Orta Doğu’daki yetkili isimleri bir araya getiren Doha Forum bünyesinde bu hafta sonu gerçekleştirilen etkinliklerde yaşanan en ilginç olay Türk Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ile bir CNBC görevlisi arasında yaşandı.
Gazeteci Hadley Gamble, Türkiye’nin NATO hususundaki sadakati, S-400 savunma sistemleri, Rusya’ya yönelik yaptırımlara iştirak edilmemesi, Kremlin ile bağları bulunan Rus oligarkların ağırlanması, Türk lirası bu kadar kırılgan bir haldeyken Türkiye’nin ciddi olarak nasıl bir dış güç olabileceği sorularıyla Çavuşoğlu’nu sıkıştırdı.
Gamble’ın bu kumarından sadece iki gün sonra Türkiye, savaşın başlamasından bu yana Rus tarafının bir nebze olsun sakinleştiği sinyalini verdiği toplantılara ev sahipliğini yaparak her iki tarafla da güven çerçevesi içinde diyalog kurabilen tek ülke oldu.
Geçtiğimiz günlerde bir zehirleme girişimine maruz kaldığı iddia edilen Roman Abramoviç iki tarafın İstanbul’da bir araya getirilmesinde büyük bir rol oynadı. Türk yetkililerin bana verdiği bilgilere göre de bu yüzden pazarlık masasında Türk yetkililerle birlikte oturdu.
Bu durumu, ABD’nin meselede kendini içine soktuğu pozisyon ve hatta herhangi bir Avrupalı gücün pozisyonu ile bir karşılaştırın. Berlin, Paris ve Londra geçmişte Balkanlardan tutun da Afganistan’a kadar birçok noktada savaşları sona erdirmek için konferanslar düzenledi. Ama bu sefer, üstelik sürekli Avrupa’ya açılan kapı olarak nitelendirilen bir ülkede patlak veren savaş için, hiçbirisi bu yönde bir adım atmadı. Neden acaba?
ABD’ye baktığımızda elimizde sadece savaş taraftarlığı kalmaktadır. Cumhuriyetçi Senatör Lindsey Graham defalarca Rusya’da rejim değişikliği çağrılarında bulundu ve bizzat Beyaz Saray senatörün Başkan Vladimir Putin’e suikast yapılması gerektiği yönündeki açıklamalarını kınamak zorunda kaldı.
Fakat, Joe Biden’ın Polonya’daki konuşmasında yaptığı daha sonra ise hem Biden’ın kendisi hem de sürekli yanlış düzeltmekten yorulan ekibi tarafından yutulmak zorunda kalınan benzer yorumlar Doha konferansında büyük yankı uyandırdı.
Milliyetçilerin körüklediği ateş
Hiçbir Ukraynalı Türkiye’yi Putin’in tarafını tutmakla suçlayamaz. Türkiye şu ana kadar 58,000 mülteciyi kabul etti ki bu “şok olmuş” İngiltere’nin iki katından fazla.
Karadeniz’in güney kıyılarının sahibi olarak Türkiye, ülkenin kuzeyindeki statükonun devam etmesi için en fazla sebebi olan ülkelerden birisidir. Ankara’nın Ukrayna’ya temin ettiği SİHA’lar en az İngiltere’nin verdiği tanksavarlar kadar Rus işgaline karşı konulması sırasında kullanıldı. Buna rağmen başkanlık danışmanlarından İbrahim Kalın Doha’da yaptığı açıklamada Rus işgalinin provakasyon sonucu gerçekleştiğini söyledi.
Ukrayna Başkanı Zelensky’nin, tarafsızlık, Donbas’daki vaziyet ve Ukrayna devletinin sınırlarında potansiyel bir değişim hususlarında taviz verebileceği sinyalleri, artık ne yaşanırsa yaşansın Putin’in bu felaket macerasından eli boş dönmeyeceğini göstermektedir.
Peki Ukrayna, uluslararası bir anlaşma olan ve bir önceki başkan tarafından imzalanan Minsk mutabakatının maddelerinin gereğini yerine getirmiş olsaydı bugün daha iyi bir konumda olmaz mıydı? Dün tek yapmaları gereken Donbas’ı özerk bir bölge olarak tanımakken bugün artık bu bölgenin bağımsızlığını tanımak zorundalar.
Bu çatışmalar hem Ukraynalı hem de Rus milliyetçilerin kışkırtmaları nedeniyle büyüdü ve hem Ukraynalılar hem de Ruslar açısından felaket sonuçlar doğurdu. Gelinen noktada ne Washington ne de herhangi bir Avrupalı devlet, Kremlin’deki baş ulusalcıyı sakinleşmeye ikna edebilecek bir pozisyondadır. Zira Londra, Paris, Berlin ve Varşova en az Moskova ve Kiev kadar savaşın devam etmesini istemektedir.
Yugoslavya’nın dağılmasının ardından patlak veren savaşlarda durum böyle değildi zira bu devletlerin hala arabuluculuk yapmaya yetecek kadar gücü vardı. Batılı yönetimler kendilerine en fazla ihtiyaç duyulan bölgede “barış kuvveti” sıfatlarını terk etti.
Kötü adamlar ve iyi adamlar
Bunun yerine, yaşanmakta olan savaş en koyu Maniheist tanımlarla boyanmakta, demokrasi ve egemenliğin otokrasi ve imparatorluğa karşı bir mücadelesi olarak gösterilmektedir. Senatör Graham’ın ifadesiyle “iyi adamlar kötü adamlara karşıdır.” Bunlar çürümekte olan Batılı bir imparatorluğun fantezileridir ve bu tür bir yaklaşım bu savaşı sonlandıramaz.
Bu söylemlerin işe yaraması için bugün yaşananın benzeri çatışmaların Sovyetler Birliği’nin her tarafında yaşandığı 30 sene öncesine gitmemiz gerekir. 90’ların savaş sahneleri bugün ne halde bir bakalım: Karabağ, Gürcistan, Transdinyester... Bunların hepsi o günlerde gerek toprak gerek dil gerekse kimlik tartışmalarının çözülmemesi nedeniyle şu anda hala “donuk çatışmalardır.”
Bu noktada göze çarpan tek istisna Çeçenistan’dır ve orada neler olduğunu hepimiz biliyoruz. On binlerce insanı öldürüp, Grozni’yi bugün Mariupol’de yaptığı gibi dümdüz ederek Çeçen direnişini 2003’de sona erdirdiğinde Putin Londra’da krallar gibi karşılanmıştı. İngiltere kendisini o dönemki Başbakan Tony Blair’in imzasıyla BP ve TNK arasında imzalanan enerji anlaşmasıyla ödüllendirmişti. BP bugün ise Ukrayna meselesi nedeniyle bu anlaşmadan çekildi.
Eğer Putin’in işgali Sovyet sonrası dönemki çatışmalarla paralellik gösterirse bir süre sonra bu savaş, bir daha kesinlikle Kremlin’in tanklarının ezip geçtiği cephelerle aynı olmayan yeni cepheler etrafında duracak.
Ukrayna, AB üyeliği yüksek bir bedel ödemiş olarak elde edecek. Rusya içindeki demokrasi davası büyük bir darbe yiyecektir. Rusya’daki demokrasi yanlılarının ipini çekmenin yollarından birisi de Kremlin’de rejim değişikliği çağrılarına devam etmektir.
Geçmişin kasvetli emsalleri
Batılı banka sisteminden dışlanmış bir Rusya’nın hayatını daha da zorlaştırmanın en kesin yolu ABD Hazine Bakanlığı’nın İran’ın Devrim Muhafızlarına yönelik yaptırımlarını kaldırmasıdır. Bu hamle, İran bünyesindeki en geniş ölçekli ticaret oyuncularının, Rusya’nın yaptırım listesine alınmış şirketleri ile artık ticaret yapamaması anlamına gelmektedir.
Biden, Devrim Muhafızlarının “yabancı terörist” sıfatını kaldırsa dahi ki bunun nükleer anlaşma bünyesinde her an olabileceğine dair bazı işaretler bulunmaktadır, ABD Hazine Bakanlığı bu organizasyona yönelik yaptırımları asla kaldırmayacaktır.
Şu durum, Batı’nın dış politikasının kendi kendine içine düştüğü çıkmazın adeta bir özeti niteliğindedir. Batı artık karşı tarafı vazgeçtirecek kadar güçlü olmamasına rağmen hala kuvvet diliyle konuşup savaş ve yaptırımları öne sürmektedir. Liderlik etmek için ölmesine rağmen artık bundan acizdir.
Bir düşmana yaptırım uygulamak için öteki düşmanına uyguladığı yaptırımı kaldırmak zorundadır. Sözde “maksimum baskı” uygulaması tıpkı bir bumerang gibi gelip sahibine dönmektedir. Bir yandan Ruslar Kharkiv ve Kiev’deki binaları vuruyor diye feryat edip öte yandan İsrail uçakları Gazze’deki binalara aynısını yaptığında derin bir sessizliğe bürünmektedir.
Modern dünya tarihinde sadece iki noktada gerçekler ile söylemler arasında uçurum bugünkü kadar genişti: 1914 ve 1939. Bu iki tarih de mutlu emsaller yaratmadı.
Gamble’ın içeride sorunlar yaşarken dışarıda güçlü bir politika izlenemeyeceğini savunan tezini biraz ele alalım. Ama bu sefer ışığı Türkiye’ye değil de kendi evimize tutalım.
Fox News son günlerde ciddi ciddi Amerika’nın yiyeceğinin biteceğine dair adeta bir haber kampanyası yürütmektedir. Amerika Birleşik Devletleri artık birleşik değildir. Ülkemiz son derece tehlikeli bir biçimde kutuplaşarak olağan siyasi söylem sınırlarının ötelerinde gruplaşmaktadır.
Popülist sağcılar Avrupa’da bir güç olarak yükselmektedir. İtalya’ya baktığımızda radikal sağcı ve AB karşıtı Fratelli d’Italia partisinin gelecek seçimlerde hatırı sayılır oranda oy alması beklenmektedir. Fransa’da Macron’un koltuğunda kalması bekleniyor ama ülkedeki başkanlık adayları adeta hangimiz daha Müslüman karşıtı diye yarışıp gündemi aşırı sağcı politikalarla dolduruyor. İngiltere’ye baktığımızda ise yalancılığı ile ünlenen Başbakan Boris Johnson sırf Ukrayna’da bir savaş yaşanmakta olduğu için koltuğunda oturmaya devam ediyor.
Yaklaşan kriz
Bütün bunların hepsi tesadüf mü? Tüm ülkelerdeki solcular çökmüş vaziyette, işçi hakları, adil maaş ve sosyal haklar için savaşmayı ya istemiyor ya da gücü yetmiyorken popülist sağcılar yükselişte ve her geçen gün daha fazla uluslararası bağlantılar tesis ediyor.
Batının kendini demokrasi ve liberal akımın tek sancaktarı olarak ilan ettiği bir dönemde kendi evimizin içinde özgürlük karşıtları at koşturuyor. Üstelik bunların hepsi henüz daha Batı Avrupa’nın Rusya’ya yönelik “felç edici” yaptırımlarından kendi göreceği zarar hissedilmeye başlamadan yaşanıyor.
Putin yarın bir karar alıp, talep ettiği üzere kendisine ruble ile ödeme yapılmadığını gerekçe göstererek Ukrayna üzerinden Avrupa’ya sağlamaya devam ettiği gazı kesse anında kriz patlak verir.
ABD yaptığı açıklamalarda, bu yıl AB ülkelerine 15 milyar metreküp sıvı doğalgaz temin edeceğini vaat etti ki diğer ülkelerden gelen LNG sevkiyatlarını Avrupa’ya yönlendirmesi halinde bu mümkündür. Yapılan açıklamalarda ABD’nin “uluslararası ortaklarla” bu meseleyi çözmek için çalışacağı söylenildi ancak gerekli miktardaki LNG’nin nereden geleceğine dair spesifik bir bilgi verilmedi. Bu miktar temin edilse dahi, Rusya’nın AB’ye gönderdiği doğalgaz miktarı 155 milyon metreküp yani Amerika’nın söz verdiğinin on katından fazladır.
(Herkesin bir şeytan, ikinci Hitler olarak damgaladığı) Putin niçin Avrupa’nın Rus ihracatına olan bağımlılığından kurtulması için onlara zaman tanıyarak Batılı devletlerin işini kolaylaştırsın ki?
Mısır veya hatta Türkiye’de yaşanmakta olan enflasyon ve ekonomik gerileme sürecinin kötü etkileri Avrupa veya ABD’de yaşananlarla kıyaslanamaz, doğru ama Ukrayna’da yaşanan savaş hususunda Doha Forum’da hissedilen kaygı havası da benzer şekilde Batı'da daha az şiddetli esiyor olmasına rağmen bu krizin hepimizi bir anda içine çekebileceği şartlar son derece gerçektir.
Gelinen noktada ABD ve Avrupa’nın Ukrayna’daki savaşa son verilmesi hususunda pazarlık etme hakkından feragat ettiği artık açıktır. Bu durumda, Türkiye’nin arabuluculuk girişimlerini küçümsememek belki de en iyisi zira şu anda ortalıktaki tek oyun bu.
David Hearst tarafından kaleme alınan ve Middle East Eye'da yayınlanan bu değerlendirme Mepa News okurları için tercüme edilmiştir. Değerlendirmede yer alan ifadeler yazarın kendi görüşleridir ve Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.