Devrim, sanıldığı gibi asla dinsel inanç imparatorluğunu yıkmak için yapılmış değildir; görünüşüne rağmen, temelde toplumsal ve siyasal bir ihtilaldi ve bu türden kurumların çerçevesi içinde, hiçbir şekilde düzensizliği sürdürmeye, bir bakıma düzensizliğe istikrar sağlamaya, başlıca hasımlarından birinin söylediği gibi, anarşiyi yöntemleştirmeye yönelmedi ama daha çok kamusal yetkenin gücünü ve haklarını çoğaltmaya eğilim gösterdi. Daha başka kişilerin düşündükleri gibi, uygarlığımızın o ana kadar taşımış olduğu kimliği değiştirmek, gelişmelerini durdurmak, hatta bizim Batı âlemimiz içinde insan toplumlarının dayandıkları temel yasalardan hiçbirini özünde değiştirmek zorunda değildi. Onu, yalnızca kendi içinde ele almak üzere, farklı dönemlerde ve çeşitli ülkelerde fizyonomisini geçici olarak değiştiren bütün kazalardan ayrı tuttuğumuz zaman, bu ihtilalin, birçok yüzyıl boyunca Avrupa halklarının çoğunda ortak kabul etmeksizin hüküm sürmüş olan ve genellikle feodal kurumlar adı altında tanımlanan o siyasal kurumları, koşulların eşitliğini temel alan daha tekdüze ve daha basit bir toplumsal ve siyasal düzeni ikame etmek üzere, ortadan kaldırmaktan başkaca etkisi olmadığı açıkça görülür.
Muazzam bir ihtilal yapmak için bu kadarı yetiyordu, çünkü antik kurumların Avrupa’daki hemen hemen bütün dinsel ve siyasal yasalara hâlâ karışmış bir halde ve sanki onlara dolaşmış gibi olmalarından bağımsız bir şekilde, bu kurumlar fazladan, kendilerine yapışık gibi duran bir dolu düşünceler, duygular, alışkanlıklar ve örfler telkin etmişlerdi. Böylece, bütün organlarına tutunmuş bir parçayı birdenbire toplumsal gövdeden koparmak ve yok etmek için dehşetengiz bir ihtilaç gerekmişti. Bu da devrimi olduğunda da büyük göstermiştir; her şeyi yok edermiş gibi görünüyordu, çünkü yok ettiği şey her şeye birden dokunuyor ve bir bakıma her şeyle bir bütün oluşturuyordu.
Devrim ne kadar köktenci davranmış olursa olsun, yine de genelde varsayıldığından çok daha az yenilik getirmiştir; bunu daha sonra göstereceğim. Onun hakkında doğru olarak söylenebilecek şey, eski toplumdaki aristokratik ve feodal kurumlardan kaynaklanan her şeyi, herhangi bir şekilde onlara bağlı olan her şeyi, hangi derecede olursa olsun, onların en ufak izini taşıyan her şeyi yok ettiği ya da yok etmekte olduğudur (çünkü hâlâ sürüyor). Eski dünyadan sakladığı, yalnızca, o kurumlara her zaman için yabancı kalmış olan ya da onlarsız da var olabilen şeydir. Devrimin her şeyden daha az olduğu şey, beklenmedik bir olay olmasıdır. Dünyayı hiç beklenmedik bir anda yakaladığı doğrudur ve bununla birlikte en uzun sürmüş bir çabanın tamamlayıcısı, on insan kuşağının üzerinde çalışmış olduğu bir yapıtın ani ve şiddetli bitimidir. Eğer olmamış olsaydı da eskimiş toplumsal yapı her yerde, burada daha önce, orada daha sona çöküp dağılmaktan geri durmayacaktı; yalnızca birdenbire yıkılacak yerde parça parça dökülmeye devam edecekti. Devrim, uzun sürede yavaş yavaş ve kendiliğinden tamamlanacak olan şeyi, ihtilaçlı ve ıstıraplı bir çabayla, geçiş olmaksızın, önlem olmaksızın, hiçbir şeye aldırmadan, aniden tamamlamıştır. Yaptığı iş bu olmuştur.
Bugün fark edilmesi bunca kolay görünen şeyin, en uzak görüşlüler için bile onca karışık ve onca gizli kalması şaşırtıcıdır.
Aynı Burke, Fransızlara şöyle seslenmektedir: “Hükümetinizin aşırılıklarını düzeltmek istiyordunuz, iyi de yenisini yapmak neden? Eski geleneklerinize niye bağlanmıyorsunuz? Niye eski açık yürekliliğinizi ele almakla yetinmiyorsunuz? Ya da eğer atalarınızın kurduğu yapının silinmiş fizyonomisini yeniden bulmak sizin için imkânsızsa, niye bakışlarınızı bizden yana çevirmiyorsunuz? Orada, Avrupa’nın eski ortak yasasını bulmuş olurdunuz.” Burke, gözlerinin önünde bulunan şeyin, özellikle Avrupa’nın o eski ortak yasasını ortadan kaldırmak zorundaki ihtilal olduğunu görmemektedir; söz konusu olanın, başka bir şey değil, tastamam bu olduğunun farkında değildir. (…)