Rasim Rızvan | Mepa News - Analiz
Doğu Türkistan siyasi, dini, jeopolitik, ekonomik ve insani bakımdan oldukça önemli bir bölge konumunda. Resmi rakamlara göre 30 milyona yakın nüfusu bulunan coğrafya, uzun süredir Çin Halk Cumhuriyeti’nin kontrolü altında bulunuyor. Çin rejiminin niteliği itibariyle, bölgede yaşayan Müslüman halka yönelik politikaların sürekli gündeme geliyor oluşu anlaşılabilir bir durum. Çin rejiminin gerek fikri yapısı, gerekse bölgedeki yeraltı kaynaklarına yönelik iştahı, ayrılıkçı olarak nitelediği Uygur halka yönelik sindirme politikasını da doruğa çıkarıyor.
İslam sembolleri yasaklanıyor
Çin rejimi tarafından “Sincan Uygur Özerk Bölgesi” olarak adlandırılan Doğu Türkistan’ı siyasi ve sosyal bir mesele yapan neden, tam olarak bu baskı politikası. Çin hükümetiyle “zıtlaşmayan” Hui ve benzeri Müslüman nüfusların aksine, uluslararası arenada Uygur halkı, “Çin’in toprak bütünlüğüne bir tehdit” olarak görülüyor. Zira Uygur Müslümanlar Çin rejimine dahil olmayı, politikalarını uygulamayı ve Çin’in bölgedeki otoritesini reddediyor. Doğu Türkistan’da Çin’in rahatça politikalarını icra etmesine yönelik en büyük engel olarak gösterilen Uygur halkına yönelik baskılar sık sık kamuoyuna yansıyor. Çin bölgedeki Uygurları “kendi sosyal bünyesine katmak”, daha doğru bir deyişle 'asimile' etmek için farklı yöntemlere başvuruyor. Bunların arasında sakal, peçe ve başörtüsü gibi İslam’ın sembol değerindeki pratiklerinin yasaklanması, namaz ve oruç gibi ibadetlerin kısıtlanması ve genç nüfusun Çin devletine sadakatinin artırılması gibi hamleler öne çıkıyor.
Çin'in ekonomik gücü
Çin rejiminin Doğu Türkistan’daki baskı ve sindirme politikasına karşı bölgede kamusal bir tepki 'açığa çıkmadı'. Bunun nedeninin, Çin rejiminin baskı politikasının sokak sokak, ev ev sürmesi; bölgede yürütülen detaylı istihbarat faaliyetleri olduğunu söylemek gerekir. Bunun yanında, diğer dünya ülkelerinin Çin ile mevcut ekonomik ilişkilerinin boyutu da, Doğu Türkistan meselesinin gündeme getirilmesinin önüne geçiyor.
Çin’in karşı kutbunda durduğu gözüken ABD başta olmak üzere Batılı devletler de, Türkiye başta olmak üzere Müslüman nüfustan oluşan devletler de Çin’e ekonomik bağlılıkları nedeniyle Doğu Türkistan meselesinde Çin rejiminin yanında durdukları imajı veriyor.
Uygur diasporası ve cihat yanlıları
Doğu Türkistan meselesinin genel olarak dünyanın geri kalanına ulaştığı iki ana akım kanal bulunuyor. Bunlardan ilki ABD ve Batılı devletlerdeki Doğu Türkistan Uygur diasporası iken, diğeri ise Türkistan İslam Partisi olarak kendisini gösteren Uygur cihat yanlıları. 1988 yılında Doğu Türkistan’da kurulan grup, henüz kuruluş aşamasında karşılaştığı Çin baskısı karşısında tutunamadı. Bundan yaklaşık 10 sene sonra, grup mensupları, Taliban’ın “Afganistan İslam Emirliği” adıyla teşkil ettiği devlete iltica etmeye başladı. El Kaide ve Doğu Türkistan meselelerinin pratik olarak karşılaştığı tarih de bu dönemlere denk gelmekte. İslam yanlısı hareketler Doğu Türkistan meselesinden haberdar olsalar da, 1996 yılında Doğu Türkistan İslam Partisi mensuplarının Afganistan’a geçişi tarihi bir eşiği başlatmıştır. Bu tarihten sonra Doğu Türkistan cihat yanlısı hareketlerin lügatlarına daha sık girmeye başlamış ve “hürriyete kavuşturulması hedeflenen bölgeler” arasına girmiştir.
El Kaide ve Türkistan meselesi
Peki El Kaide’nin Doğu Türkistan meselesine bakışı nasıl? Bu konuyu, El Kaide liderlerinin açıklamaları ve örgüte bağlı yahut sempatizan düzeyindeki oluşumların yayınları ışığında ele almak gerekir.
El Kaide’nin Doğu Türkistan meselesine bakışı dini, siyasi ve organizasyonel olmak üzere üç ayrı başlık altında ele alınabilir. Bu başlıkları ayrı ayrı ele almadan önce, El Kaide’nin bölgeye bakışını ortaya koyan bir yayınına göz atmak gerekiyor. El Kaide’nin Resurgence adlı dergisinde, Hint Altkıtası El Kaidesi’nin paylaştığı bölüm şu şekilde:
“Biliyor Muydunuz? Doğu Türkistan Hakkında 10 Gerçek
1. Tarihi olarak, Doğu Türkistan hiçbir zaman Çin’in bir parçası olmamıştır. Han Çinlileri tarafından kolonize edilen bölgelerden biridir. Çin’i istilalardan korumak için inşa edilen Çin Seddi’nin ötesinde ve çoğu tarihi kaynak tarafından Çin’in batı sınırı olarak tanımlanan Yumen Geçidi’nin batısında bulunmaktadır. Bölgeyi Sincan (yeni topraklar) olarak adlandırmak tarihi gerçeği değiştirmez.
2. Son iki binyılda Doğu Türkistan, 1800 yıldan fazla süre Çin’den bağımsız olarak kalmıştır. İslami tarihinde son bin yılda 763 yıl bağımsız kalmışken, çeşitli zamanlarda 237 yıl Çin işgali altında geçmiştir.
3. 1949 yılında Doğu Türkistan nüfusunun yüzde 93’ü Uygur (Türk Müslümanlar) iken yüzde 7’si Çinliydi. Bugün, 60 yıllık yerli nüfusu zorla yerinden etme ve onların yerine Han Çinlilerini yerleştirmenin neticesi olarak, Doğu Türkistan nüfusunun neredeyse yüzde 45’i Çinlidir.
4. 1949’da Komünistlerin ele geçirmesi sonrası birbirini izleyen etnik temizlik dalgalarıyla 4.5 milyondan fazla Türk Müslüman Komünist rejim tarafından öldürülmüştür.
5. Çin hükümeti, bulduğu tüm Kur’an baskılarına ve tüm dini yazılara el koymuştur. 30,700 baskı ve İslami el yazması yakılmıştır. 28 bin cami kapatılarak hükümet tarafından barlara çevrilmiştir. 18 bin medrese depoya çevrilmiştir. 12 dini kişi (alimler, cami imamları) idam edilmiştir. 54 bin kişi zorunlu işçi kamplarına çalışmaya gönderilmiştir.
6. Çin’de Kur’an öğretmenin cezası 10 yıl hapistir.
7. Müslüman kadınların başörtüsü takması resmen yasaktır. Eğer bir kadın başörtüsü takarken yetkililere yakalanırsa 5600 dolar para cezasıyla cezalandırılır. (Doğu Türkistan’da bir Müslüman’ın yıllık ortalama geliri 1000 dolardır.)
8. Çin Doğu Türkistan’da bugüne dek 35 nükleer test gerçekleştirmiştir. Şimdiye kadar radyoaktif kalıntılar nedeniyle 200 binden fazla Müslüman’ın öldüğü tahmin edilmektedir. Tek bir yılda (1998) Doğu Türkistan’da 20 bin deforme olmuş bebek dünyaya gelmiştir. Son birkaç onyılda kanser hastalarında, bilinmeyen hastalıklardan ölümlerde ve felç vakalarında keskin bir artış yaşanmıştır.
9. 20 yaşın altındaki gençlerin Kur’an öğrenmesi ve camilerde namaz kılması yahut 20 dakikalık Cuma namazlarına katılması yasaktır.
10. Çin Doğu Türkistan’da 1 milyon asker ve güvenlk servisi mensubu mevcudiyetini korumaktadır.”[i]
El Kaide’nin düzenli olarak çıkardığı dergide yer alan ifadeler, El Kaide’nin Doğu Türkistan meselesine bakışının yüzeysellikten uzak olduğunu ve yalnızca örgütsel bir propagandadan ibaret olmadığını ortaya koyuyor.
El Kaide’nin Doğu Türkistan’a siyasi bakışı
Doğu Türkistan, konumu itibariyle İslam coğrafyasının kara sınırları bakımından en doğu noktasını teşkil ediyor. Bu da bölgeyi, cihat yanlılarının ifadesiyle bir “serhad bölgesi” yapıyor. Doğu Türkistan, El Kaide’ye göre İslam aleminin dışarıya karşı cephe hatlarından biri konumunda. Cihat yanlıları, dünya sistemini teşkil eden temel devletlerden biri pozisyonunda olması hasebiyle ABD, Rusya, İngiltere, Fransa ve İsrail ile beraber Çin’i de temel düşman olarak görme eğiliminde. Pakistanlı cihat yanlıları tarafından çıkarılan Hıttin adlı derginin bir sayısında bu konudan bahsedilirken “Çin’in bazı Müslümanlar tarafından (ABD ve Batı eksenine karşı-Ç.N.) dost ve kardeş olarak görüldüğü ve Çin ile diplomatik ilişkilere Himalayalar’dan daha yüksek bir statü verildiği” ifadesi kullanılıyor. Yazının altında imzası bulunan Kari Abdulhadi isimli Pakistanlı cihat yanlısı isim, “Doğu Türkistan Müslümanlarına muamelesi sebebiyle Çin’in, tıpkı diğer kafir devletler gibi Müslümanların dostu olamayacağını” belirterek Müslümanlara şu tavsiyelerde bulunuyor:
“1. Müslümanlar Çin hakkındaki yanlış kanaatlerini düzeltmeli ve Çin’in kurnaz yüzünü ve Müslümanlara karşı düşmanlığını tanımalı.
2. Dualarda Türkistanlı mücahitlere yer vermek.
3. Tüm dini halkalarda Çin’in çirkin yüzünü ve Türkistanlı Müslümanların çektiklerini açığa çıkarmak.
4. Türkistanlı mücahitlerin büyümesi için önemli olan Türkistan el İslamiyye internet dergisini yaymak ve dergiye katkıda bulunmak.
5. Türkistanlı mücahitlere yardım etmek ekonomik imkanları olanların görevidir.” [ii]
El Kaide’nin özellikle Pakistan’daki varlığı, bölgedeki Müslümanların Çin’i ABD ve Batı etkisine karşı bir alternatif görmesine ve dost saymasına şiddetli şekilde karşı çıkıyor. Bölgedeki cihat yanlıları sıklıkla Çin’in Doğu Türkistan bölgesindeki faaliyetlerini hatırlatarak bu algıya karşı savaş açmış görünüyor.
Türkistan İslam Partisi'nin kurulduktan sonra ilk yayınladığı görsellerden biri
Doğu Türkistan’ın İslam dünyasının "serhad bölgesi" olduğu ve Çin’e yönelik düşmanlık düşüncesi, El Kaide’nin önde gelen isimlerinin açıklamalarında sıklıkla kendisine yer buluyor. El Kaide’nin önde gelen isimlerinden Amerikalı Azzam lakaplı Adem Yahya Gaden’in bir konuşmasında şu sözler kullanılıyor:
“Yalnızca Sykes-Picot’un, Birleşmiş Milletler sözleşmesinin ve tüm benzer anlaşmaların ortadan kaldırılmasıyla Filistin ve İspanya’dan Doğu Türkistan’a diğer işgal edilmiş Müslüman topraklar kurtarılabilir ve Müslüman toplumlar İslami hilafetin gölgesinde güvenlik, onur ve izzet içinde yaşayabilir.”[iii]
El Kaide’nin şu anki lideri Eymen ez Zevahiri de sıklıkla Doğu Türkistan’ın İslam dünyası için bir cephe hattı olduğunu ifade ediyor:
“Anlamalıyız ki Müslümanlara karşı Cezayir’den Doğu Türkistan’a ve Somali’den Çeçenya’ya kadar açılan yeni bir Haçlı Seferi ile hedef alınmaktayız.”[iv]
“...ve cihadın hedeflerini gerçekleştirmekte sebatı gerektiriyor, ki bunlar Allah’ın kelimesinin en yüce olması ve mücahidlerin öncülerinin Kudüs’ün kapılarını çalması, İspanya’dan Doğu Türkistan’a Müslümanların gasp edilen topraklarını özgürleştirmesi ve uzun bir yokluğun ardından hilafet bayrağının yeniden asilce dalgalanmak için yükselmesidir.”[v]
Doğu Türkistan’a dair benzer ifadeler, El Kaide’nin yayın organı Es Sahab’ın bültenlerinde de yer buluyor:
“Allah Doğu Türkistan’da dinlerini onurlarını ve izzetlerini müdafaa eden İslam aslanlarını muhafaza etsin.”[vi]
Dr. Eymen ez Zevahiri, yakın zamanda yaptığı tüm açıklamaların özeti olarak, El Kaide ve benzeri cihat yanlılarının bölgeye olan siyasi bakışını şu şekilde özetlemekte:
“(...)Çin’in Doğu Türkistan’ı ele geçirmesi gibi kafirlere Müslüman topraklarını istila hakkı veren tüm uluslararası sözleşmeleri, anlaşmaları ve kararları reddetmek.”[vii]
Bu ve benzeri tüm ifadelerden de anlaşılacağı üzere, El Kaide’nin Doğu Türkistan’a siyasi bakışının temelinde, özellikle Osmanlı hilafetinin düşüşünün ardından “kafirlerce” ele geçirilen ve sahipsiz kalan toprakların “kurtarılması” düşüncesinin olduğu söylenmelidir. El Kaide Doğu Türkistan’ı, Müslümanlar için çizdikleri siyasi ve coğrafi çerçevenin doğu sınırı ve "İslam’ın en büyük düşmanları olan ABD, Rusya, İngiltere, İsrail, Fransa ve Çin ile mücadelenin merkezlerinden biri" olarak görmektedir.
El Kaide’nin Doğu Türkistan’a dini bakışı
El Kaide’nin siyasi ve askeri söylemlerinin temelinde ilk ve esas olarak dini bir paradigmanın yattığı yadsınamaz bir gerçektir.
El Kaide, tarihi vesikalara, yahut günümüzde Arap sokağında yaşanan meselelere nasıl din kaynaklı yaklaşıyorsa, Doğu Türkistan konusunda da grubun birinci dayanağı İslami referanslar olagelmiştir.
El Kaide’nin bölge siyasetine dini bakışı birkaç farklı denklemle özetlenebilir. Bunu anlamak için öncelikle Çin devletinin ve Doğu Türkistan’ın, bunun yanı sıra bölgedeki diğer Müslüman azınlıkların durumunu kısaca görmek gerekir. Resmi olarak sosyalist bir cumhuriyet olan Çin, ülkede katı bir laik politika izliyor. Çin devletine yakın kaynaklara göre, Çin anayasasında ve yasalarında din ve devlet ilişkilerini düzenleyen bazı maddeler şu şekilde:
“Çin Halk Cumhuriyeti’ne mensup vatandaşlar din ve inanç özgürlüklerine sahiptirler.”
“ Hiçbir devlet organı, toplumsal topluluk ve birey vatandaşları dine inanmaya veya inanmamaya zorlamaz, dine inananlar ve inanmayanlar arasında ayrım yapmaz.”
“Normal dini faaliyetler devlet tarafından korunur.”
“Hiç kimse dinden yararlanarak asayişi baltalayan, vatandaşların sağlığını bozan ve ulusal spor sistemini engelleyen faaliyetlerde bulunmaz.”
“Dini topluluklar ve dini işler yabancı güçlerce kontrol edilmez.”
“Din adamlarının yaptıkları normal dinî işler, dinî faaliyetlerin yapıldığı yerlerde ve dinî alışkanlıklara göre dine inananların evlerinde yapılan bütün normal dinî faaliyetler yasalar tarafından korunur ve hiç kimse bu faaliyetlere müdahale edemez.”[viii]
Her ne kadar söz konusu ifadeler ülkede tüm inanç gruplarına eşit mesafede ve baskıcı olmayan bir devletin var olduğunu akıllara getirse de, uygulamada bu ifadeler pek de karşılık bulmuyor. Özellikle yasalarda yer alan “Hiç kimse dinden yaralanarak asayişi baltalayan, vatandaşların sağlığını bozan ve ulusal spor sistemini engelleyen faaliyetlerde bulunmaz.” benzeri ifadeler, Çin’in özellikle Uygur Müslüman azınlığa yönelik baskısına zemin hazırlıyor. Bu baskının benzeri şekilde Tibet’te Budistlere, Zhejiang bölgesi başta olmak üzere Hırıstiyanlara yönelik baskıların da var olduğu biliniyor. Zhejiang eyaletindeki yaklaşık 2 bin kilise haçı inşa kurallarını çiğniyor bahanesi ile kaldırılmıştı. Çinli rahiplerin belirli aralıklarla işkence gördükleri gözaltı merkezlerine veya çalışma kamplarına kapatıldığı biliniyor. Ancak var olan siyasi otorite boşluğu, bugüne kadar Müslüman azınlıkların daha kolay hedef olmasına yol açtı.
Ancak Çin devleti, ülkede bulunan bir diğer Müslüman azınlık olan Huilere ise böylesi bir baskı uygulamıyor. Aksine, Çin devleti ile Hui Müslümanların ilişkileri oldukça samimi. Bunun nedeni ise Huilerin Çinlileşmiş, devlete ve değerlerine adapte olmuş olmaları ve devletin varlığına yönelik bir tehdit olarak algılanmamaları. Bu bağlamda Çin, Hui azınlığına İslam hukukunun tatbiki konusunda toleranslar dahi gösteriyor. Asimile olarak Çinlileşmeyi tercih eden Huiler zaman zaman “dünyanın en başarılı Müslüman azınlığı” olarak adlandırılıyor.[ix] Ancak Uygurlar başta olmak üzere dğer Müslüman kesimler bunu bir başarı olarak adlandırmıyor. Çin’in asimilasyon projesine yalnızca bir kültürel uyum olarak bakmayan Müslüman unsurların sayısı oldukça fazla. Resmi olarak ateist bir devlet olan Çin devletini meşru bir otorite tanımak ve Çinlileşmek, özellikle Doğu Türkistan’ın Uygur Müslümanları tarafından şiddetle reddediliyor.
Müslüman ülkelerin Çin politikasının şekillenmesinde reel politik ve ekonomik sebepler ön planda. Çin'in gelecekte ABD'yi dünya liderliğinden indirebilecek bir potansiyele sahip olan askeri ve ekonomik gücü kimi devletleri Çin'in Uygur politikasına 'sessiz kalmaya' zorluyor. Öte yandan ABD etki ekseninden çıkmak isteyen, yahut Pakistan örneğinde olduğu gibi Çin ile ortak düşman olarak görülen komşulara sahip olan ülkelerde de bu tutum mevcut.
Bu bağlamda Doğu Türkistan meselesinin daha çok sivil toplum kuruluşları ve devlet dışı organizasyonlar tarafından 'sahiplenildiğini' belirtmek gerekir.
Ebu Yahya el Libi
Günümüzde El Kaide ve Doğu Türkistan denildiğinde, Ebu Yahya el Libi belki de akıllara gelen ilk isim olmaktadır. El Libi, konunun siyasi boyutarının yanı sıra dini boyutlarına da sık sık değinmiştir. Ebu Yahya el Libi, El Kaide içerisinde bu yönüyle Doğu Türkistan meselesinde öne çıkan en üst düzey figür olmuştur. El Libi, Doğu Türkistan meselesini ele alırken Çin’i şu ifadelerle nitelemiştir:
“Üstüne üstlük sizler zorlu, Allah’a, Resulü’ne ve dostlarına karşı savaşını açıkça sürdüren, din ve dünyada bozgunculuk çıkaran, ekinleri tahrip edip nesilleri bozan, insanlara kalemin tarif etmekte aciz kalacağı düzeyde işkenceler tattıran, onları her şekilde bastıran, boğan, sıkan ve çileler çektiren, kendilerini her türlü araç ve hileye başvurarak; rağbet ettirip korkutarak hidayetten alıkoyan düşmanın (işgali) altındasınız. O düşman ki Müslüman nesilleri küfür, dinsizlik, fesat üzere yetiştirebilmek için çaba harcadı. (...) Bu ateistler onlardan da ileri giderek sizin Allah için yola çıkıp hicret edip ibadet ederek istediğiniz yere gitmenizi bile kabul etmedi. Önünüze engeller diktiler, yolları kestiler. Kulları dinlerinden döndürmek, akidelerinden uzaklaştırmak için ve kendileriyle beraber iğrenç, acı inkar denizinde batsınlar diye her türlü işkenceyi yaptılar.”[x]
Ebu Yahya el Libi, Doğu Türkistan’da Çin’in uyguladığı politikanın Uygur halkı için ne kadar ağır bir yük olduğunun anlaşılması gerektiğini de şu sözlerle ifade etmişti:
“Şüphesiz ki her kim Türkistan’da çektiği ızdırapları ve sıkıntıları, alçak, dinsiz Çinlileri ülkenin dört bir yanında kibirli bir şekilde ve küstahça övünüp gururlandıklarını, insanlara zulmedip saldırarak baskı yaptıklarını, baskıya maruz kalan kişininse buna karşılık olarak kendilerini engelleyemediğini ya da üzerinden defedemediğini, hatta belki de kendilerine gözünü kaldırıp bakamadığını ya da kendilerinden bıkıp sıkıldığını gözünün önüne getirir de sonra şu anda içinde bulunduğu bol nimetlere, büyük onura bakarsa işte o vakit Allah’ın, kendisi üzerindeki nimetinin çok büyük olduğunu anlar.”[xi]
Ebu Yahya el Libi, Doğu Türkistan meselesine “ümmetin serhad bölgesi” argümanı üzerinden değinerek geçmekle yetinmemiş, bölgedeki baskının vardığı boyutları ayrıntılı bir şekilde izaha girişmiştir. Bu doğrultuda da el Kaide’nin önemli isminin konuşmalarında daha çok dini boyut göze çarpmakta. Ebu Yahya el Libi’nun bu konuda 2009 yılında sarfettiği ifadeler, bugüne kadar dini ve sosyal anlamda el Kaide tarafından Doğu Türkistan meselesine dair basına yansıyan en kapsamlı ifadeler konumunda:
“(...)Fakat, sürmekte olan yeni katliam, pagan Budistler ve ateist komünistler tarafından Doğu Türkistan’daki mazlum Müslüman halka karşı yapılıyor.(...) Bu Türkistan ve onun trajedisi, yaraları ve feryatları. Türkistan... Türkistan hakkında ne biliyorsunuz? O, şişmiş gözler ve acı bir ızdırabı olan yaralı bir bedendir.(...) Zaman zaman Batı Müslümanlara karşı suçlar işlese de, işledikleri suçlar medyaca bilinmekte (insanlar bu suçlar hakkında görmekte ve duymakta), ve Müslümanlar ayağa kalkıp her yolla ve şekille kardeşlerine yardım etmektedir. Ancaki Türkistan’daki Müslümanlara karşı pagan Çinliler tarafından işlenen suçlar sessizlikle ve en aşağılık yollarla işlenmektedir.(...) On binlerce Müslüman, kimse farketmeden yahut kimse onlara yardım etmek için kalkmadan öldürülmektedir.(...) Evet, birbiri ardına gelen Çin hükümetleri yaralı Müslüman Türkistan halkıyla İslam ümmeti arasındaki tüm bağları kesmeyi ısrarla denemiştir.(...) Bunu başarmak için, bu hükümetler şer, hırs ve tamahla keşfedilen, barbarlık ve değerlerin terkiyle uygulanan şeytani metodları uygulamaya koymuştur.(...) Ateist hükümetler tarafından alınan en büyük önlemler şunlardır: (...) Tüm İslami okulların, enstitülerin ve üniverstielerin kapatılması ve özellikle 18 yaşının altındaki kimselere,evlerde ve camilerde Kur’an eğitimi ve öğretimi dahil tüm dini eğitimin yasaklanması. İzin verilen tüm dini eğitim, komünist Çin mercilerinin doğrudan denetimi altında yapılmakta. Buna ek olarak, ateist doktrinin yerleştirilmesi ve ateist liderlerin yüceltilmesi temelinde mecburi eğitim bulunmakta ki bu kişiler gençler için rol model olsun ve gençler onların düşünce ekolünü benimsesin. Tüm bunların yanında ateist hükümetler tüm alimleri ve öğrencileri öldürmeki hapsetmek ve kaçırmak, onları hapishanelerin karanlık köşelerinde ibret etmek için uğraşmaktadır. Ta ki Türkistan onlardan yoksun kalsın, geriye sadece dinleriyle kaçan muhacirler kalsın, yakalanlanlar hücrelerinde gömülsün yahut ortadan kaybolarak canavarlıklarına müsamaha göstersin ve yardım etsin.”[xii]
Bu alıntılar ışığında el Kaide’nin Doğu Türkistan meselesine dini açıdan bakışını görmek de mümkündür. Hülasa etmek gerekirse, Doğu Türkistan konusu her şeyden ötede, “ateist ve komünist bir düşmanla Müslüman bir topluluk” arasında bir mücadeledir, ve bu bakımdan da el Kaide, yine dini eğilimlerle teşkil edilmiş ve bir bakıma bu doğrultuda hayat bulmuş bir yapılanma olarak, Doğu Türkistan meselesini gündemine almaktadır.
El Kaide’nin Doğu Türkistan’a organizasyonel bakışı
Doğu Türkistan meselesinin el Kaide bakımından organizasyonel, diğer bir deyişle örgütsel olarak ne ifade ettiğini anlamak için, olaya sadece el Kaide zaviyesinden değil, bakış açısını bir miktar daha geniş tutarak cihat yanlısı akımlar penceresinden bakmak gerekir.
Yazının ilk kısımlarında da ifade edildiği üzere, el Kaide ile ilişkili olsun yahut olmasın, küresel çapta cihat yanlısı yabancı savaşçılar arasında Türk kökenli savaşçıların varlığı bilinen bir gerçek. Öyle ki büyük bir kısmı Asya’daki Türk unsurlardan oluşan bu savaşçılar, dünya üzerinde yabancı savaşçı denilince akla gelen ilk isimlerden olmakta. Bilhassa Türkistanlı ve Özbek olan bu cihat yanlıları Suriye, Afganistan ve Pakistan’da faaliyet göstermekte. Bir kısmı bağımsız gruplara sahip olan bu savaşçıların ciddi bir bölümü de el Kaide çatışı altında bulunuyor. Bazı bölgelerde el Kaide içerisindeki Türk kökenli savaşçı sayısı, grubun çoğunluğunu oluşturacak kadar fazla. Bu doğrultuda Doğu Türkistan başta olmak üzere Asya-Türk ülkelerine dair meselelerin, el Kaide’nin birincil gündemlerinden oluşu oldukça doğaldır.
Doğu Türkistan’a odaklanılacak olursa, Uygur kökenli cihat yanlılarının 20 yıldan uzun süredir el Kaide ile oldukça yakın faaliyet gösterdiği ve Doğu Türkistan ile doğrudan alakalı olmayan bölgelerde bile “cihat yanlılarının nihai amacı uğruna” savaştığı söylenmelidir. Doğu Türkistan’dan gelen Uygur savaşçıların el Kaide’ye bu yakınlığı, grup için siyasi ve dini sorumluluk algısının yanında, bölgeye yönelik organizasyonel bir sorumluluk da doğurmuştur. El Kaide, “bölgesel yönetimleri devirme ve İslami rejimler kurma” şeklinde özetlediği organizasyonel çıkarları doğrultusunda da Doğu Türkistan’ı gaye edinmiştir. Bu organizasyonel bakışı da iki ayrı açıdan ele almak gerekir: El Kaide’ye genel bakış ve grubun ideolojik yaklaşımı bakımından, ve Uygur savaşçıların gruba bakışı açısından.
El Kaide’nin temel ideolojisi küresel cihat fikri etrafında şekillenmiştir. Zira, grubun üst düzey isimlerinden Atiyyetullah el Libi’nin de ifadesiyle el Kaide, tüm İslam dünyasını içine alacak bir mücadele fikrini benimsemektedir:
“Şüphe yoktur ki, bazıları yüzyıllardır olmak üzere, birçok Müslüman diyarı kafirler tarafından işgal edilmiş ve ele geçirilmiştir, Allah yardım etsin. Batı’da Endülüs’ten, Güney Avrupa’nın bazı parçaları, Orta Asya, Balkanlar, Kafkaslar ve civar bölgelerden, Çin’de Doğu Türkistan’a, Güneydoğu Asya’da birçok ülkeye, Singapur, Filipinler, Tayland, diğerleri, ve hatta Hindistan’a yahut birçok parçasına kadar. Bunların tamamı bir zaman önce İslam toprağı ve Daru’l İslam idi ve kafir düşman tarafından alındılar. Öyleyse Müslümanlar onları geri almalı ve kafirlerin elinden kurtarmalı.”[xiii]
El Kaide, Doğu Türkistan meselesini de Filistin meselesi gibi ele almaktadır. Grubun lideri Eymen ez Zevahiri’nin yakın zamanda yayınladığı İslam Baharı başlıklı konuşmaları incelendiğinde, bu tutum göze çarpacaktır.
El Kaide’nin bölgeye organizasyonel yaklaşımının ikinci ayağı, Uygur savaşçıların grup içindeki yeri ve önemine ilişkindir. El Kaide, Uygur savaşçıları korumaya, Uygur savaşçılar da el Kaide ile ilişkilerini geliştirmeye önem vermektedir. Elbette bu durumun sadece organizasyonel bir tutumdan değil, grup ve oluşumlar arası bir "vefa" duygusundan da kaynaklandığı da söylenmelidir. Bahsedildiği üzere 20 yıldan uzun süredir el Kaide ve Uygur savaşçılar, cihat yanlısı hareketlerin nihai amacı için birlikte savaşmaktadır. Bu ilişkiye el Kaide lideri Eymen ez Zevahiri’nin bir konuşmasında iyi bir örnekle rastlamak mümkündür:
“Afganistan’ın dağları ve vadileri Doğu Türkistanlı mücahidleri tanımıştır. Amerika, İran, Avrupa ve Rusya’nın desteklediği münafıklara karşı İslam emirliğini korumak için birçok operasyona katılmışlardır. Amerika dostları ve uşakları hep birden çakal sürüsü gibi Afganistan’a çullandıklarında, Doğu Türkistanlı mücahidler önce Tora bora dağlarında daha sonra Veziristan ve daha bilinmedik kaç yerde savaştılar. (...) Doğu Türkistanlı Müslüman ve mücahid kardeşlerim. Sizlerin Haçlı saldırısından önce İslam emirliğini korumak için Afganistan’da cihad etmeniz daha sonra da muhacir kardeşlerimizle beraber Şam topraklarında bulunmanız; bizlerin sınır, hudut ve kavmiyetçilik sınırı tanımayan tek bir ümmet olduğu gerçeğini bir kez daha perçinlemiştir, hatırlatmıştır. Sizler Haçlı, laik, demokrat, Safevi, Rafizi ve Nusayri saldırılarına karşı mücahitlerin tek bir çatı altında toplanması gerekliliğini bir kez daha gösterdiniz.”[xiv]
Sonuç
El Kaide’nin Doğu Türkistan meselesine bakışı, genel anlamda İslam dünyasının geri kalanına olan bakışıyla paralellik göstermektedir. El Kaide Doğu Türkistan’a İslami ve ideolojik düşüncesi gereğince “kurtarılması gereken bir İslam toprağı”, organizasyonel olarak faaliyetine ivme kazandıracak ve Müslüman halklar gözünde itibarını artıracak bir fırsat, velhasıl genel stratejisinin bir şubesi olarak bakmaktadır. Her ne kadar Çin yönetimi, el Kaide’nin Doğu Türkistan’a dair yayın ve faaliyetlerine, tasarruflarını meşrulaştırmak için bir gerekçe olarak baksa da, el Kaide yahut diğer bir cihat yanlısı gruplar bunun bir yanılsama olduğunu savunmakta, bölge halklarına olan saldırıların kendilerinden önce de devam ettiğini vurgulamaktadır.
El Kaide'nin Doğu Türkistan politikasının sahaya yansıması, olumlu yahut olumsuz yönleri ise başka bir çalışma konusudur. Uygur halkının sorunlarını çözmekten uzak olsa da, Doğu Türkistan konusunda pratiğe dökülen belki de yegane hareketin devlet dışı organizasyonlar tarafından yürütüldüğünü belirtmek isabetli olacaktır. Stratejik, siyasi ve İslami tartışmaların ortasında, Uygur halkının Çin devleti eliyle yaşadığı baskı devam etmektedir.