Çöken bir sistemi İslamileştirmeye çalışmak

Dr. Cavid Ekber Ensari

Bugün, sistematik değişimin yaşandığı bir çağdan geçiyoruz. Her devrin sonunda gelecek genelde belirsiz ve bulanık görünür. Bu belirsizlikle birlikte olumlu olan bir şey söylenebilir: kapitalizm artık dünya üzerinde egemen olmayacak. Küresel finans krizinin ardından kapitalizm son evresine gelmiş görünüyor.

Kapitalizm özünde kendine has belirli özellikleri olan, sermaye birikimi üzerine odaklanmış toplumlardan ve devletlerden oluşur. Faaliyetlerini dünyayı daha iyi bir yer haline getirme adına haklı çıkarmaya çalışan ve dünya üzerinde insanın güvenilmez egemenliği peşinde koşan şey kapitalizmdir. Kapitalizm için zengin olmak ön şart değildir. Osman bin Affan (Allah ondan razı olsun) aşırı derecede zengin bir adamdı, ancak bir kapitalist değildi. Benzer şekilde Hint altkıtasında yaşamış olan (1919-1923 arası Hilafet Hareketi'nin lideri) Vali Bai Çotani de çok zengin bir adamdı ama o da kapitalist birisi değildi.

En basit şekliyle kapitalizm, mal varlığının adaletsiz kullanılmasıdır. Zenginliğin amacı mal varlığını sonsuza kadar artırma amacı alınca bu kapital olur. Bu anlamda kapital, aç gözlülüğün ve hırsın somut halidir. Bu yüzden bir kapitalist de bu iki günahın kölesidir. Bir kapitalist elindeki mal varlığını kullanmanın en doğru yolunun mal varlığını durmaksızın arttırmak olduğuna inanır. Bu yüzden kapitalizmin bu mantığını kabul eden her işçi, çiftçi ve muhtaç kimse de kapitalist olmuş olur, yoksul olsa dahi.

Kapitalist bir sistem

Kapitalist düşünce yapısı, en çok faydacılık ilkelerini kabul eden toplumlarla uyum gösterir. Sonu gelmez hayallere ulaşmak için sermaye birikimi gerekmeye başladığından beri bireysel ve toplumsal olarak sermaye biriktiren bir kitle meydana geldi. Kapitalist topluluklar sosyal hayatın her yönüne hükmeden piyasa tarafından sahiplenildi. Bir aile çocuklarının eğitimini sağlıyor ki sermaye birikimini maksimize edebilsinler. Evlilik önerileri müstakbel damat ve gelinin finansal durumlarına göre yapılıyor. Bütün eylemlerin değeri para ve sermaye tarafından belirleniyor. 

Resmi olarak "medeni toplum" olarak adlandırılan kapitalist toplum düzeni dini toplumun tamamen reddini sunar ve temsil eder. Medeni toplumlarda eylemlerin değeri dini kural veya metinlere göre değil sermaye gücüne göre belirlenir. Kapitalist toplumda baskın olan önem veya değer piyasa tarafından belirlenen "fiyat" üzerine şekillenir. 

Medeni toplumlar özgürlük (Allah'a karşı özgürlük) vaat eden kapitalist devletlerle büyür (liberal demokrasi gibi). Özgürlük (İnsanın kendi kendini bağımsızca yönetmesi ve istediğini yapması), eşitlik, tolerans (Herkes başka bir insanın kendi özgürlüğü kapsamında her istediğini yapmasına saygı göstermek zorunda) gibi liberal fikirler modernist epistemolojiye (bilgi kuramı) dayanırlar ve Müslüman olarak bizim inandığımız temel 2 şeyi reddederler:

1. İlk olarak insan Allah'ın bir kuludur. Modernizm ise insanın Allah'tan bağımsız kendi kendini yönetmesini savunur.

2. Yaşamın amacı Allah'a koşulsuz iman ve tamamıyla teslimiyettir.

Modernizmde ise insanın evrene egemen olması ve hakimiyet kurması fikri vardır. Biz La ilahe illallah (Allah'tan başka ilah yoktur) cümlesine inanırken modernist epistemoloji (bilgi kuramı) insanı ilahlaştırır. Modernist fikirleri gerçekleştirmek isteyen kapitalist sistemin söyleminin La ilahe illa insan (İnsandan başka ilah yoktur) olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Bu sebeplerden dolayı kapitalizm Allah'a, Peygambere ve tüm İbrahimi dinlere isyandır. Kapitalist sistem 15 ve 16. yüzyıllarda yükselemeye başlamasına rağmen Batı emperyalizminin ve devlet terörünün (özellikle Amerika'da yerlilerin sistematik olarak katledilerek bölgeden silinmesi) gölgesi altında küresel üstünlüğe ulaştı. 19. yüzyılın bitişiyle bu sistem küresel olarak hakimiyet kurdu. 20. yüzyılda kapitalizm reddedilmeye başlandı. Aynı devirde kapitalizm birden çok sorunla karşılaştı.

Kapitalizmin karşılaştığı en büyük kriz rasyonellikti. Rasyonalizm ve modernizm felsefeleri kapitalizmin safsata olduğunun mantıklı olarak kanıtlandığı devirde üstünlük kazandı. Modernizmin efsanelerini ortaya çıkartan entellektüel akım post-modernizm olarak bilinir. Post-modernizmin en önemli savunucuları arasında Michel Foucault ,Derrida, Lyotard  ve Rorty gibi isimler vardır. Post-modernist entellektüeller modernizmin özgürlük ve gelişim gibi en temel ilkelerinin sadece anlamsız olduğunu değil ulaşılamaz olduğunu da mantıksal olarak ispatladılar. Gerçek şu ki kapitalist sistemde benlik parçalanmış hale gelir. Anlamı araştırma bir dil oyunu olur. Hiçbir kişisel veya toplumsal faaliyet kader temelinde anlamlı olarak açıklanamaz. Bu yüzden kapitalist benlik parçalanmaya mahkumdur. 

Kapitalizmin yaşadığı diğer büyük kriz de kapitalist sistemi ayakta tutan kurumların düşüş yaşamasıydı. Kapitalist piyasaya tekeller hükmetmeye başladı. Sonuç olarak rekabet de ortadan kalktı. Piyasa artık etkili ve eşit sonuçlara ulaşmak için kullanılan bir araç olmaktan çıkmış ve fiyat belirlemek içi nesnel bir standart kalmamıştı. Böylece dengesizlik ekonominin ve piyasanın kalıcı bir özelliği oldu. 2007'de başlayan kriz için görünürde hala bir son yok.

Kapitalizmin kurumlarla ilgili yaşadığı problemin temel sebeplerinden birisi sendika kimliği temelinde örgütlenmiş hareketlerin kapitalizm tarafından yavaş yavaş asimile edilmesiydi. Hepimizin bildiği üzere kapitalizmin yükselme döneminde görülebilen en aklı başında hareket "sendika" idi. Sendika temelli işçi örgütlenmeleri kapitalist sistem yapısıyla iç içe çalışıyorlar, kapitalizmin adalet temalı süslemeleri için mücadele ediyorlar. Bu yüzden sistem içinde hataları düzelten ve sisteme hizmet eden bir hal aldılar. Kapitalist sistemin hayatta kalmaya devam etmesi için önemli olan bu sosyal demokrat hareketler Keynes'in çalışmalarına bakılarak anlaşılabilir. 

Bugün kapitalizm bu işçi hareketlerini öyle bir asimile etti ki, adalet için girdikleri mücadelenin bir sonuç getirmesi imkansız hale geldi. Bu da Amerika ve Avrupa nüfusunun çoğunluğunun (öğrenciler, işsizler, emekliler vs.) siyasetten ve üretimden koptuğu bir zamana denk geldi. Batı'daki işçi hakları hareketlerinin yerini çevrecilik, feminizm, gaylik (en büyük destekçilerinden birisi Barack Obama'nın bizzat kendisiydi) hareketleri aldı. Bu hareketler kapitalizmin yeniden düzenlenmesinde en ufak bir esaslı rol alamazlar. 

Kapitalizmin düşüş yaşamasının 3. sebebi de ise demokrasinin bozulması. Medyadaki kapitalist etkiye bağlı olarak kamuoyu oluşturmada halkın etkin bir rolü kalmadı. Aksine kamuoyu medya tarafından oluşturuluyor. Demokratik süreç yalnızca bir eğlence kaynağına indirgendi. Demokrasideki temsiliyet hakkı bugün yalnızca sermayeye ait. Avrupa'da seçmenlerin seçimlere katılım oranı sürekli düşüş gösterdi. Amerika'da 1946'dan beri hiçbir başkan, halkın tümünün oylarının çoğunluğuyla seçilmedi. Medya seçime haftalar kala kazananı duyurduğunda kim neden oy kullansın ki? Avrupa'da hiçbir siyasi filozofun demokrasiyi hevesle savunmamasının sebebi bu.

Modernist/kapitalist epistemolojinin en önde gelen savunucularından Habermas, iletişimsel eylemin bozulduğundan ve diyaloğa dayalı demokrasinin bugün var olmadığından yakınır. Benzer şekilde Alian Badiou, demokrasinin eskiden halkın atını kapitalizmin ahırına bağlayan zincir olduğunu söylüyor. 

Dördüncü olarak, kapitalizmin başını çeken ülkeler askeri olarak yenilgi üstüne yenilgi alıyorlar. Amerika Irak'tan utanç verici bir şekilde kaçmaya zorlandı. Bolivya, Ekvador, Venezuela ve Küba Latin Amerika'daki ABD emperyalizmini yenilgiye uğratırken ABD aşağılayıcı şekilde Afganistan'dan çekilme fikrini tartışıyor.

Alternatif bir sistem

Kapitalizmin çöküşe geçtiğinden şüphe etmek için çok az sebep varken, ortada net bir alternatif de yok. Yaşadığımız dönem, Roma'nın 3. ve 4. yüzyıllarda (M.S.) sosyal ve siyasal olarak çözünmeye başladığı bir döneme benziyor. Roma son döneminde kriz ardına kriz yaşamıştı. Ancak hala alternatif bir sistem ortaya çıkmadı.

Yeni siyasi sosyoloji içinde olduğumuz dönemin bir geçiş dönemi olduğunu gösteriyor. Baudrillard da kapitalist azınlığın halk ve devlet üzerindeki hakimiyetini kaybetmeye başladığını söylüyor. Bunun yerine kapitalist olmayan bireysel fikirler, toplumlar ve devletler kök salıyor. Kapitalist rasyonelliğin alanı daralıyor. Kapitalist devlet ve toplumun küllerinden kapitalist olmayan devlet ve toplumların doğduğunu görebiliriz. Bu bağlamda Deluze, kapitalist sistemin aslında içeriye doğru patladığını iddia ediyor. Gerçekten bir patlama mı olduğu yoksa mevcut durumun basitçe karmaşıklaşması mı olduğunu bekleyip görmek kalıyor. 

İslami Modernizm ve Revizyonizm

Kapitalizm emperyalist güçler tarafından güç kullanılarak Müslüman dünyasına zorla yayıldı. Genel olarak ilk tepkimiz askeri direniş oldu. Hint altkıtasında askeri direnişin azalışından sonra 1920 yılında Hint Uleması Cemiyeti kuruldu. O zamandan beri Hint altkıtasının alimleri kapitalizme karşı uzlaştırıcı bir tutum benimsemiş. Bu tutum 2 yaklaşıma dayanıyor: siyasi alandan ayrılmak ve sistem içine aktif katılım sağlayarak kapitalist yapı içinde İslam için siyasi bir alan açmaya çalışmak.

Alimler genel olarak eski metotlara bağlı kalarak İslamiyetin ve İslami kuralların topluma tanıtılması için çaba göstermişler. İslam'ın zengin entellektüel geleneğini korumaya çalışmışlar. Bu bağlamda yaptıkları en önemli şey ise Hint altkıtasının her yerine Medrese ağları kurmak olmuş. Bu yüzden alimlerin oluşturduğu Deobandi ekolü dikkate değer bir icraattır. 

Diğer yaklaşım ise Hilafet Hareketi'nin çabaları ve Hint Uleması Cemiyeti'nin yapısal mücadelesiyle temsil edildi. Bu stratejinin amacı İslami değerlerin, toplumun ve benliğin kapitalist yapının parametreleri arasında kaybolmaması ve korunması için bir alan oluşturmayı hedefliyordu. Bu girişim belki İslami revizyonizm olarak adlandırılabilir. İslami revizyonizm kapitalizmi bir bütün veya sistem olarak görmez. Aksine güvenilir kaynaklara göre kapitalist faaliyetleri ayırarak değerlendirir ve bu faaliyetleri Şeriata uyacak şekilde değiştirmeye çalışır. 

İslami revizyonizm ve İslami modernizm arasında temel bir fark olduğu açık şekilde görülüyor olmalı. Bir İslami modernist Şeriat öğretisini kapitalist rasyonalizme göre değerlendirir ve bu öğretileri modern-kapitalist yapıya oturtacak şekilde ayarlamaya çalışır. Bu İslami revizyonizmin tam karşısında durur. Ancak her iki anlayış arasında bir benzerlik var: kapitalizmle çatışmanın bir gereklilik olarak görülmemesi. İki düşünceye göre de kapitalizmle mutabakata varmak yalnızca olası değil, belki de kaçınılmaz. 

Çatışmadan kaçınmanın ilk örneği siyasi alanda kendini gösterdi. İslami revizyonist partiler demokrasiyi İslamlaştırmaya ve meşru hale getirmeye uğraştılar. 1970'ten sonra kapitalist ekonominin İslamlaştırılma çabaları Suudi hükümetin himayesiyle beraber başladı. Suudi hükümetinin bu kampanyaya destek olması sonucunda tüm dünyada İslami bankalar ve İslami kapitalist kurumlar kurulmaya başladı.

Pratikte İslami modernizm ve İslami revizyonizm İslami bir toplumun oluşması veya İslami sistemin kurulması sonucunu vermedi. Bu hareketlerin verdiği meyve daha çok İslami benliğin ve toplumun kapitalist sistemle birleşerek kaybolması ve asimile olması şeklinde idi. İslami demokrasiyi destekleyerek ve İslami bankalar kurarak altın çağımıza (Peygamberimizin dönemi, salat ve selam ona, aline ve ashabına olsun) dönmemiz mümkün değildir. Asil Peygamber'in (s.a.v.) yaşadığı yıllardan Osmanlı Halifesi 2. Abdulhamid'e kadar ne bir İslami banka ne de bir İslami meclis Müslüman toplumlarında mevcut olmamıştı. Gerçek şu ki İslami revizyonizm ümmetin kurtuluşu için cihat etmekten kaçınıyor ve 19. yüzyıldaki gibi zaferin kapitalist emperyalizmin elinde olacağını düşünüyor. Bunu takip eden diğer mantıksal kanı ise kapitalizmle savaşarak enerjimizi boşa harcamanın bir anlamı olmadığı; kapitalist sistem içine katılım sağlamanın daha parlak sonuçlar sunduğu. Hiç fark edilmeyen gerçek ise şu ki her halükarda ümmetin kapitalizme karşı böyle bir duruşu benimsemesiyle hasarın çoktan verildiği. 

Bizim felaketlerimizden bir tanesi de şudur ki Müslümanlar içindeki liderlerimiz kapitalizmi sistematik olarak reddetmenin öneminin farkında değil. Hala 19. yüzyılda yaşıyor ve kapitalizmin en güçlü dönemlerinde olduğunu, imkansız olmasa da yıkılması zor olan direniş gücüne sahip olduğunu sanıyorlar (Öyle bile olsa mücahitler hiçbir zaman cihadı terk etmedi). Tarihte silahlı devrim dışında devrilen hiçbir siyasi sistem yoktur. Hiçbir sistem basitçe davet yaparak, akademik araştırmalar ve dini alanda yapılan bir kaç atılımla yıkılmaz. Cermenlerin Roma'yı yenilgiye uğratmasının ardından yeni bir sistem kurulmadı mı? Hristiyan yaşam tarzı hiçbir zaman Avrupa'da hakimiyet kuramayacaktı. Oswald Spengler bu konuyu yazılarında detaylıca açıklıyor. Roma'nın Avrupa'nın çoğunluğuna Hristiyanlığı benimsetmesi 150 yıl sürdü.

Bu yüzden şunu anlamalıyız ki eğer kapitalizmi dünyanın çeşitli yerlerinde askeri olarak yenilgiye uğratıp Müslüman topraklarından çıkartmazsak, "İslamileştirme'nin" ötesine geçemeyiz. İslamileştirme gibi yarım yamalak yöntemleri kullanmaya devam edersek tüm akademik çalışmalarımız, davetimiz ve manevi çalışmalarımız kapitalist sistem içerisinde kaybolacak ve İslam'ın üstünlüğü için yürütülen mücadeleler mantıksız, sonuca götürmeyen bir hale gelecektir. Hiçbir siyasi sistem basitçe manevi gelişmeler ve akademik ilerlemelerle hakimiyetini kuramaz. Yeni bir sistemin kurulması için silahlı mücadele gerekir. İnsanlar ancak Mekke'nin fethinden sonra cihat sayesinde İslam'a akın akın girmişti. Ayrıca bu Peygamberin (s.a.v.) ve sahabesinin (Allah onlardan razı olsun) sünnetidir. Peygamberden 2. Abdulhamid'e kadar bütün İslam devletleri cihat ile meşgul olmuştu. Bu zaferler fıkıh, usül, kelam, nefis tezkiyesi gibi alanlarda gelişme fırsatı sağladı. Peygamber (s.a.v.) hicretten 1 yıl sonra, İslami ilimlerin yazılı hale gelmesinden çok daha önce cihada başlamıştı. 

Hz. Ebu Bekir (Allah ondan razı olsun) de Halife olduktan sonra cihadın önceliğini kabul etti. Peygamber (s.a.v.) ordularını cihada gönderirken bir tereddüt dahi yaşamadı. Ayrıca yeni kurulmuş olan İslam Devletini mürtedlerin isyanlarını bastırarak savunmada da başarılı olmuştu. Böylece cihat onun mübarek yönetiminde devam etti.

Sonuç olarak kapitalist sistem son evresini yaşıyor. Önemli bir dağılma sürecine girdi bile. Durum böyleyken bir an durup şu soruyu sormalı: İslam ümmeti gerçekten kapitalist kuralları ve kuruluşları İslamileştirmeye ihtiyaç duyuyor mu?

Ümmetin İslami güçleri için vakit geldi. Özellikle Pakistan'da mücahidlerin başarısı üzerine İslamın korunması ve yüceltilmesi için pratik bir stratejiyi takip etmek gerekli. Toplumun ıslah edilmesi için güçlerini koordine etmeleri ve akademik çalışmalarını cihatla birleştirerek ümmet için inşallah daha iyi bir yarın oluşturmaları gerekiyor.

Makale Mepa News okurları için tercüme edilmiştir. Bu makalede yer alan görüşler yazara aittir ve Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Yorum Yap
UYARI: Yorumların her türlü cezai ve hukuki sorumluluğu yazan kişiye aittir. Mepa News, yapılan yorumlardan sorumlu değildir. Her bir yorum 600 karakterle (boşluklu) sınırlıdır.
Yorumlar (2)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.