Filistin’e ilk ziyaretim 2004 yılının sonlarına doğru oldu. O zamanlar hem çok daha gençtim hem de bazı fikirlerim şimdikilerden çok daha farklıydı.
20’li yaşlarımın ortalarında, savaş karşıtı hareket bünyesindeki küçük çaplı bir aktivist olduğum o dönemde Filistin hakkındaki fikirlerimin çoğunda Noam Chomsky’den ilham almıştım. Bugünlerde 90 yaşına yaklaşan Chomsky çalışmaları sayesinde hem bir yazar hem de halk entelektüeli olarak Anglofon solunun son iki-üç nesli üzerinde hatrı sayılır bir etkiye sahip oldu. ABD emperyalizmini amansızca eleştirmesi, resmi açıklamaları sürekli olarak sorgulaması, entelektüel katı tutumu ve insanın doğasının iyi işler yapabilme kapasitesine olan inancı, birçok kişinin kullandığı değeri belli olmayan araç vazifesi gördü.
Baskın medya kuruluşlarının yorumlarına olan muhalefetinin sadece bir örneği olarak, Chomsky geçtiğimiz günlerde “Democracy Now!” kuruluşuna verdiği demeçte, Rusya’nın ABD’nin demokratik sistemine yaptığı iddia edilen müdahalenin boyutunun İsrail’in yaptıklarının yanında hiçbir şey olduğunu söyledi. Kendisi bu konuda tamamıyla haklıdır.
Chomsky genellikle ABD liderliğindeki küresel kapitalizm içinde zuhur eden hastalıklara (savaş, sınıfların eşitsizliği, ırkçılık, sansür vb.) tanı koyma noktasında çok başarılıdır. Ancak bence, tanısını yaptığı hastalıklara doğru reçete yazmak konusunda çoğu zaman başarısız oldu. Kendisi de şu örneği çok verir. Chomsky Vietnam Savaşına açıkça muhalefet eden en önemli isimlerden biri olmasına rağmen, halk tarafından “askere yazılma” politikasına karşı düzenlenen protestolara hep karşı çıktı. Şahsen ben resmen bir soykırım olan bu savaşın sona ermesinin en büyük nedenlerinden birisi olarak askere alınma politikasına karşı gösterilen direnci sayarım.
Chomsky’nin bazen düştüğü bu stratejik muhakeme hataları, kendisinin Boykot, Tasfiye ve Yaptırımlar (BDS) hareketine geçmişte gösterdiği düşmanlığını da açıklıyor. Filistinlilerin liderliğinde yürütülen ve adalet, özgürlük ve hakların iade edilmesi için çalışan bu hareketin bazı noktalarına destek verirken bazı noktalarına (özellikle de İsrailli akademik kuruluşların boykot edilmesi) şiddetle karşı çıktı.
25 yaşındaki halime geri dönecek olursak, o zamanlar kendimi kesinlikle radikal solun bir mensubu olarak tanımlamama ve “ulus devlet” olgusunun tamamına karşı olmama rağmen (anarşist değilseydim bile kesinlikle “fikir hoşuma giderdi”), Chomsky’nin fikirlerinin etkisiyle Filistin’de iki devletli çözüm önerisine destek veriyordum.
Chomsky’nin Filistin üzerine yaptığı geniş kapsamlı çalışmalarında (İsrail ve Filistinliler kitabı gibi) meselenin çözümüne dair yazdığı reçetelerde değişmesi gerekli diye tanımladığı bütün her şey on yıllardır aynı şekilde duruyor. Chomsky İsrail devletinin yanında, Batı Şeria ve Gazze’yi içine alacak şekilde bir Filistin devletinin kurulmasını savunuyor. Ünlü “iki devletli çözüm önerisi” terimi işte buradan geliyor.
Chomsky’e (ve öğrencisi Norman Finkelstein’a) göre “çatışmanın” bu “anlaşma” ile çözülmesi gayet basittir. Bu iki yazara göre, İsrail ve hamisi Washington hariç “bütün dünya” bu “çözümü” desteklemektedir.
“Bütün dünya” derken Chomsky ve Finkelstein aslında “bütün dünya devletleri” demek istiyor ki bu da tamamen doğru değildir. Avustralya ve Kanada gibi eski koloniler üzerine kurulan devletler ile İngiltere ve Avrupa’nın eski sömürgeci diğer devletleri BM toplantılarında genellikle İsrail’i destekler. AB’nin üstlendiği rol, bir yandan İsrail’in savaş suçlarını içi boş tehditlerle eleştirirken bir yandan da devam etmesi için yeşil ışık yakmaktan ibarettir. Eskiden kendileri de birer sömürgeci-yerleşmeci yapı olan devletlerin İsrail’in bugünkü sömürgeci-yerleşmeci politikalarına olan itirazlarının şiddeti ise biraz daha yüksek seslidir.
Kudüs ve Batı Şeria olarak bilinen bölgeyi ilk ziyaret ettiğim gün kafamda sorular oluşmaya başladı. Chomsky’nin çizdiği tablonun beni yanlış yönlendirdiğini hissettim. Bu tabloda, Filistin kontrolündeki bir Doğu Kudüs, İsrail kontrolündeki bir Batı Kudüs’ten kolayca ayrılıyordu. Ayrıca Filistinliler bir ulus olarak, tarihi topraklarının sadece %22’sini oluşturan Batı Şeria ve Gazze’yi alabilmiş olmaktan memnundu.
İkili devlet çözümünün işe yaramayacağını anlamanız için tek yapmanız gereken Ramallah’tan Kudüs’e gitmenizdir. Bu dediğimi yaptığınızda, iki milletin ayrılmasını öngören bu “çözümün” bir illüzyondan ibaret olduğunu anlayacaksınız.
Gerçekte, Doğu Kudüs’ün nerede bitip Batı Kudüs’ün nerede başladığını kimse bilmiyor. BM Ofisi Birleşmiş Milletler İnsani Yardım Koordinasyon Ofisi tarafından hazırlanmış detaylı haritaya bakıp neresinin neresi olduğunu anlamaya çalıştığımı çok iyi hatırlıyorum.
Bazı bölgelerde tıpkı “İsrailli” Kudüs’tekileri benzeyen büyük mahalleler var ama buralar “Doğu Kudüs” denilen ve Filistinlilere ait çalıntı toprakların üzerine kurulan hukuk dışı yerleşim yerleri. Tabi bu durumu, diğer hukuk dışı yerleşim yerlerinin çokluğu ve Filistinli mültecilerin topraklarına geri dönme hakkı gibi meselelerden önce fark ediyorsunuz zira bunlar gözünüzün hemen dibinde.
O ilk ziyarette, bütün bunların kalıcı olduğunu ve kimsenin bir yerden ayrılmaya niyeti olmadığını anladım. Kafamda, iki ayrı devlet kurulması olarak adlandırılan “pragmatik çözüm” önerisi, arkadaşım, yazar ve akademisyen Ben White tarafından haklı bir şekilde “tek devlet gerçekliği” olarak tanımlanan olgu karşısında ezilmeye başladı.
Gerçekte olan, halihazırda Ürdün Nehri ve Akdeniz arasındaki bölgede kurulu ortak bir devletin var olduğu ancak bu devletin ırkçı ve sömürgeci İsrail rejimi kontrolü altında olduğuydu. Burada sorulması gereken soru şuydu; bu devlet Filistinlileri en temel demokratik haklarından dahi mahrum eden, radikal ve ırkçı bir devlet olmaya devam edecek miydi? Yoksa Filistinliler, eşitlik, özgürlük ve mültecilerin geri dönmeleri konularında yıllardır sürdürdükleri mücadelelerinde başarılı mı olacaktı? Bugün de Filistin'in geleceği hakkında sorulması gereken asıl sorunun bu olması gerektiğini düşünüyorum.
2009 yılında bugün beraber çalıştığım Ali Abunimah tarafından yazılan “Tek Devlet” isimli kitabı okuduktan sonra, Filistin’de demokratik bir devlet kurulması fikrini savunmaya başladım. Bir zamanlar uzak bir ihtimal hatta radikal olarak nitelendirilen bu fikir bugünlerde hem Filistinliler, hem bütün dünya hem de İsrailli muhalifler arasındaki küçük bir azınlık arasında her geçen gün daha fazla destek görmeye başladı.
Chomsky’nin Filistin meselesinin çözümü için sunduğu reçetenin, yani Filistin topraklarında ayrı ayrı iki devlet kurulması (1947’de BM Ayrışma Planı çerçevesinde de aynısı önerilmiş ve sonuç büyük bir başarısızlık olmuştu) fikrinin en büyük sorunu başından beri gerçeklerden uzak olmasıydı. Bu fikir her şeyden önce bölgenin yerli halkı olan Filistinlilerin isteklerini tamamen yok saymaktadır. Filistin'in kendi arasında bölünmüş siyasi hareketlerinin dahi üzerinde mutabık olduğu tek bir konu varsa bu mültecilerin geri dönüş hakkı meselesidir.
Bu gerçeklik bana, Batı Şeria’da özellikle de mülteci kamplarını ziyaret ettiğim zamanlarda malum oldu. Sokaklardaki yazılar, etraftaki semboller, duvarlardaki grafitiler tek bir şeyi işaret ediyordu: Geri dönüş.
Naci el Ali tarafından hayata geçirilen ünlü çizgi film karakteri, Filistinli mülteci çocuk Hanzala, Filistin Kurtuluş Örgütü'nün sembolleri ve daha nice soyut göstergeler mültecilerin geri dönüşünü temsil ediyordu. Göze en çok çarpan ise, etnik temizlik süreçlerinde evlerini kitleyip giden Filistinlileri temsil eden anahtar çizimleriydi. Bu anahtar tasvirleri her zaman Filistinlilerin mücadelesini temsil eden bir sembol olmuştur.
Bugün üstünde yaşayan ırkçılar ve işgalciler tarafından İsrail diye adlandırılmasına rağmen dün Filistin ismi verilen topraklardan sürülen Filistinliler, analar, babalar, dedeler, nineler geri dönüş haklarını kendilerine iade etmeyen hiçbir “uzlaşmayı” kabul etmeyecektir. Birçok sorunlu bölge hakkında yapmış olduğu değerli çalışmaları olan Noam Chomsky Filistin konusunda kati bir şekilde yanılıyor. Kendisinin savunmuş olduğu “iki devletli çözüm” en başından beri sahtekarlıktan başka bir şey değildir.
Tercüme: Mepa News