Bana özgür ifadeyi neyin tehdit ettiğini düşündüğünüzü söyleyin, ben de size çenenizi kapatmanızı söyleyeceğim.
Görünen o ki, her iki yılda bir, bazı insanların halen daha imparatorluğun bazı iyi noktalara sahip olduğunu düşündüğünü duyduğumuzda rezalet çıkarmamızı, aklımızın hayalimizin durmasınıbekledikleri Britanya İmparatorluğu üzerine yapay bir tartışma peyda oluyor. Yani? Hukuk devleti. Wilberforce [1700’lerin sonunda köleliğin kaldırılması için çalışan Britanyalı politikacı]. Sati’nin yasaklanması. Çember, diğer imparatorlukların çok daha kötü olduğunun söylenmesiyle tamamlanır.
Birtakım uzmanlar ya da akademisyenler, sömürgeci şovenizme dair bir imanın ya da beyazların üstünlüğüne dönük bir eserin, aksi takdirde yavan bir çıktı olacak şeye bir çağdaşlık durumu eklemekten başka bir şey olmadığı fikrini keşfederler. Bunu izleyen skandal, bu konunun araştırılması, istenmesi, ona yönelik salyalar akıtılması, ifade özgürlüğüne dönük bir saldırı olarak yorumlanır. Ah ah, bu çok çok çok eski bir hikayedir.
Britanya’nın bağımsızlığı
Çok değil, on yıla yakın bir zaman önce, imparatorluğun nostaljik gururuna yönelik bir dizi açıklama yaparak, sahtekârca bir gösteriş ve ana akımın tersine giden bir beceriklilik ile dolu şekilde sahneye fırlayan kişi Niall Ferguson’du. “Britanyalılık” duayeni Gordon Brown, bayrağını bu topraklara dikmeyi kafaya koymuştu. Britanya siyasetinin UKIP’leşmesi [UKIP: Programının temelinde Britanya’nın AB’den ayrılması olan Birleşik Krallık Bağımsızlık Partisi] için gereken havayı sağlayan müziğin büyük kısmını da bu sağladı.
Gelgelelim Ferguson, onunla ilgili sevdiğiniz bir şey söyleyelim, ilginç olmak konusunda beceriklidir ve bayağı bir savunucu olmaktan fazlasıdır. Bugün bizim sömürgeci gericilerimizin son avatarlarının işbu düpedüz yavan provokatör olacak denli feci şekilde yerlerde süründüğünü görmek, beni üzüyor.
Sömürgeciliğin faydaları
“Etik ve İmparatorluk” projesini piyasaya süren Nigel Biggar ise, alışıldık Fergusoncu satırlar boyunca çevrimiçi tıklama tuzağı bir sömürgecilik savunusu yazan Amerikalı akademisyen Bruce Gilley’in savunusunu başlatmak için Murdoch’ın amiral gemisi olan gazeteyi seçti. “Sömürgecilik”, dedi Gilley,
kurulmuş olduğu yerlerde hem nesnel olarak faydalı hem de öznel olarak meşruydu. … İkinci Dünya Savaşı’nın sonundan itibaren küresel sömürgecilik-karşıtlığının yurtiçi ve uluslararası meseleler üzerindeki zararlı etkilerini abartmak zordur.
Sömürgecilik-karşıtlığı, milliyetçi elitlerin cahil nüfusları, Avrupalı sömürgecilerin piyasa ekonomilerini, çoğulcu ve anayasal siyasal düzenlerini ve rasyonel politikalarını yok etmeye yönelik çağrılarla seferber etmesiyle, ülkeleri harap etmiştir.
Vesaire vesaire. Bence bunların ne olduğu çok açık: bayağı, ırkçı, yeni-muhafazakar küfür kıyamet. Burada ilim irfan yoktur ve bunların tartışılmasına yönelik talep de oltaya takılmış yemin bir parçasıdır. The Times‘ta yazan Biggar şöyle diyor:
Gilley’in sömürgeci geçmişin dengeli bir yeniden değerlendirmesine yönelik cesur çağrısı, önceden sömürgeleştirilmiş olanlar açısından kesinlikle önemlidir; fakat önceki sömürgeleştirenler açısından da önemlidir. Bizler Britanyalılar olarak, geçmişimizi okudukça kendimizi anlarız; ve kendimizi anladıkça da geleceğe yol alırız.
Dolayısıyla bu tartışma, sömürgeci miras ve sonuçlarının makul, dikkatli ve düşünceli bir yeniden değerlendirmesi ile ilgili falan değildir. Bu tartışma, bugünkü askeri müdahalelerin ahlaki olarak yeniden silahlandırılması ile ilgilidir.
İlim irfan bu mudur?
Açıkçası, ne Gilley ne de Biggar tarihçidir fakat eleştirmenlerin çoğu öyledir (ve sanırım ben de, bir sosyolog olmamın yanı sıra, amatör bir düşünceler tarihçisi sayılabilirim). Fakat şunları anlamaya çalışmak için tarihçi olmak gerekmiyor: Sömürgecilik, diğer insanları şiddet araçlarıyla yönetmeyi, onları siyasal bağımsızlıklarından mahrum etmeyi ve onların emeğini ve kaynaklarını sömürmeyi içerir. Bu yönetimin nesnel açıdan faydalı olduğunu söylemek, bu yönetime tabi olan insanların kendi kendini yönetmek şöyle dursun, daha iyi şeyleri hak etmediğini söylemektir. İşin aslı, Gilley’in polemiğinin ve vekaleten Biggar’ın aldığı konumun sonucu tam da budur. Tekrar vurgulayalım, ilim irfan bu değildir. Burada bir “katma değer” falan da yoktur.
Sömürgecilik ile iç içe geçmişliği yakın zamanlarda tartışmalara neden olmuş olan Oxford Üniversitesi, hiçbir eleştiride bulunmaksızın, Biggar’a ve onun “Etik ve İmparatorluk” projesine güvenini gösterdi. Biggar, post-emperyal kabahatin uygun düzeyde çözüm bulmaya çalışan adamdır. Oxford, böyle yaparak, geleneklerine aykırı düşen ya da çağdaşlığına zeval getiren hiçbir şey yapmamıştır. Sansüre meydan okumuş da değildir.
Eğitim sistemimizde ve ulusal medyanın büyük kısmında kolayca kanıtlanabilecek şekilde sansüre uğratılan şey, herhangi bir şeyi imparatorluğun zalimane adaletsizliklerinden biri olarak görmektir. Britanyalılar Amritsar ile ilgili çok fazla şey bilmediği gibi, Wilberforce ile ilgili de çok az şey biliyor gibidirler. Britanyalıların hepsi, toplama kamplarını Britanya’nın icat etmiş olduğunu kahredici bir biçimde bilmiyor gibidirler.
Tartışma gazete sayfalarına sıçrayınca, kendisini Yeni Emek çağında çok-kültürcülüğün yeni-Powellci [adını aşırı muhafazakâr politikacı Enoch Powell’den alan siyasi akım] bir muhalifi olarak şekillendirmiş olan Trevor Phillips, bugün, bize çok-kültürcülüğü getirmiş olması üzerinden imparatorluğu savunmakla ve imparatorluğa karşı çıkanları, bunların tek-kültürlü bir Britanya’ya geri dönmek istediğini ileri sürerek kışkırtmakla meşgul. Ah ah bunlar yok mu, eksik bir şey kalmasın, bunlar hep Stalinci. İşte oportünizme kötü şöhretini veren şeyler bu gibi şeyler.
İfade özgürlüğü derken?
Şimdi, hem Gilley hem de Biggar, muhaliflerinin göz korkutan bir güruh olduğu düşüncesini kendi çıkarlarına kullanmaktadırlar. Fakat birtakım toplumsal ve kurumsal güçlere sahip (sadece değilse de çoğunlukla beyaz erkekler olan) insanların sömürgecilik-yanlısı, göçmen-karşıtı, İslamofobik ya da siyahi-karşıtı açıklamalar üzerine anlaşmazlıklardan fayda sağladığı ve bu anlaşmazlıklara teşne olduğu bir yerde, sürekli bir biçimde bu türden tartışmalar yapıyorsak, bu, bu türden insanların ifade özgürlüğünün olmadığı anlamına mı gelir?
Diyelim ki Oxford’un “Etik ve İmparatorluk” projesine yönelik, çoğunlukla imparatorluk tarihçilerinden gelen eleştiriler, güç sahibi insanların sömürgeciliği desteklememesi gerektiğini iddia ediyor. Yani, bu insanlar kendi kayda değer toplumsal ve kurumsal güçlerini başka yollardan ve başka amaçlar için kullanmalıdırlar.
Gelgelelim, bu eleştiri ile hemfikir olalım ya da olmayalım, bu türden eleştirileri dillendirmek nasıl oluyor da ifade özgürlüğünü ihlal etmek oluyor? Özgür ifadenin normları ve yasal ilkeleri nasıl oluyor da Oxford Üniversitesi’nin kayda değer çokluktaki kaynaklarının bu şekilde tikel niyetlerle kullanımını şart koşuyor? İfade özgürlüğüne yönelik bu yakarış, hangi anlamda kandırılabilir olanları kandırmak üzere bir şaşırtmaca olmaz?
Emperyalist her zaman konuşabilir. Yapamayacağı şey ise, söyleyeceği şeylerin her zaman toplumsal alışkanlıkların doğru tarafında olacağını veya siyasal muhalefetin bir kısmı ile çatışmaya girmeyeceğini ya da muktedir kamu kurumlarının kaynaklarının her zaman onun söylediklerini genişletmeye ve güçlendirmeye uygun olmak zorunda olduğunu garanti etmektir. Hayat trajik, değil mi?
Çeviri: sendika.org