Dernekçileştiremediklerimizden misiniz?

Mahmut Cemil İnce

Güzel bir hikaye anlatılır.

Bir gün adamın biri, akıl hastalarının halini müşahede etmek üzere bir akıl hastanesine gider. Başhekime sorar, "Kimin deli, kimin akıllı olduğunu nasıl belirliyorsunuz?"

Başhekimin cevabı oldukça basittir: Akıl hastalarını su dolu bir küvetin yanına götürüyoruz. Küveti kaşıkla mı, bardakla mı yoksa kovayla mı boşaltacaklarını soruyoruz. Bu sınavı geçenlerin akıl sağlığının yerinde olduğuna, geçemeyenlerin ise deli olduğuna karar veriyoruz.

Adam, başhekime kendisinden emin bir şekilde şöyle söyler: Anladım. Akıl sağlığı yerinde olan kişi küveti kovayla boşaltır ve sınavı geçer.

Başhekim ise bu cevaba şaşırır: Hayır. Akıl sağlığı yerinde olan kişi küveti tıpasını çekerek boşaltır.

Kıssadan hisse: Aklı başında olmak demek kendisine sunulan seçenekler arasından bir seçim yapmak demek değildir. Bilakis gerçek akıl, insanın karşısındaki soruna karşı gerçekten işe yarar bir çözüm bulmasıdır. Çünkü sunulan her seçenek akla uygun olmayabilir.

***

Türk Dil Kurumu sözlüğünde "dernek" kelimesinin anlamı şu şekilde:

"Belirli ve ortak bir amacı gerçekleştirmek için kurulan yasal topluluk, cemiyet."

Dernek kelimesinin etimolojik yapısı ise eski Türkçe "ternek" yani "toplantı" kelimesine kadar dayanıyor. Bu kelime "terin-" fiil kökükden türetilmiş. Yani bir araya gelmek, toplanmak manasında bir kelime kökeni.

Kısacası dernekler, belirli bir amacın gerçekleşmesi için bir araya gelen insan topluluklarının oluşturduğu kurum ve kuruluşlardır. Bu işin Müslümancasına bakıldığında, "dernek" denilen yapının İslami bir amacı yahut amaçları gerçekleştirmek için Müslümanların bir araya gelerek kurduğu bir oluşum olduğu görülecektir.

Burada üç unsurun olduğu dikkat çekiyor:

- Bir araya gelerek toplanma

- Belirli bir amaca yönelme

- Bu amaç için belirli bir yöntem kullanma

Bu doğrultuda maksadın anlaşılması için sorulması gereken üç soru var:

- Müslümanlar nasıl bir araya gelir ve toplanır?

- Müslümanların bir araya gelmekle amacı nedir?

- Müslümanların bu amaca giden yöntemi nedir yahut ne olmalıdır?

Her bir sorunun cevabını uzun uzadıya vermek mümkündür. Fakat bu yazıda cevabını aradığım şey, Müslümanların amaç ve yöntemi üzerine. Zira bugünlerde amaç ve yöntem hususunda sanırım tüm Müslümanları şaşırtan ve zaman zaman rahatsız eden gelişmelere müşahede ediyoruz.

Şüphesiz Müslümanların amacı Allah'a hakkıyla kulluk etmektir. Allah'ın hükümlerinin yeryüzüne egemen kılınması, zulmün ortadan kaldırılması ve küfür güçlerinin bertaraf edilmesi de Allah'a kulluk etme amaç ve sorumluluğundan doğmaktadır. Bu sebeple Müslümanların bugün yeryüzünde ciddi meselelerle karşılaştıkları açıktır. Bunların en büyüklerinden birisi askeri, fikri, siyasi, zihni işgaldir. İslam toprakları küfür zihniyetinin işgali altındadır. Askeri işgal sayesinde bu zihniyet İslam beldelerine dayatılmaktadır ve küfür güçlerinin askeri tasallutu bertaraf edilmeden Müslüman zihinlerin küfür zihniyetinin dayatılmasından kurtulması pek de mümkün değildir.

Yani her Müslümanın bugün Mağrip'ten Türkistan'a kadar maruz kaldığımız zulmü ve saldırıları engellemek, bununla beraber zulmün doldurduğu toprakları Allah'ın hükümlerinin adaletiyle doldurmak gibi bir sorumluluğu vardır.

Peki bu doğrultudaki yöntem nedir?

Esasen yöntem konusunda sayısız tartışma olmakla birlikte, bugün Müslümanların en fazla tercih ettikleri yolun çeşitli dernekler çatısı altında bir araya gelmek olduğunu görüyoruz. Özellikle insani yardım dernekleri. Şahsen son yıllarda İslami camiaların neredeyse tüm gençlerinin insani yardım çalışmaları için dünyanın farklı bölgelerine gönderildiğine şahit oluyoruz. Bu bir yandan iyi bir şey olmakla beraber diğer yandan da düşünmeden edemiyorum. İslami camianın tek sermayesi olan bu gençlerin Allah'ın hükümlerinin yeryüzüne egemen olması için doğrudan çalışmalarda istihdam edilmesi gerekmez mi? Bunca genci doğrudan bir sonuç vermeyecek yardım işlerinden ibaret kılmanın gereği nedir?

Dernek enflasyonu yaşanan bir dönemdeyiz. Öyle ki İslami camianın aktif faaliyetleri arasında piknikler dışında sayabileceğimiz tek şey belki de dernek çalışmaları. Bu yolu tercih etmek Müslüman kesimlere oldukça kolaylaştırılıyor. Aslında Müslümanların kendilerine şunu sorması da gerekli: Bu çalışmaların İslami mücadeleye faydası küfür dünyası için "korkutucu" düzeyde olsaydı, büyük engellemelerle karşı karşıya kalmamız gerekmez miydi? Oysa bugün Afrika'nın ve Asya'nın en ücra noktalarına bile uluslararası havayolu şirketleriyle rahatça uçulabiliyor ve buralarda dernek çalışmaları yapılabiliyor.

Belki de birileri Müslümanların yalnızca pasif dernek çalışmalarından ibaret kalmasını murat ediyordur, olabilir mi?

***

Müslümanların çalışma yöntemi, pasif faaliyetlerden ibaret kalmamalı. Küfür düzeninin istila ederek ifsad ettiği, aç ve yoksul bıraktığı insanlara hayatta kalacakları kadar yardımda bulunmaktan ibaret olmamalı. Aksine bu coğrafyalara kalıcı selameti verebilmek için bizatihi küresel küfür sistemine karşı gerçekçi çalışmalar yürütülmesi gerekiyor. İslam aleminin tamamında kentlerde, kasabalarda, köylerde kalıcı çalışmalar yürütülmesi, İslami mücadeleyi dahilde ve hariçte sırtlanacak kadrolar yetiştirilmesi gerekiyor. Müslümanların bugün yaşadıkları ve gelecekte karşı karşıya kalacakları problemleri çözebilecek donanımda insanların yetiştirilmesi gerekiyor.

Örnek verecek olursam açıkçası bilinçli ve cevval bir Müslüman gence 1.5 milyarlık İslam aleminin en büyük, en gelişmiş ve en fazla maddi-beşeri potansiyel barındıran İstanbul gibi bir şehrinde kalıcı olacak gerçek bir İslami, cihadi ve fikri çalışma yaptırmak yerine Afrika'nın bir kasabasına göndermek pek aklıma yatmıyor. Yahut bu gençlerin enerjisini yalnızca somut bir netice doğurmayacak, gündelik protestolara kanalize etmek de makul gelmiyor. Elbette bunların hepsi birer yöntemdir, fakat dolaylı yöntemlerdir. Bunların yerine doğrudan ve somut çalışmaları birinci plana almak gerekir. Zira bu tür işler neticesinde İslami mücadelenin gerçek ve kalıcı çalışmaları hakikaten sahipsiz kalıyor.

Maalesef İslami mücadele bugün herkesin ortada bıraktığı, kimsesiz, sahipsiz bir vaziyette. Kimse onu sırtlanmak istemiyor. Kimse bu mücadeleyle yan yana anılmak istemiyor. Kimse hayatının rutin gidişatını paramparça etme pahasına bu mücadeleye girişmeye niyet etmiyor. Maalesef istiyoruz ki hayatlarımız kendi rutininde akarken bir yandan da vicdanlarımızı tatmin edecek "çalışmalar" içerisinde bulunalım.

Oysa bizlerin yapması gereken şey gerçek problemler karşısında gerçekçi çözümler aramak. Küveti kovayla boşaltmaya çalışmak değil, küvetin tıpasını çekmenin yollarını aramak.

Bu minvalde son olarak söylemek istiyorum ki, dernek ve insani yardım çalışmaları elbette yabana atılamaz ve ihmal edilemez. Ancak bu çalışmaların yol açtığı konfor ve vicdani tatmin alanı bizleri aldatmamalı. Zira yalnızca bu çalışmalar vasıtasıyla Müslümanlar asla mesafe kat edemez. Bunlar yalnızca asıl çalışmalara eklenen yan çalışmalar olabilir. Fakat bugün maalesef İslami camianın tüm gençleri, tüm imkanları, maddi ve beşeri tüm enerjisi ve sermayesi neredeyse bu tarz yardım çalışmalarına aktarılıyor.

Gerçek çalışmalar yürütecek gençler ise yitik bir meta gibi, kimse tarafından bulunamıyor. "Dernekçileştiremediklerimizden" çok az kimse kalmış.

Kıymetli okur, soruyorum, siz de "dernekçileştiremediklerimizden" misiniz?

Bu yazıyı, miladi 1411 senesinde şehid olan alim İbn Nehhas'tan bir alıntıyla noktalamak istiyorum. Kıymetli okurdan, bu satırları 600 sene evvel yazıldıklarını bilerek ve bugünkü halimizin nasıl bir noktada olduğunu idrak ederek okumasını rica ediyorum.

"Her Müslümanın üzerindeki haklardan biri de içinde bulunduğu nimetleri görmesi ve o nimetlere sebep olan kimseye teşekkür etmesidir. Her Müslümanın Allah yolunda canını ortaya koyanlara dua etmesi gerekir. Ta ki acizliğine rağmen kendisi de o yola kavuşsun. Onlara tabi olmaktan aciz oluşunu ve güçsüzlüğünü görüp malını bu yolda sarf etmesi gerekir.

Eğer Allah'ın muvaffak kıldığı sahabe, tabiin, onların yolundan giden mücahid ve savaşçılar, dinin koruyucuları ve yardımcıları, İslam'ın cesur ve kahramanları, saldırı ve hücum adamları, doğu ve batıyı fethedenler, onlara askerlik yapan askerler, topladıkları ordular ve bölükler, bu yollarda harcamış oldukları çaba ve mallar, püskürttükleri saldırılar, İslam'dan dönen mürtedleri tekrar dine döndürünceye kadar orduları geriye püskürtmeleri olmasaydı, Rum ve Fars sultanlarını tahtlarından indirip onları küçük düşürmeleri, onlardaki asalet ve izzet giysilerini çıkarmaları, onların cisimlerini parçalamaları, onlarda var olanları yok etmeleri, onların binlerden oluşan sayılarını aza indirmeleri, onların havadaki burunlarını indirmeleri, onların muhkem kale ve şehirlerine mancınıkları bağlamaları, onların kale ve muhkem yerlerini yok etmeleri olmasaydı, bizler onların sağladıkları nimetlerin devamında yaşayamazdık. Onların sarf ettikleri gayret ve çabaların semeresini yiyemezdik. Onların canlarıyla, cömertlikleri ve keremleriyle çoğalttıkları emniyetle yaşayamazdık. Ta ki sonuçta onların üzerinde çalıştıkları değerleri unutur ve bilemez hale gelirdik. Dine karşı inat edenleri ve onlara karşı çıkmayı akıl edemezdik.

Bizlere sağladıkları imkanlarla mızrak ve kılıçlarla gelen ölüm tasından içmekten kurtulduk. İçinde bulunduğumuz nimet ve refahla bu durumlardan kurtulduk. Eski alışverişin üzerimize vacip kıldığı teslimattan kurtulduk.

Elimizdeki imkanlar ve sebeplerle kanaat ettik. Kaybolup elden giden dereceler ve sevdiklerimizle nefislerimize gıpta ettik. Dünyaya eğildik. Susamış kimsenin çöldeki seraba eğilişi gibi... Gurur diyarı olan dünyada dönüşü ve gidişi olmayanın duruşu ile durduk. Cihaddan yüz çevirdik. Halbuki cihadı gerektiren sebepler hiç de farklı değil. Gayret dalgasından tembellik çukuruna düştük. Şu anda cihadı anan yok. Yeni gelen din, güzel ve zarif olmasıyla birlikte 'emanda cihadın elbisesi vardır' şeklinde bir anlayış oluşturdu. Bu anlayışı heva ve umursamazlıkla kurdu. Onun yıldızı daha önce parlıyorken izzet semasından kayboldu. Onun ismi ve şekli sanki hiç yokmuş gibi silindi. Bundan dolayı daha önce güçlü ve kuvvetli olan din zayıfladı. Müslümanlar daha önce güçlüyken ve korunuyorken zayıflayıp korumasız kaldı. Karada ve denizde, saldıran düşmandan yardım diler hale geldik. Bir kuşun bir taneyi gizli ve açıkta yuttuğu gibi yutulduk. Denizde ve karada fert ve topluluklar halinde alınıp götürüldük. Hiçbir kalp bunun için hareket etmedi. Sanki onlar hak, bizler batıl üzerindeyiz.

Ey kardeşim! İçinde bulunduğumuz kötü durumu inkar etme. Kemale erdikten sonra zevale dönen durumumuzu görmezlikten gelme. Çünkü biz dinin en büyük şiarlarını terk ettik. Sorumlu olduğumuz müşriklerin bazı durumlarını ihmal ettik. Yüksek bina ve meskenler kurmaya yöneldik. Bu şer diyarında her sakıncalı işe rağbet ettik. Kesinlikle cihad hiçbir kalpten geçmiyor. Uzun emeller içinde, çalışmaya sevk eden hiçbir sebep görmedik. İçinde bulunduğumuz durumda hazineler kazanıp biriktirmek, söz söylemekten daha evla oldu."


Bu değerlendirmede yer alan ifadeler yazarın kendi görüşleridir ve Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Yorum Yap
UYARI: Yorumların her türlü cezai ve hukuki sorumluluğu yazan kişiye aittir. Mepa News, yapılan yorumlardan sorumlu değildir. Her bir yorum 600 karakterle (boşluklu) sınırlıdır.
Yorumlar (8)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.