Bir İslam Devleti kurulacağına dair bitmeyen hayal

Azadeh Moaveni

Tunuslu genç bir avukat bana dedi ki, modern bir İslam Devleti girişimlerinin ilk başlarda zorlanması kaçınılmazdı. Genç Müslüman nesil, milliyetçilik, Avrupa kökenli ırkçılık ve acımasız polis devletlerinin değerler dizisi altında büyüdü. IŞİD tarafından ilan edilen halifelik içerisine, önceden gelen bu davranış biçimlerini entegre ettiler. Oysa ki, bir halifeliğin adaleti temsil etmesi ve ten rengini önemseyecek kadar küçülmemesi gerekir. Böyle olması gerekirken “hilafet” şiddetten zevk alan bir hale sokuldu. Müslümanların en çok ihtiyaç duyduğu meseleler listesinde üst sıralardaki bir kurum neo-kolonist kutupların çıkarları ve Pakistan kökenli İngiliz vatandaşlarının Suriye’nin yerlilerini, Suudilerin de diğer herkesi kontrol ettiği sadece günü kurtarma derdindeki çatışmalarla sekteye uğratıldı. Bu tür eğilimlerin zihinlerden atılması ve feci şekilde yapılan yanlışların düzeltilmesi bir veya iki nesil sürecektir. Arkadaş bunları söylerken, adalet ve refah timsali bir hilafet fikrine hala sadık olduğunu sezebiliyordum. Açıkçası böyle de olmak zorunda zira şu anda yaşamak zorunda olduğu durum çok daha kötü. Kendisi diyor ki; “Polisin kendisi devlet olduğunda, her şey gerçekten ürkütücü oluyor.”

Bundan 7 yıl evvel, Arap Baharı bütün coğrafyayı kasıp kavururken, Tunus’tan Bahreyn’e bütün Arap kavimleri arasında, halkların çağrısına uyularak devletlerin düzgün bir yönetim, iyi hayat standartları ve hukuka dayalı bir düzen getireceğine dair saf umutlar mevcuttu. Ancak eski rejimler dayanıklı çıktı. Arap Baharı sonrasında elde sadece yıkılmış devletler, savaş veya daha da derinleşen gerileme kaldı. Bu acı gerçeklik – Arapların ulus devletlerinin reforma kapalı olması, bu durumdan kimsenin memnun olmamasına sürekli devam etmesi, Batı’nın da her daim bu mevcut durumu koruması – IŞİD’e sempati duyulmasının sebeplerinden birisiydi. Bu bugün de olduğu gibi devam etmektedir. 

IŞİD bitti, peki şimdi ne olacak?

Dünya, kendi kendine halifelik ilan eden, başlarda Irak ve Suriye topraklarında hatırı sayılır bir nüfusa hükmeden şimdi ise çölde ufak bir bölgeye hapsedilen IŞİD’in yenilgiye uğratıldığını duyurdu. Örgütün yıkılması beraberinde “şimdi ne olacak?” tartışmalarını da getirdi: Kaçan savaşçıları ne yapalım? Cihat yanlıları arasındaki çekişmelerin galibi kim olacak?

Ancak bu tartışmaların hiçbirisinde, IŞİD’in, Müslümanların, bu militanların ortaya çıkmasından çok önceden beridir hayalini kurdukları, bir tür İslami anavatan kavramı üzerine olan etkileri tartışılmadı. İslami bir yönetim fikri, bu başarısız ve niteliksiz denemenin ardından, Arap dünyasındaki genç, itilip kakılan profesyoneller ve aktivistler ile Avrupa’da ikamet eden, doğdukları toplumlar tarafından sürekli artan bir şekilde ötekileştirilen, ister uç kesime ister orta sınıfa mensup olsun, son iki nesil Müslümanlar tarafından tekrar gündeme alındı. 

Hilafet fikri

2014 yılında Ebu Bekir Bağdadi, ortaya çıkıp, kendisini halife ilan ederek, dünya üzerinde yaşayan bütün Müslümanlara çağrıda bulunurken, “Devletinize katılmakta acele edin ey Müslümanlar” diyerek, İslam nazarında milliyetin herhangi bir değeri olmadığını hatırlatıyordu. “Suriye, sadece Suriyeliler için değildir” diyerek de dünyanın sahibinin Allah olduğunu vurguluyordu. İşte bu çıkışın ardından “hilafet” kelimesi ana akım Batılı tartışmaların ortaya bomba gibi düştü. Üstü tozla kaplı bu kelime ve IŞİD’in insan aklının anlamakta güçlük çektiği şiddet anlayışı bir araya gelince, Batı bu çıkışı, Bay Bağdadi’nin kıyamet vizyonunun bir yansıması, bir sanrı hali olarak gördü. 
Hâlbuki durum böyle değildi. Ortaya çıktığı zaman bu fikir, Batı’nın itiraf etmek istemediği kadar çok fazla ilgi gördü.

Günümüzde bu ilginin daha da arttığını söyleyebiliriz. Aradan geçen süreç, küresel, açık bir şekilde siyasi duruşa sahip, yaşadıkları sorunların kendilerine bir “vatan” verilmesi halinde yaşadıkları sorunlara çözümler getirilebilecek genç Müslümanları her daim tek bir toplum olmaya teşvik eden Müslüman kimliğinin kapsamlı desteğine şahit oldu. 
Bu durum Avrupa’da iyice somut hale gelmiştir: Kurumsal ırkçılık Müslümanları orantısız bir biçimde işsiz bırakırken, aynı zamanda onları bir köşeye atıyor. Devletler son zamanlarda artan bir şekilde, hicabın yasaklanması örneğinde olduğu gibi, Müslüman kimliğinin emarelerini yasaklıyor. Filistin ve Suriye gibi Müslümanların derdi olan meselelerle alakalı yardım faaliyetleri, terör karşıtı gözlem yapılıyor bahanesiyle taciz ediliyor. Birçokları için Avrupa’daki bu dışlayıcı tutum, gelecekte ideal bir İslam Devleti’nin hem maddi hem de manevi tabanda ihtiyaçlara cevap verebileceğine dair olan umutları arttırmaktadır: Kariyer ve fırsatlara erişimin kolay olduğu, toplumda yer alabilmek için laik düşüncelere sahip olmanın şart olmadığı bir yaşam alanı ana beklenti olarak öne çıkmaktadır. 

İslam vatandaşlığı kavramı

Ortadoğu’nun her köşesindeki genç Müslümanlar bugün, vatandaşlık mefhumunun temel anlamlarını silip atan devletlerin boyunduruğu altında yaşamaktadır. Çalışacak iş bulunmamakta, gençlerin çoğu 40 yaşından önce evlenmek için yeteri kadar maddi imkânlara ulaşamamakta, rüşvetin her türlüsü için gençler polis tarafından korkutulmakta, bu gençler hayatlarına İslam’a dayanan bir biçimde çeki düzen vermek için bir yola girdiklerinde, devletin güvenlik güçleri tarafından en ağır şekilde cezalandırılmaktadır. Birçok gencin kendisini pasaportunda yazan devletin vatandaşı değil de İslam’ın bir vatandaşı olarak tanımlaması hiç de şaşılacak bir durum değildir. 

IŞİD sonrası “bir Müslüman vatanı” fikrinin savunucuları geniş bir yelpazeye sahiptir. Bunlar, Arap Baharının sonuç getirmeyişi ile gözleri açılmış aktivistlerden, Twitter’da nostaljik takılan “kardo” kesime kadar geniş kitlelerdir ki bunların arasında da sağlam İslamcılardan, bir zamanlar halifelik makamının sağladığını düşündükleri manevi güzellikler ve güvenlik dolu zamanlara hasret duyan kesimden birçok insan bulunur. Örnek olarak, Twitter fenomeni @dimasqee, yazılarında “aydınlanmış ve etiğe dayalı bir devlet” eliyle Müslümanlar arasında “sosyal uyum” sağlanmasını savunur. “Arap diline ve neo-Emevi dönemi askeri estetiğine dayalı yüksek kültür oluşturacak bir politika” meselesine değinir. 

"İslam devleti belirsizlikleri gidermeli"

@gleamingrazor gibileri de, pratik olarak gelecekte ne gibi değişiklikler yapılması gerektiğine dair fikirler sunar. Bu kullanıcıya göre, IŞİD deneyimi göstermiştir ki, “İslami bir devlet savaş tozları arasında ve belirsizlik giderilmeden ilan edilemez.” Bay Bağdadi, milyonlarca Müslümana “devletine” göç etmesi için çağrıda bulundu ancak gelecek olanlara iş olanağı veya güvenlik sağlayacak bir gücü yoktu. Gelecekte devlet ilan edecek herhangi bir liderin endüstriyel bir altyapıya sahip, bilimsel araştırma merkezlerinin olduğu bir toprak parçasını kontrol etmesi gerekecek; bu liderin sağlam bir mali politikasının olması, ticaret yapabilme yetisinin olması ve bir elektrik dağıtım ağını kontrol etmesi de elzemdir. “Bay Bağdadi’nin halifeliği bir “yüz karasıydı” ancak yine de bizleri yenilenmiş bir umuda ve özleme gark etti.” Aynı zamanda bu girişim gösterdi ki, ayakta durmayı başarabilecek bir İslam Devleti’nin yapması gereken hali hazırdaki bir devletin içinden doğması gerekir.” Belki bir umut, bir yerlerde Müslüman bir general bu söylediklerimden ilham alır.”

'Araba ve kadın koleksiyoncuları'

IŞİD’e katılanların içindeki hilafet makamına olan duygusal bağlılık çok kuvvetliydi ama ortaya çıkan sonuçlarla bu bağlılık sarsıldı. Örnek olarak, Rakka şehrinin dışındaki bir mülteci kampında tanıştığım Tunuslu bir hanımefendi ki, kendisi çocuklarını da alarak kaçmış sonrasında da Suriye Güvenlik Güçleri tarafından yakalanmış. Bu kadın bana dedi ki; “Eğer İslam Devleti gerçek olsaydı, ben onu asla terk etmezdim. Orada ölmeyi, oradan ayrılmaya tercih ederdim.” Bu beklentilerin aksine, İslam Devleti dedikleri araba ve kadın koleksiyonu yapma peşinde koşan, saldırgan bir çeteden ibaret çıktı. Tunuslu kadın memleketine dönmek istiyordu ancak onun yanındaki birçok başka kadın böyle düşünmüyordu. İslami bir devlete günümüzde en yakın olan Türkiye’de yaşamak istiyorlardı. 

İslam devleti, peki nasıl?

Hilafet entelektüelleri, İslami bir devletin kurulması noktasında birleşir ancak herkesin gelecek hakkındaki fikirleri arasında büyük farklılıklar mevcuttur. İdeal bir Müslüman toplum, şeriatla yönetilen ancak geleneksel olan bir devlet halini mi almalıdır? Müslümanların çoğunlukta olduğu devletlerin oluşturacağı, Avrupa Birliği'ne benzer bir İslami kurum mu hayata geçirilmelidir? Yoksa klasik ve tarihi manada, Allah adına kurulmuş, modern İslami bankacılık sistemi olan bir imparatorluk mu olmalıdır? Laiklik bu işin neresinde olacak? Bütün bu dağınık haldeki konulara cevap verebilecek nitelikte bir fikir birliği henüz söz konusu değil ancak, “şöhret meraklısı imamlar” ve Nike marka feraceler nasıl gerçek ve kaçınılmaz ise, Müslüman dünyasının modern bir yaşam alanı fikrinin parçası olan temenni ve umutlar da gerçek ve kaçınılmazdır. 

Müslüman zihinlerdeki hilafet özlemi

IŞİD’in bir zamanlar kontrol ettiği şehirlerin yıkıntıları içerisinde gezinip, gelecek hakkında tartışırken, şunu hatırlamakta fayda gördük: IŞİD hilafeti Suriye’deki iç savaş hasebiyle ortaya çıkmış olabilir ancak onu mümkün kılan dünyanın dört bir köşesinden (sadece Arap dünyasından değil aynı zamanda Avrupa’dan, ABD’den, Endonezya’dan, Rusya’dan) gelen Müslümanlar oldu. Ülkelerini bir daha dönmemek üzere, uçağa binip terk edenler, Müslümanlara ait bir vatan hayalini kovalıyordu. 

IŞİD sonrası tartışmalar genellikle güvenlik üzerinden yürütülüyor ancak, IŞİD’in temsil ettiğini iddia ettiği – hilafet makamı –fikrin, insanlar bunu kendi içlerinde saklasalar dahi, Müslümanların zihinlerinde dipdiri olduğu gerçeği göz ardı ediliyor. 

...

IŞİD’in toprak kazandığı dönemlerde Batılı dinleyicilerin daha çok dikkatini çeken soru, bu oluşumun ne derece İslami olduğu konusuydu. Belki de sorulması gereken soru bu değil, IŞİD’in temsil ettiği fikrin neden bu kadar fazla insana hitap ettiği olmalıydı. Gelecek için daha iyi sorular ortaya koymak için uğraşırken bir yandan da Müslümanlara ait bir vatan fikrinin niçin lüzumlu bir şekilde çığ gibi büyüdüğünü de sorgulamamız gerekiyor. Daha önceki dönemlerde hiç bu derece rağbet görmeyen bir akım, yaşayan hafızalarda sürüp gitmekte, işte bunun altında yatan derin manayı aramalıyız. 

 

The New York Times'da yer alan bu makale, Mepa News okurları için tercüme* edildi. 

*Ara başlıklar Mepa News'e aittir.

Bu makalede yer alan görüşler yazara aittir ve Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.