Eğer Türkiye'deysen, bazen bir yazı yazmanın ya da düşüncelerini beyan etmenin ağır bedelleri olabilir. Kabahatlerini insanların yüzlerine vurman gerekse de bunun bedeli bazen senin istediğin doğrultuda olmayabilir. Ama neticenin arzulanan doğrultuda ilerlemeyişi bizleri yolumuzdan döndürmemeli. Biraz hakikatleri konuşalım vesselam.
Eğer Türkiye'deysen, 2 gün içinde bir dernek kurabilir, ertesi gün dilediğin coğrafyaya uçabilirsin. Ucuz bilet aramana gerek yoktur. Eğer Türkiye'deysen, binlerce insandan zaten "al şu parayı da benden başka bir şey isteme" sadakasını söküp almışsındır. Bu sadaka, ülkemize has bir sadaka çeşidi olarak piyasalara yeni çıkmıştır. Senede 1 ya da 2 kere verilir. Genelde kurban bayramının evvelini ya da ahirini müteakiben...
Eğer Türkiye'deysen masanın üzerine bir kavanoz dolusu deve idrarı bırakabilirsin. Çünkü çok zekisindir. Muhteşemsindir, göz alıcısındır.
Eğer Türkiye'deysen, ilk insan ve ilk peygamberin de bir babasının olduğunu söyleyebilirsin mesela. Ne cins bir beyin! Yaradılış sorununu spiral bir sarmalın içine hapsedersin, uçurursun takipçilerini.
Eğer Türkiye'deysen, 5 kişilik derneğinle ufukta bir yıldız gibi parlayabilirsin. Sonra ülkenin iblisleri ile aynı yatağa girersin. Sabah evlilik umuduyla uyanırsın. İblis yatakta yoktur, komodinin üzerinde 100 Amerikan doları vardır.
Eğer Türkiye'deysen, birkaç yıl cezaevinde kaldıktan sonra dışarı çıkıp bir cemaatin başına geçersin. O andan itibaren ülkenin tek yetkin ağzı sensindir. Dilediğin müşrik olur, dilemediğin Müslüman kalır. Yetki sendedir, anteni istediğin yere çevirirsin. Yapımcı da sensindir, yönetmen de sensindir, başrol oyuncusu da. Çünkü eğer Türkiye'deysen bunların hepsini iyi fiyata satabileceğin müşterileri her yerde rahatça bulabilirsin.
Eğer Türkiye'deysen, Afganistan'da bir medrese projesi başlatabilirsin. Zahmetsizce, rahatça... Sonra beşinci günün şafağında yanında götürdüğün yüz binlerce doları dolandırıcılara kaptırabilirsin. Sonra zahmetsizce ve rahatça bunu millete yedirebilirsin de. Kimse bir soru sormaz sana, herkes güvenir. Zira sen benzinciden sigara alırken verdiğin paranın 50 kuruş tutarındaki para üstünü almak için 20 dakika bozuk para beklersin. Şahsi 50 kuruşun dahi peşinden böylesine koşan bir muhterem, ümmetin parasını ite köpeğe nasıl yedirir? O kısmı pek bilemedim ama, bu hikayeyi de satacak çok müşteri bulursun, tabi eğer Türkiye'deysen.
Eğer Türkiye'deysen, "küçük dağları ben yarattım" diyebilirsin. Çünkü bu küçük şirktir, nasıl olsa seni dinden çıkarmaz. Limon, portakal mı satıyorsun? O işte para yoktur. Dernek işine, yardım faaliyetleri işine girersin. Bir de bakmışsın 2 hafta sonra tarifeli uçakla Kabil'e uçuyorsun. 800 dolarlık premium biletlerle hem de...
Listeyi uzatmayı isterdim. Ama eğer Türkiye'deysem bunları yazmanın çok da bir fayda getirmeyeceğini bildiğim için, buraya kadarki kısmı kâfi buluyorum.
Bugün madem hakikatleri yazmaya çalıştık, o zaman yazımın sonunu, Balzac'ın Le Père Goriot'undan bir alıntı pasajla bitirmek isterim. Avukat olmak isteyen bir Fransız'a verilen bir nasihat ile:
"(...) İşte durumunuz delikanlı, memlekette babamız, anamız, halamız, 18 ve 17 yaşlarında iki kız kardeşimiz, 15 ve 10 yaşlarında olacak iki de kardeşimiz var. İşte yoklama:
Kız kardeşlerini halaları yetiştiriyor, papaz iki erkek kardeşe Latince öğretiyor. Aile beyaz ekmekten çok tadı tuzu olmayan ucuz ekmekler yiyor. Peder bey eski pantolonlarla idare ediyor. Annenin biri yazlık diğeri kışlık iki elbisesi var. Kız kardeşlerimiz de ne bulurlarsa onu giyiyorlar. Bize gelince hırslıyız, zengin akrabalarımız var ama yaya dolaşıyoruz. Servet istiyoruz ama metelik yok cebimizde. Sağda solda çöpleniyoruz ama St. German şehrinin güzel akşam yemeklerinden hoşlanıyoruz. Yer döşeğinde yatıyoruz ama gözümüz konaklarda.
Size bir soru sormak istiyorum; Bir kurt açlığı içindeyiz. Dişlerimiz sipsivri. Tenceremizi doldurmak için ne yapacağız? Önce hukuku yutacağız. Bu pek keyifli bir şey değil, hiçbir faydası yok bize, ama gerekli. Olsun, bir ağır ceza mahkemesi başkanı olmak ve zenginlerin yataklarında rahat rahat uyuyabileceklerini kanıtlamak amacıyla bizden daha iyi olan garibanları omuzlarında "kürek mahkumu" damgasıyla zindanlara yollamak gibi bir işe soyunuyoruz.
Ücra bir taşra köşesinde, başı sonu belli olmayan bir herifin yardımcısı olarak işe başlayacaksınız. Hükümet köpeğe kemik atar gibi 1000 frank atacak önünüze… Hırsızların ardından havla, zenginlerin davasını savun, yürekli insanları giyotine yolla! Eksik olsun, arkanızda dayınız yoksa taşra mahkemesinde çürürsünüz. 30 yaşınıza geldiğinde hala cübbenizi söküp atmamışsanız, yılda 1200 Frank karşılığında yargıçlık yapmaya başlarsınız. 40 yaşınıza geldiğinizde bir değirmenci kızı ile evlenirsiniz. Ama arkanızda dayınız mı var? 30 yaşınızda çok daha yüklü bir maaşla belediye başkanının kızını alırsınız. Ufak tefek siyasal ahlaksızlıklar yaparak politikaya atılırsanız, 40 yaşınızda başsavcı olup milletvekili seçilme olanağına da kavuşursunuz. Şunu unutma ki bu 20 yıllık süreçte vicdanının sebep olduğu yaralara da katlanmak zorunda olacaksın. Şunu bilmelisin ki Fransa'da toplasan 20 tane başsavcı var. Ama siz, bu koltuğa göz dikenler tam 20bin kişisiniz. Üstelik aranızda bu konuma ulaşabilmek için kendi annesini satabilecek durumda olan şaklabanlar sürüyledir. "
Bu değerlendirmede yer alan ifadeler yazarın kendi görüşleridir ve Mepa News'in editöryel politikasını yansıtmayabilir.