Ramazan Pişkin, yahut herkesin kendisini tanıdığı isimle "Diyarbakırlı Ramazan Hoca"...
Çoğumuz onu Diyarbakır Ulu Camii'nde yaptığı İslam davetiyle tanıdık. Samimi bir şekilde insanları Allah'ın dinine davet ediyor, kendisini yetiştirdiği ölçüde bilgi birikimini çevresine aktarmaya çalışıyordu. "Din anlatma"nın bir piyasa haline geldiği, tüm köşe başlarının birilerine yaranmaya çalışan kimselerce tutulduğu bir vasatta Ramazan Hoca elinden geldiğince, dili döndüğünce anlatmaya gayret etti.
Gördüğüm kadarıyla kendisinin derin bir ilim tahsili yoktu. Fakat bu gibi birikimleri olan, belki kendisini ve söylediklerini beğenmeyecek nicelerine adeta "nal toplatacak" şeyler yapmayı Allah ona nasip etti. Anlattıklarından ve yaşantısından etkilenen, samimiyetinin etkisine kapılan birçok kişi İslam'a yaklaştı, kendisine muhabbet besledi. Bunun Allah'ın verdiği bir bereket olduğuna inanıyorum. Söylediklerine katılsın veya katılmasın vicdan sahibi herkesin bu hususta ittifak edeceğini düşünüyorum.
Ramazan Hoca davet faaliyetlerini Diyarbakır'da sürdürememesinin yahut bilmediğimiz başka bir sebebin üzerine İstanbul'a giderek İslam davetini oraya taşımıştı. Bu süreçte kendisi maalesef akıl hastanesine de kapatılmaya çalışıldı. Sanırım İstanbul'daki kısa tecrübesinde daha ziyade, kendisini daha yakından tanıyacağımız videolara ağırlık vermişti.
İşte böyle bir davet süreci içerisinde Ramazan Hoca, işlettiği çay ocağında namaz kıldığı sırada bıçaklı saldırıya uğrayarak katledildi.
"Bir garip ölmüş diyeler
Üç günden sonra duyalar
Soğuk su ile yuyalar
Şöyle garip bencileyin"
Katilinin bulunduğu söylendi. Halbuki asıl bulunması gereken katili bir araç olarak kullananların kim olduğu, ancak bundan emin değilim. Allah ona rahmet etsin.
Bu yazıyı, kendisine ve anlattıklarına gösterilen teveccüh üzerine biraz düşündükten sonra yazmaya karar verdim. Gerçekten de Ramazan Hoca birçok ilim ve tecrübe sahibini imrendirecek bir teveccüh gördü. Öldürülmesinin ardından hem İslami camianın hem de genel olarak tüm Müslüman çevrelerin yaşadığı burukluk ve hüzün de bunun açık bir delili.
Oysa kendisinin çeşitli ülkelerde kuyu açan bir derneği, bir insani yardım vakfı yoktu.
İçinde konferans salonları, ofisler ve lüks mobilyalar bulunan bir vakıf binası da bulunmuyordu.
Yüz binlerce abonesi olan sosyal medya hesapları, özene bezene çekilmiş fotoğraf ve videoları, günlerce hazırlanarak üretilen yazılı metinleri de yoktu. Şık kıyafetler giyerek kameralar karşısına geçtiğine de hiç şahitlik etmedim.
Yıllar süren ve çoğu semeresiz kalan hassas proje üretim çalışmalarından da söz etmek mümkün değil. Hatta çekilen videolarının önemli bir kısmını kendisi bile değil, başkaları kayda almıştı.
Velhasıl Ramazan Hoca'nın daveti alıştığımız çizgiden oldukça farklıydı. Bugün İslami camianın gerek kurumsal gerekse bireysel olarak "davet" için, cemaat faaliyetleri için girdiği maddi külfetli büyük çabaların eseri onda yoktu.
İnsanların maddi ve manevi gerçek problemlerinden bahsediyordu. İnsanlar onda kendilerinden şeyler buluyordu. Sıradan insanlar gibi konuşuyor, onlar gibi giyiniyor, onlardan biri olduğunu gösteriyordu. Samimi ve hasbi bir görüntüsü vardı. Müspet manada "gariban" olarak nitelenebilecek biriydi.
Sözü fazla uzatmadan kısaca noktalamak istiyorum. Aslında mesele Ramazan Hoca ile ilgili değil, İslami camia ile ilgili bir mesele.
Son zamanlarda sürekli olarak insanların, özellikle gençlerin dinsizliğe kaydığından, İslam'a olan ilginin öldüğünden şikayet edildiğini duyuyoruz. Ancak kanaatime göre Ramazan Hoca'nın durumu gösterdi ki ölen şey insanların dine olan ilgisi değil, bizlerin İslam'a davet ruhudur. Bizler maalesef elimizdeki konfor ve imkanlar karşılığında dönüşmüş, değişmiş durumdayız. İslam'a, tevhid ve cihad inancına yönelik ilgi ise her zaman canlı ki bunu, İslam davetini hakkıyla yapanların gördüğü teveccüh gösteriyor.
Allah ibret almayı nasip etsin.
Bu değerlendirmede yer alan ifadeler yazarın kendi görüşleridir ve Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.