kaldığına müşahade edilmektedir. AB-İsrail ilişkilerinin ne hukuki ne de siyasi temel ilkeleri aslında İsrail’in sömürgeci bir işgalci rolünün tanınmasına izin vermemektedir. 27 devletten oluşan blok bunun değiştirilmesi için hiçbir istek belirtisi göstermemektedir.
Sonuç: AB, Filistinlilerin bağımsızlık ve egemenlik mücadelesi hususunda dürüst bir taraff değildir. Hatta tam aksine, birliğin meseleye yaklaşımı İsrail’in ‘insan haklarının canı cehenneme’ diyerek yaptığı her hamlenin yanına kalmasına müsaade etmektedir.
Al Jazeera için kaleme alınan bu görüş yazısı Mepa News okurları için Türkçeleştirilmiştir. Yazıda yer alan ifadeler Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.