Öyle görünüyor ki, Başkan Donald Trump kendi Afganistan politikasına karşı çıkıyor.
Trump'ın Afganistan'daki savaşla ilgili kibri herkesin malumu. Öyle ki Beyaz Saray'daki tek bir kişi dahi onun 2017 yılının yazında alacağı kararı bilmiyordu. Kaygısız Trump yönetiminin masasında birden fazla seçenek vardı.
Başkan, askeri yöneticiler tarafından sıralanan planları birer birer duymuştu: CIA liderliğinde terör karşıtı misyon, daha fazla Amerikan askerinin sevkedilmesi ve tümden çekilme.
Aylarca süren tartışmaların ardından Trump, ABD askerinin Afganistan'da kalmasına karar verdi ve asker sayısında mütevazi bir artışa gitti. Önceki ve şu anki yönetim yetkililerinin yakın çevrelerine söylediklerine göre Başkan, danışmanlarının bu seçenek hakkında konuşmalarından yılmıştı. Yine de Trump isteksizce bu fikri sahiplendi. 21 Ağustos 2017'de Virginia'daki konuşması sırasında kararını duyurdu.
"Birliklerimiz kazanmak için savaşmaya devam edecek. Kazanmak için savaşacağız"
Başkan sözlerinin devamında bir itirafta bulundu:
"Halkımız zafere ulaşamadığımız bu savaştan yoruldu"
Yine de Amerika'nın en uzun savaşında kaderin değişeceğine dair söz verdi. Başkan, "Milletimize bu savaşta hizmet eden kadın ve erkek herkes zafer kazanmak bir planı hakediyor" dedi.
"Onlara zafer kazanmak için ihtiyaçları olan şeyleri sağlayacağım"
Afganistan'da askeri olmayan bir zafer
Bugünlerde kimse Afganistan'daki savaşı kazanmakla alakalı tek bir laf etmiyor. Amerika savaşı kazanmaya çalışmıyor bile. Trump'ın Savunma Bakanı James Mattis Mart ayında, "Afganistan'da bir zafer umuyoruz" demişti.
Mattis hemen bu cümlesine açıklık getirerek, bunun "askeri zafer" olmayabileceğini söyledi. Bunun yerine, zaferin Taliban'la yapılacak politik bir uzlaşma ile kazanılabileceğini ima etti.
Bu Başkan Trump'ın 2017 Ağustos'unda söylediği şeyle çelişiyor. Başkan politikasını duyurduğu açıklamasında böyle bir barış anlaşmasına kuşkucu yaklaşıyordu:
"Bir gün, etkili bir askeri girişimin ardından belki de Afganistan'daki Taliban unsurları ile bir politik anlaşma mümkün olabilir ancak kimse bunun gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini bilemez."
Trump'ın "kimse bunun gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini bilemez." ifadesi The Weekly Standard tarafından üst düzey yetkililere soruldu. Buna göre başkan, Taliban'la pazarlığı merkeze alan stratejilere karşı ihtiyatlı. O, "Taliban unsurları" derken silahını bırakmış grupları kastediyor, grubun üst düzey liderleri yada direnişin çoğunluğunu değil.
Ayrıca görüşmeler "etkili bir askeri girişim"in ardından gerçekleşecekti. Trump'ın zafere dair konuşmalarına karşın böyle bir seferberlik hiç gerçekleşmedi. Hiç bir askeri girişim yoktu. Askerlerine kazanmaları için gerekli olan tüm araçları onlara sağlayacağına dair sözlerini yerine getirmedi. Bir kez daha kaybetmemek için savaşıyoruz. Fakat her hâlükârda kaybediyoruz.
Taliban bu ayın başında Gazni bölgesinde büyük bir saldırı başlattı. Cihat yanlıları tekrar -zaten kontrolleri altındaki- kırsal bölgeye çekilmeden önce birkaç gün Gazni'nin başkentinin altını üstüne getirdi. Gazni yanarken ve sakinleri kaçışırken, NATO Afganistan misyonu şehrin Afgan kontrolünde olduğunu ve Afgan güçlerinin "temizlik" harekatına başladığını duyurdu. Afganlar ve ABD liderliğindeki güçler birkaç gün sonra şehirde durumu normalde döndürdüler. Fakat o zamana kadar Taliban farklı bölgelerde ilerleyişine devam etti ve onlarca hükümet askerini öldürdü.
Başarı noksanlığı ABD'li askeri komutanların başarıyı yeniden tanımlamalarına neden oldu. Onlardan bazıları Taliban'ın nüfusca yoğun yerleri ele geçirmekten aciz olduğunu ve böylece savaşın bir çıkmaza girdiğini ispatlamaya çalışıyor. Bunu bir ilerleme olarak satıyorlar. Fakat çatışmaları toz pembe görüyorlar. Direnişçiler hedeflerine saldırı düzenlemek için istediği zaman yeterli savaşçı sayısına ulaşmakta kabiliyetli. Ülkenin yaklaşık yüzde 60'ı Taliban kontrolünde yada tartışmalı bölgelerden oluşuyor. Müzakere etmek için baskı altında olduklarını düşünmek için herhangi bir sebep yok.
"Sahadaki koşullar stratejiyi belirleyecek"
Trump, bir yıl önceki konuşmasında yaklaşımını Obama ile kıyaslayarak sabretmek gerektiğini söylemişti. "Bundan böyle sahadaki koşullar stratejimizi belirleyecek" demişti Trump. Konuşması aynı zamanda Afganistan'dan çekilme kararı alan Obama'ya da bir gönderme içeriyordu. Askeri komutanlar ABD'nin ülkeyi terketmesinin cihat yanlılarına adeta bir teşvik olduğunu biliyorlardı. Trump ayrıca Başkan Obama'nın 2011'de "Irak'tan aceleyle ve hatayla çekildiğini", böylece IŞİD'in yükselişinin önünü açtığını söyledi.
Fakat Trump selefi gibi, savaşı kazanma taahhüdüne dair kuşkularının sinyalini verdi.
Trump içgüdüleri ile hareket eden bir başkan ve tahammülsüz. Bazı Amerikan yöneticileri, Taliban ile ülkelerinin itibarını kurtaracak bir anlaşma arayışında. Amerika yenilgi görüntüsü vermeden ülkeyi terketmek istiyor. Çok sayıda haber ajansının bildirdiğine göre Beyaz Saray, cihat yanlıları ile doğrudan müzakerelere devam etti.
Bu çaba kesinlikle başarısız olacak, Başkan Obama döneminde olduğu gibi. Bir yıl sonra başkanın duyurduğu yeni Afganistan politikası, giderek Obama'nın politikalarından keskin bir ayrılış olmadığını aksine devamı olduğunu bizlere gösteriyor.
Diplomatik bir fiyasko
Başkan Obama'nın 2009 Ocak ayında göreve başlamasından aylar sonra Beyaz Saray, eski istihbarat görevlisi ve Obama'nın kampanya danışmanı Bruce Riede önderliğinde Amerika'nın Afganistan savaşını gözden geçirdi.
Riedel'in incelemesinde Taliban ile bir müzakere masasına oturmanın çok cesur bir karar olacağı sonucuna varıldı.
İlk girişimler uzun süre diplomat olarak görev yapan ve Bosna savaşının da bitirilmesine rol alan Richard Holbrooke tarafından yönetildi. Holbrooke, Afganistan'da da benzer bir arabuluculuk rolü üstlenmeyi deniyordu ancak 2010 yılının Aralık ayında öldü. Başarılı olamamıştı, ondan sonra gelenler de sonuç elde edemediler. Başarısızlık hikayeleri Clinton'ın anı kitabı Hard Choices'da, aynı zamanda Steve Coll'un kaleme aldığı "Direcktore S: The C.I.A ve America's Secret Wars in Afghanistan and Pakistan" kitaplarında ortaya serildi.
2010 yılında Clinton'ın sekreteri Taliban ile görüşme koşullarına sadık kaldı: "Şiddetten vazgeçmeliler, El Kaide ile ittifaklarını sonlandırmalılar ve Afganistan anayasasına boyun eğmek zorundalar" Bunlar Bush yönetiminin Taliban ile görüşmek için ortaya koyduğu asıl ön koşullardı. Cihat yanlılarının bu taleplerin herhangi birini yerine getirme ihtimali yoktu. Clinton 2011 Şubat ayındaki bir konuşmasında ABD'nin şartlarını revize ederek, ön koşullarda müzakerelerin "zorunlu sonuçları" bağlamında değişikliğe gitti. Clinton ve diğerleri bunu "nüanslı değişiklik" olarak sunmuştu. Fakat gerçekte bu bir tavizdi. Birkaç ABD'liden biri Taliban'ı masaya oturtmak için istekliydi. Taliban'ın bunu bir zayıflık işareti olarak algıladığı yakında yeterince açık olacaktı.
Amerikalılar ve Afganlar görüşmeler için meşru bir Taliban temsilcisi bulmayı dahi beceremedi. Çok sayıda dolandırıcı kendisini müzakereci olarak tanıttı. İlk bağlantı kurulan kişilerden biri kendisinin Taliban içinde etkili bir siyasal kişiliği olduğunu söyleyen "Molla Mansur"du. ABD ve müttefikleri Mansur'a 150 bin dolar ödediler ve sanki önemli bir şahsiyetmiş gibi kendisine Afganistan'da eskortluk ettiler. Amerikalılar sonunda Mansur'un bir madrabaz olduğunu anladı. Gerçek Molla Mansur, Amerikalılarla hiçbir zaman barış yapmazdı, o Usame bin Ladin ve Eymen ez Zevahiri hakkında "kahramanlar" diyen sağlam bir El Kaide müttefikiydi. Taliban'ın 2015 yılının Temmuz ayında kurucu lideri Molla Ömer'in iki seneden fazla süredir hayatta olmadığını kabul etmesinin ardından Molla Mansur, Molla Ömer'in halefi olarak lider oldu. Obama yönetimi, gerçek Mansur'u onun bir barış partneri olmadığına kanaat getirdiğinde 2016 yılının Mayıs ayında drone saldırısı ile öldürdü.
"Dışişleri Bakanlığı'na kazık atan" bir temsilci bulundu
Clinton'ın ekibi sonunda meşru bir temsilci buldu, daha fazla taviz alan ancak karşılığında hiçbir şey sunmayarak Dışişleri Bakanlığı'na kazık atan bir adam. Bu adam Molla Ömer'in kişisel temsilcisi Seyid Tayyip Ağa idi.
Bakanlık 2010 yılında Ağa ile görüşmeye başladığında Molla Ömer hala yaşıyordu ancak Taliban'ı yönetme işini gün be gün takip ediyor muydu net değildi. Dışişleri, Ağa ile görüşmeler konusunda oldukça iyimserdi ve ona çok değer veriyorlardı, hatta ona beyzbol oyuncusu Alex Rodriguez'inki gibi "A Rod" adını takmışlardı. Clinton'ın Dışişleri Bakanlığı hızlıca "A Rod" ile aralarında "güven inşa edici önlemleri" sürdürdü. Aslında "güven inşa etmek" diplomatik dilde "tek taraflı Amerikan tavizleri" idi.
Hard Choices'da Clinton ABD'nin Taliban'ın üstlenmesini istediği bazı mütevazi "güven inşa edici önlemleri" sıralıyor.
"Taliban'dan kamuoyuna bir açıklama yapmasını, kendilerini El Kaide'den ve uluslararası terörizmden ayrıştırmalarını ve Afgan Cumhurbaşkanı Hamid Karzai ve onun hükümeti ile barış sürecine başlamasını istedik"
Bu kadar. Binlerce Amerikalıyı öldüren bir terörist gruptan ayrıştığına dair bir mesaj ve Afgan hükümeti ile barış görüşmelerine başlayacağına dair müphem bir söz haricinde hiçbir şey. Dibin dibi bir hal. Beklenen açıklama ne görüldü ne de duyuldu. Hatta Taliban El Kaide'yi daha çok bağrına bastı. 2016 yılı Aralık ayında "Mücahitler ile ümmetin bağı" adlı bir video çalışması yayınladı. Bu çalışmada Usame bin Ladin grubu ile devam eden ittifakları kutlandı.
Taliban'ın retorik olarak El Kaide'den uzaklaşacak olması önemli değildi, Clinton'ın Dışişleri Bakanlığı her hâlükârda grubun kilit talepleri için taviz vermeye istekliydi.
Taliban'la görüşmek, Washington'ın teröristlerle pazarlık yapabileceği anlamına geliyordu. Aslında bazı cihat yanlıları BM tarafından Afganistan ve Pakistan dışına seyahat etmelerini ciddi olarak kısıtlayan kara listeye alınmışlardı. Clinton'ın Dışişleri Bakanlığı, teröristleri bu listeden çıkararak Taliban için bu problemi çözmeye istekliydi.
Clinton kitabında şöyle diyor:
"İlk adım olarak, BM ile birkaç kilit Taliban üyesinin seyahat yasağı getiren terörizm yaptırım listesinden çıkarılması konusunda çalışmak için anlaştık."
Dışişleri Bakanlığı daha da ileri gitti.
"Çok geçmeden BM Güvenlik Konseyi Taliban ve El Kaide listelerini ayırmayı kararlaştırdı ve bu bize daha çok esneklik verdi."
Eski Bakan, El Kaide ve Taliban terör listelerinin ayrışmasını yanıltıcı argümanlarla savunmaya devam etti. Obama gibi, Clinton da El Kaide ve Taliban arasına kalın bir çizgi çekti, ilkinin "9/11'de bize saldıranlar" ikincisinin ise "Kabil'deki hükümete karşı isyan eden Afgan aşırılar" olduğunu savundu. Clinton Hard Choices kitabında "stratejilerinin Amerikalılar için farkı anlamak açısından önemli olduğunu" iddia etti.
Aslında, böyle açık fark yoktu. Taliban 9/11'den önce El Kaide'yi barındırdı ve sonrasında da bunu devam ettirdi. Uçak kaçırma hadisesinden yalnızca birkaç gün önce, Taliban ve El Kaide Kuzey İttifakı'na karşı ortak askeri saldırı başlattı. El Kaide'nin Kuzey İttifakı komutanı Ahmet Şah Mesut'a suikasti dahil olmak üzere bu manevralar, New York ve Washington saldırıları öncesinde kilit Amerikan müttefiklerini zayıflatmak amacıyla tasarlandı. Elde edilen çok sayıda kanıt El Kaide'nin o zamandan beri yıllar içinde Taliban liderliğindeki direnişe önemli miktarda kaynak sağladığını doğrulamaktadır.
Taliban’ın ABD’den istediği iki taviz daha vardı.Taliban, Katar’ın Doha kentinde siyasi bir ofis açmayı ve Guantanamo’da tutuklu bulunan birkaç önemli komutanının serbest bırakılmasını istedi. Obama yönetimi ikisini de gerçekleştirdi. Sözde Amerikan müttefiki olmasına karşın Katar, Taliban’ın en önemli yabancı destekçilerinden biri ve Taliban’ın cihadı devam ettirebilmesi için bağış toplayabildiği rahat bir ortam sağlıyor. Amerikan hükümeti Taliban Doha’da resmi olarak var olmak istediğinde bu gerçeği biliyordu.
Taliban 2012 yılında görüşmelerden çekildi. ABD, 2013 yılında görüşmeleri tekrar başlatmak için umutsuzdu. Taliban önce Doha’daki ofisini istiyordu. Directorate S kitabında Coll, Amerikalı yetkililerin Başkan Obama ve Katar emiri tarafından imzalanacak olan bir mutabakat metni hazırladığını anlatıyor.
Öngörülen metinde, “Taliban’ın Katar’daki ofisten Afganistan’daki direnişi yönetemeyeceği ve kontrol edemeyeceği" , “buradan propaganda yapamayacağı” yada “fon toplayamayacağı” öngörülüyordu. Daha da önemlisi, Taliban’ın Doha’daki temsilcileri kendilerini “Afganistan İslam Emirliği” olarak isimlendiremeyeceklerdi. “Afganistan İslam Emirliği”, 2001’deki ABD işgali öncesi Taliban’ın tüm Afganistan’ı yöneten totaliter rejiminin adıydı. Kendilerini Afganistan İslam Emirliği (AİE) olarak isimlendirerek, mevcut Afgan hükümetinin (ABD’nin savaştaki baş müttefiki ve müzakerelerdeki görünür ortağı) gayrimeşru olduğunu ifade etmek istiyorlardı.
Obama’nın özel yardımcısı ve Afganistan ve Pakistan Ulusal Güvenlik Konseyi’nin üst düzey koordinatörü General Douglas Lute ve ekibi, Taliban’ın Doha’daki birimine “Afgan Talibanı Politik Ofisi” denmesini önerdi. Coll’un anlattıklarına göre ofisin açılış günü yaklaşırken ABD mutabakat metnini gereksiz buldu çünkü “büyük açılış için tüm belgeleri hazırlama girişimi çok yorucu bir iş olacaktı”.
Onun yerine Obama, Afgan Cumhurbaşkanı Hamid Karzai’ye aynı güvencelerin yer aldığı bir mektup kaleme aldı. Güvencelerin arasında Taliban’ın kendini AİE olarak tanımlamayacağı da vardı.
Coll şunları diyor: “En başından beri fikir, Taliban’ın Katar’daki ofis açıldığında bir açıklama yayınlayarak El Kaide’yi ve terörizmi bir şekilde reddettiğini duyurmasıydı”
Ulusal Güvenlik Konseyi’ne atanan Savunma İstihbarat Ajansı analisti Jeff Hayes'in Molla Ömer adına kendisinin yazdığı açıklamanın Taliban tarafından “büyük günde”, Doha’daki ofisin açılış gününde yayımlanması bekleniyordu.
"Acıları sona erdirecek olan diplomatik gelişme"
18 Haziran 2013'de, Amerikalılar Doha duyurusunu ABD-Taliban ilişkilerinde bir dönüm noktası olarak kutladılar.
Bir yetkili Dışişleri Bakanlığı'na şampanya getirmişti, Coll'un aktardığına göre "Afganistan'daki şiddeti ve çekilen acıları sona erdirecek olan diplomatik gelişme" kutlanıyordu. Bu gerçekleşmedi. Amerikalılar küçük düşürüldü. Tüm mesele kısa sürede anlaşıldı, Coll'un kelimeleriyle yaşananlar bir "fiyasko" ve "olağanüstü bir diplomatik beceriksizlik"ti. Taliban'ın "Afganistan İslam Emirliği" yazılı tabelasının örtüsü kaldırılırken El Cezire'nin kameraları güzel bir kadraj yakalamıştı. İslam Emirliği bayrağı Doha ofisinin üzerinde dalgalanıyordu. Lute küfretti. Coll'un açıkladığı gibi, Taliban Obama'nın Karzai'ye verdiği güvenceleri açıkça ihlal etmişti.
Taliban ne Hayes'in bildirisini okudu ne de terörizmden vazgeçtiğini belirten bir açıklama yaptı. Molla Ömer iki ay önce 2013 yılının Nisan ayında sessiz sedasız bir şekilde ölmüştü. Muhtemelen Molla Ömer'in öldüğünü bilen Pakistanlılar, bu bilgiyi Amerikalılara iletmeye zahmet etmedi. Coll, hiçbir Amerikalı'nın Ömer'in yaşayıp yaşamadığı bilgisine dair bir çabaya girişmediğini yazıyor.
Taliban iki yıl boyunca bu gerçeği saklamayı başardı ve nihayet Temmuz 2015'te öldüğünü kabul etti. Tüm bu zaman boyunca Amerikalılar Taliban'ın gerçek liderinin kim olduğunu bilmiyorlardı. Görünüşe göre Molla Mansur (Amerika'yı ve müttefiklerini dolandıran o sahtekar olmayan) perde arkasından gösteriyi yönetiyordu.
Ağa yada "A Rod" Amerikalılarla yaptığı görüşmelerinde belirli bazı Taliban komutanlarının serbest kalması talebini açıkça ortaya koydu. Clinton Hard Choices kitabında, "Taliban'ın başlıca endişesinin Guantanamo'da ve diğer cezaevlerinde yatmakta olan savaşçılarının kaderi olduğu görülüyordu." diyor:
"Tutuklularla alakalı her müzakerede biz 2009 yılında Taliban tarafından yakalanan Çavuş Bowe Bergdahl'ın serbest kalmasını talep ediyorduk. Çavuş evine dönmeden tutuklularla alakalı hiçbir anlaşma olmayacaktı."
Bergdahl için teklif edilen takas, Clinton'ın 2013'ün başlarında sona erecek görev süresi içinde gündeme gelmiş olsa da, 2014 yılının Mayıs ayına kadar gerçekleşmedi. Daha sonra asker arkadaşlarına ihanet etmekle suçlanacak olan Bergdahl için yapılan takasta, beş tecrübeli cihat yanlısı Guantanamo'dan serbest kaldı ve Katar'a gönderildi. Bunlardan ikisinin 11 Eylül'den önce Afganistan'da savaş suçları işlediğinden şüpheleniliyordu. Sızdırılan resmi değerlendirme yazılarına göre beş ismin de tutuklanmadan önce El Kaide ile önemli bağları vardı.
Başkan Obama, 31 Mayıs 2014'de yaptığı konuşmada Bergdahl'ın dönüşünün eli kulağında olduğunu müjdeledi. Obama Afganistan ve Katar hükümetlerine destekleri ve takasın gerçekleşmesine yardımları için teşekkür etti. Ayrıca gelişmeyi başarısız barış görüşmelerine de bağladı.
"Amerika Birleşik Devletleri, bağımsız ve birleşik Afganistan'da zorlu bir barışın sağlanmasına yardımcı olabilecek uzlaşma sürecini desteklemeye devam edecek"
Bu açıklama Amerikan zafiyetinin dışa vurumuydu. Bir dünya süper gücü ile cihat yanlısı düşmanı arasında eşitsiz bir takas gerçekleşmişti. Bu, başkan tarafından -sadece diplomatların zihinlerinde var olan- barış görüşmeleri için umut verici bir aşama olarak lanse edilmişti. İki buçuk yıl sonra, Obama başkanlığı bıraktığında barış süreci hala can çekişiyordu.
Bu hikayede aşağılayıcı diğer bir dönemeç daha var. Ele geçirilen Bin Ladin belgeleri gösterdi ki, Seyyid Tayyib Ağa yani "A Rod" Dışişleri Bakanlığı temsilcileriyle görüştüğü sırada aynı zamanda üst düzey El Kaide liderleriyle de iletişim kuruyordu. Birden fazla dosya klasörü arasında dağılan yazışmaları bir araya getirmek zaman alacaktı. Fakat CIA tarafından 1 Kasım 2017'de yayınlanan bir dosya Ağa'nın el Kaide için para topladığını ortaya koyuyor. Kayıtlar bir bağışçının (muhtemelen Körfez'den) Ağa'ya ve El Kaide hazinesine para transferini gösteriyor. Obama yönetimi ve istihbarat bürokrasisindeki dostlarının dosyaları kamuoyundan gizli tutma çabasına şaşmamalı.
Obama yönetimin Taliban ile dansı diplomatik başarısızlığın mükemmele yakın bir resmidir: Taliban görüşme olasılığını karşılığında hiçbir şey vermediği yeni tavizler elde edebilmek için askıda tuttu. Bakan Clinton görüşmeler için sunulan Amerikan koşullarını terketti, onların yerine "barış sürecinin" amaçlarını koydu. Sadece bir müzakere şansı için, sahte iddialarla Taliban ve El Kaide listelerinin ayrılmasını, bazı Taliban üyelerinin BM terörizm listesinden çıkarılmasını kabul etti. El Kaide için para toplayan bir Taliban elçisi, Katar'da ofis açılmasının yolunu yaptı. Taliban ayrıca üçü tutuklanmadan önce hareketlerine en üst düzeyde hizmet eden olmak üzere beş önemli liderinin serbest kalmasını sağladı. Tüm bunlar olurken Taliban El Kaide ve terörizmi reddettiğini beyan eden hiçbir açıklama yayımlamadı.
Bunun karşılığında Obama yönetimi bir asker kaçağı olan Bowe Bergdahl'ın serbest kalmasını sağladı.
Taliban ile "Barış Süreci"
Obama yönetimin Taliban ile müzakere etme girişimi Amerikan diplomasi tarihindeki en utanç verici kesitler olacak. Peki, neden Trump yönetimi aynı yolda yürüyor?
Uzun bir süre cevabını araştırmaya değer bir soru. Ancak bir cevap öne çıkıyor: Obama gibi Trump da Afganistan'da kazanmak için kararlı değildi.
İnanılmaz bir şekilde Trump'ın Dışişleri Obama'nın kaldığı yerden devam ediyor. Dışişleri Bakanlığı'nın Güney ve Orta Asya ilişkileri üst düzey yetkilisi Alice Wells iyimser bir öngörü sundu. Wells "engellerin ve beklenmedik başarısızlıkların" olabileceği kabul etti fakat her şeye rağmen "bu yıl çatışmaların kalıcı bir şekilde çözülmesine neden olacak bir Afgan barış sürecine başlamak için gerçek bir fırsatın var olduğunu" savundu.
Wells bu sonuç için Taliban'dan gelen herhangi bir açıklamaya vurgu yapamadı. (Grubun retoriği barışın eli kulağında olduğunu savunan her kimse için derinden problemlidir) Wells Pakistan merkezli Taliban liderlerinin barış sürecine katılmanın faydalarını tartıştığına dair işaretler olduğuna işaret etti, bu oldukça müphem bir bilgiydi. Wells -umutla- Taliban'ın Afgan Cumhurbaşkanı Eşref Gani'nin bu yılın başındaki "koşulsuz görüşme" çağrısına henüz yanıt vermediğini iddia etti. Fakat bu doğru değil. Taliban sürekli ve aleni bir şekilde Gani hükümetinin Karzai hükümeti gibi gayrimeşru olduğunu söylüyor. Taliban "kukla" rejimle görüşmeyeceğini deklare ediyor. Fakat Taliban son aylarda Amerikalılarla iletişime geçtiğini bildirdi. Neden olmasın? Cihat yanlıları daha iyi müzakerecilerdir. Onlar kazanmak için bekliyorlar.
Wells ayrıca olası müzakereler için Clinton'ın hedeflerini revize etti, Obama yönetimi Taliban'la anlaşmaya varmak için masaya oturmak gerektiğinin farkına varana dek ön koşullar aynı kaldı.
"Herhangi bir barış süreci için istediğimiz sonuçlar açıktır ve değişmemiştir" diyor Wells kitabında ve ekliyor: "Taliban şiddetten vazgeçmeli, El Kaide ile bağlarını koparmalı, kadın ve azınlıkların haklarını ve Afgan anayasasını kabul etmeliydi."
Bunlar, ABD'nin Afganistan'da yaklaşık 10 bin askeri bulunduğu Şubat 2011'deki Hillary Clinton'ın "zorunlu sonuçları" idi. Taliban bunları kabul etmedi. Ülkedeki Amerikan askeri sayısı 20 bine çıkartıldığında da bunları kabul etmesine bir sebep yoktu. Her şeye rağmen Wells, Taliban ile irtibat kurulmaya devam edildiğini söyledi.
Amerikan yetkililer bir kez daha görmek istedikleri şeyi görüyorlar. 7 Haziran'da Cumhurbaşkanı Gani tek taraflı ateşkes ilan etti. Amerikalılar, savaşı yöneten General John Nicholson'la harekete geçti ve girişimi "barış için cesur bir inisiyatif" olarak niteledi. Taliban kısa süreli -sadece 3 gün sürecek- bir ateşkes emri verdi ancak bunun Afgan hükümetinin hamlesine bir karşılık olmadığını beyan etti. Taliban açıklamasında Afgan hükümetinin adamlarından "yerli muhalif güçler" olarak bahsetti, bu "Taliban'ın meşru Afganistan İslam Emirliği devletine karşı başkaldıranlar" manasına geliyordu. Taliban liderleri Gani'nin ateşkesi uzatma teklifini çabucak reddetti, "kukla hükümet"e karşı saldırılarına devam etti. Devam eden haftalarda Taliban, Afgan hükümet çalışanlarına saldırılar düzenledi ve Gazni saldırısı öncesi çok sayıda bölgeyi kontrolü altına aldı. Ancak ateşkes süreci, Taliban'ın ülke sathında asker yönetimi ve kontrolü ile birleşik bir gücü yönettiğini ispatlar nitelikteydi. Batılı analizlerde yaygın olarak yer alan Taliban'ın hiyerarşiden yoksun olduğuna dair bir efsane çer çöp olmuştu.
General Nicholson dahil bazı Amerikalı yetkililer, Taliban'ın barış için kendi yol haritasını sunduğunu iddia etmişlerdi. Taliban propagandacıları tarafından 14 Şubat'ta yayımlanan bir açık mektuptan alıntı yapmışlardı. Üst düzey Birleşik Devletler yetkilileri umut saçmak için bu mektubu gösterdiler ancak durumun ne kadar korkunç olduğunu resmediyorlardı. Mektup ABD'ye yönelik çok sayıda suçlama içeriyordu. Taliban kendisini meşru İslam Emirliği hükümeti olarak tanımlıyor ve ABD'den yasa dışı işgalini sona erdirmesini talep ediyordu. Açıklamaya göre, ancak Amerika Afganistan'ı terkeder yada bunu yapacağına söz verirse barışçıl bir diyalog ortamı oluşabilirdi. Diğer bir deyişle, Taliban kendi zaferinin şartlarını müzakere etmek istiyordu.
Trump yönetimi, tıpkı Obama dönemi yetkililerinin yaptığı gibi Afgan hükümetine zarar veriyor. Görüşmeleri planlanmakla ilgilenen herkes, bunun Afgan hükümeti liderliğinde olması konusunda ısrar ediyor. Çünkü Afgan hükümeti egemen güç olmadıkça savaş bitmeyecek. Ancak Taliban Cumhurbaşkanı Gani ve onun temsilcileriyle asla pazarlık yapmayacağı konusunda ısrar ediyor. Böylece, Taliban'la Gani'nin temsilcileri olmadan direkt müzakere ederek, Amerikan yetkilileri Taliban iktidarını istemeden de olsa güçlendirebilir.
Obama dönemi yıllarında olduğu gibi, ABD hükümeti Taliban'ın El Kaide ile olan ilişkilerini küçümsemeye devam etti. Haziran ayında Savunma Bakanlığı savaşla ilgili raporunu yayınladı: Afganistan'da Güvenlik ve İstikrarı Artırma. Pentagon raporunun iddiasına göre, aksini gösteren kanıtlara rağmen, Taliban ile El Kaide arasında stratejik bağlar olduğuna dair bir kanıt yok, sadece "alt ve orta derecede" işbirliği var. Bu iddia ne kadar saçma olsa da peşinden şu soru geliyor: Taliban neden El Kaide'den vazgeçmiyor? Obama yönetimi bunu yapması için yıllarca yalvardı. Taliban için reelde bir şey yapmasa dahi, El Kaide ile ilişkilerini geride bıraktığını açıklaması çok basitti. Bu, Amerikalılardan daha çok taviz koparmak için kolay bir yol olurdu. Fakat Taliban bunu yapmadı.
Neden? Belki de bu ilişki, Pentagon'un düşünmemizi istediği şeyden daha önemli. Aslında, El Kaide'nin Taliban'la olan ittifakı, Eymen ez Zevahiri'nin örgütünün sahip olduğu en stratejik ilişkidir. 2016 yılında Zevahiri, Taliban emiri Heybetullah Ahunzade'ye bağlılık yemini etti. Bu Usame bin Ladin'in 11 Eylül saldırılarından önce Molla Ömer'e bağlılığını bildirmesi gibi, uzun süren bir geleneğin sürdürülmesiydi. Zevahiri ayrıca Molla Ömer ve onun haleflerine, Molla Mansur'a biat etti. Bu yemin cihat yanlıları için ölümcül bir ciddiyete sahip. Dünya çapındaki binlerce El Kaide üyesinin Zevahiri'nin biatından dolayı, Ahunzade'ye bağlılıkları var. Kuzey Afrika'dan Güney Asya'ya bütün El Kaide üyeleri Zevahiri ve Ahunzade'yi liderleri olarak tanıyorlar. Bundan daha stratejik ne olabilir?
Zevahiri'nin biatında olduğu gibi, Ahunzade kararlı bir cihat yanlısıdır. 2017 yılının yazında, Ahunzade'nin oğlu güney Afganistan'da "şehadet" operasyonu düzenleyerek kendini havaya uçurdu. Yine de Trump hükümetinin bazı yetkilileri, davası için seve seve oğlunun feda eden ve El Kaide liderlerinin sadakatini kazanan bu adamın temsilcileriyle barışı inşa edebileceğini düşünüyor.
Dahası da var: Taliban'ın iki numaralı adamı Siraceddin Hakkani, bir El Kaide müttefiği olarak biliniyor. Usame bin Ladin belgeleri onun El Kaide ile uzun süre işbirliği yaptığını ve adamlarının Afganistan'daki savaşlara katıldığını ortaya koydu. Bu düşük düzeyde bir bağ değil. Hakkani, Taliban'ın askeri operasyonlarını yönetti. ABD hükümeti, Hakkani'nin adamlarının hem El Kaide'ye hem de Taliban'a hizmet ettiğini biliyor. ABD hükümetinin bir dizi terör listesi düzenlemesi bu kesişimi gözler önüne serdi. Örneğin Ocak'ta Maliye Bakanlığı Hakkani yöneticisi Gula Han Hamidi'yi listeye almıştı, Bu ismin aynı zamanda El Kaide'ye de çalıştığı notu düşülmüştü. Maliye Bakanlığı'nın Ocak ayındaki diğer düzenlemesinde, Taliban'a farklı ciddi görevlerde hizmet eden Mevlevi İnayetullah listeye alındı. O, Kabil ve birçok bölgedeki Afgan ve Koalisyon güçlerine karşı düzenlenen saldırılardan sorumlu bir Taliban üyesiydi. Hazine Bakanlığı araştırmacıları İnayetullah'ın El Kaide'ye büyük miktarda para verdiğini keşfetti.
Alıntı yapılabilecek çok sayıda başka bağlantılar var. Son haftalarda, Afgan güçleri Taliban direnişine destek olan El Kaide savaşçılarını avladı. Afgan yetkililere göre Taliban'ın bu ayın başlarındaki büyük Gazni saldırısı -en azından bazıları El Kaide'nin yeni koluna (Hint Kıtası El Kaidesi) bağlı olan- yabancı savaşçılara dayanıyordu. Pentagon'un raporu, Taliban ile yapılacak olası bir anlaşmayı meşrulaştırmak için bu kanıtları gözardı ediyor.
ABD Afganistan'da akıntıya kapıldı
Birleşik Devletler, uzun süre önce Afganistan'da yolunu kaybetti. Bazı üst düzey Taliban üyeleri 2001 yılının sonlarında Usame bin Ladin'in yaptığı gibi kaçmayı başarmıştı. Nihayetinde tekrar organize oldular ve Afganistan'ı şiddet sarmalına sokan direnişlerine başladılar. Bush yönetimi Amerikan kuvvetlerinin ezici teknolojik üstünlüğünü göstermek zorunda olsa da bir "light footprint" (ihtiyat) ile savaşa girdi. Taliban açıklamalarında bu durumla alay etti. Bush yönetimi asker sayısını artırdı ancak savaşma çabası diğer endişelere nazaran hep ikincil kaldı.
Başkan Obama ve danışmanları, üzerinde düşünülmüş bir kararla Taliban'ı kendilerinin değil de Afgan hükümetinin düşmanıymış gibi telakki ettiler. 2014 yılında Obama tek taraflı olarak Amerika'nın savaş rolünün bittiğini ilan etti. İptal edilmek zorunda kalınacak bir açıklamaydı. Obama'nın başkanlık koltuğundaki son senesiydi, ABD ordusu absürt kısıtlayıcı kurallar altında çalışmaya devam ediyordu. Amerikan misyonu, büyük ölçüde Afganları eğitmek ve sonunda Taliban'ı yenmelerini sağlamaya odaklanmıştı. Yani özetle, ABD asıl düşmanı ile direkt olarak yüzleşmekten kaçındığı bir savaşın içindeydi.
Konu 19 Haziran'da Senatör Angus King tarafından General Austin S. Miller'a soruldu. ABD liderliğindeki güçlerin komutanı olan Miller, cevap verebilmek için çırpındı. Miller şu iddiada bulundu:
"Taliban önceden El Kaide'ye ev sahipliği yaptı ve onları tolere etti. Şimdi onların gelecekteki politikalarının bir parçası olmayacağını söylediler."
Miller iddiasını Taliban'ın açıklamalarına dayandırdı ancak bir kanıt sunmayı başaramadı. Bunun sebebi Taliban liderlerinin asla böyle bir şey söylememiş olmasıydı.
ABD yaklaşık 10 yıl boyunca Taliban'dan böyle bir açıklamada bulunmasını istedi. Eğer grup buna benzer bir açıklamada bulunsaydı, ABD hükümeti bu gelişmeyi geniş ve kapsamlı bir şekilde yayınlayacaktı. Ancak bu olmadı. Buna en yakın açıklamalar Taliban'ın "ajandalarında diğer ülkelerde zarar verici bir rol üstlenme gündemi olmadığı" ve "geçtiğimiz 17 yıl boyunca herhangi bir diğer ülkeye müdahalede bulunmadıkları" yönündeki açıklamaları oldu. Fakat bu yalan. Taliban, Zevahiri'nin cihat yanlılarının Güney Asya boyunca faaliyet göstermeleri için eğitim kamplarına izin verdi.
Başkan Trump bu karmaşayı miras aldı. Ellerinini yıkamak istemesi anlaşılabilir bir şey. Fakat Trump 2017 yılının başında Amerikan misyonunu reforme etme imkanına kavuştu. Başkan angajman kurallarını gevşetti. Hava saldırıları bariz bi şekilde genişledi, geçen senelere nazaran binlerce fazla bomba kullanıldı.
Fakat Trump yönetimi altında bile, ABD ordusu Taliban ile Amerika'nın düşmanı gibi savaşmadı. Geçen sene Afganistan'a gönderilen takviye birlikler de Afgan güçlerini eğitmeye ve onlara destek olmaya odaklandı. ABD güçleri Taliban'ın kalbine yönelik saha operasyonlarına katılmadı, en azından düzenli olarak. Ve -yolsuzluk, ihanet ve zayıf liderlik problemlerinden başını kaldıramayan- Afganlar Taliban ile kendi başlarına savaşma kabiliyetine sahip değil. Sadece Taliban'ı alt etmekte değil, IŞİD varlığını da etkisiz hale getirmeyi başaramadılar. ABD ve Afganistan Ebubekir Bağdadi takımına karşı terör karşıtı bir operasyon başlattı ancak onları yok edemediler. Taliban'a göre sayıca çok az olmalarına rağmen IŞİD "şehadet" saldırıları ile Kabil, Celalabad ve diğer başka yerleri düzenli olarak hedef aldı.
Bu arada Taliban, İslam Emirliği'ni yeniden yükseltmek için beklemede. Ahunzade, yakın zamanda birliklerine daha fazla alana hükmetmeye hazır olmalarını söyledi. Cihat yanlıları muhtemelen Amerikanın çekilmesini kaçınılmaz olarak görüyor.
Başkan Trump Pakistan üzerinde selefine göre daha sert olsa da, Taliban'ın üst düzey yöneticileri hala eski müttefiklerimizin bölgesinden komplolar kurabilmeye devam ediyor.
Trump 21 Ağustos 2017'deki konuşmasında şunları demişti:
"Pakistan'ın terörist organizasyonlara ev sahipliği yapmasına daha fazla sessiz kalamayız. Taliban ve diğer gruplar orda ve diğer bölgelerde tehdit olmaya devam ediyor. Pakistan bizim Afganistan'daki savaşımıza ortak olmakla çok şey kazanabilir. Suçlulara ve teröristlere güvenli liman olmaya devam etmesi halinde ise çok şey kaybedecek."
Bu sert açıklama ile birlikte Trump yönetimi para musluğunu kapattı, Pakistan'da bulunan bazı yöneticilerin ismini terörizm listesine aldı ve Pakistanlı yöneticileri harekete geçmedikleri için cezalandırdı. Bu hamlenin kapalı kapılar ardında bir etkisi olması mümkün, ancak şu kesin ki Pakistan'ın genel tutumu değişmedi. Amerika genel olarak Pakistan'daki üst düzey Taliban liderlerini hedef almakta isteksiz. ABD en son Pakistan içinde bi Taliban liderini Mayıs 2016'da öldürdü. Bu güvenli liman, Taliban liderlerinin sorunsuzca görevini yapabilmesi nedeniyle oldukça kritik öneme sahip.
Bu adımlar ne kadar önemli olursa olsun, umutsuzca teröristlerle konuşma arayışımız, Afganistan'da ve diğer yerlerde Amerika'nın düşmanlarını cesaretlendiriyor. Taliban, Trump yönetiminin görüşme girişimlerini başkanın sabrının giderek tükendiğine bir delil olarak görebilir. Taliban, ABD askerlerinin sistemli bir şekilde geri çekildiği Vietnam tarzı bir anlaşmayı kabul etmeye istekli olabilir. Bu gerçekleşirse Amerikalılar şunu bilmeli: Liderleri 11 Eylül savaşını kaybettiler.
The Long War Journal için kaleme alınan bu analiz Mepa News okurları için tercüme edilmiştir. Analizde yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve kurumumuzun editöryel politikasını yansıtmayabilir.