Filozof Joseph de Maistre der ki “her millet hak ettiği şekilde idare edilir.” Bugün bu lafın yansımaları iyice göze çarpmaya başladı. De Maistre siyaseti ahlaki açıdan yorumladığı bu yaklaşımın istisnaları olduğunu kabul eder fakat 2023 Amerikası'nın bu istisnalardan bir tanesi olduğu söylenemez. Amerikan İç Savaşı yıllarından bu yana devleti kaos denizinde boğulmadan yüzdüren kültürel ve anayasal sütunlar, yakın tarihteki kötü eğitim politikaları ve yolsuzluklar nedeniyle çürümeye yüz tuttu.
Amerikan rejimi gelinen noktada siyasi aktörlerin sınırları belli (standart) tiplemeleri canlandırdığı, bakınca insanı tiksindiren bir maskaralıktan ibaret rüküş bir tiyatrokrasiye dönüşmüştür. Önümüzdeki yıl gerçekleştirilecek seçimlerin en büyük isimlerinden Donald Trump, zulme uğrayan kurtarıcı rolünü üstlenirken Joe Biden da Amerikan cumhuriyetinin yılmaz müdafisini oynamaktadır. Trump’ın kendini beğenmişliği ve fevri yapısı nedeniyle suça bulaşacak kadar akıl almaz bir aptallık sergilediğini, Biden’ın ise bunak ve delillerle sabit bir rüşvetçi olduğunu, sağa sola anırıp hayvan gibi davranmayı marifet bilen bu morukların birer dolandırıcı ve fabl ustası (yalancı) oldukları gerçeğini bir kenara koyduk diyelim.
Bu adamların saydığımız şaklabanlıklarının hiçbirisi kendilerini seven öfkeli kitleler için önemli olmadığı gerçeğini ne yapacağız? Bu kitlelerin umurunda olan tek şey tuttukları adamın karşı tarafta olmamasıdır. Trump ile Biden birbirinden asla ayrılmaz, ayrılamaz zira çivi olmadan çekicin de bir manası olmadığı gibi bu ikisinin oynadığı roller de birbirine muhtaçtır. Sahnede bunlar yaşanırken yukarıda tüm ihtişamıyla oturmuş, “tık hastası”, kargaşadan nemalanan ve leş yiyen akbaba haysiyetli pagan tanrıları gibi taraf tutan bir medya da olanları izlemektedir.
Tasvir ettiğim bu siyasi çürümüşlüğü kolayca bir kategoriye sokmak zor bir iştir. Aristoteles, seyirciden daha iyi olan insanları trajedi, daha kötü olanları ile komedi ile resmedebilirsiniz der. Biden ile Trump, kendilerine oy verip başkan yapanlardan kesinlikle daha kötü insanlar fakat hiç de komik değiller. Sergiledikleri soytarılıkları çok itici, şapşal halleri ise hiç sempatik değil. Bu iki isim ve onların borusunu öttürerek para kazanan, terleyince saç boyası akan Rudy Giuliani ve kendisini bilimin yerine koyan Anthony Fauci gibi salak kuklaları izleyen Amerikalılar empati kurup gözyaşı dökmek veya kahkahalara boğulmak yerine sadece utanç ve çaresizlik hissetmektedir.
Kapana kısılmış bu duyguların kaynağı aynıdır. Hissedilen hem utanç hem de çaresizlik duyguları, Amerika’nın nizami özgürlük deneyi artık çok yaşlanıp ölüme göz kırpmaya başladığı için toplumsal ölçekte gayriihtiyari zuhur eden içgüdüsel tepkilerdir. Sorun sadece başkanlık makamına gelenlerin bunak olmasından ibaret değildir. ABD Senatosu bilge ve tecrübeli bir ihtiyar heyetinden ziyade aşırı yaşlılar üzerine uzmanlık yapmış bir nöroloğun bekleme salonuna benziyor. İkide bir düşen, öylece takılıp kalan Mitch McConnell desen var, nerede olduğunun bile farkında olmayan ve aynı zamanda tekerlekli sandalyeye mahkûm Dianne Feinstein de orada, ama eskiden heybetinden geçilmeyen o kurumda halka hizmet etmeyi kesinlikle hak etmeyen birisi varsa o da sadece 53 yaşında olmasına rağmen skandallardan adı hiç eksik olmayan John Fetterman’dır. Sanırsınız ki C-SPAN (meclisteki tartışma ve oylamaları yayınlayan kanal) siyasetçilerin yaptıklarını değil de absürt, kıyamet senaryolu korku filmleri yayınlıyor.
Capitol’un (Amerika’nın tüm yasama, yargı ve yürütme organlarının bulunduğu Washington’daki bölge) ve dahi kafayı bulan ve kafayı sıyıranların çadır kurup yaşadığı sokaklarımızın zombileşmesi, mustarip olduğumuz hastalıktan kaynaklanan bir semptomdur. Siyaset de diğer tüm kurumlar gibi hayatta kalmak için düzenli bir yapıcı enerji nakline muhtaçtır. Modern bir demokrasinin sağlıklı kalabilmesi için büyük partilerin seçmene odaklanarak organik bir şekilde büyümesi yani seçmenin bilinçli bir şekilde yön verdiği bakış açıları ile alışkanlıkları ve eğilimlerini temsil etmesi gerekir.
1830’larda ABD’yi ziyaret eden Tocqueville’in hayran kaldığı “taban odaklı siyaset” çok uzun zaman önce yerini teknokratik işletmecilik mantığına dayalı (değerleri yukarıdan aşağıya dayatılan) suni kamuoyu oluşturma faaliyetlerine bıraktı. Bizi idare eden üst düzey şahıslar kendilerinden ve yalakalarından başka kimseyi temsil etmediği gibi kurdukları bu sisteme (tedavi amaçlı olsa da) elektrik (şoku) verilmesini istemez. Milyonlarca Amerikalının endişelerini gündeme taşıyarak milli siyaset arenasını canlandırmayı amaçlayan Robert Kennedy Jr. Ve Vivek Ramaswamy gibi adaylar ise sansüre maruz kalmakta ve hatta bizzat mensubu oldukları partiler tarafından aktif olarak mukavemet görmektedir.
Şahsi ve toplumsal canlılığın solup gittiği tek başlık siyaset değil. Amerikan halkı her geçen gün daha az evlenmekte, daha az çocuk yapmakta, soylarını ve kendilerini besleyip büyüten aileyi devam ettirmemeyi bir erdem olarak görmektedir. Devlet okulları da elimizde kalan evlatlarımıza bu milletin biriktirdiği tecrübeleri ve medeniyet ile alakalı dersleri aktarma görevini büyük oranda terk etti. Birileri tarafından tarihimize redd-i miras ilan edildiğinden beri bu akımın “önde gelenleri” sanatı “bir bağlamda kavramsallaştırmaya”, yerel yönetimler tarihi şahsiyetlerin heykellerini yıkmaya, üniversiteler kampüslerdeki binaların isimlerini değiştirmeye, yayın evleri kitapları ya sansürlemeye ya da yeniden yazmaya başladı. Fakat şu bilinmeli ki yaratıcılık, kendisini besleyen bol oksijenli gelenek kanı olmadan solup gitmeye mahkûmdur. Hollywood’un her geçen gün biraz daha o eski görkemli yapıtları yeni plastik senaryolarla tekrar vizyona sokması bu yüzden bizi şaşırtmamalı.
Teknoloji, milletimizin içine düştüğü kuvvet erimesinin etkilerini çok daha sertleştirdi. Hepimiz, dur durak bilmeyen dikkat dağıtıcı içerikler ve manasız bilgi dağları ile manevi enerjimizi sömüren akıllı telefonların esiri olup telefonunun emrindeki birer şarj makinasından ibaret bir hale geldik. Görüntülü aramalar ve evden çalışma modası olmasa zamanlarının çoğunun birlikte geçirip normal insan gibi bağ kuracak insanlar birbirlerini göremez oldu. Direkt olarak belirli bir kitleyi hedef alan reklamlar, mükemmele yakın algoritmalar ve katman katman siyasi içeriklerle dolu sosyal medya şahısların yeni fikirlere ulaşma şansını neredeyse sıfıra indirdi. Kendimizi kendi elimizle inşa ettiğimiz müstakil mağaralarımıza hapsettik ve karanlıkta oturup önümüzdeki ekranları izlemeyi saadet bildik.
Öğrenme kabiliyetli yapa zekâ modelleri, bu kültürel değişimler çerçevesinden bakıldığında aslında manidar bir kıssadır. İşleyiş mantığı hala aşırı derecede basmakalıp olan ve hata oranı yüksek ChatGPT benzeri programlar, büyük bir kısmı yine yapay zekâ tarafından üretilmiş olan bir dijital metin deryasını inceleyerek bir şeyler “öğrenir”. Bu kısır geri besleme döngüsünün hiç de sürpriz olmayan şekilde sebep olduğu “düzleme (torna makinası ile herkesin ve her şeyin aynı ebata getirilmesi)” devletin ve dahi milletin tüm kurumlarında kendini belli etmektedir. Kendi mürekkebini içen gazetelerin (bugün hangisi bunu yapmıyor ki?) teliflerinin kalitesi mecburen düşecektir.
Kültürel tükenmişlik, sosyal olarak içe kapanma ve hayata anlam veren güçlerin genel zayıflığı, “hiçlik” için ayakta duran bir iradenin nesnel bir terennümüdür (ifade ediliş tarzıdır). Bu tarz bir manevi ve entelektüel şartlanmanın adı nihilizmdir. Nihilizm, hiçlik için yaşayan bir iradenin de her ne olursa olsun bir irade şekli ve hayata anlam katan bir güç olduğunu iddia edecek kadar şeytani bir yaklaşımdır. Olumsuz da olsa en azından bir tarz tanımı yapıyoruz denilmesi hiç de güven verici değildir zira yıkmak her zaman bir şeyler inşa etmekten daha ekonomik ve daha kolaydır. Yıkım, tabiatı gereği dramatiktir ve görece çok daha az enerji ile bir canlılık illüzyonu elde edilmesini sağlar. Bu noktada şunu sormak lazım gelir: Şu apokaliptik zamanda nihilistler dâhil kim biraz olsun canlı olduğunu hissetmek istemez ki?
Jacob Howland tarafından kaleme alınan ve Unherd'da yayınlanan bu değerlendirme Mepa News okurları için tercüme edilmiştir. Değerlendirmede yer alan ifadeler yazarın kendi görüşleridir ve Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.