Berka’nın Defne bölgesindeki Butnân’da doğdu (1858). Libya’daki en büyük Arap kabileleri arasında sayılan Menife’ye mensup Gays ailesindendir. İlk eğitimini babasından aldı. Ardından tahsil için kardeşi Muhammed ile birlikte Senûsîler’in Zenzûr Zâviyesi şeyhi Seyyid Hüseyin el-Garyânî eş-Şemsî’nin yanına gönderildi; babasının ölümü üzerine de onun himayesine girdi. Zenzûr’da zâviyedeki eğitiminden sonra, Senûsiyye’nin kurucusu Muhammed b. Ali es-Senûsî’nin 1859’da vefatından kısa bir süre önce yerleşip merkez zâviyesini faaliyete geçirdiği Cağbûb kasabasına gitti. Burada hareketin ikinci önderi Mehdî Muhammed b. Muhammed es-Senûsî’nin yanında öğrenimini tamamladı. Sekiz yıl kaldığı bu zâviyede İslâmî eğitimi Şeyh ez-Zirvâlî el-Mağribî el-Cevvânî’den, dinî ilimleri ise Fâlih b. Muhammed ez-Zâhirî’den aldı.
Eğitim yıllarında Mehdî es-Senûsî’nin dikkatini çekti. Mehdî es-Senûsî, 1895’te Cağbûb’dan ayrılarak Kufra’da yeni kurulan Tâc köyüne gidip burasını merkez zâviye yapmak istediğinde Ömer el-Muhtâr’ı da beraberinde götürdü. Burada öğrenimini tamamlayanlar Trablusgarp vilâyetinde açılan zâviyelerden birine şeyh olarak gönderildiğinden Ömer el-Muhtâr da 1897’de, Cebelülahdar’daki kabilelerden Osmanlı Devleti’ne genelde tam itaat göstermeyen Merc kasabası yakınındaki Ubeyd kabilesine ait Kasûr Zâviyesi’ne şeyh tayin edildi. Bu kabileyi kısa zamanda Osmanlı idaresine yaklaştırdı ve buradaki diğer Arap kabileleri arasında devam eden kavgaları da sona erdirdi. Özellikle Ubeyd kabilesini cihad hareketinin öncü kuvveti olacak şekilde eğitti. Bu zâviyede iken çocuklara İslâmî eğitim vermesi, yolculara ve çevredeki fakirlere ikramda bulunması, müntesiplerinin günlük işlerine yardımcı olması gibi faaliyetleriyle şöhreti arttı.
Mehdî es-Senûsî, 1899’da Kufra’daki zâviyesini Çad sınırları içinde Borku bölgesindeki Garû’ya taşıyınca onunla birlikte gidenler arasında Ömer el-Muhtâr da vardı. Çad’ın güneyindeki Vedây Sultanlığı topraklarının Fransızlar tarafından işgalini önlemek için bölgede yapılan seferlere katıldı. Bir müddet sonra Ayn Galaka’da açılan zâviyeye şeyh tayin edildi. Ancak Mehdî es-Senûsî’nin 1902’de Garû’da ölmesi üzerine buradaki faaliyetler yavaşladı. Ömer el-Muhtâr, Ayn Galaka’da bulunduğu süre içinde eğitim ve tebliğle meşgul olduktan sonra 1903 yılında Kasûr Zâviyesi’ne döndü. Mehdî es-Senûsî’nin ölümünün ardından oğlu İdrîs’in henüz on üç yaşında olması sebebiyle geçici olarak hareketin başına getirilen yeğeni Ahmed Şerîf es-Senûsî’nin, 27 Eylül 1911’de İtalya’nın Osmanlı Devleti idaresindeki Trablusgarp vilâyetine çıkarma yapması üzerine nasıl bir tavır takınılacağını kararlaştırmak için Kufra’da yaptığı toplantıya katıldı. Ardından Cebelülahdar’a döndü ve Ubeyd kabilesini cihada hazırlayıp onlardan 1000 kişilik bir mücahid birliği kurdu. Böylece İtalyanlar’a karşı ilk saldırıda bulunan birlikler arasında yer aldı. Yerli ahali, yaklaşık yirmi yıl süren savaş süresinde dağlara çekilip İtalyanlar’a baskınlar düzenleyerek çarpışmalara katıldı.
Ömer el-Muhtâr, 1912’de Osmanlılar’ın Uşi (Ouchy/Lozan) Antlaşması sonucunda kuvvetlerini buradan çekmesinin ardından geride kalan askerleri Mısır’a götürmek isteyen Aziz el-Mısrî ile ona engel olmak isteyen Ahmed Şerîf es-Senûsî’nin adamları arasında çıkan çatışma sonrasında Ahmed Şerîf es-Senûsî tarafından ara buluculukla görevlendirildiği gibi Berka bölgesinin kumandasını da üstlendi. I. Dünya Savaşı’nın başlaması üzerine Osmanlı Harbiye Nezâreti, Teşkîlât-ı Mahsûsa vasıtasıyla buraya bazı subaylarını gönderdiğinde, İcdâbiye’de Şeyh İbrâhim el-Mısrâtî ile birlikte Osmanlılar’ın Afrika grup komutanı sıfatıyla faaliyette bulunan Enver Paşa’nın kardeşi Nûri Paşa ile görüşmek için Butnân’a gitti. Bu arada Ahmed Şerîf es-Senûsî’nin İstanbul’a götürülmesinin (1917) ardından Osmanlı Devleti İdrîs es-Senûsî’yi onun halefi olarak kabul etmişti. İdrîs es-Senûsî’nin (I. İdrîs) genel vekili sıfatıyla direniş hareketinin kumandanlığına getirilen Ömer el-Muhtâr, Cebelülahdar’a geldiği yıllardan itibaren başta Enver Paşa olmak üzere Türk subaylarından aldığı bilgiler ışığında emrine verilen gönüllüleri sayıları 100 ile 300 arasında değişen birliklere ayırdı. Kabileleri de üç ayrı bölgede teşkilâtlandırarak her biri için kaymakam ve kadı görevlendirdi, bunların tamamını kendine bağladı. Yine Enver Paşa’nın Trablusgarp savaşı yıllarında askerî eğitim almaları için İstanbul’a gönderdiği, burada yetiştikten sonra geri dönerek direnişe katılan yerli subaylar da onun yanında yer aldı.
İdrîs es-Senûsî bazı ileri gelen şeyhler ve kabile reisleriyle birlikte tedavi gerekçesiyle 1922’de Mısır’a gitmiş ve yerine kardeşi Muhammed Rızâ es-Senûsî’yi vekil bırakmıştı. 27 Şubat 1923’te Ömer el-Muhtâr son gelişmeleri görüşmek üzere bir heyetle birlikte Mısır’a gitti. Arap ve İslâm dünyasına yardım çağrısında bulundu. İdrîs es-Senûsî, Mısır’da güven içinde hayatını sürdürmesi karşılığında bu ülkenin İtalya ile anlaştığını ileri sürerek kendisinden talep edilen yardım konusunda herhangi bir şey yapamayacağını söyledi. Bu arada Ömer el-Muhtâr’ın Mısır’a geçtiğini öğrenen İtalyanlar buraya bir heyet gönderip cihaddan vazgeçmesini ve Mısır’da yaşamasını, Berka’ya döndüğü takdirde kendisine bir köşk tahsis edilerek maaş bağlanacağını bildirdiler. Bu teklifleri reddeden Ömer el-Muhtâr dönüşü esnasında Ebyârülgubâ’da İtalyanlar’ın saldırısına uğradıysa da kurtulmayı başardı (23 Nisan 1923). Haziran ayında İtalyanlar’la Senûsîler arasında Ömer el-Muhtâr’ın da katıldığı büyük bir çarpışma meydana geldi.
İdrîs es-Senûsî’nin kendisine hiçbir ümit vermemesi üzerine Ömer el-Muhtâr, heyette yer alan Yûsuf Ebû Rahîl el-Mismârî ve Ali Hâmid el-Ubeydî ile birlikte Ahmed Şerîf es-Senûsî’ye 20 Şubat 1924 tarihinde bir mektup gönderdi. İtalyanlar’ın daha önce İdrîs es-Senûsî ile imzaladıkları anlaşmaları iptal ettiklerini, Trablusgarp halkının başsız bırakıldığını, askerî bir düzeni olmayan birliklerle Cebelülahdar’da cihada devam edeceklerini bildirdi; kendilerine para, silâh ve erzak göndermesini talep etti. Bu arada bütün bölgeleri gezerek Berka, Trablus ve Fizan’daki direnişleri tek bir idare altında toplamaya çalıştı.
Libya’da henüz işgal edilmeyen şehirlerin bir an önce ele geçirilmesi için sabırsızlanan Mussolini 1925’te Emilio de Bono’yu Trablusgarp sömürge valiliğine tayin etti. Ömer el-Muhtâr’a destek sağlayan Cağbûb, Ûclâ, Câlû, Fizan ve Kufra gibi yerlerin Cebelülahdar ile irtibatlarının kesilmesine karar verildi. Ahmed Şerîf es-Senûsî’nin kardeşi Seyyid Safiyyüddin’in idareci olarak bulunduğu Cağbûb’u İdrîs es-Senûsî’den aldığı emir üzerine direnmeksizin 9 Şubat 1929’da İtalyanlar’a teslim etmesi Ömer el-Muhtâr’ı büyük bir destekten mahrum bıraktı. Ömer el-Muhtâr kumandasındaki kuvvetler İtalyanlar’a karşı vurkaç taktiği uygulamaya başladılar. İtalyan işgal ordusu ile direnişçiler arasında çarpışmalar hızlandı. Bunlardan ilki Rahîbe’de meydana geldi ve burada çok sayıda İtalyan askeri esir alındı. İkincisi Akīretü’l-Matmûra’da oldu. Ömer el-Muhtâr önemli adamlarından bir kısmını bu çarpışmada kaybederken İtalyanlar’a da büyük kayıplar verdirdi. 22 Nisan 1927’de Derne’de Ömer el-Muhtâr’ın İtalyan ordusunun yedinci taburuna büyük zayiat verdirmesinin ardından İtalyan işgalindeki bölgelerde mevcut Senûsî zâviyeleri ve camiler kapatılıp şeyhler tutuklandı. Bingazi işgal edildiği halde buranın çevresindeki Berka bölgesi direnişin merkezine dönüştüğü için İtalya 1928’de burayı topyekün işgale karar verdi.
Berka bölgesine 1923-1929 yılları arasında Bongiovanni, Mombelli, Teruzi ve Sicilliani vali tayin edilmiş, ancak bunlar Ömer el-Muhtâr karşısında başarısız kalmıştı. 1929’da Trablusgarp ile Bingazi birleştirildi ve sömürge genel valiliğine Pietro Badoglio getirildi. Yeni vali yerli ahalinin direnişini her çareye başvurarak kırmaya kararlıydı. Muhammed Rızâ es-Senûsî ve Şârif el-Garyânî, İtalyanlar adına 6 Nisan 1929’da Ömer el-Muhtâr ile görüştüler ve direnişten vazgeçtiği takdirde Hicaz’a veya Mısır’a gidebileceğini, ayrıca kendisine para verileceğini söylediler. Bu teklifler reddedildiği gibi valinin bu yolda şahsî girişimleri bir sonuç vermedi.
10 Ocak 1930’da sömürge genel vali yardımcılığı ve Sirenayka valiliğine o güne kadar tayin edilenlerin en acımasızı olarak bilinen Rodolfo Graziani getirildi. Ömer el-Muhtâr kumandasındaki mücahidlerin Libya’dan ve dış dünyadan yardım almalarını önlemek için buranın Fizan, Kufra ve Mısır ile bağlarının koparılması kararlaştırıldı. Bu amaçla 15 Ocak 1930 tarihinde Cebelülahdar’daki direniş siperleri uçaklarla bombalanırken 24 Ocak günü Fizan’ın merkez şehri Merzûk, 25 Şubat’ta ise buranın batısındaki Gāt kasabası işgal edildi. 1928 yılı başında İtalya’ya sürgüne gönderilen Muhammed Rızâ serbest bırakılıp Bingazi’ye dönünce Ömer el-Muhtâr’a bir mektup yazarak İtalyanlar’a teslim olmasını istedi. Yine red cevabı alan İtalyanlar bu defa Rızâ tarafından Cebelülahdar ahalisine hitaben yazılan bir mektubu uçaklarla yerleşim yerlerine attılar. Bundan da bir sonuç alamayınca bölgenin kırsal kesimlerinde yaşayan bütün halkı kamplarda toplamaya başladılar. 23 Eylül 1930 tarihinde İtalyanlar’la yapılan Kerisse çarpışmasında Ömer el-Muhtâr’ın yakın adamlarından Fudayl b. Ömer ile birlikte kırk adamı şehid oldu. Trablusgarp direnişinin önemli bölgelerinden olan Kufra’nın merkezi Tâc köyü İtalyanlar’ın eline geçti (18 Ocak 1931).
Direnişe en büyük destek Mısır’dan geldiği için Graziani, Akdeniz sahilindeki Sellûm yakınında deniz kıyısından güneydeki Cağbûb’a kadar uzanan yaklaşık 270 kilometrelik bir mesafeyi 2 m. yüksekliğinde ve 3 m. genişliğinde dikenli tellerle kapattırdı. Böylece mücahidlerin yardım temin ettikleri tek yön de kesilmiş oldu. Bölgedeki yerli ahali önce Aynülgazâle kampına kapatıldı, dört ay sonra da 1934 yılına kadar kalacakları Akīle, Makrûn, Sulûk ve Berîka kamplarına doldurularak mücahidlerin yerlilerle irtibatı kesildi. Verimli arazilerin tamamı İtalya’dan buraya göç ettirilen ailelere verildi. Kamplarda bulunanların yarısı açlık ve hastalık yüzünden ölürken bazıları da mücahidlere bağlılıklarını devam ettirdikleri bahanesiyle idam edildi. Sadece Berîka kampında 1930-1932 yılları arasında 30.000 kişi öldü.
Ömer el-Muhtâr, yaşının ilerlediği gerekçesiyle Mısır’a gidip yerleşmesi yolundaki tavsiyelere karşılık mücadeleyi sürdürmeye kararlı olduğunu bildiriyordu. Bu azminden ötürü kendisine “çöl aslanı” unvanı verilmişti. Ancak 11 Eylül 1931 tarihinde adamlarıyla birlikte sahâbeden Seyyid Râfi‘in kabrini ziyarete gittiklerinde İtalyan çemberi içinde kaldılar. Ömer el-Muhtâr burada İtalyanlar’a esir düştü, yapılan mahkemede “İtalyan tebaası bir isyankâr” olarak yargılandı ve idama mahkûm edildi (15 Eylül 1931). Ertesi gün de Sulûk kampında tutulan 20.000 civarındaki halkın önünde asılarak idam edildi. Afrika’daki Avrupa sömürgeciliğinin karşısında en önemli direniş hareketlerinden birini ortaya koyan Ömer el-Muhtâr, Berka halkının Senûsiyye içinde kendi rızalarını kazananlara verdiği “seyyid” unvanı ile ve “şeyhü’ş-şühedâ” olarak anıldı. Hayatı ve faaliyetleri pek çok araştırmaya konu oldu.
Kaynak: TDV İslam Ansiklopedisi
Bibliyografya
M. Fuâd Şükrî, es-Senûsiyye: Dîn ve devle, Kahire 1948, s. 271-320; E. E. Evans-Pritchard, The Sanusi of Cyrenaica, Oxford 1949, s. 157-190; Celâl Tevfik Karasapan, Libya, Trablusgarp, Bingazi ve Fizan, Ankara 1960, s. 220-237; Majid Khadduri, Modern Libya: A Study in Political Development, Baltimore 1963, s. 23-25; M. Asad, Le chemin de la Mecque (trc. R. du Pasquier), Paris 1976, s. 289-314; ʿÖmer el-Muḫtâr: Neşʾetühû ve cihâdühû min 1862 ilâ 1931, Trablus 1981; Mahmûd Şelebî, Ḥayâtü ʿÖmer el-Muḫtâr, Beyrut 1982; Abdallah Laroui, “Initiatives et résistances africaines en Afrique du nord et au Sahara”, Histoire générale de l’Afrique, Paris 1987, VII, 111-135; Tâhir Ahmed ez-Zâvî, ʿÖmer el-Muḫtâr el-ḫalḳatü’l-aḫîre mine’l-cihâdi’l-vaṭanî fî Lîbyâ, Trablus 2004; İhsan Aksoley, “Afrika Hatıraları”, Hayat Tarih Mecmuası, sy. 66, İstanbul 1970, s. 67-74; sy. 68 (1970), s. 67-72; Tevfîk Sultân el-Yûzbekî, “ʿÖmer el-Muḫtâr: el-Ḥareketü’s-Senûsiyye”, Âdâbü’r-Râfideyn, XII, Musul 1980, s. 11-31; Hakim Mohammed Said, “‘Umar al-Mukhtar: Pathology of Leadership”, HI, III/3 (1980), s. 61-69; Ayad al-Qazzaz, “The Treatment of Umar al-Mukhtar in English Book”, el-Müʾerriḫu’l-ʿArabî, sy. 17, Bağdad 1981, s. 17-28.