Batı'nın Siyonizm sevdası her daim Filistinlilerin tarihini ve insanlığını silme faaliyetleri üzerinden yürümüştür. 1300 İsrailli asker ve sivilin öldüğü Hamas saldırısına tepki gösterirken sürekli "vahşet" vurgusu yapan Batılı yetkililer ve medya kurumları, şu ana kadar çoğunluğu sivil 22 bin Filistinlinin öldüğü ve yaralandığı Gazze’ye yönelik acımasız saldırıları gerçekleştiren İsrail’e ise eşi benzeri görülmemiş bir destek vermektedir.
‘Siyonizm hayranlığının’ şahit olduğumuz bu son misali, Batı’nın İsrail davasına ne kadar bağlı olduğunun altını çizerek bitmek bilmez bir şekilde çifte standart uygulandığı gerçeğini bir kez daha tüm çıplaklığı ile gözler önüne serdi. Yahudi İsraillilerin canı ve devletinin günümüz Batı dünyasının gözünde adeta kutsal bir mertebeye sahip olduğu buna karşılık Müslüman veya Hristiyan olsun Filistinlilerin canının ise pek az bir kıymeti olduğu anlaşılmaktadır.
Gözlerimizin önünde işte bu çifte standardın gölgesine saklanan bir soykırım girişi yaşanıyor.
Siyonizm hayranlığının (philo-zionizm) iki temel direği vardır: İsrail devletinin kuruluşunun, finali Yahudi Soykırımı ile sonuçlanan Avrupa’daki Yahudi karşıtlığının haklı ve ahlaki bir kefareti olduğuna dair genel Batılı anlayış. Ve de İsrail’in karşısına çıkan herkesin Batılı olmayan ve Yahudi karşıtı barbarlar olarak tanımlanıp öcüleştirilmesi.
Batı dünyası İsrail’e gösterdiği destek ile her daim Filistinlilerin Filistin topraklarında yüzlerce yıllık tarih ve kültüre sahip bir halk olduğunun tümüyle reddedilmesini savunmuştur.
1917’de ilan edilen meşhur Balfour Deklarasyonu incelendiğinde bölgede yaşayan Filistinliler veya Araplar kendi kimlikleriyle muhatap alınmadılar, bu insanlara, İngilizlerin çıkarlarını gözettiği "Yahudi ırkı" ile kıyas edildiğinde tarihi, ahlaki ve siyasi açılardan çok kıymetsiz "Yahudi olmayan topluluklar" olarak hitap edildi.
Müslüman ve Hristiyan Araplardan müteşekkil Filistinlilerin bu bölgede yaşayan en kalabalık halk olduğu gerçeği, Yahudi ve Hristiyan Siyonist düşünce ve amel tarzı tarafından topyekûn görmezden gelindi.
Yerleşimci-kolonici Siyonist yapılar
Batılı devlet adamları ve Filistinli Arapların aksine Batı dünyasının gücünün yattığı o malum koridorlara tam erişimi olan Avrupalı Siyonist liderler birlikte çalışıp yukarıda zikrettiğimiz bakış açısını kullanarak 1920 ile 1948 yılları arasında Filistin Manda Yönetimi sınırları içinde yerleşimci-kolonici Siyonist yapılar (yerleşkeler) inşa ettiler.
Müslüman ve Hristiyan Filistinliler, Manda Yönetimi içinde kurulan Siyonist hayranı projeye tepki olarak 20’li ve 30’lu yıllarda protesto gösterileri tertip etmelerine, resmi şikâyetlerde bulunmalarına ve hatta isyan edip silaha sarılmalarına rağmen sistematik bir biçimde yerli Filistin halkını ezip Avrupalı Siyonist Yahudilere iltimas geçen Batılı güçlerin tavrını değiştirmeyi başaramadı.
Avrupalı ve Amerikalı siyasiler ile entelektüeller 2. Dünya Savaşı ve Yahudi Soykırımının hemen ardından Siyonizm hayranlıkları uğruna yaptıkları çalışmalara tam gaz verdiler. Bu insanların hepsi şunu çok iyi biliyordu ki çok dinli bir yapıya sahip Filistin’de bir Yahudi devleti kurulması halinde bölgedeki toprakların çoğunun sahibi olan yerli Filistin halkı bir süre sonra yaşadıkları yerlerden zorla koparılacak ya da tahliye edilecekti. Batı dünyası bu sürecin önünü bile bile açtı.
Irkçı kolonici düşünce tarzının "yerlileri" harcanabilir bir unsur olarak gördüğü bakış açısı ile ilahi bir vaade dayanarak Filistin’in buranın yerlisi Arapların değil de Yahudi ırkının malı olduğunu iddia eden ideolojik Siyonist yaklaşım hep el eleydi. Meşhur tarihçi Daniel Cohen’in de dediği gibi 2. Dünya Savaşından sonra Yahudilere ve Yahudilik dinine yönelik zuhur eden yeni sempati dalgası, Avrupalı devletlerin ‘yenilenmiş’ bir ahlak olgusuna geçiş yaptığını yansıtmaktaydı. "Bu Yahudi hayranlığı akımına kimin ne kadar destek verdiği ise direkt olarak Siyonizm hareketine verilen destek üzerinden ölçülmekteydi."
İsrail, Arap bir halkın enkazı üzerine inşa edildiği için Avrupalı Yahudilerin maruz kaldığı mezalimin kefaretinin Filistinliler harcanarak ödendiğini ve bu borcun hala bitmediğini söyleyebiliriz.
Batı dünyasının İsrail ile alakalı söylemleri bugün hala bu ahlak dışı hesap üzerinden şekil almaktadır. Tamamen içe yönelik ve Avrupa merkezli olan 2. Dünya Savaşı sonrası (yaşananları yâd etmek için dikilen müzeleri, hoşgörü ve pişmanlık söylemleri ve kendi Yahudi karşıtı geçmişi ile takıntılı bir şekilde mücadele eden) hümanizminin o görkemli binası, nihai olarak bakıldığında hem vatanlarından hem de tarihlerinden kovalanarak çıkarılan bu toprakların yerlisi Filistinlilerin sırtlarının üstüne inşa edilmiştir.
Filistinliler işte bu yanlı ahlak bekçiliğine ve hem etnik hem de siyasi olarak ötekileştirilmelerine karşı her daim direnç göstermiştir. Ancak Filistinlilerin ("terör dedikleri şey de dâhil") bu direnişi, Batılı güçler ve ana akım medya tarafından sürekli olarak çarptırılmakta ve hem ahlak dışı hem de mantıksız olarak lanse edilmektedir.
"İyi" İsrail asla şiddet içeren bir provokasyon yapmaz, İsrail sadece teröristlerin ani ve şok edici barbarlıklarına "mukabele" eder. Seküler olsun İslamcı olsun, sivil protesto olsun silahlı mücadele olsun eğer Filistin direnişi bir şey yapıyorsa bu hemen ön yargılı bir söylem çerçevesinde değerlendirilir.
Modern tarihin orta sahnesi
Yerleşimci-kolonici Yahudi devleti İsrail, modern tarihin orta sahnesinde normalleştirilirken Filistinliler ise kendisine en fazla sahne arkasında o da (en iyi ihtimalle) Batılı ve uluslararası hümaniteryanizm (insancıllık) akımının silik savunucularının vicdan rahatlatma açıklamalarının figüranı veya (en kötü ihtimalle de) ne pahasına olursa olsun mağlup edilmesi gereken "canavar teröristler" olarak yer bulabilir.
Batı'nın vicdan kapısını ne kadar sesli çalarsa çalsınlar, devletsiz ve zulüm altında baskılanan Filistinlilerin sesini duyurmaları son derece düşük bir ihtimaldir.
Kolonici faaliyetler neticesinde bu topraklardaki tarihi ve toplumsal yapıları alt üst edilen Filistinlilerin en temel gerçekleri görmezden gelinmekte, İslam ve Hristiyanlık tarafından şekillenen son derece çoğulcu ve evrensel anlayış kültürleri medya eliyle sanki sadece İslami fanatikliğin bir karikatüründen ibaretmiş gibi gösterilmektedir.
Tüm bu görmezden gelmeler ve olanı silme çabaları, Filistinlilerin kendi kaderlerini tayin etme arzusunun her insandaki hür yaşama arzusundan değil de Yahudilere karşı duyduğu akıl dışı bir nefretten kaynaklandığı söylemi hilesinin işe yaramasını sağlamaktadır.
Filistinlilerin sergilemiş olduğu kolonici karşıtı direnişin "barbarlık" olarak pazarlanması aslında Batılı kolonici geleneğin en eski numaralarından birisidir. Batı dünyasının sömürdüğü herhangi bir noktada köle veya yerel halk maruz kaldıkları zulme isyan ettiyse o hareket mutlaka ötekileştirilmiş ve hatta başkaldıranların "insandan aşağı öcüler" olduğu propagandası yapılmıştır. Mesela, Fransız kölelik sistemini yıkan Haitililer o dönemde kana susamış vahşiler olarak tasvir edilmişti. Kuzey Amerika’da isyan etmeye cüret eden siyahi köleler de benzer şekilde "insandan aşağı" ilan edilip 1831’deki meşhur Nat Turner köle isyanı vakasında olduğu gibi efendileri tarafından acımasızca bastırılmıştı.
Kuzey Amerika’da yaşayan yerlilere yönelik soykırımın ilk safhasında bu insanların canları ve tarihlerinin bir kıymeti olmadığı propagandası yapılmış daha sonra devreye giren ABD ordusu ve eyaletlerin silahlı milisleri bu canları ve toprakları silahlar, süngüler ve toplarla çalarak soykırımı tamamlamıştır. 1857 yılında Hindistan’da İngiliz koloniciliğine karşı başlayan isyanlar da yine benzer şekilde bir "batıl inancın dışa vurumu" vakası ve "pis Doğuluların" karakterleri gereği sahip oldukları fanatiklik nedeniyle İngiliz imparatorluğu medeniyetine karşı çıkması olarak lanse edilmişti.
Batı dünyası, 19. yüzyılda yaşanan bu hadiselerden alınan dersler neticesinde 20. yüzyıla damgasını vuracak olan büyük çaplı kolonici karşıtı devrimlerin öcüleştirilmesi fikrini icat etti. Cezayirliler, Kenyalılar, Güney Afrikalılar, Suriyeliler, Filistinliler, Iraklılar, Vietnamlılar (bu liste uzar gider) kim olursa olsun Batı'daki daimi ve her yana nüfuz etmiş olan çekince, karşılarındaki bu "öcülerin" yerli vahşilikleri, barbarlıkları ve teröristliklerinin ne kadar korkunç olduğu idi.
Filistinliler, kolonici bir güce karşı mücadele eden diğer tüm esir halklardan farklı olarak sırtında Avrupa merkezli modern Batılı bilinçaltının en derinlerine "mazlumların mazlumu" olarak kazınan güruh tarafından zulme uğramanın yükünü de taşımaktadır. Bu nedenden dolayı, Batı dünyasının meşhur solcuları Cezayir’deki kolonici karşıtı mücadeleye sempati duyarken bu kesimin Filistin’e destek veren açıklamalarına pek rastlayamazsınız. Hatta ve hatta bu sözde solculardan Jean-Paul Sartre gibi bazıları Filistin halkının mücadelesini topyekûn reddederek ideolojik olarak karşı olmaları gereken tarafı dahi tutmuştur.
'Mazlumların zulmettikleri’
1967 savaşından sonra geçen on yıllarca yıllık süreçte modern Batı dünyasının her tarafını saracak şekilde, Yahudi Soykırımında yaşanan korkunç olayların merkeze alındığı bir anıtlaştırma kültürünün sistematik olarak yaradılışına şahit olundu. Bu kültür üzerinden şu fikir dayatıldı: Yahudi ırkı kendilerine ait bir devlet kurdukları döneme kadar insanlık tarihinin en fazla zulüm gören ırkıydı ve bu devleti kuran "öncüler (yerleşimciler)" kendi deyimleriyle "çölde çiçekler" açtırdı.
Bu derece Avrupa merkezli bir ahlaki çerçevede kolonicilerin zulmettiği Filistinlilere ne olacağının önemi pek tabii yoktu ve bu kimsenin de zaten umurunda değildi. Buna ilaveten, Siyonist ideolojiye göre İsrail devleti, Yahudi ırkının kaderini temsil eder ve hatta bu kaderin ete kemiğe bürünmüş halidir, bu nedenden ötürü İsrail’e yapılan herhangi bir saldırı Yahudi ırkının tümüne yapılmış kabul edilir.
Edward Said’in dediği gibi "mazlumların zulmettikleri" olan Filistin halkının kolonici karşıtı mücadelesi Yunan mitolojisindeki Sisifus’un hikâyesi gibidir (beyhudedir, başlamadan kaybedilmiştir). Yahudi devletine karşı verilen Filistin mücadelesi, gerçek konseptinden çıkarıldığı ve tarihinden koparıldığı için şeytani bir Yahudi karşıtı geçmişin uykuları kaçıran bir hortlağı olarak görülmekte, hissedilmekte ve algılanmaktadır.
Yahudi hayranlığı akımı faaliyetleri nedeniyle kolonici İsrail devletinin safında olmak, Filistinlilerden nefret etmekle değil Yahudileri çok sevmekle alakalı bir meseledir. Benzer şekilde Filistinlilerin özgür olmasını savunmak ise insanlıkla, adaletle, Filistinlileri sevmekle veya özgürlükle alakalı değil Yahudilerden nefret etmekle alakalı bir meseledir. Bu çarpık bakış açısı nedeniyle Filistinlilerin özgürlüğü ile alakalı olumlu tüm söz ve ameller Yahudi karşıtlığı olarak kabul edilmekte ve Filistinlilerle birlik olduğunu göstermek tüm ABD ve AB sathında bir suç olarak görülmektedir.
ABD Başkanı Joe Biden’ın Hamas tarafından gerçekleştirilen saldırıyla alakalı olarak "Yahudi Soykırımı kadar ‘beraberinde bazı şeyleri getirecek’ bir hadisedir" demesinin altı karanlık manalar ile doludur. Bu tabirin kullanılmasının ardındaki amaç, Hamas’ın bu hikâyedeki "mutlak şer safı" olduğunu ima etmek ve grup tarafından gerçekleştirilen bu saldırının, Yahudi Soykırımı günlerinden beri gerçekleştirilen en büyük Yahudi karşıtı hücum olduğunu ve dolayısıyla Filistinlilerin mücadelesinin kolonici karşıtı değil de Yahudi karşıtı bir hareket olduğu yanlış yönlendirmesini yapmaktır.
Başkanın bu açıklaması ile meselenin vuku bulduğu sahne, Filistinlilerin kendi tarihleri ve tecrübelerinden müteşekkil haklı ve gerçek platformdan alınarak Batılı halkların görece daha aşina oldukları o meşhur cani Naziler, masum Yahudi mazlumlar ile onların Amerikalı kurtarıcılarından müteşekkil bir zemine oturtulmak istenmektedir.
İsrail’e alkış tutan Hristiyanlar ile Yahudiler bu sayede vicdanlarını rahatlatmaktadır zira onlara göre Filistinliler, topraklarını çalan, hayatlarını alt üst eden, ailelerine acılar çektiren, muhasara uygulayan, insanları topraklarından süren, taciz eden, acizleri korkutan, haysiyetleriyle oynayan, on yıllardır sakat bırakıp öldüren kolonici bir devlete karşı savaşmıyorlar ki Filistinliler sadece ve sadece Yahudilerden nefret ettikleri için İsraillileri öldürüyorlar.
Bu abes bakış açısını hayatta tutulması yalnızca Filistinlilerin tarihinin ve tüm genel vaziyetin topyekûn reddi ile mümkündür ve böyle davranılması yeni bir soykırıma giden yolu döşemektedir.
Middle East Eye'da yayınlanan bu değerlendirme Mepa News okurları için tercüme edilmiştir. Değerlendirmede yer alan ifadeler yazarın kendi görüşleridir ve Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.