Gazeteci olan Kaşıkçı nerede olursa olsun Suudi Arabistan’da reform çağrıları yapmayı kendisine bir borç bildi. Bedelinini de hayatıyla ödedi.
Middle East Eye editörü olarak bugün benim en karanlık günüm. Aslında böyle olmamalı ancak elimde değil. Cemal Kaşıkçı sürgünde infaz edilen ilk Suudi değil. Bugün kimse, 1979’da Beyrut’ta kayıplara karışan ve bir daha kendisinden haber alınmayan Nasir el-Said ismini hatırlamıyor.
Prens Sultan bin Türki 2003 yılında Cenevre’de kaçırıldı. Prens Türki bin Bandar el-Saud, Fransa’da iltica başvuru yaptıktan sonra 2015’te ortadan kayboldu. Suudi Milli Muhafızları subaylarından Tümgeneral Ali el-Kahtani, gözaltında iken öldü. Yapılan otopside boynunun kırıldığı ve vücudunun çok kötü şekilde şiştiği tespit edildi. Bunlar sadece birkaç örnek, böylesi çok ama çok fazla isim var.
Binlerce esir zindanlarda çürüyor. İnsan hakları savunucuları terörist olarak damgalanıp idama mahkum edildi ve sıralarını bekliyor. İnsan Hakları İzleme Örgütü’ne göre, Suud yargısının bu insanları itham ettiği suçlar “bilinen suçların hiçbirisi” değil. Ben bizzat, ayaklarından tavana asılıp çıplak bir şekilde işkence edilen bir işadamını tanıyordum. Kendisinden bir daha haber alınamadı. Suudi Arabistan’da ölümle aranızda sadece bir sosyal medya mesajı durur.
Suudi uçaklarından ABD yapımı bir bomba ile Yemen’de okul gezisine çıkmış bir otobüs dolusu öğrenci vuruldu. Saldırıda 40 çocuk ve 11 yetişkin hayatını kaybetti. Suudiler ölümü uzaktan kumandayla dağıtıyor ancak ne Batılı bir müttefiği ne de onlara silah temin edenler Suudi rejiminden yaptıklarını açıklamasını talep etmiyor. Hiçbir “iş” anlaşması iptal edilmiyor. İnsanlık tarihinin en büyük kamusallaştırma hamlesi bir anda durduruluyor ama hiçbir borsa bundan etkilenmiyor. Bir Suudi daha ölmüş kime ne ki?
Ancak Kaşıkçı’nın ölümü farklı. Bizim camiamızdan birisi cinayete kurban gitti ve acısını çok yakından hissettik. Bir an kahvaltı masasında kırışık gömleği ile karşımızda oturmuş ve kesik ama kuvvetli İngilizcesi ile nezlesini size bulaştırma ihtimalinden dolayı özür diliyorken, bir an sonra Türk bir yetkili İstanbul’daki elçiliğin içinde arkadaşınızın cesedine neler yaptıklarını anlatıyor.
Geçtiğimiz Cumartesi günü Kaşıkçı bir konferansta, Suud rejiminin Donald Trump’ın “yüzyılın anlaşmasına” destek verip, gelecekte kurulması planlanan bir Filistin Devletinin başkenti olarak Abu Dis’in ön plana çıkarılması hususunda aşırıya kaçtığını artık anladığını ve Suudi Arabistan’da hala sıcak bir konu olan bu plandan vazgeçtiklerini söylemişti.
“Bu çok önemli bir noktayı kanıtlamaktadır. Kararı verecek olan ne Suudilerdir, ne de Mısırlılar ne de başka birisi, kararı verecek olan Filistinlilerdir. Filistin hükümetinin maaşlarının ne kadarını veriyor olursa olsunlar, onlar için karar veremezler” diye konuşan Kaşıkçı’nın sesi bir hafta sonra artık kesildi.
Elektronik Böcekler
Rejimin işlediği her cinayet sonrasında ortalığı yalan haberlerle doldurup bir karmaşa yaratan Suudi trolleri Arap dünyasında “elektronik böcek” olarak bilinir.
Bunlar, Kaşıkçı’nın hayatta olup olmadığı henüz daha belli değilken onu hain ilan edip, “hak ettiğini” bulduğuna dair konuşmaya başlamıştı.
Faysal el-Şahrani Twitter'da şöyle dedi; “Sen ülkeyi kibirle terkettin... biz seni rezil bir şekilde geri getiririz.” Rejim yanlısı bu trol elçilikte yaşananları saklamaya dahi lüzum görmedi. Prens Halid bin Abdullah el-Said ise, bir muhalife şöyle mesaj attı; “Suudi elçiliğine bir gitsene, seninle yüz yüze konuşmak istiyorlarmış.”
Kaşıkçı’nın mesajları rejimin kıt kafasının alamayacağı şeylerden söz ediyordu. O, gerçeklerin ortaya çıkması, demokrasi ve özgürlük için çalışırdı. Kendisini bir tarafın yanlısı veya aktivist olarak değil her zaman bir gazeteci olarak tanımladı. “Ben Suudiyim ama farklı tür bir Suudiyim” diye yazmıştı.
Bir gazeteci olarak yalan dolandan nefret ederdi. Sosyal medyadaki profil mesajı Arapça olarak: “Ne diyeceksen de ve kalk git” olarak dururdu.
Kendisini susturmak isteyenlerin öfkesine karşılık olarak tam da böyle yaptı. Sosyal medyadaki mesajları onun katillerinin neden böylesine bir yola başvurduğunu açıklar nitelikteydi.
Muhammed bin Selman liderliğindeki bir Suudi Arabistan’ın “ılımlı İslam” için mücadele edebileceği fikrine gülerdi.
Sosyal medyada bununla alakalı şöyle demişti; “Bugün, siyasal İslam ile savaşan Suudi Arabistan aslında siyasi İslamın hem anası hem de babasıdır... krallığın kurulma temelleri siyasal İslam üzerinedir.”
Kaşıkçı birçok defa Müslüman Kardeşler sempatizanı olmakla suçlandı. “Özgürlük hakkında yazarsan kesin İhvan üyesisin. Haklar kakkında yazarsan kesin İhvan üyesisin. Vatanın hakkında yazarsan İhvan üyesisin. Güç paylaşımı ve haysiyet hakkında konuşursan kesin İhvan üyesisin. Despotluğu reddedersen de kesin ama kesin İhvan üyesisin. Gazze veya Suriye hakkında konuşursan zaten kaçışın yok İhvan üyesisin. İhvandan nefret edenlere diyorum ki, eğer İhvan üyesi olmak bütün bu iyi işleri yapmak manasına geliyorsa, açıkçası siz buna karşı çıkarak onların reklamını yapmış oldunuz.”
"Kaşıkçı demokrasi konusunda sabit fikirlere sahip bir demokrattı"
Kaçıkçı demokrasi konusunda sabit fikirlere sahip bir demokrattı: “Din yalnızca seçim özgürlüğünün olması halinde ruha ulaşıp insanı yükseltebilir.”
Riyad rejimi ile arasının iyice açılmasına neden olan son Trump tartışmasında da sözünü esirgemeden konuştu: “Trump arada sırada tweet atıp, bizi koruduğunu ve bu korumanın devamı için ona ödeme yapmamız gerektiğini söylüyor. Bizi neyden koruyormuş? Ya da kimi koruyormuş? Ben şahsen körfez ülkelerine ve sahip oldukları petrole en büyük tehditin, bizleri sadece petrol kuyusu olarak gören Trump gibi bir başkan olduğunu kanaatindeyim.
Kaşıkçı sonuna kadar haklıydı. Başına geleceklerin hiçbirisi Trump olmasa yaşanmazdı.
Trump geçtiğimiz dönemde üç defa, sadece bunu yapabileceğine inandığı için krallığa hakaret etti. Söylenen herşey ortada. Geçtiğimiz Salı günü Trump, Missisipi’deki bir konuşmasında şöyle demişti: “Suudi Arabistan’ı biz koruyoruz. Sizce bu ülke zengin midir diye sorsam ne dersiniz? Ve Ben kralı severim ... Kral Selman ama ona dedim ki ‘Kral, seni biz koruyoruz. Biz olmasak tahtında iki hafta oturamazsın. Ordunun parasını kendin ödemen lazım.’ “
Bu sözlerin karşılığında Muhammed bin Selman’ın tek lafı “Ben onunla çalışmayı seviyorum” oldu. Bunun nedeni ise ortadadır zira Trump olmasaydı, kendisi krallığın tahtının varisi olamazdı. Trump bu durumun farkında ve bu yüzden ağzına ne gelirse söyleyebileceğini düşünüyor. Bu ilişkide zorba ve efendi olan Trump’tır ve Trump’ın kölesi, kime ne isterse yapabilir. Hatta Washington’da çalışan bir gazeteciyi bile öldürebilir çünkü Muhammed bin Selman biliyor ki efendisi Trump onu her zaman korur.
Kaşıkçı bana nasıl bir tehlike içinde olduğunu hiç söylemedi. Bir analizci olarak varsayımlardan nefret ederdi. Rejim ile arasında artık geri dönülmesi mümkün olmayan bir düşmanlık hasıl olduğunun kendisi de farkındaydı. Bu yüzden Washington Post’ta bir köşe yazarı olarak kendisine yeni bir hayat kurmaya başlamıştı.
Ancak nerede olursa olsun, inandıklarını söylemeye devam etmeyi kendisine bir borç bildi.
“Arap Baharı hedefine ulaşamadı, eğer ulaşmış olsaydı, sen, genç adam şu anda onun esintisini, özgürlüğünü, hoşgörüsünü, iş imkanlarını ve sosyal haklarını yaşıyor olurdun.”
Ben şahsen Kaşıkçı’nın cinayetinin bir bedeli olacağını düşünmüyorum. Muhammed bin Selman, Türkiye’nin 700 milyar dolar dış borcu ve sürekli değer kaybeden para birimi ile kendisine böyle bir konuda hesap soramayacak kadar güçsüz olduğunun hesabını yapmıştır.
Suudi prensin halkla ilşkiler şirketlerine ödediği milyonlarca dolar ile Batı'da kendisini “acelesi olan bir reformcu” olarak tanıttığı imajı, Pulp Fiction sahnelerini aratmayacak bir cinayet ile bir anda yerle bir olmuştur. Belki bir umut, bu yaptığı için bir bedel ödeme ihtimali hala var. Suudi Arabistan’dan nefret eden Washington medyası artık Cemal Kaşıkçı’nın kim olduğunu ve neleri savunduğunu biliyor.
Kaşıkçı sosyal medya hesabından şöyle bir mesaj paylaşmıştı: “Eğer bir prens özgürlüğü için bir milyar dolar ödeyebiliyorsa, bir vicdan mahkumu ne kadar öder dersiniz? Özgürlüğümüz için biz ne kadar öderiz?”
Artık, bir gazetecinin Suudiler bir gün temel insan haklarına sahip olabilsinler diye ödediği miktarı biliyoruz. O bedeli canı ile ödedi.
Middle East Eye için kaleme alınan bu analiz Mepa News okurları için tercüme edilmiştir. Analizde yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve kurumumuzun editöryel politikasını yansıtmayabilir.