Uluslararası Aşırıcı Şiddet Araştırmaları Merkezi (ICSVE), Ebu Katade el Filistini ile bir röportaj gerçekleştirdi. Ürdünlü bir ilim adamı olan Ebu Katade, El Kaide başta olmak üzere çoğu cihat hareketi tarafından fetva ve görüşlerine başvurulan bir isim.
Aslen Filistinli olan Ebu Katade, Ürdün'de bir mülteci kampında büyüdü. Röportajın sunumunda Ebu Katade'nin "Batı hegemonyasına karşı hep kızgın ve isyankar" olduğu vurgulanıyor.
Ebu Katade bir süre Londra'da yaşadı ve haftalık yayınlanan Usrat el Ensar dergisinde genel yayın yönetmenliğini yaptı. 2000 yılında, Birleşik Krallık Ebu Katade'nin güvenlik risk oluşturduğuna karar verdi ve "terör şüphelisi" olarak tutuklandı. Yabancı uyruklu kişilerin sınırsız gözetim altında tutulmasına izin veren bir acil durum mevzuzatı uyarınca herhangi bir mahkeme kararı olmadan Belmarsh Hapishanesi'nde açık ve kapalı olarak 10 yıl hapis yattı.
Hiçbir örgütle direkt bağlantısı bulunmayan Ebu Katade, "şiddete teşvik eden radikal fikirler ortaya attığı" gerekçesiyle içeride tutuluyordu.
ICSVE'nin değerlendirmesine göre Ebu Katade'nin Batı'ya karşı yükselttiği öfkenin ve vaazlarının 2015'te Hz. Muhammed'i alaya alan Charlie Hebdo dergisinin baskına uğraması olayı gibi çok sayıda El Kaide bağlantılı saldırıya ilham kaynağı olduğunu inanılıyor.
Ebu Katade 2002 yılında Ürdün mahkemesi tarafından Amman'da Batı ülkeleri ve İsrail hedeflerine karşı gerçekleştirilen saldırılardan dolayı suçlu bulunmuştu. 2013 yılında Ebu Katade, Ürdün'e sınır dışı edildi. Ancak 2014 yılında kanıtların işkenceyle alınmış olabileceği gerekçesiyle hakkındaki karar bozuldu.
ICSVE Başkanı Anne Speckhard, Ürdün'de Ebu Katade'ye yaptığı ziyareti ve yaptıkları söyleşiyi şöyle anlatıyor:
"Artık hapishanede olmayan Ebu Katade, Ürdün'ün Amman kentinde kenar mahallelerinden birinde bulunan taştan örme evinde yaşıyor. Uzun siyah cübbesi ve göğsüne kadar gelen sakalıyla, tarih, felsefe ve İslam ile ilgili kitaplarla dolu olan evinde geniş bir divanın üzerinde bizi misafir ediyor. Çoğunluğu Arapça olan yüzlerce kitabın bulunduğu raflar etrafımızı çevreliyor.
Bizi misafir ettiği iki gün boyunca çok çeşitli konularda bir sürü açıklama yaptı. Bizi en çok şaşırtan ise sözde terörizmi destekleyen Ebu Katade'nin hiç de terörü destekliyor gibi görünmemesi oldu. Orta Doğu'da silahlı çatışmalar beklemesine, bölgesel diktatörlüklerin sona ermesini ve bir İslam devleti kurulmasını istemesine rağmen terörizmi şiddetle kınadı.
Ebu Katade ile bu 3. konuşmamız ve Filistin meselesinin çok hararetli bir savunucusu olduğunu biliyoruz. Ebu Katade, 'Biz (Filistinliler) yalnızca bir seçeneğe sahibiz. Sahadaki gerçekliğe adapte olmak zorunda bırakıldık. Kediyi bile köşeye sıkıştırsan, kendini korumak için tırmalar."
"Barış kelimesinden korkuyorum"
İsrail-Filistin arasındaki barış görüşmelerinin defalarca başarısız olduğuna şahit olan Ebu Katade, bu duruma karşı alaycı bir tavır da sergiliyor: "Barış kelimesinden de korkuyorum, çünkü en çok zalimler tarafından kullanılıyor." diyor ve ekliyor "Haklarınızı aldıktan sonra barış hakkında konuşmaya başlıyorsunuz... baskı yoluyla hakların sana verilmez. Diğer kimliklerden bağımsız olarak Filistinliler için 'barış' ilgi çeken bir şey değil. 25 yıl önce, bize 'barışı' anlattıklarında, bunu bir umut olarak bize sundular. Ancak şimdi 'barış' tecrübesinden sonra bunun bir yalan olduğunu öğrendik. Şimdi 'barış' kelimesini duyduğum zaman yürütülen yeni hırsızlığa karşın elimi cebime atıyorum."
"İlkelerden önce haklar gelir"
"Güzel şeyler ancak güçlü temeller üzerine kurulur." diyen Ebu Katade şöyle bir açıklama yapıyor: "Eve girdiğiniz zaman kitap raflarını ve avizeyi gördünüz. Ancak bunların altında yatan sağlam temeli görmediniz. Temel bir ilke olmadan diyalogdan bahsedemezsiniz.".
"İlkeler?" diye sordum çünkü bu konuyu tartışmaya istekliydim. Terörizmin altında yatan prensiplerin neresinde durduğunu öğrenmek istiyorduk.
Ebu Katade "Hayır, ilkelerden önce haklar gelir." şeklinde bir cevap verdi.
Canlı bomba eylemleri
Filistin terörizmini nasıl haklı çıkaracağını veya açıklayacağını öğrenme fırsatını ararken Trump ve Kudüs'ü İsrail'in başkenti olarak tanıması hakkında tartışmaya başladık. İlk kadın intihar saldırganı olan Vefa İdris'in ailesiyle 2000 yılında bir mülakat yapmıştım. Vefa'nın ailesini ziyaretimi ve intihar saldırısının siviller üzerindeki etkisini Ebu Katade'ye sordum. O dönemde konuştuğum birkaç Filistinli "Şartlarımız eşit deği. Bizden çok daha güçlü durumda olan güçlere karşı bedenimizi patlatarak karşılık vermemiz gerekiyor" gibi cevaplar vermişti. Ancak Vefa kendisini siviller arasında patlatmıştı, bir ayakkabı mağazasında. "Bunu onaylıyor musunuz?" diyerek sorumu sordum.
Ebu Katade, "Teferruatlar hakkında konuşmak konuyu başka yöne çeviriyor. Bütün Filistin meselesini alıp böyle teferruatlara çekmeye çalışmak!" dedi aniden öfkeden kızaran bir yüz ifadesiyle.
Ben de, "Ama teferruat değil, teferruatın arkasında ilkeler var. Örnek olarak eğer benden güçlü bir düşmanla savaşıyorsam çocukları öldürmemin doğru olacağı söylenebilir mi?" diye sorumu devam ettirdim.
"Hayır. Bu kabul edilemez." diye cevap verdi Ebu Katade. Hala yüzündeki kızgın ifadeyi engelleyemiyordu. "Ancak duygularıyla hareket eden insanlardan bahsetmiyorum. Ben ilmi pozisyonda konuşan Ebu Katade'yim. Bu benim izin vermeyeceğim bir şey. Filistin davasının yıpratılması için ortaya atılmış bir şey olduğunu düşünüyorum." diye devam etti.
İlk kadın eylemci: Vefa İdris
Vefa İdris'i duygusal davranıp böyle bir eylem gerçekleştirip sivillere hedef almaya yönelten sebeplerin ve çektiği acıların derinliğinin bilinmediğini söyledi. Gerçekten de aile üyeleriyle konuşmuş ve hikayesini yakından öğrenmiştim. İkinci Intifada'da Cuma günleri hemşire olarak görev yaptığını ve İsraillilere karşı yapılan gösterilerde sayısız can kaybına tanık olduğunu biliyorum. Örnek olarak intihar saldırısından hemen önce, İsrailliler tarafından kafatası kırılan bir adamın taşınmasına yardım ediyordu. Ambulans Filistin'in engebeli yollarında giderken parçalanan kafatasını bir arada tutması gerekiyordu. Ancak adam, beyni Vefa'nın ellerine dökülmesiyle beraber hayatını kaybetti. Erkek kardeşi bu olaydan sonra Vefa'nın bir daha eskisi gibi olmadığını anlatmıştı. Ebu Katade'nin onun bu hikayesini bilmesine gerek yok çünkü yaşadıklarını tahmin etmekte hiç zorlanmıyor.
"Filistin mücadelesinin ahlaki gerçekliğini tartışmak için ayrıntılara takılmak, bir inkar, bir gazeteci inkarı gibi." derken ayağa kalkıyor ve sesini yükseltiyor Ebu Katade. "Tipi beğenilmediği için bir askerin çizmelerinin altında ezilen bir çocuğa kızmak gibi" diye devam ediyor. Yüzü öfkeden kızarmıştı, röportajın aniden bitip bitmeyeceğini merak ediyordum. Ebu Katade'nin damarına mı bastığımı ya da Filistinlilerin savaşma hakkı olarak gördüğü bir şeyi mi çiğnediğimi merak ediyordum, terörizmi silah olarak kullansalar bile.
"Vefa İdris kesinlikle duygularıyla ve öfkesiyle hareket etti." dedi biraz sakince ve ekledi "Soru genç bir kızın duygularının nasıl bu noktaya geleceği ile ilgili olmalıydı."
Bu gerçekten de güçlü ve anlamlı bir açıklamaydı. İkinci İntifada esnasında Batı Şeria ve Gazze'de gezmiş birisi olarak, Filistinli bir kadın için yanılmanın nasıl bir şey olduğunu, İsrail askerleri tarafından otobüslerden atılmanın veya zırhlı araçlar tarafından yoldan çıkartılmanın neye benzediğini biliyorum. Amerikan pasaportumu sunduğum zamanki durumum haricinde, hiçbir hak olmadan sürekli bir tehdit altında olma duygusu vardı. Sonra her şey -en azından benim için- değişti.
"O biriken öfkeyi temsil ediyor"
Ebu Katade, "Annemi, eşimi, kızımı biliyorum. Nasıl düşündüklerini biliyorum. Onları kızdıran şeyin ne olduğunu biliyorum. Bir insan duygusu ideolojik tartışma konusu yapılmamalı." diye devam etti.
Ben de cevap verdim, "Vefa'nın evindeydim. Yeğenleri onu ve eylemini yücelten bir posterin altında oyunlar oynuyordu. Sizce bu yapılması doğru bir şey mi?" diye sorumu sordum.
Ürdün'e sınır dışı edilen Ebu Katade, uçağına binerken
Ebu Katade tekrar sinirlendi ve "O kendi çevresinde bir sembol olarak görülüyor çünkü biriken öfkeyi temsil ediyor. Bir ayakkabı dükkanına ya da bir askeri kampa girmesi fark eder mi?" dedi. Gözleriyle delici bir şekilde bana baktı ve eliyle işaret ederek "Şimdi sinirliyim" dedi.
Bu zaten belliydi. Ben de gerçekten ne düşündüğünü bilmek istediğim için onu sakin tutup konuşturmaya devam ettim.
Siviller tarafından sıkça gidilen bir ayakkabı dükkanı mı yoksa askeri kamp mı olduğu fark ederdi, meselenin özüydü. Bunu söylemesini istiyordum ancak birden röportajı keserse bunu başaramayacaktık.
"Vefa'nın yaptığı şey için özür dilemeyeceğim."
Ebu Katade, "Yalnızca Arapların değil bütün Müslüman dünyasının yaptıklarıyla Batı dünyasının yaptıklarını kıyaslarsak. ve tarihten konuşursak, kaç insan öldürdünüz? Kaç insanı gömdünüz?" dedi.
Filistin'de geçirdiğim zaman boyunca sık sık duyduğum bir şey: İsrailliler Filistinlilere göre çok daha fazla sivil öldürdüler. Hep karşılık olarak sorduğum soru da şu, İsrailliler Filistinli teröristlerin yaptığı gibi özellikle sivilleri hedef alıyor mu? Cevaplar çoğu zaman belirsiz: İsrail sivilleri özellikle hedef almasa bile düşmanlarını hedef alıp saldırdıkları zaman çok sayıda sivil öldürdüklerini biliyorlar ama eylemlerinde hiçbir kaçınma göstermiyorlar. Yani "Aradaki fark neydi?" Sürekli sorulan ve cevapları yakın olan bu konu sürekli kendini tekrar ediyor.
Ebu Katade muhtemelen Refah ve Kibya olaylarını kastederek, "Bunlar, Yahudiler, köylere girip insanları katlettiler. Mısırlılar onlara mutfak bıçaklarıyla karşı koydu ." diyor.
Ebu Katade'nin sesi titriyor ancak duygularının üstesinden geliyor: "Vefa'yı tam olarak neyin harekete geçirdiğini bilemeyiz. Yalnızca duygu patlaması olduğunu anlayabiliyorum. Yoğun acı sonucunda insanlar, ideolojik olarak anlaşılamayacak şeyler yapabilirler. Vefa'nın yaptığı şey için özür dilemeyeceğim."
"İsrailli yerleşimcilerden nefret ediyorum"
Biraz da Kudüs'ün İsrail'in başkenti olarak kabul edilmesinden ve siyasetten konuştuk. Ebu Katade sakinleşti ve tekrar oturdu.
"O vahşi yerleşimcilerin hiçbir değeri yok." dedi. Konu birden İsrailli yerleşimcilere geldi ve Nablus'taki bir kontrol noktasında ABD destekli yerleşimcilerle yaşadığım hoş olmayan bir tecrübe aklıma geldi. İsrailliler suratıma silah doğrultunca ben de sinirlenmiş ve korkmuştum. Muhtemelen benim verdiğim vergilerle bu silahlar üretilmişti.
Ebu Katade, "Çok fazla insandan nefret etmem, ama onlardan nefret ettim." dedi ve açıkça bunu duyduğuma sevindim çünkü ben de bana silah doğrultulduğu zaman iyi şeyler hissetmemiştim. "Silahları Amerikalılardan alıyorlar. Herkes biliyor ki ABD eğer İsrail ile ilişkisini keserse bir çözüm ortaya çıkacak." diye devam etti.
"Siviller en çok Batı ülkelerinden zarar gördü"
Sohbeti gene ilkeler üzerine tartışmaya çevirmeye çalışıyordum. Ebu Katade bölgedeki haksız hükümeti devirmek veya Orta Doğu'da hayal ettiği İslam devletini kurmak için hangi ilkelerin yanında duruyordu? Ona Gazze ve Batı Şeria'da görüştüğüm terörist liderlerin sivillerin öldürebileceğini, hatta çocukların bile öldürülebileceğini çünkü hepsinin orduya hizmet ettiklerini söylediklerini aktardım. Şöyle söyledi:
"Size en başında söyledim. İslami olarak olarak çocukların ve sivillerin öldürülmesine karşıyım. Ancak duyguları anlayabiliyorum. İsrail militarize bir toplum ancak bu çocukları öldürmeyi haklı çıkarmaz. Sadece psikolojik olarak değil dini olarak da bir insan nasıl bir çocuğun öldürülmesine gerekçe sunabilir veya bunu haklı çıkarabilir? Tarihte ilk defa sivil ölümleri askere baskı yapmak için kullanmaya başlayanlar Batılılardır. Hitler döneminde bile, askerlerin teslim olmayı kabul etmesi için sivil ölümleri gerçekleştirildi. Eğer bizden zarar gören siviller varsa, Batı ülkelerinden daha çok zarar görmüşlerdir. Biz hiçbir zaman sivilleri öldürmeyi stratejik bir baskı aracı olarak kullanmadık."
Ebu Katade'nin Batı Şeria ve Gazze'de konuştuğum terörist liderlerden kesin olarak farklı düşünmesine çok şaşırdım. Onlar İsrailli vatandaşların hatta çocukların ilerde İsrail ordusunun bir parçası olacağını söyleyerek öldürülebileceklerini savunuyorlardı. Ayrıca İsrail'in modern ekipmanları olduğunu kendilerinin ise patlatmak için sadece bedenlerini olduğunu söylüyorlardı. Ebu Katade ise bunların hiçbirisini kabul etmiyor, özellikle çocukların öldürülmesine sertçe karşı duruyordu. Hatta konuyla ilgili "Bunu destekleyecek herhangi bir İslamcının olmasına şaşıyorum" demişti.
Hamas'ın sivillerin öldürülmesi fetvası
Konuyla ilgili saatlerce konuşmamızın ardından röportajın iki gün sonraya ertelenmesi gerektiğini söyledi. Döndüğümüzde bize intihar saldırılarıyla ilgili yaptığımız konuşmaları eşine anlattığını söyledi. Konu hakikaten dikkatini çekmişti ve üzerinde düşünüyordu.
"O günden bugüne kadar, duyguları olan bir insanın savaş dışında kadın ve çocukları öldürmek için nasıl fetva çıkarabileceğini düşünüyorum. Sana açıkça soruyorum?" diye büyük kahverengi gözlerini bana dikerek sorusunu sordu.
Konu üzerine ben de düşünmüştüm ve masum insanlar üzerinde intihar saldırısı yapmayı doğru bulan Filistinli liderleri ona listelemeye hazırdım. Hamas lideri Halid Meşal ve Filistin Halk Kurtuluş Cephesi Genel Sekreteri Ahmet Saadat verilebilecek ilk örnekler.
Ebu Katade "Hamas kimi takip ediyordu?" diye bir soru sordu.
İkinci İntifada sırasında Şeyh Yasin'in sivillere karşı istişhad saldırılarını desteklediğini söylediğimde bana Şeyh Yasin'in böyle bir fetva verecek yetkinliğinin olmadığını söyledi ve şöyle bir açıklama yaptı:
"Şeriatta sivilleri ve bir askeri hedef almak arasında büyük bir fark vardır. Aynı şekilde askeri hedefe ulaşmaya çalışırken ortaya çıkan sonuçlar da öyle. Rusların yaptığı gibi kimse sivilleri hedef olarak ilan etmez. Bu bir mukavemet eylemi değil, bir intikam eylemidir. Bunu yapan bir İslamcı veya Filistinli düşünemiyorum."
Militarist bir toplum
Ebu Katade samimiyetle düşüncelerini açıklamıştı. Ancak İkinci İntifada ile ilgili düşüncelerini merak ediyordum. Filistinliler kalabalık İsrail restoranlarına, gece kulüplerine ve mağazalara intihar saldırıları düzenliyorlardı. Bu konu hakkındaki düşüncelerini en azından şaşırtıcı bulmuştum.
Rahatsız olmuş bir şekilde görünerek konuşmasına devam etti: "Konuşmalarımız hakkında gerçekten düşündüm. Filistin'deki insanlar meselelerin benden daha çok farkında. Bütün İsrailli erkek ve kadınlara askeri personel olarak bakıyorlar. İsrail toplumu militarist bir toplum. Filistin'deki Yahudilere asker gibi bakıyorlar. Ancak çocuklara karşı düşmanca bir tavır takınmanın hayalini bile kuramıyorum."
IŞİD'in öldürdüğü 'gazeteciler'
Bu tür terör eylemlerini kınayıp kınamadığını merak ederek IŞİD'in son yıllarda kafasını kestiği gazetecileri sordum.
Ebu Katade'nin "CIA'in kirli işleri" cevabını vermesiyle gazetecilerin söyledikleri kişiler olup olmadığı konusunda yeni bir tartışmaya girmiş olduk.
"Birisini yakaladığınızda o kişi 'bir şey' olduğunu söyleyip aynı zamanda başka bir şeyse ne olur?" diye bir soru sordu. IŞİD'in yine de ajana benzemeyen birçok gazeteciyi infaz ettiğini, James Foley'in bunlardan birisi olduğunu söyledim. Ayrıca evladını kaybetmiş annesiyle görüştüğümü de aktardım.
"Bir gazeteciyi elçiymiş gibi düşünüyorsun. Elçiye zeval olmaz. Ancak gerçekten asker için çalışan bir gazeteci varsa, asker ile aynı muameleyi görür." diye cevap verdi.
IŞİD'in ve El Kaide'nin Irak'ta kafasını kestiği iki gazeteci olan James Foley ve Nicholas Berg üzerinden ona baskı yaptım.
"Bu konuyu bilmiyorum üzerine çalışmadım." dedi. Söylediğinde samimi görünüyordu.
İnsanlar neden sizi gerçekten farklı tanıyor?
"Amerikalılara karşı olan kini ve öfkeyi anlayabiliyorum. Sivilleri asla öldüremezsiniz. Bizim savaşımız sivillerle değil. Bu kesin bir kuraldır." diye konuşarak açıklamalarını ve fikirlerini pekiştiriyor.
Terörizmi reddeden bu düşüncelerini duymanın verdiği şaşkınlıkla "Dünya çapında insanlar neden sizin bundan farklı bir şey söylediğinizi düşünüyor?" diye sordum.
Yüzünde bir tebessümle "Kimse benle röportaj yapmadı" dedi ve devam etti: "Sizinle sadece bir oturum yapabileceğimizi bekliyordum. Çoğu kişi sadece bir kere geliyor." Bu bizim Ebu Katade'yi 4. kez ziyaret edişimizdi. Her gelişimizde gereğinden fazla kalıp hep saatlerce konuştuk. El Kaide'nin Avrupa'daki manevi fikir babası olarak görülse de küresel konulardaki geniş bilgisini kesinlikle küçümseyemem. İyi okumuş bir insan olduğu aşikar, siyaseti yakından takip ediyor ve içinde adalet için yanan bir ateş var: "Benimle ilgili yapılan büyük bir propaganda var. Hiç kimse benimle oturmadı ve beni dinlemedi." diye ekledi.
Cezayir fetvası meselesi
Aramızda sert sözlerin geçmesine izin vererek "Birçok kişi Cezayir'de sivillerin öldürülebileceğine dair verdiğiniz fetva için sizi eleştirdi." dedim. Tekrar sinirlenmesinden korkuyordum ancak her şeyi açıkça ortaya koymak daha iyiydi. Fetvası sebebiyle birçok kişinin onu suçladığını biliyordu ve katliamlardan rahatsız olarak savunmacı bir pozisyona geçti ve açıklama yapmaya başladı:
"Benim söylediğim şuydu: eğer Cezayir askeri bizim kadın ve çocuklarımızı öldürüyor ve bunu savaşçılarımıza karşı baskı oluşturmak için kullanıyorsa, mücahitler de kadın ve çocukları öldürme 'tehdidini' kullanabilirler. Bu, sivil ve çocukların öldürülmesini engellemek için yapılan bir girişim önerisiydi. Eğer benim karımı ve çocuklarımı öldürmenizi engellemek için sizin karınızı ve çocuklarınızı öldürme tehdidini kullanmam gerekiyorsa, kullanabilirim. Bu fetvanın amacı kadın ve çocukların öldürülmesine izin vermek değildi. Bazen bir ameliyat 15 dk. sürer ancak size hayatınızın geri kalanını verir. Benim çizdiğim resim bir şehre atılan bombalara kıyasla bir iğne deliği kadar küçük. Japonlar diğer tarafı tehdit etmek için kadınları ve çocukları öldürdüler mi? Masumları öldürmekle tehdit etmek ve gerçekten öldürmek arasında fark vardır."
11 Eylül saldırısı doğru muydu?
Ona İkinci İntifada sırasında hapishanedeyken Ahmet Saadat'a sorduğum bir soruyu sormaya karar verdim. Davaya kendimi adadığımı, Kudüs'te el Aksa için kendimi patlattığımı düşünmesini istedim. Bu durumda bana hayır duası edip beni kutsar mısın diye sordum.
Tekrar hiç tereddüt etmeden kesin bir şekilde "Hayır sana hayır duası etmem ve masum bir sivilin öldürülmesine razı olmam" dedi.
"Filistinli grupların uçak kaçırmaya başladığı zamanı hatırlıyor musun? Vadi Haddad, mimardı. George Habash ile beraberdi. Niye bunu yaptığını sorduklarında 'dünyanın Filistinlinin mesajını duymasını duymasını istiyorum' demişti. Bu bağlamda, sivil bir hedef bana şu an ne kazandıracak?" diye konuştu.
Ben de "11 Eylül yanlış mıydı?" sorusunu sordum.
İngiliz hapishanesinde geçen zamanlarını kastederek "Bir soruya doğru olmadığı cevabını verdiğim için 11 yıl hapis yattım. Cevabımın Amerikalılardan sempati bekliyormuşum gibi gözükmesini istemiyorum." cevabını verdi.
"IŞİD'e karşı çıkmayacak mısınız?"
"Eğer Hamas sivillere karşı bir saldırı gerçekleştiriyorsa, çocukların gittiği bir dini okula saldırı düzenliyorlarsa, bunu kınamak veya onları ipe çekmek bana mı kaldı?" diyerek sorumluluğun grubun üzerinde olduğunu söylüyor.
"Bizim kendi aramızda ve tüm Müslümanların kabul ettiği bir şey var: kadınların ve çocukların öldürülmesinin yasak olması. Hepimiz bunda hemfikiriz." diye devam etti.
Müslümanlar arasında dayanışmanın önemli olduğundan bahseden Ebu Katade, "Bazı ilim adamları kendilerine verilen mevkiler nedeniyle bir süre sonra İslam düşmanlarına sempati duymaya başladılar, ardından da onlara karşı savaşan mücahitlere karşı durdular. Ben İslamcılara -onlar gibi- karşı çıkmayacağım" dedi.
"Yani IŞİD'e karşı çıkmayacak mısınız?" dedim ben de.
"IŞİD ile olan problemim Müslümanları öldürmelerinden dolayı. Bunun dışında onlara karşı bir şey de söylemedim. Önceliğim milletim. Her zaman onların duygularını hissetmek istiyorum. Hamas veya mücahidleri Batının alkışları için üzemem."
Bahsettiği şeyi anlıyordum ama gene de sordum, "İlkeleri olan birisi her şartta bu ilkeleri açıklamak zorunda değil mi?"
"Benim ilkem ümmetin yanında olmak. Eğer bir Filistinli benim James Foley'in öldürülmesini kınadığımı dinliyorsa, İnsan Hakları İzleme Örgütü'nün raporuna kıyasla bu ne yana düşer?"
Şamil Basayev ve çocukların rehin alınması
Cevabının 2004 yılındaki Beslan kuşatmasında Şamil Basayev'in 300'den fazla okul çocuğunun ve ailelerinin öldürüldüğünü bir gazeteciye itiraf etmesine benzediğini söyledim. O röportajda terörist olduğunu isteksizce itiraf eden Basayev, Putin'in de terör listesine eklenmesini talep etmişti. Basayev 300'den fazla insanı öldürürken Putin, Çeçenistan'a yaptığı bombardımanda 40,000 sivili öldürmüştü. Ebu Katade odaya giren çok güzel, dalgalı saçlı ve kırmızı elbiseli yeni yeni yürümeye başlayan küçük torununu tutmaya çalışırken, "Yine de bu terörist kaçmaya çalışan çocukları arkalarından vurdu." dedim
O da yanından geçen torununu başından öperken, "Çocukları rehin alıp kullanmak ve onları öldürmek arasında fark var." dedi.
"Ama yanlış ve doğru ayrımı yok mu?" dedim.
"Kelimelerimle 99 doğruyu basitleştirip 1 yanlış üzerine konsantre olamam. Bu 99 doğrunun tümünü yok saymak olur. Batılılar bizim kelimelerimizi bize kullanacaklardır. İç tartışmalarımız var ve bu tartışmaların üstesinden gelemediğimizi biliyoruz." diye cevap verdi.
Ona, Beslan kuşatması sırasında okuldan kaçmaya çalışan çocukları teröristlerin ne kadar acımasızca vurduklarını hatırlatıyorum. Biz konuşurken torunu da masanın etrafında koşuşturuyor ve onun saf masumiyetine bakarken aklıma bir türlü silemediğim hatıralar geliyor. Görüştüğüm, baskında hayatını kaybeden çocukların acılı ebeveynleri ve saldırıda sağ kalıp travmaya uğrayan kardeşlerinin görüntüleri.
"Düşmanlarımıza koz veremem"
"Ben 58 yaşındayım ve duygularımla nasıl başa çıkabileceğimi öğrendim, düşmanlarıma neler olduğunu gösteren bir belgeseli görsem bile. Herkes bizim düşmanlarımıza ilgi duyuyor, acılarını paylaşıyor. Kimse bizimle ilgili bir empati kurmuyor veya sempati hissetmiyor. Anlıyorum. Bir Amerikalı olarak sen, iyi niyetlerini ve taziyelerini paylaşmak istiyorsun. Ama Filistinli birisi olarak ben babamı her iki haftada bir ziyaret ediyorum, bir kere bile bana Filistin hakkında konuşmadan oturamıyor." diye bir açıklama yaptı Ebu Katade.
Ben de "Sempati ilkelerle aynı değildir" diye bastırdım.
"Düşmanlarımın sahip olduğu gibi benim kendi milletimin acılarını eşit şartlarda anlatabileceğim bir medya platformum yok. Ancak kardeşlerimin yaptıkları hakkında konuştuğum zaman, aslında doğru olan ama yanlış aktarılan bir şeyi tüm dünya dinleyecek ve bunu kullanacak öyle mi? Sonuçları değil bizzat fiilin kendisi yargılanmalı" diye cevap verdi Ebu Katade.
"11 Eylül'ü kınar ve kahraman olabilirdim"
Devam ederken "Doğru ya da yanlış olup olmadığına bakılmadan benim söylediklerim milletime karşı kullanıldığında," dedi ve geçici olarak duraksadı. Sonra "Bu tip hataları yapan ve isteyerek ya da istemeyerek düşmanın tuzağına düşen insanlar gördüm. Bizde bir laf vardır: kirli çamaşırını dışarı asma. Bunu özellikle şimdi zayıf olduğumuz zamanlarda yapmayın." diyor. Sivillere yönelik saldırıları kınayan sözlerinin Filistinlilerin ya da Müslümanların büyük mücadelesine karşı anlaşılmasını ya da çevrilmesini istemediğini söylüyor:
"Ne zamanki sözlerimi kardeşlerime ulaştırmada milletimin düşmanı kadar gücüm olur, o zaman konuşurum."
"Yalnızca şimdi ortaya çıkan bir sorun değil bu. İngiltere'de hapishanedeyken geçirdiğim tüm zaman da bu sebeple meydana geldi. Sokağa çıkıp 11 Eylül'ü kınayabilirdim... kahraman olurdum... ve bazıları gibi İngiliz vatandaşlığı da kazanırdım. Bunu yapmadım, çünkü ihanet olurdu"
"Bir millet savaştayken, söylediklerinin nereye varacağını iyi tartman gerekir. Konuşmanın yeri ve zamanı vardır. Düşmanına silah vermek aptallık olur." diye sonuçlandırıyor Ebu Katade.
Kahvelerimizi birlikte içerken Ebu Katade ile olan sohbetimizi bitirdik."
Kaynak: Mepa News